Son haftalarda ipuçları verilen yeni
müzakere süreci; Başbakan Erdoğan’ın dün akşam bir TV kanalında yaptığı
açıklamlarla iyice netlik kazandı. Artık hükümetin ikinci müzakere
sürecini başlatacağını veya başlatmış olduğunu söyleyebiliriz.
Şimdi soru şu: Birincisi sonuç vermeyen müzakere sürecinin ikincisi sonuç verir mi?
Benim bu soruya net cevabım şu: Mevcut şartlar altında, ikinci müzakere sürecinden de bir sonuç A-LI- NA-MAZ.
Bunun bir tek istisnası var: Eğer bir
ön şart olarak Öcalan, PKK’nın sınır dışına çekileceğini deklare
ederek müzakerelere başlayacaksa ve PKK, Öcalan’ın böyle bir çağırısını
kabul edecekse, bunun alt yapısı oluşturulmuşsa; müzakere sürecinden
biraz umutlu olabiliriz.
Ancak mevcut konjonktüre
baktığımızda, ne Öcalan’ın PKK’yı bir çağırıyla sınır dışına çekecek
gücü var, ne de PKK’nın böyle bir çağırıya uyup güçlerini sınır dışına
çekecek bir stratejik planlaması. Dolayısıyla müzakereler geçen yıl
kaldığı noktadan, yani 7 Temmuz 2011 noktasından başlayacak demektir. Bu
da müzakerelerden umutlu olmamamız için yeterince açıklayıcı bir durum.
Belli ki devlet, Başbakan da dahil,
bu durumun aksini düşünüyor. O halde öncelikle müzakereyi başlatmak
isteyen devlet aklı bize şunu anlatmak zorunda: Geçen yıl müzakereleri
yıkan PKK ne değişti de bu yıl müzakereleri başlatsın?
Stratejik açıdan baktığımızda:
1- Geçen yıldan bu yana yaptığı
eylemler ve Türk Dışişlerinin ve güvenlik
bürokrasisinin öngörüsüzlüğünün katkılarıyla PKK Suriye’de büyük
kazanımlar elde etmiştir. Bir PKK devleti kurmuştur. Bu nedenle de PKK’nın eli güçlenmiştir. Dolasyısıyla PKK, bu yıl masaya oturacaksa, eli daha güçlü olarak oturacak demektir.
Bu da Oslo müzakersi sırasında PKK
liderlerinin karşısında zaten süt dökmüş kedi gibi oturan istihbarat
yetkililerinin elini iyice zayıflatacaktır. PKK bu yıl geçen yılki taleplerden daha fazlasını isteyecektir. PKK’nın
geçen yılki taleplerini karşılayamayan hükümet daha
fazlasını karşılayabilecek mi? Hiç sanmıyorum. Bu nedenle mevcut
koşullar altında müzakere, çıkmaz sokaktır.
Eğer hükümet Oslo mutabakatlarında MİT ve PKK liderlerinin kabul ettikleri maddeleri kabul edip PKK miltianlarını “öz savunma gücü” olarak
kabul edecek, onlara resmi kimlikler ve üniformalar verip güneydoğuda
istihdam edecekse, PKK’da yeni kazanımlarından sonra buna razı
olacaksa, elbette müzakere sürecinden bir “sonuç” alınabilir. Ama bunu topluma yutturmak öyle kolay değil.
2- Konjonktürel açıdan baktığımızda,
PKK özellike Suriye’de belirsizliğin sürdüğü bir dönemde güçlerini
silasızlandırmayı bir yana bırakın; Suriye’de daha fazla güç toplamak
için elinden geleni yapıyor. Paralı asker topluyor. Bazı rakamlara göre
PKK’nın Suriye’de halka 15 bin civarında silah dağıttığı konuşuluyor.
Eğer PKK liderleri ile “Siz Suriye’de egemenlik kurun, biz
sizin egemenliğinize karışmayacağız. Orada istediğiniz gibi devletinizi
ve özerkliğinizi işletebilrisiniz. Silahlı güçlerinizi o tarafa
yönlendirin ve Türkiye’deki taleplerinizden vazgeçin”şeklinde
bir anlaşma yapıldıysa, ve en önemlisi PKK liderleri bu anlaşmayı kabul
ettiyse, evet, ikinci müzakere sürecinden bir sonuç çıkabilir.
Ancak, PKK’nın mevcut yapsını
düşündüğümüzde, Türkiye’de kurduğu KCK networkuna baktığımızda, PKK’nın
temel insan gücünün Türkiye’den gittiğini düşündüğümüzde,
Suriye’deki Kürtlerin sayıları ve konumlarına baktığımzda, PKK’nın “Suriye’deki kazanımlarımı koruyayım, Türkiye üzerindeki hesaplarımdan vazgeçiyorum” şeklinde bir anlaşmayı kabul edeceğini hiç sanmıyorum. Mevcut koşullar altında, özellikle Hakkari-Şırnak bölgesinde pisikoloji üstünlüğü ele geçirmeye başlamışken, böylesi bir “geri adım”ı atacaklarını hiç sanmıyorum. Bu nedenle de yeni müzakere sürecinden sonuç A-LI-NA-MAZ.
Peki AKP iktidarı ve MİT neden ikinci müzakere sürecinde ısrar ediyor?
Görebildiğim kadarıyla bunun iki nedeni var:
1- Önümüzde seçim dönemi var ve AKP
bu dönemde bir çatışmasızlık süreci istiyor. Özellikle son bir yılda
yaptığı yanlışlar, tutmadığı sözler ve en önemlisi terörün tırmanışıyla
oylarının aşağıya doğru düştüğünü gören AKP, önümüzdeki bir yıla
çatışmasız girmek istiyor.
PKK açısından bu dönem bir restorasyon dönemi ve Esad sonrası dönem için önünü görme dönemi olacağından PKK da biraz soluklanıp daha iyi hazırlık yapıp yeniden saldırmak için böyle bir nefese ihtiyacı olabilir.
Abdullah Öcalan da 15 aydır unutuldu.
Bir bu kadar daha unutulursa kimse ondan söz etmeyecek. Bu nedenle bu
süre Öcalan için de bir yeniden zuhur olacaktır.
Bu nedenle her iki aktör de geçici bir ateşkese sıcak bakabilir.
Burada tek sorun şu: Geçen yıl Silvan
saldırısıyla barış sürecini devirip PKK’da insiyatifi ele
geçiren şahinlerin bu beklentiye ne tepki vereceklerini henüz
bilmiyoruz. Onlar bu süreci de tıkayıcı eylemler yapabilir. Nitekim
Duran Kalkan’ın mesajları bu yönde.
2- Oslo sürecini başlatıp Türkiye’ye
barış getireceğini iddia eden kurum ve siyasetçiler, sürecin
boşa çıkması ve PKK’nın saldırıları ile prestij kaybına uğradılar.
Onlar bu konuyu hırs sebebi yaptı. İlla da kendi istedikleri yöntemin
doğru olduğunu iddia edip Erdoğan’a yöntem dayatıyorlar. Sanırım bunda
çok başarılı da oluyorlar. Zira Erdoğan’ın devlette neredeyse tek
güvendiği kurum o kurum kaldı.
O kurumun hırsı, Beşir Atalay
gibi şimdiye kadar hangi işe el attıysa eline yüzüne bulaştırmış bir
yöneticinin hırsıyla birleşince, “İlla da müzakere sadece müzakere” şeklinde
bir İNAT ortaya çıkıyor. Sanırım müzakere için ortada devlet aklı yok
ama devlet hırsı ve inadı var. Bu nedenle devlet kaybedeceğini bile bile
bir hırs uğruna bu işe girişiyor.
“Hırsla kalkan zararla oturur” sözünü
hatırlamanın tam zamanı. Burada bazı kurum ve siyasetçilerin hırsı
hepimize zarar ve ölüm olarak dönüyor. Bu nedenle Erdoğan gözünü
hırs bürümüş çevresinin analizlerine itibar etmemeli.
Eğer Oslo sürecini destekliyorsa da “Ben yapmadım devlet yaptı” kurnazlığına yatmamalı.
Mevcut şartlar altında İmralı’nın barış getirebileceğine inanıyor ve müzakereyi çok istiyorsa İmralı’ya kendi gitsin.