Balyoz ve Avrupa / Ahmet Altan
İlk kez bu ülkede asker
darbeciler sivil bir mahkemede “darbecilikten” mahkûm oldular. Hukuk ve
demokrasi tarihimiz için büyük bir dönüm noktası bu.
Ama ülkede “büyük bir demokrasi dönemeci dönüldü” diyen bir hava yok, bir burukluk var herkeste.
Her
türlü sivil iktidara karşı “el altında darbeci bir ordu bulunsun” diyen
ulusalcıları söylemiyorum, onlar darbeciliğin yediği her tokatta
karalar bağlıyorlar zaten.
Onlar için en mükemmel ülke, ordunun iktidarında Kürtlerin, dindarların, solcuların sürekli ezildiği bir ülke.
Meselemiz onlar değil.
Genelde bir tatsızlık hissediliyor.
Herkes
Balyoz’un bir darbe hazırlığı olduğunu biliyor, “kanıtlarla oynandı”
diyenler bile Balyoz’un “kurallara ve emirlere uygun” bir askerî manevra
olduğunu söylemiyor, teyplere kaydedilen konuşmalar, hakiki isimlerle
hazırlanan “tutuklanacaklar” listesi, planlar, hükümet aleyhindeki
nutuklar bir darbe girişimiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Peki, niye tedirgin bir havayla karşı karşıyayız?
Darbeciler
hapse atıldı ama “askerî vesayetin” yerine demokratik bir düzen
kurulmadı, aynı çarpık sistemin başına “siviller” geçti sadece, askerî
vesayet düzeni bütün yasaları ve baskı mekanizmalarıyla taş gibi
duruyor yerinde.
Sanırım kuşkulu ve tedirgin iklimi yaratan da bu.
Eğer
askerî vesayet geriletildikten, darbeciler yakalandıktan sonra Türkiye
Avrupa Birliği yolundaki macerasına eski hızıyla devam etseydi, 12
Eylül’ün kanlı izleri kazınsaydı, Anayasa ve yasalar değişseydi,
özgürlükler genişletilseydi, her ırktan ve dinden vatandaşlar arasında
eşitlik sağlansaydı, gerçek bir hukuk ve demokrasi sistemi
yerleştirilseydi, Balyoz davasının sonuçları böyle karşılanmazdı.
Bir dönemin bitişi güvenli bir sevinçle selamlanırdı.
Ama bir “dönem” bitmedi, o “baskıcı dönem” yeni efendileriyle devam ediyor.
Bu
da, Balyoz davasını insanların “askerî vesayete karşı demokrasinin
zaferi” olarak değil, aynı sistemin yönetimini ele geçirmek için
çarpışan iki güçten birinin zaferi olarak görmesine yol açıyor.
Bu da kuşkuları arttırıyor.
Demokrasi
ve hukuk için değil de kendi siyasi ikbali için dövüşmüş gibi görünen
“sivil siyasetçilerin” hile yaptığı iddiaları toplum tarafından keskin
bir güvenle geriye püskürtülmüyor.
Ne yazık ki böyle ümitli bir ortam sağlanamadı.
Ülkedeki her hamle, askerî vesayetin “sahipliği” için verilen dövüşün bir parçası olarak algılanmaya başladı.
Bu
algının derinleşmesi, AKP’li insanların da aralarında bulunduğu geniş
bir kesimin “ne oluyor” sorusunu gittikçe artan bir endişeyle sorması
bütün ülkeyi zehirleyen bir güven kirliliği oluşturuyor.
İktidar ise bunu değiştirmeye değil tam aksine koyulaştırmaya yol açacak konuşmalarla gerginliği arttırıyor.
Toplumda
AKP’ye karşı kuşkulu bir havanın doğması AKP yönetiminde de “bunlar
bize düşman” kuşkusunu arttırıyor, toplum birbirini “düşman” olarak
gören iki uca doğru çekiliyor.
AKP’lilerin durumu daha iyi
görebilmesi için sanırım referandumdan önceki günleri bir hatırlaması
gerekiyor, toplumdaki ümitli havayı, geleceğe güveni, düzenin
değişeceğine olan inancı hatırlarlarsa, bugün AKP’ye yönelik bu
“kuşkulu” yaklaşımın düşmanlıktan değil AKP’nin fazlasıyla “statükocu”
davranmasından kaynaklandığını da belki kavrarlar.
Şu gerçeği hep
birlikte kabul etmemiz gerek bence, biz bir toplum olarak Kürt’üyle
Türk’üyle zehirlendiğimiz çarpık bir eğitimden geçtik, bu eğitim kendi
içinden “değişimci” bir zihniyet ve kadro çıkartamıyor, geçmişimizde
örnek alacağımız “demokrasi” mücadeleleri yok.
Burada herkes “iktidarı ele geçirip” diğerlerini ezmek üzere biçimlenmiş bir düşünce ve inanç yapısına sahip.
AKP kadroları da bu çarpıklığın dışında değil.
AKP
iktidarının ilk yılları ile bugünü kıyaslayıp da “aradaki fark nereden
kaynaklanıyor”, o özgürlükçü ve demokrat parti neden şimdi “baskıcı bir
statüko partisi oldu” diye sorduğumuzda, benim görebildiğim kadarıyla
tek bir cevapla karşılaşıyoruz.
Avrupa Birliği.
AKP,
iktidarının ilk dönemlerinde Avrupa Birliği’nin “kriterlerini” kabul
etmişti, Avrupa’nın “demokratik” mücadelesinden elde edilen tecrübelere
uygun biçimde ilerlemişti, büyük bir sevinç, inanç, güven
yaratmıştı.
Evrensel bir parti gibi hamleler yapmıştı.
İktidarını
sağlamlaştırdığını düşündüğü andan itibaren sadece Avrupa Birliği’nden
değil, çok daha vahimi, Avrupa Birliği’nin “kriterlerinden” uzaklaştı,
yerelleşti, statükoculaştı ve statükonun başına geçmek için mücadele
eden bir partiye dönüştü.
Avrupa’dan koptuğu andan itibaren de
başka türlü olamazdı zaten, eldeki kadrolar ve zehirlenmiş zihinler
başka bir iklim yaratamazdı.
Balyoz’a gösterilen tepkilere bir de bu açıdan bakarsak sanırım temel bir sorunu da daha net görebileceğiz.