Günün yaşamsal önemdeki tartışma konularından biri: ‘PKK’ya karşı sürdürülen mücadelede istihbarat eksikliğinin yarattığı sorun’.
Son günlerde birbiri peşi sıra gelen PKK terör olaylarının yarattığı kayıplara sebep olarak devletin yeterli haber alma gücünün bulunmayışı gösteriliyor.
Gerçekten, teröre karşı mücadelede, haber almanın önemini vurgulamayan el kitabına rastlayamazsınız.
Bizde Genelkurmay bunu nasıl ve hangi talimnameyle düzenlemiştir ve bu konuya asker ne kadar önem vermektedir, bilmiyorum. Ama ABD’nin 2007’de uygulamaya koyduğu son talimnamesinde istihbarata 56 sayfa ayrılmış.
General Petraeus’ün başkanlığında hazırlanan, şimdi Irak ve Afganistan’da, Kara Kuvvetleri ve Deniz Piyadesi tarafından uygulanan ‘Counterinsurgency Fied Manual‘ı bu vesileyle bir kere daha gözden geçirirken, istihbarat ile ilgili devlet olanaklarının neden bu güne kadar PKK’ya karşı mücadelede kullanılmadığını merak ettim.
Ergenekon soruşturması dolayısıyla hazırlanan, on binlerce sayfayı bulan iddianamelerde yer alan, gizli çabalarla elde edilen bilgiler için harcanan gayretin ne işe yaradığını düşündüm. Medyaya yansıdığı kadarıyla bile, bu bulguların usulüne uygun ele geçirilmemiş olmasına ve bundan dolayı yasal delil sayılamayacakları gerçeğine karşın ,özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ne kadar hırpaladığı açık.
Çok sayıda muvazzaf ya da emekli, çeşitli rütbedeki subayın gözaltına alınıp tutuklanmaları ve yargıç karşısına çıkarılmadan aylarca cezaevlerinde kalmaları bu camiada nasıl bir hava yarattığını düşünebiliyorum. Şimdi, son yıllarda ortaya çıkan korkutucu havanın da etkisiyle, yasal haklarını bile öne süremez hale gelmiş sanıkların yavaş yavaş seslerini yükselttikleri, kamuoyunun da katkısıyla, mahkemelerden serbest bırakılma kararları almaya başladıkları görülüyor.
Bu TSK’nın çeşitli kademelerinde çok önemli görevler üstlenmiş, emekli olsun, muvazzaf olsun komutanları hakkında, boyutları tam açıklanmamış ‘gizli faaliyet iddiaları’nın, istihbarat ürünü olduğu, kimilerinin dinlemeler, kimilerinin de gizli belgelerle ortaya çıkarıldığını duymuştuk.
Acaba bu, gerçekleri saptamaktan ziyade TSK’yı pasifize etmeye yönelik olduğu da düşünülebilen gayretlerin bir bölümü PKK’ya yöneltilse daha yararlı olmaz mıydı?
İstihbarat, kontrterör faaliyetlerinde daima çok önemli, hatta yaşamsal olmuştur. 1990’lı yıllarda koalisyon hükümetlerinde zaman zaman öncelikle ele alınmış ve en önemli nokta olarak, devletin çeşitli istihbarat görevi yapan kurumları arasında uyum sağlanamadığı, bunun çözümlenmesi için önlemler gerektiğine karar verilmişti. Çeşitli istihbarat servisi aldıkları haberleri genelde paylaşmıyor, bundan dolayı da devlet kayba uğruyor görüşü vardı. Önlemek için karar alınmış ama uygulanamadığından, şimdi hâlâ bu konuda kurulan müsteşarlığın başına getirilen eski İstanbul Valisi ‘İstihbaratı birleştireceğiz’ diyebilmekte.
‘Ergenekon soruşturması’ adı altında son yıllarda, daha ziyade TSK içinde var oldukları düşünülen şüphelilere karşı uygulanan çalışmanın, bu ülkenin en önemli güvenlik gücü üzerinde ne gibi etki yaptığı şimdi tartışma konusu olmaya başlıyor. Örneğin, yılların siyasetçisi ve akil adamı Hüsamettin Cindoruk Vatan gazetesine TSK’nın bu durumdan nasıl etkilendiği hakkında konuşuyor. Beklenen hizmeti verip veremeyecek durumunu soruşturuyor.
Ne yazık.
TSK’nın çeşitli kademeleri hakkında kuşku uyandıracak hususları bulmak için harcanmış istihbarat gayretleri, ya da onların bir bölümü, keşke PKK’nın, şimdi içimizi acıtan faaliyetlerini saptamak için kullanılmış olsaydı.