30 Kasım 2012 Cuma

Denetleyemeyen demokrasi / Bülent Korucu

Türkiye yıllarca parçalı parlamento sebebiyle ‘yönetemeyen demokrasi’ tartışmalarına sahne oldu.
 
 Benzeş olmayan partilerin kurduğu koalisyonlar aynı anda birden fazla hükümetin varlığını yaşattı. Zor kurulan, kolay yıkılan hükümetler ve hoş olmayan pazarlıklar sistemi yıprattı. Denetlemeden ziyade aba altından sopa gösterme, uzlaşma sağlanınca da aklama mekanizmasına dönen parlamento itibar kaybetti. Komisyonlar, yanına ‘matik’ takıları getirilerek alay konusu yapıldı. 2002’de halk bu komediye son verdi. Artık güçlü ve tek başına iktidarla ‘yöneten demokrasi’ye geçtik. Fakat denetim zafiyeti azalmadı. Adımız parlamenter sistem ama Meclis sistemin ana direği olma hüviyetini bir türlü kazanamıyor. Seçim sistemi ve Siyasi Partiler Kanunu gibi vekilleri budayıcı unsurlar da eklenince parlamento hepten etkisiz elemana dönüşüyor. Bu ortamda parlamenter sistemi tartışılmaz, dokunulmaz görenleri anlamakta zorlanıyorum. ‘Kontrol ve denge’ vazifesi yapabilecek, ayakları üzerinde durabilen parlamento için başkanlık sisteminin tartışılabileceğini daha önce de yazmıştım.

Parlamento’nun elini kolunu budadığımız yeni bir örnek olay bunları düşündürttü bana. Sayıştay’ın 2011 raporlarının kadükleştiği yani vergilerimizle finanse ettiğimiz devlet aygıtının denetimsiz kaldığı haberlerinden söz ediyorum. Önce 17 Eylül’de Zaman yazdı, ardından bu hafta Radikal iki gündür kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Ancak ikrarı netice veren sukut duvarını aşamıyor. Parlamentoların en önemli görev ve yetkisi, bütçe yapmak. Bunun tabii sonucu da bütçelerin doğru ve öngörülen biçimde kamu yararı gözetilerek kullanıldığının denetlenmesi. Anayasa bu görevi Sayıştay’a vermiş. Meclis adına murakabe yapması gereken Sayıştay geçen yılı denetleyememiş olacak. Raporlar var ama Meclis’e sunulamadığı için yok hükmünde. Cihet-i askeriye kalın perdeler arkasında kontrol dışına çıkıyor diye hayıflanırken meğer devlet cihazı bütünüyle araziye uymuş!

2010 yılında çıkan Sayıştay Kanunu ‘reform’ olarak görülüp övgüler alırken 2012’deki kısmi değişiklik, kaosu tetikledi. “Kamu kaynaklarının etkin, ekonomik ve verimli olarak kullanılıp kullanılmadığının incelenmesini… ” bölümü çıkarılınca; denetim ‘idarelerce belirlenen hedef ve göstergeler’le sınırlandı. Etkinlik, verimlilik ve ekonomiklik açısından yapılmayan denetlemenin sıhhati tartışılır. Hatta tartışılmaz bile. Bu yetmezmiş gibi Dışişleri Bakanlığı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, MİT, Milli Savunma Bakanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı benzeri kurumlar  “yükümlü oldukları hizmetlerin hassasiyeti” nedeniyle hedef ve göstergeden de muaf tutuluyor. Bazı kurumlara ‘parayı verin gerisine karışmayın’ deme hakkı tanınıyor. Ne anlama geldiğini şu misalle görebiliriz: Emniyet Genel Müdürlüğü muaf olmadığı için 28 sayfa bütçe sunumu veriyor; JGK ise sadece 2 sayfa.

Süreci tıkayan son darbe ise denetlenen kurumların itirazı üzerine yeniden komisyon kurulup raporların tekrar değerlendirilmesi. Komisyonda Sayıştay’dan üç, denetlenen kurumdan iki kişi yer alacak. Muhatap kurumu denetlemenin bir parçası haline getirmek eleştiriye çok açık. Ama daha önemlisi süreç başa sardığından raporların kanuni süre içinde yetişmesi imkânsız. Sayıştay da haklı olarak imkânsızı denemek yerine raporları arşive kaldırmayı tercih ediyor. Asıl önemlisi sonraki yıllarda bu kilitlenme nasıl çözülecek? Feda ettiğimiz bir yılla kalsa şükredeceğiz gibi…