1972'de İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'nde son sınıf öğrencisiydim. Bir gün okulumuza bir polis gelip beni Güzelyalı Polis Karakolu'na çağırdı. Gittim. Bana Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı'ndan İrfan Özaydınlı imzalı bir yazı gösterdiler.
Eskişehir'de dinî bir sohbette bulunan insanlar üzerine yapılan baskın sırasında bir kişinin üzerinden çıkan bir bayram tebriği üzerinde benim ismimin çıktığı ve ifadem alınarak, münasebetimin derecesinin tespiti istenilmekteydi. Benim bu kişiyi nereden tanıdığım soruldu. Ben de hem öğrenci hem de Kur'an kursu öğretmeni olduğumu, ayrıca müftülük tarafından Ramazan'da bazı câmilerde vaaz vermekle görevlendirildiğimi, cemaatten bayramımı tebrik edenlere, bilmukabele tebrik yazmış olabileceğimi söyledim. Gerçekten, zaten ben de bilmukabele diyerek, öyle bir tebrik yazmışım. Yoksa beni de kelepçeleyip Eskişehir Askerî Mahkemesi'ne göndereceklerdi. Çünkü İrfan Özaydınlı öyle istiyordu. Polisler benim tutarlı ifadelerime bakarak oradaki maznun ile bir münasebetim olmadığına ikna oldular. Ona göre bir cevap yazdılar.
Karakolda enteresan bir şeye de şahit oldum. Bir grup gencin de ifadeleri alınıyordu. İfadeleri alan görevli bir ara "Bıktım, bıktım... Yahu biz bunları daha iki hafta önce de gözaltına alıp bırakmıştık. Şimdi de birkaç ay yatıp, belki de hiç yatmayıp çıkacaklar. Bunun bir sonu da yok... Acaba bunları vazgeçirmenin bir çaresi yok mu?" diye bağırıyor. "Yok yok kardeşim, bu böyle olmaz!" diye söylenip duruyordu...
Seneler sonra Eskişehir Askerî Mahkemesi'nde yargılanan ve hapiste yatanlardan Sadettin Başer Bey'le sohbet ederken, orada olanlardan da haberdar oldum. Bir gün İrfan Özaydınlı Paşa'nın hapishaneye gezdirmeye getirdiği kızı, dindarların kaldığı koğuşa gelince, "Baba bunlar insanmış!" diyor. Çünkü kızına devamlı dindarları, tarih öncesi mağaradan yeni çıkmış canavar hayvanlar gibi anlatmış. Çocuk normal insanlar olarak onları görünce hayretinden böyle söylemiş.
Sadettin Bey diyor ki: "Mahkemede duruşmanın devam ettiği bir gündü. Nizamiyede mahkeme salonuna girebilmek için beklerken, bulunduğumuz yere o zaman Eskişehir Birinci Taktik Hava Üssü ve Eskişehir Sıkıyönetim Komutanı olan Korgeneral İrfan Özaydınlı geldi. Yanımda Belçika'dan gelen Mehmet Balcıoğlu adında bir tanıdığım vardı. Mehmet, eli cebinde tesbih çekiyormuş. Tam bu sırada nizamiyeye giren İrfan Paşa, Mehmet'in dudaklarının kıpırdamasını görmüş, maiyetindekilere 'Bakın görüyorsunuz, vatandaşımız delirmiş... Biz vatandaşımıza hizmet için varız. Bu vatandaşı derhal Bakırköy Akıl Hastanesi'ne sevk ettirip tedavî ettirelim.' dedi."
"Yine o celsede avukat olarak bulunmak üzere gelen, bir dönem adalet bakanlığı da yapan İsmail Müftüoğlu'nu, nöbetçi subayın oturma odasındaki sobanın yanında oturuyorken, İrfan Paşa, 'Sen bu vatan hainlerini mi müdafaa ediyorsun?' diye sert bir şekilde azarlamıştı. Avukat İsmail Bey de 'Paşam henüz mahkemeler devam ediyor. Hain olduklarına dair bir delil de yok' deyince, 'Bana avukat muğâlatası yapma!' diye çıkıştı."
"Daha sonra Mehmet ile beraber olduğum için beni de bir hava yüzbaşısı, nöbetçi başçavuşa teslim etti. (...) Garnizonda kalışımın üçüncü günü İrfan Özaydınlı gelerek bana, 'Sizin tesbihleriniz, komünistlerin bombalarından daha tehlikeli bu vatan için!..' dedi."
27 Mayıs münasebetiyle bu hatıraları, darbenin ve darbecilerin mantıklarını ortaya koymak için anlattım.