Balyoz davasının kararı açıklandığından beri TV ve gazetelerde bir
“yorum ve değerlendirme” bombardımanı altındayız. Ben kendi adıma
bunaldım ve konuyu ele alan TV programlarını izlememe, gazete yazılarını
okumama kararı aldım ve uygulamaktayım.
İyi de ettim.
Herkes meşrebine, siyasal tercihlerine ve ideolojik konumlanışına göre kararı ele alıyor ve didikliyor.
Balyoz davası kararı böyle tartışılıyorsa Ergenekon, 28 Şubat, gömülmüş
silahlara ilişkin davalar sonuçlanınca ne olacağını şimdiden
kestirebiliriz. Başka bir deyişle, Balyoz bir öncü depremdi. Büyük
deprem Ergenekon davası olacak gibi. Ötekiler de artçı depremler olarak
sıraya girecek.
Sarsılacağız.
İyi olacak.
Türkiye’nin sarsılmaya, hem de çok ciddi bir sarsılmaya ihtiyacı var.
Hemen herkes ''aşırı kamplaşma ve düşmanlaşma'' gerçeğine vurgu yapıyor
ve kaygı belirtiyor. Ben de benzeri kaygılar içeren yazılar yazdım.
Ama bu gerginlik, kamplaşma, düşmanlaşma yazıyla çiziyle, öğütle,
nasihatla, uyarıyla önlenecek bir siyasal ve ideolojik yarılma değil.
Yaşadığımız ve bir süre daha yaşamaya devam edeceğimiz bir gerçek.
Balyoz davasını ele alalım.
Davada sanık iskemlesine oturanlar, özellikle birinci sanık konumundaki
emekli general Çetin Doğan savunmasını, iddianamede yer alan belgelerin sahte olduğu üstüne kurdu.
Özden Örnek güncelerini dikkatle okudum; o dönemde özellikle Ankara
gazetecisi arkadaşlarla uzun sohbetler yaptım; meslektaşlarımın dönemin
Jandarma Genel Komutanı General Eruygur’la yaptıkları dolaysız
görüşmelerdeki izlenimlerini kendi ağızlarından dinledim.
Yine de Çetin Doğan’ın ve kızıyla damadının belgelerin sahteliği üstüne
yaptıkları güçlü vurgu ve savunma beni de ciddi kuşkulara düşürdü.
Çünkü bu tür belgeleri elde edebilecek ''güç''ün sahici bir demokratlık
gayretiyle değil, yaygınlaşmasının, etkisini artırmasının önünde yegâne
engel olarak gördüğü ''askeri vesayeti'' kırmak için gerekirse sahte
belge üretebilecek kadar gözü kara olduğunu tahmin edebiliyordum.
Gel gör ki dava sürerken Gölcük’te Deniz Kuvvetleri'nin sivil ulaşımı
imkânsız karargâhının kalbindeki bir odanın döşemesinin altında çıkan
Balyoz belgeleri kaygıları sildi attı. Nitekim o günden sonra belgelerin
sahteliği üstüne vurgu yapılmaz ve en önemlisi Gölcük’teki döşeme altı
belgelerin sahteliği üstüne konuşulmaz oldu.
Benim açımdan da Balyoz davasındaki savunma çöktü.
O günden sonra duruşma haberlerini bile üstünkörü okudum. Birkaç gün önce açıklanan karar da beni irkiltmedi.
Kuşkusuz ''Komutanım burada konuşulanlar suçtur. Ben bu seminerde daha
fazla kalıp başımı belaya sokamam'' denemeyeceğini, askeri işleyişin
buna asla fırsat vermeyeceğini biliriz. O yüzden o ''Plan seminerine''
katılan herkesi, hele hele seminere katılmasa bile ''plan''a göre
belediye başkanlığını devralma, tutuklama kararlarını uygulama görevi
verilmek üzere adları belirtilen ve büyük olasılıkla kendilerinin haberi
bile olmayan kişilerin de aynı çuvala doldurulup cezalandırılmasına
benim yarı buçuk hukuk bilgim bile ''Yok o kadar da değil'' diyor.
Ama bu ve benzeri hukuk ihlâlleri 2003 yılında Türkiye’de bazı
generallerin darbe yapmak için kolları sıvadığı ve bu amaçla hazırlık
yaptıkları gerçeğini değiştirmiyor. Ankara gazetecileri
''Çetin Doğan Paşa silahını artık çapraz takıyormuş'' derken ne şaka
yapıyorlardı, ne de çok bilmişlik taslıyorlardı.
Eğer bir darbe savuşturulduysa, bu, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi
Özkök ile Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın destek vermemeleri
ile mümkün oldu.
''Darbe mi, AKP iktidarı mı'' diye sorup ''Gerekirse darbe'' cevabı
veren ya da ''Laiklik mi, demokrasi mi, seçmek lazım'' gibi bir hukuk
devletinde suç sayılmak gereken görüşleri pervasızca savunan kalemlerin
ve kişilerin Hilmi Özkök’ü aşağılamak amacıyla "Hilmi Bey“ diye söz
etmeleri tam da bu nedenledir.
Balyoz kararında toptancı ve tek tek sanıkları gözetmeyen, onların
varsa -ki var- özel durumlarını ciddiyetle ele almayan tutumu eleştirmek
demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve evrensel hukuk ilkelerine inanan
herkesin hakkıdır.
Ama darbe hazırlığı yaptıkları ayyuka çıkmış , "herkesin bildiği bir
sır“a dönüşmüş generallerin suçlu bulunmasına itiraza da itirazım var.
Türkiye Balyoz kararı ile sarsıldı dedim. Sonra da ''İyi oldu'' diye ekledim.
Dört darbe görmüş, üçünü gazeteci olarak yaşamış bir kuşaktanım.
Hiçbirinin ne arifesinde, ne sırasında, ne sonrasında tartışılabildiğine
tanık olmadım. Tartışmaya, itiraza yeltenenlerin ise askeri
hapishanelerde volta atmak zorunda kaldıklarını kendi öz yaşam
deneyimlerimle biliyorum.
Türkiye sarsılıyor sahiden. İyi oluyor. ''Darbe yapmak, darbe konuşmak,
darbeye hazırlanmak, darbe planlamak, darbe önermek suç mudur, değil
midir''i tartışıyoruz ve bu ülkeyi sarsıyor.
İyi oluyor…