Balyoz davası kararları, daha çok genellikle darbeleri kışkırtmış
ve darbeleri ve darbecileri desteklemiş kesimler tarafından, meselenin
hukukî yanına bakılmadan, ideolojik ve menfaate dayalı sebeplerle
insafsızca tenkit ediliyor.
Bu kesimlerin darbeler öncesi ve sonrası tavırlarına
baktığımızda, özellikle 27 Mayıs darbesini, büyük bir ümitle 9 Mart
Cuntası'nın darbe yapmasını, 12 Eylül'ün hemen arkasından bu darbeyi ve
28 Şubat "post-modern" darbesini nasıl desteklediklerini yakından
biliyoruz. Kalem İhaneti diye bir kitap var. Bu kitapta 12 Eylül'e
meselâ Cumhuriyet Gazetesi'nin, yazarlardan Oktay Akbal, Nadir Nadi,
Uğur Mumcu ve İlhan Selçuk'un, yine Çetin Emeç'in, Cüneyt Arcayürek'in
ve benzerlerinin nasıl destek verdiklerini okuyoruz. Ve bu kesimin
önemli bir özelliğini, bizzat gazetenin o dönemki Reklam Müdürü Ayşe
Torun açıklıyor. Uğur Mumcu, gazetede "yolsuzlukların üzerine giderek",
Hisarbank ve Kozanoğlu-Çavuşoğlu Şirketi aleyhinde ısrarla yayın yapıp,
ağır ithamlarda bulunuyor. Nihayet Cumhuriyet, Hisarbank'tan üst üste
reklamlar, ilanlar alıyor ve Tercüman'da Nazlı Ilıcak yazıyor: "Bu
ilanlardan sonra bakalım gazetenin tavrı nasıl olacak?" Gerçekten de
yayın birden kesiliyor ve bunun yerine Ayşe Torun'un yazısını okuyoruz:
"Cumhuriyet okurlarının belli bazı eşyaları satın alma eğilimleri
Türkiye standartlarının çok üzerinde. Hepsi, iyi birer tüketici." Ve,
darbe döneminde holdinglerden aldığı ilan ve reklamlarla kazancı en
fazla artan gazete Cumhuriyet oluyor.
Balyoz kararlarını eleştiren kesimlerden başka türlüsünü beklemek
zaten hayal olur. Fakat bu kararları bir "milat" olarak görüp, artık
Türkiye'de darbeler döneminin kapandığı ümidine kapılanlarımız da var.
Oysa bu ümide kapılmak için sağlam ve kalıcı hiçbir gerekçemiz yok.
Balyoz davasına iktidar tarafından bile itirazlar geldiği, bir
bakanın üst üste yaptığı eleştiriler unutulmuş olamaz. Fakat bir
mahkeme, hem de Ovacık savcısının şehid edildiği bir dönemde ve her
türlü muhalefete rağmen cesurca davranabildi. Ama unutmayalım ki, bu
kararı veren mahkeme, artık kapatılmış bir mahkeme ve bütün darbe
davalarını açan benzer mahkemeler de kapatıldığı gibi, sürmekte olan
davaların, meselâ 28 Şubat davasının daha ileri tahkikatla
derinleştirilmesi ve benzer davaların açılmasının önü de yine tıkanmış
bulunuyor. Bu gerçek karşısında hangi cesur savcı ve hâkimler, hangi
yargı, darbeler ve darbecilerle uğraşabilir? Ve yargıya dayalı olarak
artık darbe dönemlerinin kapandığına nasıl ümit bağlayabiliriz?
Öte yandan, nerdeyse bütün Türkiye, son 12 Haziran seçimlerinden
sonra sivil bir anayasa beklentisi içindeydi. Şu anda, darbelerin önüne
en azından hukuk ve anayasa noktasında engel koyacak bir anayasa ümidi
kimde var?
Üçüncü olarak, çok partili hayata geçtiğimizden bu yana kurulan
sivil iktidarların belki en güçlüsü olan ve yargının operasyonlarıyla
darbeciler karşısında güçlendirilen sivil iktidar, artık bu güçten ne
kadar istifade edebilir ve darbeleri yapan devlet kurumuna karşı önceki
dönemlere göre daha mı hakim? Hakim olmuş olsaydı, her geçen gün
azgınlaşan terör saldırılarında ortaya çıkan -haydi ihanet demeyelim-
onca ihmale rağmen, sorumlular hakkında herhangi bir şey yapılmaz mıydı?
Diğer taraftan, merhum Erbakan, 28 Şubat öncesi askere en büyük maaş
zammını yapmıştı. Emniyet mensupları da haylidir durumlarında
iyileştirme beklerken, son birkaç ay içinde yine askere iki defa zam
yapıldı. Ayrıca, bu kurumda, kurum içi eğitimde, teşkilatlanmada değişen
bir şey mi var?
Yine, darbeleri kışkırtan ve daha sonra destekleyen medya, bazı
sermaye çevreleri ve daha başka bazı kuruluşlarda bir değişiklik mi oldu
da, artık darbeler dönemi kapandı diyebiliyoruz? Veya NATO'nun, ABD'nin
artık darbelere yeşil ışık yakmayacağından mı eminiz?
Gayrimeşru muhabbet, sevilenin acımasız muamelesine mahkûmdur.
Çok korkarım ki, eğer tedbirler hakkıyla alınmazsa, Türkiye'nin ufkunda
yine tam veya eksik darbe teşebbüsleri, hatta darbeler görünüyor.