Çarpıtmanın böylesi ilk kez oluyor. "Gazetecileri patronuna gammazlayan gazeteciler" tanımına uyan birileri var mı medyada? Ertuğrul Özkök ile Oktay Ekşi var olduğu kanaatinde... Hürriyet'in eski yöneticisi koltuğunu kaybetmeyi ve 'dere kenarında oturan Buda'cık gibi davranmak zorunda kalmasını buna bağlıyor gibi...
Ben de "Böyle biri yok" diyorum...
"Var" diyenin iddiasını ispatlaması veya tanık göstermesi gerekir... Acaba kim, nerede Aydın Doğan'a "Ertuğrul'u at, onun yerine beni getir" demiş? Ya da, "Oktay Ekşi işe yaramaz biri, onu gönder de beni başyazar yap" aklını kim, nerede vermiş Aydın Bey'e?
Şu sıralarda Hasan Cemal'in başlattığı bir tartışma sürüyor.
'Türkiye'nin Asker Sorunu' kitabı yeni çıkan Hasan Cemal, Taraf'a verdiği mülâkatta, bir gazete patronunun darbe beklentisine girdiğini, Ankara'dan gelen telefona müthiş sinirlenip elindeki cihazı yere çarparak, "Allah kahretsin, vazgeçmişler" diye bağırdığını söylemiş... Yanında bulunan üç kişiyi tanık göstererek...
Güzel bir tartışma bu.
Tartışmanın güzelliği dört tarafı olmasından: Bir tarafta Cem Uzan'a Ankara'dan telefon eden adamı var, bir tarafta da Cem Uzan... Bir de tabii Cem Uzan'ın tepkisine tanık olup sonradan üçü gazeteci dört kişiye olayı aktaran... Dördüncü taraf da olayın aktarıldığı Hasan Cemal ve arkadaşları...
Arkadaşları kendilerine olayın Hasan Cemal'in aktardığı gibi anlatıldığına tanıklık ettiler... Cem Uzan ise, avukatları aracılığıyla, "Böyle bir olay yaşanmadı" açıklamasını yaptı. Ankara'dan telefon ettiği düşünülen gazeteci de "Bunun bir şehir efsanesi olduğunu, gerçeklere dayanmadığını" ileri sürdü.
Görüyorsunuz işte, tartışma böyle olur, böyle gelişir...
Şimdi Hasan Cemal veya onunla aynı tanıklığa kulak vermiş diğer üçü, bu olayı kendilerine aktaran kişiye dönüp, "Hadi, sen dökül bakalım" diyebilir, ya da o kişi kendiliğinden ortaya atılıp gününü ve yerini bildirerek telefonu çarpma olayı ve arkasından söylenenleri gerçeğe en yakın biçimde anlatır...
O tanığa mı, yoksa Cem Uzan ve o sırada gazetesinin başında bulunan telefon arkadaşına mı inanacağına kamuoyu karar verecektir...
Böyle bir tanıklığı ben de kendi kulaklarımla dinledim; olayı bana aktaranla Hasan Cemal ve arkadaşlarına aktaran da muhtemelen aynı kişiydi. Ayrıca "Bu bir şehir efsanesi" diyen meslektaş, zamanında bana da, "Yok öyle bir şey" tepkisini vermişti.
Gerçeğin ortaya çıkması herkesten biraz daha fazla beni ilgilendiriyor...
Ertuğrul Özkök'ün "Türkiye'de darbeler sonrasında hiçbir gazeteci hiçbir meslektaşını gammazlamamıştır" iddiasını Oktay Ekşi "Daha önce kimse meslektaşlarını patronuna gammazlamamıştır" biçimine soktu.
Kendisiyle 27 Mayıs arasında kurulan irtibattan rahatsızlık duyduğu için mi böyle yaptı, bilmiyorum...
27 Mayıs'la Ankara'da gazetecilik yaparken karşılaştı Hürriyet başyazarı; bugün bile 'hayırlı bir olay' olarak görmesi darbeyi, önünün 27 Mayıs sonrasında açılmasındandır.
27 Mayıs sonrasında Ankara Gazeteciler Cemiyeti'nden 'aidatlarını ödemedikleri' sudan gerekçesiyle 'DP-yanlısı' sayılan gazeteciler kovuldu ve yerlerini karşıtları aldı. Yeni yönetim, Oktay Ekşi'yi Kurucu Meclis'e üye seçti... Oktay Ekşi, 1960 sonrasında darbecilerin oluşturduğu Kurucu Meclis'te üyelik yaptığı için, o gün bugündür, milletvekili emekli maaşı alıyor ve havaalanlarında VIP salonlarını kullanıyor...
Kurucu Meclis görevi bitince ne oldu? 'Gazeteci' Oktay Ekşi Türkiye'nin Londra Büyükelçiliği'ne 'mahalli kâtip' olarak atandı ve orada tam beş yıl kaldı.
Merak edecekler için bir ara-not: Büyükelçiliklerde 'mahalli kâtip' konumu o mahalden birileri için bulunur; Londra'daki büyükelçilikte 'mahalli kâtip' olarak Londra adresli bir TC vatandaşı görevlendirilir. Çalıştığı Cumhuriyet gazetesine 27 Mayıs darbesinin olduğu gün yüzbaşı üniformasıyla gelen Doğan Tanyer kendisine aracılık etmiş; darbenin Hariciye Bakanı'nın mektubunu Londra Başkonsolosu'na takdim edince de iş bitmiş...
İsteyene 27 Mayıs sonrasında 'Demokrat Parti yanlısı' gazetecilere reva görülen muameleyi de tanıklıklarla anlatırım. Bugün, saptırdıkları noktayla sınırlı tutarak konuyu ele alma yanlısıyım.
En yukarıdaki sorumu yineliyorum: "Aydın Doğan'a kim, nerede 'Ertuğrul Özkök'ü gönder, yerine beni getir' veya 'Oktay Ekşi'yi at, beni al' diye gammazlık yapmış?"
Konunun açıklığa kavuşmasını sağlayacak kişi her ikisinin de patronu olan Aydın Doğan... Kendisini tanıklığa davet ediyorum. Bugüne kadar sessiz kalması Özkök ve Ekşi'yi cesaretlendiriyor; öne çıkmamasının "Kimse bana böyle bir şey söylemedi" olarak kayıtlara geçeceğini herkesin şimdiden bilmesini isterim.