17 Mayıs 2010 Pazartesi

ORDU NASIL DEMOKRATİKLEŞİR - 4 / Yasemin Çongar

Askerî vesayeti bitirmenin yolları / Narcis Serra anlatıyor -4
***
İspanya geç de olsa başardı
İspanya’da demokrasiye geçiş döneminde sekiz yıl savunma bakanlığı yapan Katalan Sosyalist lider Narcis Serra bugün İstanbul’da, Bahçeşehir Üniversitesi’nde “Demokratik Anayasa’ya Geçişte İspanyol Deneyimi” adlı toplantıda konuşacak. Serra’nın esas üzerinde duracağı konu, İspanya Silahlı Kuvvetleri’nin demokrasiye ayak uydurmasının nasıl sağlandığı... Serra bu konuyu anlatmak için ideal isim, zira hem ülkesinde demokratik reformların öncülüğünü yapmış bir siyasetçi hem de sivil-asker ilişkileri üzerine uzman bir yazar.

Taraf’ta üç gündür, Serra’nın 2008’de yayımlanan La transicion militar: Reflexiones en torno a la reforma democratica de las fuerzas armadas (Askerî Geçiş: Silahlı Kuvvetlerin Demokratik Reformu Üzerine Düşünceler) adlı kitabından yola çıkarak “Ordu Nasıl Demokratikleşir” sorusuna cevap arıyoruz. Yazı dizimizin bu son bölümünde, İspanya’da askeriyenin nasıl bir reformdan geçtiğini anlatmayı sürdüreceğiz ama önce, demokratikleşme çabasının özel bazı zorlukları ile ordunun en çok nelere direndiğine kısaca bakalım.

Biz birbirimize benzeriz
Yale Üniversitesi’nde hocalık yapan, 1926 Almanya doğumlu tanınmış siyaset bilimci Juan Linz, Franco rejimi sonrası İspanya’da demokrasiye geçişin kendine has üç özelliğini şöyle tanımlıyor: “Monarşinin restore edilmesi; üniter devletin özerk bölgelere sahip bir devlete dönüşmesi; diktatörlüğün bütün kurumlarının yıkılmasını içeren yeni bir anayasal dönemin başlatılması.”

Narcis Serra’ya göre, geçiş dönemi İspanya’sında silahlı kuvvetlerle sivil hükümet arasında yaşanan birçok sorunu, Linz’in tarif ettiği “bu üç temel özelliğin tezahürleri” olarak anlamak mümkün. İspanya’nın, mesela Yunanistan’dan farklı olarak sadece demokratik özgürlüklerin ve anayasal hakların bir süre için askıya alındığı bir diktatörlük dönemi yaşamakla kalmadığını, kırk yıllık Franco hükümdarlığının demokrasiyi çok daha radikal bir kesintiye uğrattığını vurgulayan Serra, Franco’nun liderliğindeki milliyetçilerin İç Savaş’ı kazanmasıyla sona eren İkinci Cumhuriyet (1931-1939) döneminin de, sağlam demokratik yapı ve geleneklerin hayata geçmesine imkân vermeyecek kadar kısa ve çalkantılı olduğunu hatırlatıyor.

Yunanistan’da cuntayı devirip serbest seçimlerin yapılmasını sağlamak ve anayasal hakları restore etmek demokrasiye dönüş için yeterliydi. İspanya’da ise Franco rejimi kendisini bütün unsurlarıyla yerleştirmiş, Cortes Generales’ten (senato ve meclisten oluşan iki kamaralı parlamento) belediye meclislerine ve Movimiento Nacional’dan (Ulusal Hareket; yegâne yasal siyasi parti) tek bir sendikal konfederasyona kadar birçok temel kurumu bizzat oluşturmuştu. Bu süreçte, Serra’nın deyimiyle, Harp Akademileri’nde verilen eğitimin de yardımıyla demokrasiyle uyumsuz bir askerî ideoloji devletin ruhuna sinmiş, sadece ordunun değil başta yargı olmak üzere sivil bürokrasinin ve siyasetin de iliklerine işlemişti. Velhasıl, İspanyol demokratikleşmesi totaliter bir rejimden çıkıştan ziyade, otoriter bir devletin yıkılıp yerine yenisinin konması mücadelesine dönüşmüştü.

Bu açıdan, İspanya’nın Türkiye’ye benzediğini düşünüyorum ben. İç Savaş, Kraliyet ve Katolik Kilisesi gibi Türkiye’de bire bir izdüşümleri olmayan kendine özgü bütün unsurlarına rağmen, İspanya’nın demokrasi sorunu, bir darbe dönemi sorunu olmaktan öte, kurulu bir otoriter düzenin ve hâkim bir otoriter ideolojinin, yani çok köklü bir rejimin tasfiyesi sorununa dönüşmüştü. Franco öldüğünde, İspanya’da yönetimde fiilen askerler yoktu ama ordu kendini rejimin garantörü sayıyor ve geniş bir kesim tarafından da öyle kabul ediliyordu. Türkiye’nin düzenli olarak askerî darbelerle bölünen çok partili hayatının, 1961 ve 1982 anayasalarıyla büsbütün kurumsallaştırılan askerî vesayete teslim olmasına benzer bir süreç yaşanmıştı İspanya’da da; ordu mensuplarının büyük bölümü vesayetin devamından yanaydı.

Silahlı kuvvetler direnince
Serra, böyle bir ortamda, reformların öncülüğünü yapanların ordunun içinden gelmesinin mümkün olmadığını, demokratikleşmenin motorunu, Franco rejiminin zulmünü en fazla çeken kesimlerle, bir dönem Francoculuktan yarar görseler de, iktisadi gereksinimlerle İspanya’nın artık değişmesi gerektiğine inanan orta sınıfların oluşturduğunu anlatıyor.

Bu ortamda, Franco’dan sonra kurulan ilk demokratik hükümetin başkanlığına getirilen Adolfo Suarez’in reform adımlarının önündeki en büyük engel, ordunun komuta kademesiydi. İspanyol komutanlar, El Alcazar, El Imparcial ve Fuerrza Nueva gazetelerinin hükümet ve demokrasi karşıtı yayınlarıyla adeta ağızbirliği etmişçesine konuşuyorlardı.

Başlangıçta, ordu bütün reformları “Francocu meşruiyet” adını verdiği muğlâk bir ideolojik testten geçiriyor, Francoculuğun ruhuna aykırı bulduğu her türlü adıma direniyordu. Bu direniş, kimi zaman önemli görevlerdeki askerî yetkililerin açık protestolarına da yol açtı. Suarez 1976’da işçi sendikalarını yasallaştırmaya karar verince, hükümetin başkan yardımcılığını üstlenmiş olan General De Santiago istifa etti. Nisan 1977’de, Komünist Partisi üzerindeki yasak kaldırıldığında bu kez Donanma Bakanı Amiral Pita de Veiga aynısını yaptı, hükümeti durduramayınca kabineden ayrıldı.

Suarez hükümetinin ordu karşısındaki dik duruşu sayesinde, açık salvolar, istifa ve tehditler reformları önleyemedi ama Narcis Serra’ya göre, birçok yeni yasanın yumuşatılması, sulandırılması ve geciktirilmesinde askeriyenin örtülü vetosunun rolü vardı. Anayasa ve yasalarda hedeflenen demokratik kapsamda, ordunun ve orducu siyasetçilerin baskısıyla verilen tavizler, 1970’lerin ikinci yarısında bazen öyle boyutlara vardı ki, 1980’lerde aynı reformların yeniden ve daha köklü yapılması gerekti.

Franco’nun ordusundaki kırk bin subay arasında örgütlenen ve kendilerine Demokratik Askerî Birlik (UMD) adını veren birkaç yüz kişilik reformcu grubun gördüğü baskıların demokrasiye geçiş aşamasında da devam etmesi ve hapse mahkûm edilen UMD üyelerini affetmek isteyen sivil hükümetin 1977’de ortaya attığı bu öneriyi, komutanların fiili vetosu nedeniyle ancak Kasım 1986’da hayata geçirebilmesi de, ordunun direnişinin çarpıcı sonuçlarından biriydi.

Ve darbeyi deniyorlar
Bu dizinin dünkü bölümünü okuyanların hatırlayacağı üzere, sivil bir savunma bakanının atanması ve hükümet başkanına “siyaseten bağımlı” olduğu kayda geçirilen bir genelkurmay başkanlığının kurulması, İspanya’da ordunun demokratikleştirilmesinin ilk iki önemli adımıydı. Ancak bu adımlar da direnişle karşılaştı. İki kuvvet komutanı, Amiral Buhigas Kasım 1977’de, General Vega Rodriguez de Mayıs 1978’de, Savunma Bakanı ile Genelkurmay (JUJEM) arasındaki ilişkilerdeki gerilimi öne sürerek istifa ettiler. 1981’de sivil Savunma Bakanı Alberto Oliart, JUJEM’de ikinci bir reform yaparak, genelkurmay teşkilatının iç işleyişinin şeffaflaşmasına karar verince, Donanma Yüksek Konseyi buna bir bildiriyle karşı çıkabildi.

23 Şubat 1981’deki darbe girişimi, ordunun demokratik değişime direnişinin zirve noktasıydı. Adolfo Suarez hükümetinde kara kuvvetleri komutanlığı, ardından da savunma konularından sorumlu hükümet başkan yardımcılığı yapan General Gutierrez Mellado, demokratik reformlara engel olmadığı için, ordu içinden büyük eleştiri topluyordu. Kışlalarda yaygın biçimde okunan iki gazete El Alcazar ve El Imparcial’in yayınları, General Mellado’yu açıkça hedef almaya başlamıştı. “General tehlikeli gidişe dur demiyor, masaya yumruğunu vurmuyor” diye yakınan manşetler çıkıyordu bu gazetelerde. İşte bu ortamda, ordu içindeki Francocu subayların bir bölümü darbe hazırlığına başladı. Demokratikleşmeyi, özel olarak da bu süreci geri dönülemez kılacağına inandıkları sivil anayasanın referanduma sunulmasını engelleme amaçlı gizli bir harekât planı yaptılar ve buna Operacion Galaxia (Galaksi Operasyonu) adını verdiler.

Darbenin ayak sesleri her yerde duyulmaya başlamıştı. General Mellado o günlerde Cartagena’da bir grup subayla toplandığında kendisine bir deniz binbaşı tarafından sorulan şu soru, İspanya siyasi tarihine geçti:

“Sayın Başkan Yardımcısı, hükümetin referanduma sunmayı planladığı laik ve liberal anayasanın İspanya’ya barış, adalet ve refah getireceğine inanmamızı istiyorsunuz ama 1812 ile 1939 arasında bu ilkelerle yönetilen İspanya’da beş iç savaş yaşanmış, üç kez kral tahttan indirilmiş, çok kan akmış ve atayurdumuz çürümeye terkedilmişken, buna nasıl inanabiliriz ki?”

Demokrasinin İspanya için “iyi” olmayacağına inanan subaylar, 1978’den itibaren Operacion Galaxia’yı uygulamaya koydular ama 1981’deki darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Demokratların istediği derinlikte olmasa bile köklü bir zihniyet devrimini ifade eden yeni anayasa referanduma sunuldu ve kabul edildi.

Ama bu zafer de, demokrasi karşıtı subayları susturmaya yetmedi. Valencia Ordu Komutanı Milans del Bosch, referandum sonrasında “Objektif olmak gerekirse, demokrasiye geçişin bilançosu terörizm, enflasyon, güvenlik zaafı, işsizlik, pornografi ve en önemlisi de otorite boşluğu olmuştur” demekten geri durmadı. Buna karşın, sivil hükümet reformcu çizgisinde direnecekti.

ETA da rolünü oynuyor
Adolfo Suarez ve ardından 1982’de işbaşına gelen Sosyalist Felipe Gonzalez hükümetlerinin reformlarını, dünden devamla, yazının son bölümünde daha ayrıntılı anlatacağım. Ama önce, İspanya ordusunun reforma direnişini kolaylaştıran bir başka unsura, Bask bölgesinin bağımsızlığını savunan ETA örgütünün eylemlerine kısaca değinelim. Bugün “demokratik açılım” ve “anayasa değişikliği” konularının gündemi oluşturduğu Türkiye’de, PKK’nın oynadığı rolün bir benzerini, İspanya’da ETA da oynamıştı.

Gonzalez hükümetinin savunma bakanı, daha sonra da başkan yardımcısı olan Narcis Serra, kitabında bu rolün üzerinde özellikle duruyor: “ETA, orduya karşı terörist saldırılar yaparak demokratik süreci etkileyebileceğine inanmıştı. Bence, bu saldırılar askeriyenin demokratikleşmeden memnuniyetsizliğinin asıl nedeni olamazdı... Ama geçiş sürecinde, aşırı sağ kendi demokrasi karşıtı görüşlerinin propagandasını yapmak için ETA’nın öldürdüğü askerlerin cenazelerini öyle bir kullandı ki, sonuçta ETA terörizmi, ordunun siyasi sistemin demokratik evrimine direnişini büsbütün arttırdı.”

Yine Serra, askerî mahkemelerin demokrasiye geçişin ilk aşamalarında kapatılamamış olmasının ve bu mahkemelerin askerlerin işlediği “siyasi suçların” yargılanma zemini olarak kabul edilmesinin de, demokratik reformları zorlaştırdığına dikkat çekiyor. UMD üyesi reformcu subaylara yedi-sekiz yıllık hapis cezaları veren askerî mahkemeler, darbe lideri Tejero’nun Ocak 1977’de İçişleri Bakanı’na “Bask bayrağının yasaklanmasını talep eden” bir mektup yazmasına, Ekim 1977’de Malaga’da on sekiz yaşındakilere oy kullanma hakkı talep eden bir mitingin dağıtılması emri vermesine, Ağustos 1978’de de Kral I. Juan Carlos’a mektup yazarak askeriyenin görev sınırlarını açıkça ihlal etmesine seyirci kalmıştı. Tejero, Kasım 1978’de Operacion Galaxia’nın lideri olarak Hükümet Başkanı Suarez’in ofisine saldırı düzenlenmesi girişimini de yönetmiş ve bunun için sadece yedi ay hapis cezası almıştı.

İspanya’da, askerî mahkemelerin görev alanını daraltacak bir yargı reformu yapmadıkça demokrasinin imkânsız olduğu 1970’lerin sonundan itibaren herkes için aşikârdı ama bu yöndeki adımlar için biraz daha zaman gerekecekti.

Ordunun iç tüzüğü sil baştan
Suarez ardından da Gonzalez hükümetlerinde, kuvvetli sivil savunma bakanlarının göreve getirilmesi, orduya yönelik reformları kolaylaştırdı. Bu kapsamda, kabul edilen yeni anayasanın sekizinci maddesinde öngörüldüğü şekliyle, İspanya Silahlı Kuvvetleri’nin İç Hizmet Tüzüğü’nün anayasadaki demokratik esaslara uygun biçimde yeniden yazılmasına öncelik tanındı. 1978 ve 1980’de iki ayrı yasayla, ordunun çalışma esasları yenilendi.

Aralık 1978’de hazırlanan yasa, Savunma Bakanı’nı ordunun üzerinde konumladı ve hükümet başkanının talimatları doğrultusunda “askerî politikayı belirlemekten ve yürütmekten” sorumlu tuttu. Bu kendi çapında bir devrimdi aslında; yeni İspanya’da askerî politikayı siviller yapacaktı. Ancak askeriyenin bu formülü kabul etmesi için bir taviz de verildi; Milli Savunma Komisyonu adlı bir kurul oluşturuldu ve bu kurulun askerî politikanın belirlenmesinde Savunma Bakanı’na danışmanlık yapması kararlaştırıldı; kurulda sivil üyelerin askerlerden sayıca fazla olmasına özellikle dikkat edildi.

1980’de çıkan yasa ise daha az tavizkârdı; Genelkurmay Başkanı artık hükümet başkanına değil, doğrudan savunma bakanına bağlı olacaktı. Savunma Bakanı’nın sorumlulukları hangi silahların alınıp hangilerinin üretileceği konusunda karar makamı olmayı da içerecekti. Bütün kuvvet komutanları, Savunma Bakanı’na karşı sorumluydular. Yasa, parlamentoyu da şu cümleyle devreye soktu: “Cortes Generales savunma konusundaki yasaları yapar ve buna ilişkin bütçe kalemlerine karar verir; hükümeti ve orduyu bu bütçenin harcanması konusunda denetler.”

Yeni ordu tüzüğü, bütün bu düzenlemelere uygun olarak, silahlı kuvvetler mensuplarının siyasi konularda açıklama ve yayın yapmalarına, hükümetin özel izni olmadan görüş belirtmelerine, makale yazmalarına yasak getiriyordu.

Aralık 1979’da ordunun bağlılık yemininin metni, “anayasal düzene bağlılık” ifadesini içerecek şekilde değiştirildi ve Franco döneminden kalma sancakların ve askerî sembollerin resmigeçitlerde kullanımı yasaklandı.

Gonzalez hükümeti, 1984’te İspanya Ordusu’nun İç Hizmet Tüzüğü’nü bir kez daha yenileme ihtiyacı duydu. Hükümet Başkanı’nın bütün askerî konulardan en üst düzeyde sorumlu olduğu, Genelkurmay Başkanı’nın Savunma Bakanı’na bağlı çalıştığı, Genelkurmay’ın “askerî emir-komuta zincirinin en tepesi” olma rolünü terk ederek, “Hükümet Başkanı’nın ve Savunma Bakanı’nın askeriye konusundaki danışmanı” rolünü üstleneceği hiçbir muğlâklığa izin vermeyecek netlikte kayda geçirildi.

Milli Savunma Komisyonu’nun görev ve yetkileri de, “Kral’a ve Hükümet Başkanı’na danışmanlık yapmak” ile sınırlandı.

Yargı ve finansman reformu
Narcis Serra, İspanya’da ordunun demokratikleştirilmesinde, bütün bunlara ek olarak, askerî finansman yasasının çıkarılmasına, askerî yargının görev alanının kısıtlanmasına ve askerî eğitim müfredatının sivillerin denetimine açılmasına özel bir önem veriyor.

İspanya’nın demokratik anayasasının 117. maddesi özetle, “Yargı sisteminin tekliği esastır. Askerî yargı sadece askerî alandaki suçlarla sınırlı olarak ve olağanüstü hal koşullarında söz sahibi olabilecek ve bunun sınırları da yasayla belirlenecektir” diyordu. Yine Ekim 1977’de kabul edilen Moncloa Anlaşmaları da, askerî mahkemelerin görev alanını daraltıyordu. 1980’de sivillerin hiçbir koşulda askerî mahkemelerde yargılanamayacağı yasa hükmüne dönüştü. Ve bütün askerî yargı kararlarında, sadece Askerî Yargıtay’a değil Anayasa Mahkemesi’ne kadar uzanan bir itiraz yolu açıldı. İspanya’da askerî yargı reformu 1990’lara kadar aşamalı olarak devam etti ve anayasada “savaş durumu dışında tümüyle yasaklanmış olan” idam cezası, nihayet 1995’te İspanyol Askerî Ceza Yasası’ndan çıkarıldı.

Benzer bir aşamalı süreç, askerî finansman reformunda da yaşandı. 1982’de Serra’dan önceki savunma bakanı Oliart, Askerî Finansman Yasası’nı Cortes’e sundu. Bu yasa çerçevesinde, üç kuvvet komutanlığının yapacakları harcamalara ilişkin ayrıntılı bir planın sivillerin denetimine açık olması hükme bağlanıyordu.

Türkiye’de askeriyenin harcamaları, bugün hâlâ Sayıştay denetiminden muaf tutulmaya çalışılırken, İspanya 1980’lerin başında ordunun finansmanında tam şeffaflık ilkesini hayata geçirmeye başladı. Nitekim Serra kitabında, “Kaynakların tahsisatı konusunda açık olmama durumu ve yapılan harcamaların hesabını vermeyi reddetmek askeri özerkliğin mündemiç bir özelliğidir” deyip ekliyor, “Bunun aşılması ve etkin denetim ancak savunma bakanlığının, her üç kuvvetin harcamalarının planlanmasında ve bu plana uyulmasında birinci derecede devrede olmasıyla mümkündür.”

İspanya’nın 30 Mayıs 1982’de NATO’ya girmesiyle gerek askerî finansmanın şeffaflığı ve denetimi, gerekse askerî politikanın sivillerin öncülüğünde yapılması konularındaki son belirsizlikler de aşıldı ve Serra’nın deyimiyle, “İspanya, savunma alanında, Türkiye dışındaki bütün NATO üyelerinin uyduğu demokratik standartları benimsedi.” 1986’da NATO üyeliği konusunda referanduma giden ülke, askerî ittifakın devamı kararını halkoyuna götürmekle, savunma politikasının demokratik kriterlerini pekiştirdi.

Maksat kafaları değiştirmek
Bütün bu yasal ve fiili değişiklikler, Franco’dan miras militarist zihniyetin aşılmasına yetmedi. Bunun için askeriyenin personel politikası üzerinde sivillerin söz sahibi olmasının sonuçlarının alınması gerekiyordu; Katolik mezhebi dışından subaylara ayrımcılık yapılmasına son verilmesi ve kadınların orduya kabul edilmesi gibi çok önemli bazı adımlar bu sayede atıldı.

Ancak hiçbir adım, İspanya’nın demokratikleşmesinde profesyonel orduya geçiş ve askerî eğitim reformu kadar etkili olmadı. Serra, Türkiye’de de çok tartışılan “bedelli askerlik” uygulamasının İspanya’da mecburi askerlik hizmetine aşamalı olarak son verilmesinde nasıl önemli bir basamak oluşturduğunu vurguluyor.

Aynı şekilde, 1920’lerin zihniyetine saplanıp kalmamış, küreselleşmiş dünyanın gereklerini, toplumun demokratik talep ve hayallerini kavrayan, bu yeni zihniyeti paylaşan bir orduya sahip olabilmemiz için bence Türkiye’de de elzem olan askerî eğitim reformu da, Serra’nın önemle üzerinde durduğu bir diğer konu.

İspanya’da askerî reform başladığında ilk iş olarak Eğitim Bakanlığı’nın bir alt departmanı, “askerî eğitim”den sorumlu kılınmış. 1987’de bu departman, Askerî Eğitim Bakanlığı olarak ayrı bir kuruma dönüştürülmüş. Sonuç olarak, Harp Akademileri’ndeki müfredat tümüyle sivil hükümetin denetimine girmiş. Anayasa Hukuku, Coğrafya ve Tarih dersleri askerî müfredata eklenirken, bu derslerin sivil hocalarca ve demokratik İspanya’nın eğitim kriterlerine uygun kapsamda verilmesi yasal hükme bağlanmış. Dahası, adalet ve dışişleri bakanlarının kendi alanlarına giren konularda askerî okullarda verilecek eğitimi denetlemeleri sağlanmış...

Narcis Serra’ya göre, “Askerî eğitimin düzenlenmesi konusunda sivillerin kararlı davranmasının şart olması, sadece askerî okulların ordunun özerkliğinin en önemli cephelerinden biri sayılmasından kaynaklanmıyor,” demokrasiye uyumlu bir orduya sahip olmak için öncelikle askerlerin kafasını değiştirmek gerekiyor. Ve İspanya, bunu geç de olsa sağlayabilmiş olmakla övünen bir ülke bugün.