4 Şubat 2009 Çarşamba

Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Çetin Emeç / Mehmet Kamış

Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi'nin öldürülmesinin üzerinden 30 yıl geçmiş.
Bu kadar uzun süreye rağmen tıpkı Uğur Mumcu, Çetin Emeç cinayetlerinde olduğu gibi İpekçi su-i kastı da hâlâ koca bir muamma. Her faili meçhul gibi bu cinayetle ilgili de az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, 30 yıl sonra bir de baktık ki bir arpa boyu yol gitmemişiz. Abdi İpekçi'nin öldürülmesinin ardından binlerce sayfalık yazılar yayınlandı, binlerce yerde bu konuyla ilgili konuşmalar yapıldı ama hâlâ cinayette tetiği kimlerin çektirdiği belli olmadı.
Önceki gün mezarının başındaki anma töreninde konuşan, gazetenin şimdiki yayın yönetmeni Sedat Ergin'in söylediklerine bir hayli takıldım. Ergin, gazetesinde yayınlanan sözlerinde şöyle diyordu: "Bu cinayetler tam olarak aydınlatılmadıkça Türkiye'de demokrasi, hukuk devleti hep böyle kanadı kırık kuş olarak kalacaktır." Tam burada çok basit birkaç soru sormak mümkün. Birinci soru şu: Bu ülkede demokrasinin, kanadı kırık kuş olarak kalmasını istiyor muyuz, istemiyor muyuz? İkinci soru: Bu cinayetler niye aydınlatılmıyor? Üçüncü soru da şu faili meçhul olayların aydınlatılmasında en büyük direnci kim ya da kimler gösteriyor?
Bugüne kadar bu cinayete üzüldüğünü söyleyen bunca başbakan, içişleri bakanı veya yetkili görev yapmış olmasına rağmen neden bir arpa boyu yol alınmaz? Zaman zaman birinci kuvvet olduğunu deklare edecek kadar kendini güçlü hisseden gazete yayın yönetmenlerimiz ve gazete patronlarımız var. Neden bu cinayetlerin çözülmesi için her şeyi seferber etmezler?
Türkiye, kendini Ergenekon diye bir çeteden kurtarmaya çalışıyor. Ülkenin her yerinden bombalar, silahlar, suikast planları çıkıyor. Türkiye'de son yıllarda oynanan oyunlar bir bir gözler önüne seriliyor. Her ortaya çıkan gerçek, bu ülkede son 40 yılda yaşananları da ifşa ediyor.
Ergenekon davasından tutuklu Sami Hoştan, önceki günkü ifadesinde öylesine açık bir mesaj verdi ki, bundan sonraki gelişmelere pürdikkat kesilmemize neden oldu. Hoştan diyor ki: "Abdullah Çatlı'nın çantası bende. İçinde (şimdilik) bir şey yok. Ergenekon davasının karar günü bunu getireceğim." Zannediyorum şunları söylemek istiyor: Mahkemenin sonucuna göre; birtakım belgeler ya çantanın içinde olacak ya da olmayacak. Yani bu kadar açıktan mesaj verilir mi? Göstere göstere "Ey bizi bu işlerde sevk ve idare edenler, ellerinizi çabuk tutun, eğer mahkeme bizi yakarsa biz de sizi yakarız" deniliyor.
Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan kaseti hatırlayacaksınız. Kasette eski Genelkurmay başkanlarından Org. İsmail Hakkı Karadayı, birisine, cumhurbaşkanlığı sürecinde neler yaptığını anlatıyordu. Başbakan'ın Davos çıkışına denk geldiği için kamuoyunun çok da tartışamadığı bu kaset, Sami Hoştan gibi içeride tutuklu bulunanların dışarıdakilere bir ikazı gibiydi.
Söze gelince herkes hukuk devletinde yaşamak istiyor, faili meçhul cinayetlerin üzerine gidilerek bunların engellenmesi çağrısında bulunuyor. Ama aydınlatmak için kim gayret ediyorsa ona karşı müthiş bir yıldırma, yıpratma operasyonu başlıyor. Bu işleri sulandırma çabaları aşikar hale gelince de, insanın aklında kocaman soru işaretleri doğuyor.
Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Çetin Emeç vs. bu cinayetlerin aydınlanmasını kim engelliyor ki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder