Bizim Başar’ın hergele bir yeğeni var, Özgür. İki buçuk yaşında, toraman bir oğlan.
Oturdukları apartmanda inşaat yapılıyormuş, arada o beton delen aletlerden biri binayı sarsalayarak gürültülerle çalışıyormuş. Özgür de bu sesten çok korkuyormuş. Babası bir akşam almış onu karşısına, “korkacak bir şey yok oğlum,” demiş, “sen artık kocaman oldun, korkmamalısın.” Ondan sonra o makine ne zaman çalışsa, Özgür o yarım yarım konuşmasıyla “kokunç, kokunç” diye bağırıyormuş. Sonra da babasının söyledikleri aklına gelip ekliyormuş: “Ama korkacak bir şey yok.”
Yeryüzünün en güzel ülkelerinden birinde yaşarken sürekli olarak minik Özgür gibi mırıldanıp duruyorum: “Kokunç, kokunç ama korkacak bir şey yok.” Doğrusu bu ülkede yaşananların “kokunç” olduğunda inancım tam da “korkulacak bir şey yok” kısmını söylerken biraz zorlanıyorum.
Bugün Neşe Düzel’in itirafçı Aygan’la yaptığı söyleşinin birinci bölümünü okuyacaksınız. Aygan, ordunun resmî bir biriminde işlenen cinayetleri anlatıyor. İsimler veriyor. Tarihler veriyor. Yer söylüyor. İnsanları öldürenler resmî kişiler, subaylar, astsubaylar. Ve, bu cinayetler yıllarca sürüyor. Kimse bu cinayetleri durdurmuyor. Hatta generaller, cinayetleri işleyen birimin “aslında olmadığını” iddia ediyorlar. “JİTEM diye bir şey yok” diyorlar. Böyle bir ülke, böyle bir ordu olmaz. Ordu, savaşır. Ordu, cinayet işlemez.
Cinayet suçtur, cinayeti işleyenin üstünde üniformasının bulunması bunu suç olmaktan çıkarmaz. Bugün bu ülkede yargının, ordunun, siyasetin şaibeli bir hale gelmesi bu cinayetlere göz yumulmasından kaynaklandı. Sokaklardan, evlerden, hastanelerden toplanan insanların ordu barakalarında boğulmasına, vurulmasına, cesetlerinin yakılmasına bir toplum, bir devlet nasıl göz yumar? Medya nasıl göz yumar? Yıllarca itirafçı Aygan cinayetlerin parçası olurken ses çıkarmayan yazarlarla, gazetelerin, şimdi bu adam o cinayetleri anlattığında “alçak” diye bağırdıklarını görüyoruz. Cinayet işlediği için “alçak” demiyorlar ona, cinayetleri söylediği için “alçak” diyorlar. Cinayetlerin üstünün örtülmesini isteyen gazetecilerin olduğu bir ülke burası.
Genelkurmay, Aygan’ın konuşmasını yayımlayan gazetenin Genelkurmay’a girmesini yasaklıyor. Buna da ses çıkarmıyorlar. Genelkurmay gazetecilerin Genelkurmay’a girmesini nasıl yasaklar? Tapu Kadastro Genel Müdürü böyle bir yasak koysa onu doğduğuna pişman eder gazeteler, Genelkurmay’ın böyle keyfî davranmasına niye ses çıkarmıyorlar? Genelkurmay’ın JİTEM’i olduğu için mi? Yoksa o gazeteler, cinayetler işlenmesini destekledikleri için mi? Bu ülkenin katilleri hâlâ cezalandırmayan yargısı, o katilleri hâlâ bünyesinde barındıran ordusu, bu işin peşini takip etmeyen siyasetçisi, cinayetlerin üstü örtülsün isteyen medyası, “devletin canının istediğini öldürebileceğine mi” inanıyorlar? Galiba öyle. Buna inanıyorlar. Onların kafasındaki devlet, istediğini öldürür, bunun hesabı sorulmaz. Bizim kafamızdaki devlet hiç kimseyi öldüremez, bir devlet görevlisi ne amaçla olursa olsun cinayet işlerse cezasını çeker. Zaten aramızdaki fark her konuda ortaya çıkıyor.
Cinayetlerin üstünün örtülmesini isteyen gazetelerle gazetecilere bakarsanız, Ergenekon’un üstünün örtülmesini isteyenlerle aynı kişiler ve gazeteler olduklarını göreceksiniz. Çünkü, Ergenekon bu hukuksuzluğun, bu keyfiliğin gölgesinde büyüyüp palazlandı. “Devletin cinayet işlemesi serbesttir” inancının ürünü o örgüt. Siyasette “liberalizme” karşı olan bu medya, cinayette “liberalizmin” yaratıcısı. “Bırakınız vursunlar, bırakınız boğsunlar.” Onların şiarı da bu. Bırakmayacağız. Bu ülkenin ve bu devletin hukuka uygun, saygın bir yer olmasını isteyen insanlar da yaşıyor burada. Suçlu bir devletten, saygın bir devlete geçmeye çalıştığımız bir dönemdeyiz. Türkiye, dünyanın “lanetlilerinden” olmayacak.
Devlet suç işlemeyecek, işleyen cezasını çekecek. Bunun gerçekleşeceğini göreceksiniz. Olaylara baktığımızda, cinayetleri gördüğümüzde, “kokunç, kokunç” diye bağırmamak elde değil. Dünyanın ve Türkiye’nin gittiği yere baktığımızda ise eklemeliyiz: “Ama korkacak bir şey yok.” Çünkü Türkiye de, dünya da, “suçu alışkanlık haline getiren” bir yapıyı taşımamakta, o yapıyı temizlemekte kararlı. Hep birlikte Özgür gibi bağırmamız gerekiyor sanırım. “Kokunç, kokunç ama korkacak bir şey yok.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder