12 Eylül davasında dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya ifade verdi.
Bir
devrin en muktedir generalleri hastaneye kurulan telekonferans
sistemiyle hesaba çekiliyordu. O yorgun ve bitkin halleriyle yatağına
uzanıp sorulara cevap yetiştirmeye çalışan bu iki adamın, bir zamanlar
bastığı yeri nasıl titrettiğini genç nesiller bilemez. Astığı astık,
kestiği kestik iki adam, şimdi silik görüntüleri, kısık sesleri, aciz
ifadeleri içinde kem küm etmeye mecburdu. Arada bir eski günlerdeki gibi
kükremeyi denediler. Meselâ Evren dedi ki: “Ben sağ sol üzerinde ayırım
yapmadım. Hatta o kadar yapmadım ki! Mahkûm olan idam cezası alanlar
var. Sağdan alınmış bir tane bekletirdim soldan da olsun. Bir tane
sağdan bir tane soldan astık. Denge olsun diye.” Kendi mantığı içinde
Evren doğruyu söylüyor; ancak o ferdî “doğru”nun hukukta ve vicdanda
yeri yok. Sırf görüntü oluşsun, algı yönetilsin diye “Bir sağdan asın
bir soldan asın” denerek adalet sağlanmaz.
Evren Paşa cesaretini toplayarak ilginç bir tezi savunuyor ki işte o cümle bütün askerî darbelerin felsefesini ifşa ediyor. Ne tuhaftır ki Evren'in avukatları da evrensel hukukta hiçbir anlam ifade etmeyen bu savunmaya kendilerini odaklamış durumda. Güler misin, ağlar mısın? Evren haklıysa 1960 darbesini yapan generallere şu soruyu sormak gerekiyor: Darbe teşebbüsünde bulunan ama başaramayan Talat Aydemir ve adamlarını askerî mahkeme neden astı? Demek ki, darbe başarılı olunca adamlar “kurucu irade” oluyor, başarısız olunca darbeciler tarafından bile asılacak birer suçluya dönüşüyor. Diyor ki Paşa: “Biz ihtilal yaptık, ihtilale teşebbüs etmedik. Herkesin ihtilal ile ihtilale teşebbüsün aynı şey olmadığını bilmesi gerek.” Bu basit ama iddialı önerme, paşanın kafasındaki önemli bir ayracı işaretliyor. Evren Bey ne demek istiyor? “Ben ihtilal yaptım, başarılı oldum. Sonra anayasa ve yasalar yaptım. Dolayısıyla bu yasalarla beni yargılayamazsınız.” Bu bile tek başına 12 Eylül Referandumu'nda darbecileri koruyan yasanın kaldırılmasının ve darbe anayasasından belli bir mesafe almanın önemine işaret ediyor.
Darbecilerin zihniyetini görmek için öncelikle ihtilal lafından başlamak lazım belki de. Fransız İhtilali'nden başlayarak çağdaş örneklerine baktığınızda Kenan Bey'in yaptığına ihtilal denir mi denmez mi bunu tartışmak lazım. İhtilal, inkılâp, darbe, çete… Birbirine yakın ama birbirinden ayrışan kavramlar. 12 Eylül, kendisine görevi gereği emaneten verilen silahlarla halkı esir alma ameliyesidir. Hiçbir sosyal ve siyasî değişim talebinin karşılığı olmadığı gibi en düşük IQ hesaplarıyla en çapsız Kemalizm dayatmasıdır. Her derste “Atatürk ve Biyoloji, Atatürk ve Kimya” gibi ezberlerle beyin yıkanınca bir nesil yetişeceğini sandılar. Sağcıları ve solcuları döve döve barıştırınca sosyal değişim yaşanacak sandılar. Her neyse ihtilal mi, darbe mi, işgal mi vs. başka bir tartışma konusu. Bugün tartışılacak asıl mevzu şu: Darbeler ne zaman yargılanabilir? Başarılı olunca mı; başarısız olunca mı?
Darbe öncesinde yaşanan karanlık işler darbe sonrasında daha da karanlık hale geldi. İşkencelerin haddi hesabı bilinemedi. Ergenekon davalarında, özellikle Balyoz Davası'nda sanıklar ne diyordu? “Biz darbe yapmadık. Teşebbüs aşamasında kalmış bir eylemi yargılayamazsınız...” Yani Kenan Evren'in söylediklerinin tam tersi bir pozisyondu bu. Zaten dava da eksik teşebbüs suçlamasıyla açıldı. Ancak sanıklar ve avukatları, bunun da doğru olmadığını “teşebbüs aşaması”nda olan ve gerçekleşmemiş bulunan bir davanın somut delil teşkil etmediğini ifade etti. Bu iki uç düşüncenin tam ortasında kalıyor kamuoyu. Biri “ihtilal yaptım, başarılı oldum, yargılayamazsın” diyor; öbürü de “teşebbüs etmiş olsam bile başarılı olamadım” diyor. Yani? Onlara göre başarırsa da yargılayamazsın başaramazsa da!
Darbeciler hiç kusura bakmasın; darbeler dünyanın her köşesinde hâlâ bir insanlık suçu. Yaşına başına bakılmaksızın demokrasiye fiilen el koyanlar da, el koymaya teşebbüs edenler de hesabını adalet huzurunda verdi; veriyor. Darbe sabıkası kabarık ülkelerde, mesela Arjantin'de, Şili'de, Yunanistan'da, İspanya'da darbecilerin akıbeti malum. Türkiye de doğru yola girdi. O yüzden işbirlikçiler davaları sulandırmak, itibarsızlaştırmak, boşluğa düşürmek için çırpınıp duruyor. Ne var ki bu ülkenin insanı darbecilerin peşinin bırakılmasına razı değil, darbe kapılarının hâlâ açık tutulmasına da. Yoksa, Allah korusun, yarın şartlar değişse bir gün karşınıza yine heyûlalar çıkıp “kırk satır mı, kırk katır mı” diye soracaktır. Darbeyi meşru hak gibi gören bir zümre var oldukça demokrasinin hukuk içinde güçlendirilmesi şart…
Evren Paşa cesaretini toplayarak ilginç bir tezi savunuyor ki işte o cümle bütün askerî darbelerin felsefesini ifşa ediyor. Ne tuhaftır ki Evren'in avukatları da evrensel hukukta hiçbir anlam ifade etmeyen bu savunmaya kendilerini odaklamış durumda. Güler misin, ağlar mısın? Evren haklıysa 1960 darbesini yapan generallere şu soruyu sormak gerekiyor: Darbe teşebbüsünde bulunan ama başaramayan Talat Aydemir ve adamlarını askerî mahkeme neden astı? Demek ki, darbe başarılı olunca adamlar “kurucu irade” oluyor, başarısız olunca darbeciler tarafından bile asılacak birer suçluya dönüşüyor. Diyor ki Paşa: “Biz ihtilal yaptık, ihtilale teşebbüs etmedik. Herkesin ihtilal ile ihtilale teşebbüsün aynı şey olmadığını bilmesi gerek.” Bu basit ama iddialı önerme, paşanın kafasındaki önemli bir ayracı işaretliyor. Evren Bey ne demek istiyor? “Ben ihtilal yaptım, başarılı oldum. Sonra anayasa ve yasalar yaptım. Dolayısıyla bu yasalarla beni yargılayamazsınız.” Bu bile tek başına 12 Eylül Referandumu'nda darbecileri koruyan yasanın kaldırılmasının ve darbe anayasasından belli bir mesafe almanın önemine işaret ediyor.
Darbecilerin zihniyetini görmek için öncelikle ihtilal lafından başlamak lazım belki de. Fransız İhtilali'nden başlayarak çağdaş örneklerine baktığınızda Kenan Bey'in yaptığına ihtilal denir mi denmez mi bunu tartışmak lazım. İhtilal, inkılâp, darbe, çete… Birbirine yakın ama birbirinden ayrışan kavramlar. 12 Eylül, kendisine görevi gereği emaneten verilen silahlarla halkı esir alma ameliyesidir. Hiçbir sosyal ve siyasî değişim talebinin karşılığı olmadığı gibi en düşük IQ hesaplarıyla en çapsız Kemalizm dayatmasıdır. Her derste “Atatürk ve Biyoloji, Atatürk ve Kimya” gibi ezberlerle beyin yıkanınca bir nesil yetişeceğini sandılar. Sağcıları ve solcuları döve döve barıştırınca sosyal değişim yaşanacak sandılar. Her neyse ihtilal mi, darbe mi, işgal mi vs. başka bir tartışma konusu. Bugün tartışılacak asıl mevzu şu: Darbeler ne zaman yargılanabilir? Başarılı olunca mı; başarısız olunca mı?
Darbe öncesinde yaşanan karanlık işler darbe sonrasında daha da karanlık hale geldi. İşkencelerin haddi hesabı bilinemedi. Ergenekon davalarında, özellikle Balyoz Davası'nda sanıklar ne diyordu? “Biz darbe yapmadık. Teşebbüs aşamasında kalmış bir eylemi yargılayamazsınız...” Yani Kenan Evren'in söylediklerinin tam tersi bir pozisyondu bu. Zaten dava da eksik teşebbüs suçlamasıyla açıldı. Ancak sanıklar ve avukatları, bunun da doğru olmadığını “teşebbüs aşaması”nda olan ve gerçekleşmemiş bulunan bir davanın somut delil teşkil etmediğini ifade etti. Bu iki uç düşüncenin tam ortasında kalıyor kamuoyu. Biri “ihtilal yaptım, başarılı oldum, yargılayamazsın” diyor; öbürü de “teşebbüs etmiş olsam bile başarılı olamadım” diyor. Yani? Onlara göre başarırsa da yargılayamazsın başaramazsa da!
Darbeciler hiç kusura bakmasın; darbeler dünyanın her köşesinde hâlâ bir insanlık suçu. Yaşına başına bakılmaksızın demokrasiye fiilen el koyanlar da, el koymaya teşebbüs edenler de hesabını adalet huzurunda verdi; veriyor. Darbe sabıkası kabarık ülkelerde, mesela Arjantin'de, Şili'de, Yunanistan'da, İspanya'da darbecilerin akıbeti malum. Türkiye de doğru yola girdi. O yüzden işbirlikçiler davaları sulandırmak, itibarsızlaştırmak, boşluğa düşürmek için çırpınıp duruyor. Ne var ki bu ülkenin insanı darbecilerin peşinin bırakılmasına razı değil, darbe kapılarının hâlâ açık tutulmasına da. Yoksa, Allah korusun, yarın şartlar değişse bir gün karşınıza yine heyûlalar çıkıp “kırk satır mı, kırk katır mı” diye soracaktır. Darbeyi meşru hak gibi gören bir zümre var oldukça demokrasinin hukuk içinde güçlendirilmesi şart…