25 Haziran 2010 Cuma

O KARAKOLUN KOMUTANI BENDİM / Mümtaz İdil

Kızılderili deyişiyle, savaş baltaları gömüldüğü yerden çıkarıldı.
Uzun süredir de bekleniyordu.
Genelkurmay’ın uyarıda bulunduğu günün ertesi 12 şehit...
Ardından sırayla gelen ölümler...

Masaya oturmaya zorluyorlar AKP’yi, bu çok açık. Ama masaya otursa da artık bu şiddetin susacağı yok.
İmralı’daki de, “ne haliniz varsa görün, karışmıyorum,” dedi ya...
Genel Kurmay kendi elini kolunu bağlamış durumda.
Karakolların daha sağlam yapılması gerektiğini söylüyor bazı “akıllılar”, ama amaç bir yere kapanık korunmak mı, ülke güvenliği mi?

Daha az şehit vermek, orduyu ayakta alkışlamamızı mı sağlayacak?
Düşünebiliyor musunuz, dünyanın en büyük ordularından biri savunmaya geçmiş durumda ve onu da beceremiyor.

Elbette karakol ile sınır koruma yanlış. Karakolları sağlamlaştırmanın şehit sayısını azaltabileceği düşünülebilir belki (pek akla yatkın olmasa da), ama o zaman PKK saldırı biçimini ve yönünü değiştirecektir. Amaç karakoldaki erleri sıkıştırıp öldürmek değil, bu ülkeyi savunanlar bunu anlayamadı mı hala?

Ölümler birer “delil” onlar için, somut birer kanıt...
Karakollar kurarak terörün önlenemeyeceğini Genel Kurmay da biliyor, hükümet de...
Karakol sağlamlaştırmak ise, zaten olmaması gereken karakolları daha güvenli sığınak haline getirmek. Kısa süreliğine... Çünkü, bir süre sonra en sağlam karakolu da yerle bir edecek saldırı planları geliştirecektir PKK.

Şöyle anlatayım:
Nusaybin’in içinde, Suriye tarafına açılan bir “kapı karakolumuz” vardır. Pasaportlu veya pasavan geçişlerin yapıldığı yerin hemen yanındadır karakol.

Oradan bir sonraki karakol Yaşar Özdemir karakoludur.
Savunması daha zayıftır, ama kapı karakoluna yakınlığı orayı daha güvenli kılar.
Çok şehit verilmiş karakollardan biridir Yaşar Özdemir, adını da bu çatışmalarda yitirdiğimiz bir askerimizden alır.

Ondan sonraki karakol, tüm Nusaybin hattının en tehlikeli karakollarından biridir: Demirtepe karakolu.

Demirtepe karakolunun özelliği, İpek Yol ile mayınlı saha arasında, engebeli bir noktada olmasıdır. Bu karakol için dezavantaj, PKK için ise avantajdır.

Bir gün bir ihbar gelir bu karakola.
Üç gün üst üste Demirtepe karakolundan geçiş olacaktır.
İlk gün 117. Seyyar Jandarma Alayına bağlı Nusaybin taburundan Demirtepe karakoluna takviye asker gönderilir.

Normalde beş pusu karakolun sağında, beş pusu da solunda olmak üzere on pusu vardır. Pusular arasında da yaklaşık 500 metre mesafe tutulur.

Her pusuda iki er nöbet tutar.
İhbar üzerine tabur komutanlığı pusu sayısını 20’ye, er sayısını da 40’a çıkarır.
Ertesi gün iz kontrolü yapılır, geçiş olmuştur.

Alay komutanlığı tedirgin olur, Tabur komutanlığını sıkıştırır. Tabur komutanlığı rapor verir. Geçiş iki pusu arasından olmuştur, ama tuhaf olan, iki kişiye ait ayak izi olmasıdır. Oysa İpek Yol’un öteki tarafına geçildiğinde, neredeyse otuz-kırk kişinin geçiş yaptığı anlaşılır.

Kafalar karışmıştır.

Alay komutanlığı, taburdaki birliğin yetmeyeceğini düşünerek, 40 asker daha gönderir. Tabur komutanı Demirtepe karakoluna gelir ve bizzat kendisi pusu yerleştirme işini yürütür.

İlk pusular yerinde kalır. Hemen arkasında, o pusuların arasına rastlayacak şekilde yirmi pusu daha kazılır ve akşam beklenir.

Tabur komutanı, kıdemli iki yüzbaşı ve karakol komutanı ile birlikte sabaha kadar Demirtepe karakolunda bekler. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte birlikte iz toprağına giderler, yine geçiş vardır.

Yine İpek Yol’un öteki tarafında, DSİ sulama kanallarına doğru giden arazide onlarca ayak izi bulunur.
Geçiş yine fazlasıyla yapılmıştır.
İz toprağı üzerindeki ayak izi iki veya üç kişiye ait olmakla birlikte, geçişlerin onlarca kişiyi bulduğu ortadadır.

Üstelik o iki-üç kişinin de nasıl geçtiği ayrı bir soru işaretidir tabur ve alay komutanlığı için.
Üçüncü gün de geçiş olacağı ihbarı alınır.
Bu kez Alay komutanlığı, Serik’ten ve Diyarbakır’dan destek ister.

İki panzer ve tam techizatlı 50 asker daha gelir.

Bu kez alay komutanlığı da, tabur da işi sıkı tutmaya karar vermiştir.
Yalnızca mayınlı sahanın hemen çıkışına kurulan pusularla yetinilmeyecek, daha gerilere de pusu atılacaktır.

Tabur komutanlığı, İpek Yol’un öteki tarafında, sulama kanallarına da pusu kurmaya karar verir.
Ne olursa olsun, yine de geçiş olursa eğer, geçiş yapanların sulama kanallarını aşamayacaklarını düşünen Tabur Komutanı Zafer yüzbaşı, sulama kanalları arasında geçişi sağlayan köprü başlarına da pusu kurar.

Yetinmez, buraları da atlatanlar olursa diye, DSİ kanallarını aştıktan sonra ulaşılan köy girişine de pusu kurar.
Mutlaka ve mutlaka bu insanlara rastlamak zorundadır geçiş yapanlardan biri veya birkaçı...

Komutanlar yine Demirtepe karakolunda sabahlar.
Sabah iz toprağı kontrol edilir.

Tahmin edeceğiniz gibi yine geçiş yapılmıştır.
Ama gece hiç çatışma çıkmadığına göre, geçiş yapanların en azından arazide bir yerde olmaları gerekmektedir.

Komutanlar araziye dağılır ve tüm pusuları dört çekerli jiplerle ve panzerlerle kontrol ederler.
Kimseyi bulamazlar, geçiş yine yapılmıştır ve geçenleri de gören yoktur...

Bu ne demektir biliyor musunuz? Bu, seyyarın sabite üstünlüğüdür.
Seyyar olan ama bir yere çakılan jandarmalarımızın, sabit sanılan ama gece kelebeği gibi dolaşan PKK’lılar karşısındaki mağlubiyetidir.

İsteseler katliam yaratabilecekleri halde, pek dokunmazlardı o sıra askere.
Ama ne zaman ki, “ses getirmeleri” istendi kendilerinden, işte o zaman, tıpkı Demirtepe karakolunda olduğu gibi, el ele tutuşsanız bile aradan geçip gittiler.

PKK ile yapılan savaş yanlıştır. Bunu tüm ordu komutanları da, savaşın ne olduğunu ucundan bucağından bilenler de, askerlik dersini biraz ciddi dinleyen öğrenciler de bilmektedir.

Düzenli bir savaş yoktur ortada, asimetrik olan yalnızca Genel Kurmay Başkanı’nın şikayet ettiği “medya” noktalarında ortaya çıkmamaktadır. Bizzat kavganın kendisi asimetriktir.

Seyyar ve asimetrik savaş veren PKK karşısında, elindeki havan topu ya da A3 ağır makineli ile sınırı bekleyen askerlerimiz, olsa olsa birer “keklik” durumda kalmakta, caydırmak şöyle dursun, yerlerini belli ettiklerinden dolayı PKK tarafından “takdir” ile karşılanmaktadırlar.

Ben askerlikten anlamam. Savaştan da hiç anlamam.
Askere işini öğretecek de değilim.
O zaman soracaksınız tabii, iyi de kardeşim bunları niye yazdın, diye.
Yazdım, çünkü Demirtepe karakol komutanı bendim.