1- Balyoz darbe planı davası neden önemli?
1960’da, 1971’de, 1980’de ve 1997’de dört askeri darbe ve müdahaleye
sahne olan Türkiye’de bir darbe girişiminin sivil mahkemelerde ilk kez
yargılanmasının tarihsel bir önemi var. Balyoz davasında, biri halen
görevde olan 6 orgeneral de yargılandı ve temyiz yolu açık olmak üzere
18-20 yıl arasında cezalara mahkûm edildi. Bu sayının önemi, Türk
Silahlı Kuvvetleri’nde, Genelkurmay Başkanı dahil, toplam 14-15
orgeneral / oramiral bulunduğu (bazı yıllarda sayı değişiyor, örneğin bu
sene Harp Akademileri Komutanlığı’na orgeneral değil, korgeneral
rütbesinde atama yapıldı) dikkate alındığında daha iyi anlaşılabilir.
Medyada, davada yargılanan ve ceza alan orgeneral/oramiral sayısı yaygın
bir yanlışla “beş” olarak verildiği için isimleri sayalım:
Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Halil İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek, eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, eski Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun, eski Ege Ordu Komutanı ve MGK Genel Sekreteri Şükrü Sarıışık ve halen Yüksek Askeri Şûra üyesi olan Bilgin Balanlı.
2- Balyoz davasının önemi, darbe girişiminin ilk kez sivil yargıda cezalandırılması mı?
Evet, ancak davanın bununla bağlantılı çok önemli bir sonuç daha var.
Balyoz ve siyasete gayrimeşru yollardan müdahale eğilimlerini hedef alan
diğer davalar, seçmen iradesiyle şekillenen sivil otoriteye askeri
müdahale geleneğine karşı caydırıcı bir demokratik düzenin inşası
açısından büyük bir önem taşıyor. Bu durum, elbette, söz konusu
davalarda adaletin tam anlamıyla tesis edilmediği yolundaki kuşku ve
tartışmaların önemini azaltmıyor, aksine artırıyor.
3- Balyoz davası süreci ne zaman, nasıl başladı?
Süreç; Yasemin Çongar, Mehmet Baransu ve Yıldıray Oğur’un
imzasıyla Taraf gazetesinde 20 Ocak 2010’da yayımlanmaya başlanan haber
dizisiyle başladı. Taraf gazetesi 20 Ocak 2010’da, dokuz sütuna
yayılmış “FATİH CAMİİ BOMBALANACAKTI” başlığıyla yayımlanarak, “Balyoz
darbe planı” dosyasının içeriğini duyurdu. Aynı gün Taraf’ın birinci
sayfasında “KENDİ JETİMİZİ DÜŞÜRECEKTİK” başlığıyla verilen ikinci haber
de, yine planın içeriğine ilişkin önemli ayrıntıları içeriyordu.
4- Plan, özetle hangi aşamaları içeriyordu?
Balyoz dokümanları ve iddianameye göre, darbe beş aşamada planlandı.
Birinci aşamada, istihbarat faaliyetleriyle ilgili çalışmalar yer aldı.
İkinci aşamada askerî müdahale için zemin hazırlanacak, darbe üçüncü
aşamada yapılacak, dördüncü aşamada yürütme görevi “Milli Mutabakat
Hükümeti”ne devredilecekti. Beşinci aşamayı, yürütmenin tekrar sivil
yönetime devredilmesi için seçime gidilmesi oluşturuyordu.
5- İddianame ve dokümanlara göre darbe ortamı nasıl oluşturulacaktı?
İddianameye göre, tartışılan dönemde (2003) 1. Ordu Komutanı olan Çetin
Doğan liderliğinde hazırlandığı öne sürülen “Balyoz Harekât Planı”
altında 4 eylem planı yer alıyordu; “Suga”, “Oraj”, “Sakal” ve
“Çarşaf.”
Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Halil İbrahim Fırtına’nın
suçlanmasında esas alınan Oraj eylem planı kapsamında, Ege’de Yunan hava
sahasında bir Türk jetinin Türkiye tarafından düşürülmesi ve bu
komployla Yunanistan’la ilişkilerde kriz çıkarılmak istendiği ve
cübbeli-sarıklı kişilerin Hava Müzesi’ni basmasıyla yapay bir kargaşa
yaratılmasının öngörüldüğü öne sürüldü.
Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in suçlanmasında temel
alınan Suga eylem planında, Deniz Kuvvetleri’nin Ege’de Yunanistan’la
yüksek bir gerilim yaratacak askerî faaliyetler yürütmesinin planlandığı
iddia edildi.
İstanbul’da Fatih Camii’nin bombalanmasıyla ilgili ayrıntıları içeren
Çarşaf eylem planında da, bir yüzbaşı komutasındaki dokuz kişilik eylem
timinin, cep telefonu düzenekli patlayıcıyı cemaate en yakın
ayakkabılığa yerleştirmesinin planlanması yer aldı. “Çarşaf” kapsamında,
cuma namazının ardından cemaat dağılmadan patlama için düğmeye
basılmasının ve bölgedeki ajanların provokasyon amacıyla Fatih esnafını
harekete geçirmesinin öngörüldüğü iddia edildi.
İddianameye göre, yine İstanbul’da Beyazıt Camii’nin bombalanmasının
yer aldığı Sakal eylem planı uyarınca, tahrip düzeneği bir çantaya
yerleştirilerek caminin şadırvanına bırakılacak ve cuma namazından 10
dakika önce patlatılacaktı.
İddianamede yer verilen Balyoz Harekât Planı’nda, saati sabah 03:00
olarak belirlenen darbeden sonra direnebilecek 200 bin kişinin Şükrü
Saracoğlu’nun da aralarında bulunduğu stat ve tesislerde toplanması,
ülkeye giriş ve çıkışlara yasak konması, demokrat görüşleriyle bilinen
gazetecilerin tutuklanması, kamuoyu desteği için 137 gazeteciden
yararlanılması planlandı.
6- Taraf’ın yayınından sonra süreç nasıl ilerledi?
Taraf gazetesinde 20 Ocak 2010’da başlayan yayından 10 gün sonra, 30
Ocak’ta, Mehmet Baransu, kendisine ulaştırılan dokümanları bir valiz
içinde Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne teslim etti. Gözaltı ve
tutuklama dalgası bu dokümanların ilk incelemelerinin ardından başladı.
7- Balyoz davasına dayanak olan belgeler bu dokümanlardan mı ibaret?
Hayır. Soruşturma sürerken Eskişehir’de Emekli Albay Hakan Büyük’ün
evinde ele geçirilen ve Orgeneral Bilgin Balanlı’nın Harp Akademileri
Komutanı’yken tutuklanmasına dayanak gösterilen yeni dokümanlar dosyaya
eklendi.
Gölcük Donanma Komutanlığı'nda 6 Aralık 2010’da yapılan aramada ele
geçirilen belgeler de, yeni tutuklamalar eşliğinde Balyoz davasına
eklendi.
Balyoz davası dosyasında, gerçekliği tartışma konusu olan dokümanların
yanı sıra, tartışma konusu olmayan 1. Ordu Komutanlığı’nda 5-7 Mart 2003
tarihinde düzenlenen Plan Semineri’nde yapılan konuşmalar da yer
alıyor. Bu konuşmalarda, plan seminerinin konusu “senaryolar” olmasına
rağmen doğrudan AKP hükümetini hedef alan bölümler yer alıyor.
8- Seminerde Balyoz darbe planı ele alınıyor mu, nasıl konuşmalar yapılıyor?
Selimiye Kışlası’nda 5-7 Mart 2003’te yapılan 1. Ordu Plan Semineri’nde
“Balyoz Harekât Planı” ile “Oraj, Suga, Çarşaf, Sakal” eylem
planlarının adı geçmiyor. Ancak yapılan ve kayda alınan konuşmaların bir
bölümünde doğrudan hükümeti hedef alan ifadeler bulunuyor. 1. Ordu
Kurmay Başkanı Süha Tanyeri, seminerin gündemini şu ifadelerle
duyuruyor:
“Kuvvet Karargâhı'nda yapılacak değerlendirme toplantısında
sunulacak ordu görüşünü belirtmek maksadıyla mart ayının ilk haftasında
ordu karargâhında kolordu ve tugay komutanlıklarının katılımıyla bir
toplantı icra edilecektir. Bu toplantıda yukarıda belirtilen ana esaslar
çerçevesinde dış ve iç tehdide yönelik alınacak tedbirler, planlarda
yapılacak tadilatla ilgili teklifler, iç ve dış tehdite müdahalede
ihtiyaç duyulacak kuvvet miktarı görüşülecektir. Arz ederim.”
Tanyeri’nin gündemi duyuran bu sözlerinin ardından, 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, seminerin açılışında şu ifadeleri kullanıyor:
“Bunun için de her şeyden önce, evet hükümetin ve meclisin
kendisine çekidüzen verdirici, ben onu söyleyeceğim şeyde Genelkurmay
Başkanı'na, Kuvvet Komutanı'na diyeceğim ki, siz meclisi ve hükümeti
uyarıcı bu gidişe dur deyici bir ültimatom verin gerekirse. Gerekirse
çağırın ‘Bu işin sonu boktur' işte sonunuz böyledir. Bu konuda gerekli
tertip ve tedbirleri alın. Evvela ulusal birliğimizin, evvela
inandırıcı bir milli mutabakat, buraya öyle yazmışım. Milli mutabakat
hükümeti kurulması sureti ile halkın tasvip edeceği tarafsız bağımsız
daha tek... Edeceği bu kadar gaile içinde ülkeyi daha sonra bütün bu
gailelerden sonra seçime götürecek bir hükümetin kurulması en önemli
birinci... Bu tabii, bu öngördüğümüz senaryonun içerisinde öngördüğüm
bir çözüm tarzı hani bugün de gidip onu şu anda yapın diye gideceğim yok
yanlış da anlamayın. Bizim yaptığımız tekliflerimiz vardır. O
teklifleri de şimdi sizlerle paylaşmak istemem...”
9- Balyoz darbe planı ve altındaki Oraj, Suga, Çarşaf ve Sakal
eylem planları ele alınmadıysa neden seminerin içeriği iddianamede
nasıl delil olarak yer aldı?
İddianameye göre, darbe planı seminerde sınandı. Gündem iç ve dış
tehdide ilişkin “senaryolar” olmasına karşın, seminerde gerçek kişi ve
yerlerin adı veriliyor, hükümeti ve parlamentoyu hedef alan konuşmalar
yapılıyor. Örneğin, konuşulan senaryolar içindeki kurgunun “günün
gelişmeleriyle paralelllikler taşıdığı” belirtiliyor. “Milli mutabakat
hükümeti kurulmasını” telaffuz eden, “hükümete ve parlamentoya ültimatom
verilmesinden” söz eden Çetin Doğan, “Bugün gidip de onu şu anda yapın
diyeceğim yok, yanlış da anlamayın” diyor, ancak, “Bizim yaptığımız
teklifler vardır. O teklifleri de şimdi sizlerle paylaşmak istemem”
eklemesini yapıyor.
Doğan’ın, olası gelişmelere ilişkin senaryoları değil, birkaç ay önce
iktidara gelmiş AKP’yi işaret eden güncel değerlendirmeleri için şu
ifadeleri de dikkat çekiyor:
“Aslında günümüzdeki gelişmeleri dikkate aldığımız zaman birinci
öncelikli ele almamız gereken iç tehdidi bu seminerde öne alıyoruz...
İçinde yaşadığımız koşulları hepiniz biliyorsunuz. (…) Gelişmeler bir
yönüyle bundan birkaç ay evvel öngördüğümüz senaryodan daha kötüsüne mi
gidecek bilmiyorum. Öyle endişe verici bazı gelişmeler de var...
(…)
Arkadaşlar bu plan seminerini, plan çalışmasını kasıtlı olarak
belli bir çerçeveye koyduğumuzu, günün şartlarımıza, günün konjonktürel
gelişmelerine göre dikkatlerimizi nerelerde yoğunlaştırmamız gerektiğini
ortaya koymak için yaptığımı herhalde hepiniz anlamışsınızdır. Yani
buradaki Yunanistan meselesi tali bir meseledir. (…) Bunun için ben
sizlere evvela iç güvenlik ve Kuzey Irak hakkında son gelişmeler ve
buradaki yapılan çalışmalar sonucunda nelerin üzerinde daha fazla
durmamız gerektiği konusundaki düşüncelerimi aktaracağım. (…) Gerçekten
de şu anda ülkenin içinde bulunduğu durum bütün yurttaşlarımız
tarafından endişeyle takip ediliyor.”
10- Seminerde bu ve benzer konuşmaların yapıldığı kabul ediliyor mu?
Evet, Çetin Doğan, kayda da alınan bu konuşmaları yaptığını kabul
ediyor. Seminerde ayrıca, İstanbul’daki 1. Ordu bölgesi içinde yer alan
Üsküdar ve Ümraniye’de görevden alınacaklar listesi, Tayyip Erdoğan ile
Tuzla ve Sultanbeyli belediye başkanları gibi gerçek isimler de
kullanılıyor.
Doğan’ın kızı Pınar Doğan ile damadı Harvard Üniversitesi öğretim üyesi Dani Rodrik
de, demokratik ölçütler dahilinde bu konuşmaların “kabul
edilemeyeceğini” belirtiyor, ancak “darbe girişimi” davasının dayanağı
olamayacağını savunuyorlar.
11- Plan Semineri’ni yapan 1. Ordu’nun bağlı olduğu Kara Kuvvetleri Komutanlığı ne yapıyor?
Balyoz davası dosyasında bu konuda önemli bir kayıt var. Dönemin Kara
Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan’a, plan
semninerinde “iç tehdit” senaryolarının ele alınmamasını emrediyor.
Ancak Doğan, iç tehdit senaryosunda ısrar ediyor ve bu tutumunu ikinci
bir yazıyla Kara Kuvvetleri Komutanı’na iletiyor. Dosyada, Yalman’ın bu
ikinci girişime verdiği bir cevap bulunmuyor.
12- Seminerde yapılan konuşmalar, sadece Balyoz savcıları ve davayı gören hâkimler tarafından mı sorunlu görülüyor?
Hayır. Örneğin dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de, Doğan’ın seminerdeki konuşmalarını, şu sözlerle açıkça mahkûm etti:
“Daha önce Çetin Doğan Paşa televizyonda çıkıp, ses kaydıyla ilgili
olarak ‘evet bu konuşmayı ben yaptım’ demedi mi? Böyle bir konuşmayı
yapan insan, altındaki personelin bundan motive olarak olumsuz şeylere
yol açabileceğini düşünmez mi?” (Hürriyet / Metehan Demir)
13- Balyoz soruşturması, Baransu’nun dokümanları valiz içinde teslim etmesinden sonra nasıl bir seyir izledi?
Milliyet’ten Musa Kesler’in yaptığı döküme göre,
soruşturma kapsamında ilk tutuklamalar 26 Şubat- 2 Mart 2010 tarihleri
arasında gerçekleşti. İlk aşamada emekli Orgeneral Çetin Doğan ile
emekli Koramiral Feyyaz Öğütçü’nün de aralarında bulunduğu 36 emekli ve
muvazzaf subay tutuklandı. Tutuklamaya yapılan ilk itirazlar,
Tuğamiral Turgay Erdağ, Tümamiral Özer Karabulut, Albay Ali Türkşen, Yüzbaşı Erdinç Atik, astsubaylar Mustafa Kelleci ve Abdil Akça’nın
dışında, reddedildi. Daha sonra yapılan itirazlar üzerine İstanbul 9.
Ağır Ceza Mahkemesi, 31 Mart 2010da 9 kişinin daha tahliyesine karar
verdi.
14- Hükümetin bu süreçte tartışılan bir tutumu oldu mu?
Evet. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi Oktay Kuban,
“nöbetçi hâkim” olarak Çetin Doğan’ın da aralarında bulunduğu 19 kişiyi
1 Nisan 2010’da tahliye edince Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün,
4 Nisan’da, AKP Bursa İl Başkanlığı’nın toplantısında tartışmalara yol
açan sorunlu bir konuşma yaptı. Ergün, tahliye kararı veren hâkimi
açıkça “çete üyeliği” ile suçlayan konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
“Görüyoruz ki çeteler, sadece çete değilmiş, sadece çete ve
avukatından oluşmuyormuş. Meğersem çetenin medyası, rektörü varmış.
Maalesef çetenin nöbetçi hâkimi, savcısı oluyor!..”
Kuban’ın tahliye ettiği 19 kişi hakkında, savcıların itirazı üzerine
yakalama emri çıkarıldı. Bu arada 6-7 Nisan 2010 günlerinde eski MGK
Genel Sekreteri emekli Orgeneral Şükrü Sarıışık’ın da aralarında
bulunduğu 7 kişi daha tutuklandı.
15- İkinci tahliye kararının gerekçesi neydi?
Tutukluların tekrar yaptıkları tahliye başvurusunu değerlendiren İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi üye hakimi Yılmaz Alp,
18 Haziran 2010'da Çetin Doğan'ın da aralarında yer aldığı 18 kişinin
tahliyesine karar verdi. Kararın gerekçesinde, "Eylemin aşaması dikkate
alındığında şüpheliler lehine suç vasfının değişme olasılığı mevcuttur.
Mevcut deliller doğrultusunda şüphelilerin katıldıkları ya da
görevlendirildikleri seminer planında, yapılması planlanan eylemlerin
icra hareketlerinin gerçekleştirildiğine ilişkin somut olgular
bulunmamaktadır" ifadesi yer aldı.
Hâkim Yılmaz Alp, 22 Haziran 2010 tarihinde 12 kişinin daha tahliyesine
karar verdi. Albay Cengiz Köylü de 9 Temmuz'da 13. Ağır Ceza Mahkemesi
tarafından tahliye edilince Balyoz soruşturmasında tutuklu kalmadı.
16- Dava ne zaman başladı ve nasıl ilerledi?
Soruşturma 6 Temmuz 2010’da tamamlandı. Davanın 968 sayfalık ilk iddianamesini dönemin özel yetkili savcıları Mehmet Ergül, Süleyman Pehlivan, Ali Haydar ve Murat Yönder
hazırladı. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 19 Temmuz 2010’da
iddianameyi kabul etti. Mahkeme 23 Temmuz 2010’da 102 sanık hakkında
yakalama emri çıkarttı. İtiraz üzerine İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi,
6 Ağustos 2010’da yakalama kararlarının kaldırılmasına oy çokluğuyla
karar verdi.
İlk aşamada 196 kişi hakkında açılan davanın ilk duruşması, 16 Aralık
2010'da yapıldı. İlk duruşmadan iki gün önce Mahkeme Başkanı Zafer Başkurt görevden alındı, yerine Ömer Diken atandı.
Bu arada 6 Aralık 2010'da bir ihbar üzerine Gölcük Donanma
Komutanlığı'nda yapılan aramada el konulan belgelerden 34 klasör Balyoz
davasıyla ilgili görülerek 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi.
Belgeleri inceleyen mahkeme 162 emekli ve muvazzaf subay hakkında
yeniden tutuklama kararı verdi.
Dava eşliğinde süren soruşturma sırasında Emekli Albay Hakan Büyük’ün
Eskişehir’deki evinde ele geçirilen yeni “Balyoz” dokümanları dayanak
gösterilerek 30 Mayıs 2011’de o sırada Harp Akademileri Komutanı olan
Orgeneral Bilgin Balanlı ile Hava Harp Okulu Komutanı Tümgeneral İsmail Taş’ın
da aralarında bulunduğu 15’i tutuklu 28 şüpheli hakkında dava açıldı.
“2. Balyoz davası" olarak da bilinen bu dava ana dava birleştirildi.
Balanlı, Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları sürecinde tutuklanan en üst
rütbeli muvazzaf subay oldu.
Sanıkların 52’sini, toplam 162 kişinin katıldığı 1. Ordu’daki Plan Semineri’ne katılan askerler oluşturdu.
17- Balyoz davası, bu iki soruşturmanın birleştirilmesiyle mi bugüne ulaştı?
Hayır. Gölcük Donanma Komutanlığı'nda 6 Aralık 2010’da ele geçirilen belgelerle ilgili soruşturma sonunda Koramiral Deniz Cora, Korgeneraller Korcan Pulatsü, Ziya Güler, Rıdvan Ulugüler ve Abdullah Can Erenoğlu, Tuğgeneral Kubilay Baloğlu, Tümamiral Mücahit Şişlioğlu, emekli Korgeneral Rasim Arslan ve davanın en önemli sivil sanığı HAVELSAN Genel Müdürü Ömer Faruk Yarman'ın
da aralarında bulunduğu 64'ü tutuklu 143 sanık hakkında üçüncü Balyoz
davası açıldı. 264 sayfalık iddianameyle 23 Kasım 2011'de açılan bu dava
da ilk "Balyoz Davası" ile birleştirildi. Savcı, 29 Mart 2012'de 920
sayfalık esas hakkında mütalaasını sundu.
Mütalaada, 250’si tutuklu toplam 365 sanık hakkında, atfedilen suç
tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 147. maddesi
uyarınca “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya
vazife görmekten cebren men etmek veya bunları teşvik eylemek”
suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi. Ancak suça
eksik teşebbüs gerekçesiyle, yasanın 61. maddesindeki indirim gerekçe
gösterilerek sanıklar hakkında 15 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası
talep edildi.
18- Dava nasıl sonuçlandı?
Davanın 20 Eylül'de yapılan 107. celsesinde verilen kararda savcının
mütalaasına önemli ölçüde uyuldu, hiçbir tutuklu sanık için tahliye ve
beraat kararı verilmedi. Davanın 1 numaralı sanığı Çetin Doğan ile eski
Hava Kuvvetleri Komutanı Halil İbrahim Fırtına ve darbe günlükleriyle de
suçlanan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek “örgüt”
(cunta) liderliği suçlamasıyla 20’şer yıl ağır hapse mahkûm edildiler.
Davanın “orgeneral” rütbeli diğer üç sanığından halen Yüksek Askeri Şûra
üyesi olan Bilgin Balanlı, eski Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun ve
eski Ege Ordu Komutanı ve MGK Genel Sekreteri Şükrü Sarıışık 18’er yıl
hapis cezasına çarptırıldılar.
Sonuçta 363’ü emekli ve muvazzaf asker, 250’si tutuklu toplam 365
sanıklı davada 3 kişi 20 yıl, 78 kişi 18 yıl, 214 kişi 16 yıl, 28 kişi
13 yıl 4 ay ve suç vasfı değişen 1 kişi de 6 yıl hapis cezasına
çarptırıldı. Tutuksuz 36 sanık hakkında beraat kararı verildi. Tutuksuz
yargılanan kalan sanıklar hakkında da tutuklama kararı verildi.
19- Mahkeme kararı hukuki düzlemde ne anlama geliyor?
Cumhuriyet tarihinde yerel düzeyde darbe girişimi davasını
sonuçlandıran ilk sivil mahkeme olan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi,
iddia makamının suçlamalarına büyük ölçüde katılarak suçun “Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti’ni zorla düşürme ve vazife görmekten men etme”
olduğuna, ancak teşebbüsün eksik kaldığına hükmetmiş bulunuyor. Bir
başka deyişle mahkeme bu kararla; sanıkların “ciddi ve elverişli
araçlarla fiziki güç kullanma, mağdurun (hükümetin) iradesi üzerinde
baskı tesis ederek istedikleri sonuca ulaşma ve icra aşamasına girme”
yolunda harekete geçtiklerine kanaat getirdiğini belli ediyor. “Güç
kullanma ve zorlayarak mağdur (hükümet) üzerinde etkili olma” hükmü,
davanın Yargıtay aşamasında üzerinde durulacak ve darbe girişimlerinin
yargılanmasında önemli içtihat konusu olacak bir nokta olarak dikkat
çekiyor.
20- Bundan sonra ne olacak?
Sanıklar Yargıtay’a (bu davalara 9. Ceza Dairesi bakıyor) başvurarak
cezalara itiraz edecek. Karar, ancak Yargıtay’da onandığında
kesinleşecek. Yargıtay’ın kararı bozduğu sanıklar yönünden dava yeniden
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Ancak kesinleşen karar
üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuracak sanıklar
hakkında bugün itibarıyla (23 Eylül 2011) başlayacak yeni düzenleme
gündeme gelecek. Buna göre, AİHM’ye başvurmak için gereken iç hukuk
yollarının tüketilmesi koşulu, bundan sonra Anayasa Mahkemesi’ne
yapılacak bireysel başvuru da sonuçlandıktan sonra yerine gelmiş
sayılacak. Yani AİHM’den önce Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması
gerekecek.
21- Cezalar kesinleştiğinde yargılananlar mahkeme kararında belirtilen süre kadar cezaevinde mi kalacak?
Hayır. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’a göre,
Balyoz davasına da konu olan örgütlü suçlarda kesinleşen cezanın dörtte
üçü, diğer suçlarda ise üçte ikisi cezaevinde geçirildikten sonra
“koşullu salıverilme” hükümlerinden yararlanılabiliyor. Bu durumda
Balyoz davasında verilen cezalar kesinleşirse örneğin 20 yıl ceza
alanlar tutukluluk süreleri dahil toplam 15 yıl cezaevinde kaldıktan
sonra tahliye olabilecekler.
22- Davanın sanıklar açısından sonuçları ne olacak?
Karar Yargıtay’da kesinleşirse mahkûm olan askerlerin rütbeleri
sökülerek er düzeyine indirilecek. Ancak, orduevlerinden, varsa makam
aracı ve koruma hizmetinden yararlanamayacakları bu durum emekli
aylıkları gibi haklarda kısıntıya yol açmayacak. Rütbe sökme cezasının
sadece askeri mahkemelerde görülen davalarda uygulanabileceği yolunda
görüş bildiren hukukçular da bulunuyor.
Diğer yandan, tutuklu olarak yargılanırken MHP’den milletvekili seçilen
emekli Korgeneral Engin Alan’ın milletvekilliği, cezası kesinleşirse
düşecek. Zira Anayasa’nın “Milletvekilliğinin Düşmesi” başlığını taşıyan
84. maddesi, “Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma
halinde düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula
bildirilmesiyle olur” hükmünü taşıyor. Bu hüküm, KCK ve Ergenekon
davalarında yargılanırken milletvekili seçilen diğer isimler için de,
kesinleşmiş ceza halinde sonuç doğurabilecek.
23- Sanıklar neden eski Türk Ceza Kanunu’na (TCK) göre yargılandılar?
Yöneltilen suçlamaya ilişkin olayların olduğu dönemde 765 sayılı TCK
yürürlükte olduğu için. Sanık lehine olan düzenlemenin uygulanması
yönündeki ceza hukuku ilkesi yönünden de eski TCK uygulandı. Zira eski
TCK’da “darbe girişimi” değil “hükümeti devirmek” delinerek doğrudan
“darbe” suç sayılıyor. Aslında eski TCK, darbe başarılı olduğunda
darbeciler kendi hukuklarını inşa edecekleri ve kendi kendilerini
yargılamayacakları için, mantık hatası içeren bir düzenleme taşıyor. Bu
nedenle, sanıklar, yine aynı yasanın 61. maddesindeki indirimden
yararlanarak “darbeye eksik teşebbüs” iddiasıyla suçlandılar.
2005 yılından beri yürürlükte olan yeni TCK’da ise “darbeye teşebbüs”
suç sayılıyor ve “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” öngörülüyor.
Sanıklar yeni TCK’ya göre yargılansalardı “ağırlaştırılmış müebbet
hapis” cezasına çarptırılacaklardı.
24- Dava ve soruşturma sürecinde yargı mensuplarının durumu neden tartışıldı?
Soruşturma ve dava sürecinde hâkimlerin verdiği tutuklama ve tahliye
kararları tartışıldı. Tahliye kararı veren hâkimler Yılmaz Alp ve Oktay
Kuban başka görevlere tayin edildiler. Tahliye kararları üzerine,
hükümet temsilcilerince “Çetenin hâkimleri varmış” düzeyinde açıklamalar
yapılabildi. Bazı sanıkları soruşturma sürecinde tahliye eden 11. Ağır
Ceza Mahkemesi'nin Başkanı Şeref Akçay da, verdiği
tahliye kararları nedeniyle bazı meslektaşlarının kendisiyle "selamı
kestiğini", bazı hâkimlerin kendisiyle konuşmadığını açıkladı ve daha
sonra emekliye ayrıldı.
25- Balyoz davasında bazı hukuki hatalar yapıldığı ve adaletin
tam anlamıyla tesis edilmediği tartışmasının kaynağında neler var?
Bu tartışmada, altı önemli nokta öne çıkıyor. Birincisi; önemli ölçüde
imzasız World belgelerine dayanan Balyoz Harekât Planı dokümanlarının
gerçeği yansıtıp yansıtmadığı. 2003 syılında hazırlandığı iddia edilen
darbe planına, daha sonraki yıllarda kurulmuş bazı şirket , kuruluş ve
derneklerin isminin nasıl girdiği sorusu tatmin edici bir yanıt
bulamadı. Planın, yazıldığı tarihte piyasaya sürülmemiş Microsoft
yazılımlarıyla nasıl düzenlendiği de sorgulanan konular arasında yer
aldı. “Balyoz ve Gerçekler” adlı bir blog kuran Çetin Doğan’ın kızı
Pınar Doğan ile damadı Dani Rodrik, darbe planı dokümanlarındaki tarih
ve içerik çelişkilerini ele aldıkları kitabı “Balyoz: Bir Darbe
Kurgusunun Belgeleri ve Gerçekleri” adıyla yayımladılar. Savunma
tarafı, mahkemeye 2’si Yıldız Teknik Üniversitesi, 1’i İTÜ, 1’i ODTÜ ve
2’si ABD’de uzman kuruluşlar tarafından hazırlanmış toplam 6 bilirkişi
raporu sunarak darbe planı dokümanlarının gerçeği yansıtmadığını öne
sürdü. İddia makamı ise, TÜBİTAK ve emniyet raporlarına dayanarak
dokümanların gerçeği yansıttığını savundu.
Balyoz davasında ikinci önemli tartışma; sanıkların bazı tanıkların
dinlenmesi taleplerinin mahkeme heyetince kabul edilmemesi üzerine
yaşandı. Örneğin tanık olarak dinlenmesi istenen dönemin Genelkurmay
Başkanı Hilmi Özkök ile dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman
mahkemeye çağrılmadı. Yargılanan bazı silah arkadaşları tarafından
eleştirilen Yalman, “defalarca çeşitli yöntemlerle başvurmasına rağmen
mahkemenin tanıklık yapmasını uygun görmediğini” açıkladı.
Davadaki üçüncü önemli tartışma, “Balyoz Harekât Planı”nın hazırlandığı
tarihte yurtdışı görevlerde bulunduğunu mahkemeye sundukları belgelerle
ispat edilen isimlerinde tutuklanmaları ve mahkûm edilmeleri oldu.
Dördüncü tartışma, sanıklar lehinde olduğu düşünülen bazı delillerin
iddianameye yansıtılmayıp uzun süre adli emanete alınarak izole edilmesi
oldu. Bu tasarruf sanıklar heline delillerin toplanmadığı, aksine
saklandığı suçlamalarına neden oldu.
Beşinci tartışma, emir-komuta zincirinde adı geçen bütün askerlerin
cezalandırılması oldu. Darbe planlarına karşı önemli bir rol oynayan
dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de, bu durumu, Milliyet Ankara
Temsilcisi Fikret Bila’ya yaptığı değerlendirmede (22
Eylül 2012) yadırgadığını vurguladı. Özkök, “Ben rütbelere göre daha
kademeli karar olabilir diye düşünüyordum. Hepsi 15-20 yıl ceza
aralığına sokulmuş. Asker emir aldığında, onun kanuna uygun olup
olmadığını sorgulamaz, yerine getirir. Yüzbaşı, binbaşı, albay var
davada. Bunların sorumluluğu ile emir verenlerinki aynı düşünülmemeli”
dedi. Ancak, tartışılan dönemin en önemli tanığı Özkök'ün, bu sözlerle,
darbe girişimi suçlamasında, üst rütbelileri esirgemediğinin altını
çizelim.
Davaya ilişkin beşinci tartışmayı da, mahkeme heyetinin, “delillerin
değerlendirilmesi” aşamasının atlayarak mütalaa ve karar aşamasına
geçmesi oluşturuyor.
26- “Delillerin değerlendirilmesi” ne demek?
Davaya ilişkin en önemli usul tartışmasının bu nokta olduğunu
söyleyebiliriz. Zira, Ceza Muhakemesi Kanunu, 216. Maddesinde ceza
davalarının nasıl görüleceğini düzenlerken emredici bir hükümle
“delillerin tartışılması” aşamasına işaret ediyor.
Yasanın 191. Maddesinde duruşmada birinci aşamada “iddianamenin
okunacağını”, daha sonra “sanığın sorgusunun” yapılacağını hükme
bağlıyor. CMK’nın 206. maddesi üçüncü aşamayı, “Sanığın sorguya
çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır” ifadesiyle
hükme bağlıyor.
CMK’nın “Delillerin Tartışılması” başlığını taşıyan 216. maddesi de, bu konuyu açıkça şöyle hükme bağlıyor:
“Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya
kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî
temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin
açıklamalarına cevap verebilir.”
Yasanın 217. maddesi de, Balyoz davasında atlanan aşamayla ilgili
olarak önemli bir hüküm taşıyor. “Delilleri Takdir Yetkisi” başlığını
taşıyan bu madde, “Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve
huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir” hükmüyle başlıyor.
CMK’daki bu açık hükümlere rağmen, Balyoz davasında mahkeme heyeti,
“Delillerin tartışılması” aşamasını atlayarak savcının esas hakkında
mütalaa vermesi ve ardından sanıklara son savunmalarının sorulması
aşamasına geçti. Türkiye Barolar Birliği, delillerin tartışılması
aşamasının atlanmasının önemli bir usul hatası olduğunu açıkladı.
Sanıklar ve avukatları da savunma haklarının kısıtlandığını belirterek
mahkeme heyetine itiraz ettiler, ancak karar değişmedi.
Oysa Sedat Ergin’in Hürriyet’te dikkat çektiği 19 Ağustos 2011 tarihli celsenin tutanaklarına göre, Mahkeme Başkanı Ömer Diken,
“Hâkim ne karar vereceğini delillerin tartışılması aşamasına geçmeden
nasıl bilebilir” diyerek dört kez “delillerin tartışılması” aşamasından
söz etti.
27- Delillerin tartışılması aşaması neden önemli?
Burada temel amaç; davayla ilgili delillerin iddia makamı ve savunma
arasında açıkça tartışılması, böylece hâkimlerin adil bir karara
varmasını sağlamak. Nitekim, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün de
ifade verdiği ve yine darbe girişimlerinin yargılandığı Ergenekon davası
(13. Ağır Ceza Mahkemesi) ile Kafes davası olarak bilinen Poyrazköy
davasında (12. Ağır Ceza Mahkemesi), delillerin tartışılması aşaması
atlanmadı. Aynı sürecin yargılandığı Balyoz davasında, üstelik deliller
üzerinde bu kadar yoğun bir tartışma sürerken bu aşamanın atlanmasının
Yargıtay’da bozma nedeni sayılıp sayılmayacağı merak ediliyor.
28- Mahkeme “delillerin tartışılması” aşamasını neden atladı?
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi Balyoz davasında gerekçeli kararını
henüz yazmadı. Heyetin mevcut delil durumunu değerlendirerek yeterli
kanaate ulaşmış olunduğu görüşünden hareket ettiği düşünülüyor.
Davada tartışmalı noktaların cevabı açısından gerekçeli karar büyük bir
önem taşıyor. CMK’nın “Hükmün Gerekçesinde Gösterilmesi Gereken
Hususlar” başlığını taşıyan 230. maddesine göre, karar gerekçesinde
“iddia ve savunmanın görüşlerinin bulunması, delillerin tartışılması ve
değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin
değerlendirilmesi, ulaşılan kanaat ve sanığın suç oluşturduğu sabit
görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi” gerekiyor.
29- Hangi tanıklar önemli bilgiler verebilirdi?
Savunmanın tanık olarak dinlenmesini istediği Hilmi Özkök ile Aytaç
Yalman önemli bilgiler verebilirdi. Nitekim, Özkök, Ergenekon davasında
bilgisine başvurulduğunda, 1. Ordu’daki Plan Semineri için “Rutin bir
seminerdir; fakat en tehlikeli senaryo (irtica tehdidi) amacını aşan
şekilde oynanmış. Siyasi kişiler ve siyasi olaylar gerçekmiş gibi
oynanmış. Ben de Kara Kuvvetleri Komutanı’na incelettim” ifadesini
kullandı. Özkök de, “Semineri incelettim” dediği Kara Kuvvetleri
Komutanı Aytaç Yalman da tanık olarak dinlenebilirdi.
Diğer yandan, darbe planı haberlerinin hemen ardından “Zannediyor
musunuz ki biz bunları duymadık”diyen, önceki hafta da “bildiklerini
daha sonra yazacağını” duyuran Başbakan Tayyip Erdoğan da, tarihsel önem taşıyan bu davada tanıklığa davet edilebilirdi.
Tartışılan dönemde Başbakanlık Müsteşarı olan ve Bugün gazetesine
“Cuntaları biliyorduk” açıklamasını yapan Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer de, bildiklerini açıklamaya davet edilebilirdi.
Nihayet, Ergenekon davasında yargılanan Mustafa Balbay’ın günlüklerinde
kendisine atfen “1. Ordu’dan gelen mektuplara baksan 1. Ordu’da her şey
hazır, ihtilale hazırlanıyorlar” diyen dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun da önemli bilgiler verebilirdi.
Burada, tartışılan döneme ilişkin tanıklıkların bütün sanıkların lehine
olacağı yolundaki varsayımın doğru olmadığını da not etmek gerekiyor.
Örneğin Erdoğan, Dinçer ve Atasagun'un vereceği bilgiler, Çetin Doğan'ı
açıkça eleştiren Özkök'ün ek olarak anlatacaklarının özellikle bazı
sanıkların aleyhine olabileceğini düşünmek yanıltıcı olmaz..
30- Balyoz davasındaki tartışmalar nasıl sonuçlanırsa
sonuçlansın, bazı generallerin hükümete karşı harekete geçtikleri
gerçeği değişir mi?
Hayır! Zira, bazı generallerin AKP hükümetini hedef aldıklarını,
tartışılan belgelerden önce, yapılan açıklamalardan biliyoruz. Dönemin
Genelkurmay Başkanı Özkök’ün, “Darbe girişimi var da diyemem, yok da
diyemem” sözlerini ve Ergenekon davası sırasında, Aralık 2003’te
orgeneral ve oramirallerle yaptığı toplantıda “muhtıranın” Aytaç Yalman
tarafından telaffuz edildiğini açıkladığını unutmamamız gerekiyor.
Özkök’ün, Alper Görmüş’ün Nokta Dergisi Genel Yayın
Yönetmeni’yken yayımladığı Özden Örnek’in “darbe günlükleri”ni kritik
bir noktada teyit eden bu sözlerinin yanı sıra Çetin Doğan’ın
açıklamaları da müdahale eğiliminin komuta kademesinde bir hesaplaşmaya
dönüştüğünü ortaya koyuyor. Doğan, 6 Nisan 2010’da yaptığı yazılı
açıklamada, Hilmi Özkök’ün, 2003 Mayıs’ının son haftasında kendisini
Harp Akademileri Komutanlığı’nda özel bir odada görüşmeye davet ettiğini
belirttikten sonra şu bilgiyi veriyordu:
“Bana sorduğu ilk soruyu çok iyi anımsıyorum. Sorusu, 'Birinci Ordu
içinde, bazı emekli orgenerallerin ve bazı sivillerin de bulunduğu bir
grup tarafından ihtilal hazırlıkları yapıldığı yolunda bilgiler geldiği,
ve bunun doğru olup olmadığı' şeklindeydi. Sorusunun benim için çok
aykırı olması nedeniyle, biraz nezaket sınırlarını da aşarak, kendisine
çok net bir cevap verdim. Verdiğim cevabın sadece ilk cümlesini vermekle
yetineceğim: Ben daima meşru sınırlar içerisinde bulundum ve bulunmaya
da devam edeceğim.”
Doğan’ın açıklamasından, ülkenin Genelkurmay Başkanı’nın, ülkenin en
önemli ordusunun komutanına “ihtilal hazırlığı yapıldığı yolunda
bilgiler aldığını” söylediğini ve bu durumu sorguladığını öğreniyoruz.
Bu görüşmenin tarihi ile dönemin MİT Müsteşarı Atasagun’un Balbay’ın
günlüklerindeki “1. Ordu’dan gelen mektuplara bakarsanız ihtilale
hazırlar” sözlerinin tarihinin birebir örtüştüğünü hatırlatalım. Ve
Balbay’ın günlükleri ile Örnek’in günlüklerinde, dönemin Jandarma Genel
Komutanı Şener Eruygur’un siyasete müdahale eğiliminde ne kadar öne çıktığını not edelim.
Toparlayalım… AKP’nin “irticai tehdit yarattığı” yolundaki konuşmalara
sahne olan 1. Ordu Plan Semineri, 5-7 Kasım 2003’te yapıldı. Yani
AKP’nin ilk kez iktidara geldiği 3 Kasım 2002’deki seçimlerden sadece 4
ay sonra.
Bu durumda iki seçenek var; Ya AKP, yaklaşık iki ay süren hükümet
kurma, program hazırlama ve güvenoyu alma sürecinden sonraki iki ayda
Cumhuriyet’i tehdit edecek bir irticai kalkışma yarattı... Ya da
siyasete müdahaleye soyunan generaller Cumhuriyet’i değil, kendi
iktidarlarını kollamaya çalışıyorlardı!..