Muhalefetin Balyoz kararına tepkisi sertti ama devamlılığına bakılınca muhalefet görevini yapmakta sınırlı kaldığı görülüyor.
Balyoz davasının sonucunun Türk siyasetinde daha önce eşi görülmedik ilginçlikte yankıları oldu.
Siyasi tutum olarakk üçe bölünmüş gazete manşetlerindeki ortak nokta, kararların beklenenden ağır olduğuydu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en üst kademelerinde görev yapmış üç komutana verilen ceza, mahkemeye sundukları delillere gölge düşmüş olan savcıların istediğinden dahi ağırdı.
Muhalefet partilerinin mahkeme kararına tepkileri sertti ama, devamlılığına bakılınca ‘muhalefet görevini yerine getirmekle’ sınırlı kaldığı görülüyordu. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, kararın iktidarin siyasi etkisiyle alındığını söyleyerek kabul etmediklerini söyledi. MHP Lideri Devlet Bahçeli, belki kendi partisinden milletvekili seçilmiş Engin Alan da darbe teşbbüsü suçlamasıyla ceza aldığı için daha sert oldu. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise daha çok ‘Yesinler birbirlerini’ makamındaydı.
Başbakan Tayyip Erdoğan, karardan hemen sonra, yüzünde zorlukla gizlemeye çalıştığı memnuniyet ifadesiyle ‘Karar son nokta değil, Yargıtay yolu açık’ demeyi tyercih etti. Ve üç muhalifi gibi o da ertesi gün ayrı gündemlere döndü; İstanbul’da partililerine uzun hitabında bu konuya doğru dürüst girmedi bile.
Türkiye’de sivil bir mahkemede askerlerin yargılanıp darbe giriş,iminden cezalar aldığı bu ilk davanın ne anlama geldiği sonuçlarına varmadan önce, yani işin matematiğinden bir denklem çıkarmadan önce, 19-21 Eylül arasındaki bir dizi gelişmeye yakından bakmakta yarar var. Bunar arasında bir ilişki kanıtlamak imkanı belki de hiç olmayacak, ancak alt alta sıralandığında bir anlam ifade ediyor. Şöyle:
* 19 Eylül Çarşamba günü, Balyoz davasında 20 Eylül’de son sözlerin sorulup karar aşamasına gelineceği belli olmuştu. Aynı gün gazetelerin Ankara temsilcileri Cuma günü Anayasa Mahkemesi’ne kahvaltılı basın toplantısına davet edildi; Pazartesi başlayack bir süreç açıklanacaktı ve planlaması bir iki gün önceye dayanıyordu.
* 20 Eylül Perşembe günü Mahkeme son sözleri aldı ve karar vermek için değerlendirmeye çekildi. O gün öğleden sonra Başbakan Erdoğan AK Parti’de ‘Kongre’ konusuyla yalnızca bir kaç yardımcısını aldığı bir toplantı yaptı. Gece ilerleyen saatlerde Mahkeme’den karar yerine, kararın Cuma günü ilan edileceği açıklaması geldi.
* 21 Eylül Cuma günü AYM Başkanı Haşim Kılıç, Mahkemeye Bireysel Başvuru sürecinin, 2010 referandumu uyarınca 24 Eylül Pazartesi günü başlayacağını duyurdu. Buna göre, bugünden itibaren –deneme süresi olan- iki yıl boyunca Türk vatandaşları Yargıtay sonrası itirazlarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) değil, önce Anayasa Mahkemesina yapabileceklerdi. Öğle saatlerinde Başbakanlık, Erdoğan’ın BM Genel Kurulu vesilesiyle Cumartesi günü başlaması beklenen ABD seyahatinin iptal edildiğini duyurdu; Başbakan 30 Eylül’deki önemli AK Parti Kongresi’ne yoğunlaşmak istiyordu. Öğleden sonra Mahkemeden bildiğiniz kararlar geldi.
Dediğimiz gibi bu gelişmeler arasında bağlantı kanıtlamak zordur. Ama bütün resimden çıkan bir kaç sonuç vardır:
* İktidar partisi gibi, muhalefet partileri da artık siyasetin kendi kurallarına göre oynanmasını, asker dahil dış müdahalelere maruz kalmamasını istemektedirler.
* Bu bakımdan Balyoz davası ardından Türkiye’de asker ya da sivillerin seçilmiş siyasi iktidarlara darbe girişiminde bulunması çok daha zorlaşmıştır; bu bakımdan dönüm noktasıdır.
* Balyoz davası, dün Radikal’de Cengiz Çandar’ın yazdığı gibi, tıpkı Nürnberg davalarına benzeyen, İstiklal Mahkemelerindeki davalar gibi 12 Eylül davaları gibi siyasi hesaplaşma boyutu olan bir davadır.
* Her siyasi dava gibi, caydırıcılık ve ibret verme yönünün, saf adalet arayışının önüne geçtiği anlaşılmaktadır; bu çerçevede ağır kararlar, ağır hatalar içerebilmektedir.
* Öte yandan Anayasa Mahlemesi’nin başlattığı yeni başvuru süreci, Yargıtay iki yıl içinde başvurulara yanıt verse dahi, davaların AİHM’ye taşınmasına izin vermeyecektir. Bu iktidar bakımından belki de hala tehdit potansiyeli görülen ceza almış komutanlar ve diğer kişilerin en azından birbirini ileyen üç seçim (2013 yerel, 2014 cumhurbaşkanlığı, 2015 genel) sürecinde içeride kalmasını garantiya alma özelliğini taşımaktadır.
Önümüzdeki dönemin siyaset, yalnızca 30 Eylül AK Parti Kongresi değil, böyle bir matematikle de şekillenmektedir.
Siyasi tutum olarakk üçe bölünmüş gazete manşetlerindeki ortak nokta, kararların beklenenden ağır olduğuydu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en üst kademelerinde görev yapmış üç komutana verilen ceza, mahkemeye sundukları delillere gölge düşmüş olan savcıların istediğinden dahi ağırdı.
Muhalefet partilerinin mahkeme kararına tepkileri sertti ama, devamlılığına bakılınca ‘muhalefet görevini yerine getirmekle’ sınırlı kaldığı görülüyordu. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, kararın iktidarin siyasi etkisiyle alındığını söyleyerek kabul etmediklerini söyledi. MHP Lideri Devlet Bahçeli, belki kendi partisinden milletvekili seçilmiş Engin Alan da darbe teşbbüsü suçlamasıyla ceza aldığı için daha sert oldu. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise daha çok ‘Yesinler birbirlerini’ makamındaydı.
Başbakan Tayyip Erdoğan, karardan hemen sonra, yüzünde zorlukla gizlemeye çalıştığı memnuniyet ifadesiyle ‘Karar son nokta değil, Yargıtay yolu açık’ demeyi tyercih etti. Ve üç muhalifi gibi o da ertesi gün ayrı gündemlere döndü; İstanbul’da partililerine uzun hitabında bu konuya doğru dürüst girmedi bile.
Türkiye’de sivil bir mahkemede askerlerin yargılanıp darbe giriş,iminden cezalar aldığı bu ilk davanın ne anlama geldiği sonuçlarına varmadan önce, yani işin matematiğinden bir denklem çıkarmadan önce, 19-21 Eylül arasındaki bir dizi gelişmeye yakından bakmakta yarar var. Bunar arasında bir ilişki kanıtlamak imkanı belki de hiç olmayacak, ancak alt alta sıralandığında bir anlam ifade ediyor. Şöyle:
* 19 Eylül Çarşamba günü, Balyoz davasında 20 Eylül’de son sözlerin sorulup karar aşamasına gelineceği belli olmuştu. Aynı gün gazetelerin Ankara temsilcileri Cuma günü Anayasa Mahkemesi’ne kahvaltılı basın toplantısına davet edildi; Pazartesi başlayack bir süreç açıklanacaktı ve planlaması bir iki gün önceye dayanıyordu.
* 20 Eylül Perşembe günü Mahkeme son sözleri aldı ve karar vermek için değerlendirmeye çekildi. O gün öğleden sonra Başbakan Erdoğan AK Parti’de ‘Kongre’ konusuyla yalnızca bir kaç yardımcısını aldığı bir toplantı yaptı. Gece ilerleyen saatlerde Mahkeme’den karar yerine, kararın Cuma günü ilan edileceği açıklaması geldi.
* 21 Eylül Cuma günü AYM Başkanı Haşim Kılıç, Mahkemeye Bireysel Başvuru sürecinin, 2010 referandumu uyarınca 24 Eylül Pazartesi günü başlayacağını duyurdu. Buna göre, bugünden itibaren –deneme süresi olan- iki yıl boyunca Türk vatandaşları Yargıtay sonrası itirazlarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) değil, önce Anayasa Mahkemesina yapabileceklerdi. Öğle saatlerinde Başbakanlık, Erdoğan’ın BM Genel Kurulu vesilesiyle Cumartesi günü başlaması beklenen ABD seyahatinin iptal edildiğini duyurdu; Başbakan 30 Eylül’deki önemli AK Parti Kongresi’ne yoğunlaşmak istiyordu. Öğleden sonra Mahkemeden bildiğiniz kararlar geldi.
Dediğimiz gibi bu gelişmeler arasında bağlantı kanıtlamak zordur. Ama bütün resimden çıkan bir kaç sonuç vardır:
* İktidar partisi gibi, muhalefet partileri da artık siyasetin kendi kurallarına göre oynanmasını, asker dahil dış müdahalelere maruz kalmamasını istemektedirler.
* Bu bakımdan Balyoz davası ardından Türkiye’de asker ya da sivillerin seçilmiş siyasi iktidarlara darbe girişiminde bulunması çok daha zorlaşmıştır; bu bakımdan dönüm noktasıdır.
* Balyoz davası, dün Radikal’de Cengiz Çandar’ın yazdığı gibi, tıpkı Nürnberg davalarına benzeyen, İstiklal Mahkemelerindeki davalar gibi 12 Eylül davaları gibi siyasi hesaplaşma boyutu olan bir davadır.
* Her siyasi dava gibi, caydırıcılık ve ibret verme yönünün, saf adalet arayışının önüne geçtiği anlaşılmaktadır; bu çerçevede ağır kararlar, ağır hatalar içerebilmektedir.
* Öte yandan Anayasa Mahlemesi’nin başlattığı yeni başvuru süreci, Yargıtay iki yıl içinde başvurulara yanıt verse dahi, davaların AİHM’ye taşınmasına izin vermeyecektir. Bu iktidar bakımından belki de hala tehdit potansiyeli görülen ceza almış komutanlar ve diğer kişilerin en azından birbirini ileyen üç seçim (2013 yerel, 2014 cumhurbaşkanlığı, 2015 genel) sürecinde içeride kalmasını garantiya alma özelliğini taşımaktadır.
Önümüzdeki dönemin siyaset, yalnızca 30 Eylül AK Parti Kongresi değil, böyle bir matematikle de şekillenmektedir.