Eski 1’inci Ordu Komutanı emekli Orgeneral Ergin Saygun, Balyoz davası nedeniyle girdiği Silivri Cezaevi’nde anılarını yazdı. Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Türk ordusuna Balyoz” isimli 414 sayfalık kitapta emekli orgeneral, Türk ordusuyla ilgili bilinmeyen birçok olaya değinmiş. Kitapla ilgili ilginç bir ayrıntı da Saygun’un rahatsızlığıyla ilgili. Ergin Saygun, kitabın yazım sürecinde rahatsızlanıp ellerini kullanamayacak duruma geldiği için 414 sayfalık kitabın sadece 200 sayfasını yazabildi. Kalan kısımlar ise ses kayıt cihazına alındıktan sonra sonra kızı Ece ve oğlu Tolga Saygun tarafından kaleme alındı. İşte Saygun’un kitabından yakın döneme ışık tutacak bazı çarpıcı olaylar...
‘Heron almayalım biz yapalım’ dedim
“Bir defa Heron dediğin, yani İsrail’den alınacak olan insansız hava araçları, direkt alım, yani doğrudan temin; yani gidip ne varsa onu alıp geleceksiniz. Fakat uygulanan tedarik yöntemi, maalesef böyle değil. Bunun üst yüklenicisi TAI, alt yüklenicisi bir İsrail firması, onun da alt yüklenicisi Aselsan. Yani bunun kamerasını Aselsan yapacak. İsrail kendi yaptığı bir hava aracına Türkiye’nin yaptığı bir kamerayı veya sensörü takmaktan imtina ediyor. Onun yerine kendi kamerasını takmakta ısrar ediyor. Biz de bu teklifi kabul etmedik. Bununla ilgili pek çok toplantı yapıldı. Genelkurmay’daki toplantıda, Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM), Aselsan, TAI hepsi geldiler, Milli Savunma Bakanlığı, bu işi yapacak olan karargâhların temsilcileri. Konuşmalardan bir sonuç çıkmadı.
Bunun ne kadar önemli olduğunu, terörle mücadelede vazgeçilmez bir unsur olduğunu, dilim döndüğü kadar anlattım. Kontratın iptal edilmesini gündeme getirdim. Ancak o güne kadar önemli bir meblağ ödendiğini ve başka hukuk sorunları çıkacağını anlattılar. Maalesef kör topal yürümeye devam etti. Ne hale geldiğini hep beraber gördük. Bu toplantıda TAI 2009 yılına kadar silahlı, taktik insansız hava aracı yapacağına dair taahhütte bulundu; ancak bugüne kadar bütün yapabildiği, ANKA isimli bir prototiptir.”
‘PKK’lılar, İsrailli hahamlarla görüştü’
“İşte bunu engelleme çabaları elbette ki PKK’nın önemli faaliyetlerinden biridir. Kandil’deki teröristlerin, İsrailli hahamlarla görüşüp, İsrail makamlarına Türkiye’ye bu insansız hava araçlarını vermeme konusunda baskı yapmalarını istediklerini de biliyorum. İçimizde de insansız hava araçlarının milli imkânlarla üretilmesini engellemeye çalışanlar olduğunu düşünmek için yeterli sebebim var. İHA konusunda bir ilerleme sağlanamamış olmasını ve İsrail’e ihtiyacımızın devam etmesini de anlayabilmem mümkün değildir. Yerli yapım IHA’lar gece ve gündüz otomatik iner kalkarlar. Bu teknoloji Predatörler’de bile yoktur. Predatör bulunduğu yer neresi ise -Irak, Afganistan- oradan kalkar, kumanda sonradan ABD’deki kontrol merkezine geçer ve oradan uçurulur.”
İsrail yemin billah etti, ‘Bizim değil’ diye
“Güneydoğu’daki birçok birliğimizin üzerinde, ne olduğu tespit edilemeyen birtakım hava vasıtaları görüldü. Birliklerin kimisi ses duyduğunu, kimisi ışık gördüğünü söyledi. Bunlar çok küçük oldukları için radarların tespit etme şansı yok. İnsansız hava aracı olabileceğini düşündük. İran’ın elinde o mesafeye gelecek İHA yok. Amerikalılar bunun kesinlikle kendilerine ait olmadığını söylediler, İsrailliler yemin billâh başbakandan kesin talimat aldıklarını ve hiçbir şekilde PKK ile olan mücadelemize karışmayacaklarını ifade ettiler, geriye bir tek peşmergeler kaldı.
Peşmergelerin elinde böyle bir imkân olmadığını biliyoruz, fakat yine bir İsrailli ile konuştuğumda, ‘Biz Türkiye’nin PKK ile mücadelesine hiçbir şekilde karışmayacağız, ama emekli subaylara yapabileceğimiz bir şey yok’ dedi. Peşmergelerin İsrailli emekli subaylarla birlikte bu araçları uçurduğu akla geliyor. Olmayacak iş değil. Bu gözlemlerin tesadüfi mi yoksa belli birlikleri izlemek amaçlı mı yapıldığını öğrenmek için de bir birliği olduğu noktadan 30 km başka bir yöne hareket ettirdik. Birliğin intikal ettiği bölgenin üzerinde yine bu sesler duyuldu ve yine bu insansız hava araçları uçtu. Bunları gördükleri zaman düşürmeleri konusunda birliklere emir verildi. Böyle bir emri verdiğimizi de herkese açıkladık. Uçuşlar kesildi.”
Dedemin rakı içme adabı
“Dedemin rakı kadehleri de küçük bir sepetin içindeki yuvalarında kuyuya sarkıtılırdı. Bir de rakı şişesi. En küçüğünden. O boydaki rakının adı, İstanbul’un kısa boylu ama çok sevilen valisinden mülhem “Fahrettin Kerim”di. Dedem akşamları bir iki “tek” atardı. Her “tek” bir kadehti. İçindekini bir seferde başına diker, üzerine biraz su. O kadar. Çok keyiflenirse, sol elinin tersine sağ eliyle hafif hafif vurarak tempo tutar, hafiften bir şarkı mırıldanırdı. Radyo vs. yoktu. Dedemin evde başkalarıyla veya yemekte içki içtiğini hiç görmedik. Çünkü sofrada anneannem, annem, dayımlar ve biz vardık. Yemekten sonra ağzını çalkalar, yatsıyı kılar, gider yatardı.”
Rakı bir kültürdür
“Yıllar sonra rakı kültürüyle ilgili önemli şeyler öğrendim. Öncelikle rakıya su, buz vs. konmaz. Rakı küçük kadehlerde ve her kadeh bir seferde içilir. Yani kadeh bölünmez. Sıcak yemekle içilmez. Mezesi soğuktur. Rakı soğuk, su soğuk, bardak soğuk, meze soğuk. Kafayı bulmak için değil, sosyalleşmek ve sohbet için, tadında bırakılarak içilir. Şimdinin, “boş kafa mezara yakışır, durmayalım düşeriz, haydi hep beraber fondip” gibi kültür dejenerasyonu ve demlenme erozyonu simgesi olan tabirler o zamanlar kullanılmazdı.”
Güneş harekatında Amerikan askerleri
“Güneş Harekâtı başladıktan birkaç gün sonra, Predatör görüntülerinden huduttan geriye doğru bazı araç hareketleri tespit ettik. Çok miktarda pikap cinsi araç, peşmerge kontrol noktalarında durmadan süratle Zaho istikametine gidiyordu. PKK’nın daha önce de birliklerimizin ilerlemesi karşısında bazı tesislerini Zap bölgesinden geriye doğru tahliye ettiğini görmüştük. Yine benzer bir faaliyet olarak değerlendirdik. Yaralılarını hastanelere götürüyor olabilecekleri de aklımıza geldi. Hareketleri takip ettiğimizde ve elimizdeki bilgilerle mukayese ettiğimizde her iki ihtimalin de olamayacağına karar verdik. Biraz araştırmadan sonra bunların hudut hattına çok yakın yerlerde bulunan Amerikan Özel Kuvvetler Birlikleri olduğu ortaya çıktı. Bu birlikler PKK’lıların cirit attığı sınır hattında ne mi yapıyorlardı? Muhtemelen sınır hattında ne yapılırsa onu yapıyorlardı.”
‘Balyoz’un kasetlerini Yalman’a Başbakan vermiş!
“Zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgenaral Aytaç Yalman ile yaptığım bir görüşmede bana seminerden hemen sonra, bu kasetleri Sayın Başbakan’ın (Erdoğan) getirip kendilerine teslim ettiğini söyledi.
“Orgeneralliğe terfi ettiğim günden beri, aleyhimde bir kampanya sürdürülmekteydi. Gelen e-maillerden ve internete düşen bazı yazıların muhtevasından, bunların arasında TSK içindeki veya ordudan ayrılmış birtakım kişilerin bulunduğuna baştan beri inanmaktaydım. Sağlık raporlarım ve tahlil sonuçlarım gibi sadece TSK’nin elinde bulunabilecek bilgilerin internette dolaşması bunun basit bir örneğidir. Genelkurmay Başkanı’yla beraber Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Komutanlığı’nı denetleyecektik. Bir iki gün önce 586 şekerle hastaneye yattığımdan ben gidemedim. Bir müddet sonra GES Komutanı kendi personeline konuşma yaparken benim şeker komasına girdiğimi söylemiş ve bu da hemen internet ortamında yayımlanmış.
Bu demektir ki, bazı kişilerin veya grupların ellerinde her türlü ihtimali ve ihtiyacı karşılayacak bilgiler var. Bir diğer deyişle, bizlerin hakkındaki doğru yanlış, sahte, üretilmiş, düzenlenmiş her türlü bilginin depolandığı bir havuz mevcuttur ve ihtiyaç duyulan bilgiler buradan alınıp servis edilmektedir. Bunların kimler olduğunu bulabilmem mümkün olamamıştır. 1998 yılında Amerikalılarla yaptığım bazı görüşmelerin tutanaklarının bazı kişilerde bulunarak Ergenekon dosyasına girmesi, söylendiği gibi korgenerallikten değil, tümgenerallikten beri takip ve kontrol altında olduğum anlamına gelir. Öyle ise yine neden ben sorusu aklıma geliyor. Burada ilginç olan 1998 yılına ait bu dokümanların bilgisayar çıktısı değil, imzalı, mühürlü resmi evraklar olması. Resmen çalınmış yani. İçeriden birinin yaptığı kesin. Bana verdiği evrakların mahkeme dosyasında bulunduğunu ve elde edilmesinde herhangi bir zorluk olmadığını söyledi. Bir iki defa daha görüşme isteği oldu, ama kabul etmedim.”
Kıbrıs’taki kaçak silahların fotoğrafı
“RIccIardone ile (ABD’nin Türkiye Büyükelçisi) sık görüşürdüm. ABD’deki Rum lobisinin Senatoya bir dilekçe vererek Türkiye’nin NATO maksatları için verilmiş olan silahları Kıbrıs’a gönderdiğini iddia ettiklerini ve Türkiye’nin bu nedenle cezalandırılmasını istediklerini, Kongre’nin de konuyu önümüzdeki hafta ele alacağını söyledi. Bir çalışma yaptık ve o kategorilerdeki silah ve teçhizattan Kıbrıs’ta pek bulunmadığı ortaya çıktı. Bir başka liste daha hazırladık, bu listede de Yunanlıların Kıbrıs’taki Amerikan silah ve teçhizatı vardı.
Bu listeyi de Ricciardone’ye verdik ve ‘Bizden böyle bir talebiniz var ise aynı şeyi Yunanlılardan da talep edin’ dedik. Her iki liste de ABD’de ilgili makamlara sunuldu ve Yunan lobi ve yandaşlarının şiddetli itirazıyla karşılaştı. Yunanlar bu silah ve teçhizatın Kıbrıs’ta bulunmadığını ifade ettiler. Bu sefer Amerikalılara bahse konu silahların bulundukları yerlerde çekilmiş fotoğraflarını verdik. Yapacak bir şeyi kalmayan Yunanlılar, bir müddet sonra silahların çekildiğini rapor ettiler, yaptığımız araştırmadan sonra biz de ABD’lilere çekilmediğini bildirdik. Bu sefer Amerikalılar bütün silahlar çekildi diye rapor verdiler, biz de bir kısmının çekildiğini, ancak kalanların Rum Milli Muhafız Ordusuna verildiğini söyledik.