21 Ocak 2009 Çarşamba

Nereye kadar? / Avni Özgürel

Eğriler- doğrular iç içe. Ortalık toz-duman; ama süreç devam ediyor. Pek çok insanın zihninde yer eden soru şu: Bu iş nereye kadar devam eder, nasıl sonuçlanır?Öyle sanıyorum ki, tahkikatın silahlı kuvvetlerle alakalı yanı sona erdi. Muhtemelen savcılığın elinde gerek mutasavver darbe hazırlığı, gerekse bağlantılı bir dizi olay hakkında yeterli bilgi, delil toplanmış durumda. Elbette bu, artık kimsenin ifadesine başvurulması gerekmeyecek, kimse gözaltına alınmayacak demek değil. Geçmişte meydana gelmiş, şartların müsait olmamasından ya da yerel makamların soruşturmayı derinleştirme konusunda isteksiz davranmalarından kaynaklanan sebeplerle, Ergenekon yapılanmasından bağımsız, münferit hadise olarak değerlendirilmiş olayların iltisakı, yeni operasyonları, başkaca kişilerin bilgilerine başvurmayı gerektirebilir. Ama bu tür gelişmeler kamuoyunda heyecan uyandırmakla birlikte herhalde soruşturmanın istikametini değiştirecek nitelikte olmaz.Ancak unutmamak lazım ki, meselenin silahlı kuvvetlerle ilgi faslı, açıklanmasını beklediğimiz, darbe girişimini ve bunun aktörlerini su yüzüne çıkarmasını umduğumuz iddianamenin sadece bir yanıdır. Ve siyasi tarihe yüzeysel bir bakış dahi, ister örtülü ister açık olsun, bütün askeri müdahalelerin başka cepheleri, farklı katmanlarla bağlantıları olduğunu gösterir. 27 Mayıs’tan başlayarak sivil kanaat önderlerini, akademisyenleri, üst düzey yargı mensuplarını, işadamlarını ve basını mutabakat halkasına dahil etmemiş tek bir müdahale girişimi olmamıştır. Ordunun kısmen veya topyekûn karşı çıkması sebebiyle akim kalmış teşebbüslerin dahi arka planında bu doku güçlü ya da güçsüz şekilde ama mutlaka vardır. Ergenekon soruşturması meselenin bu yanına uzanır mı uzanmaz mı bilmem. Bildiğim, uzandığı takdirde şu ana kadar yükselen itiraz seslerini sinek vızıltısı seviyesinde bırakacak derecede gürültü çıkacağı.
Gelinen noktada önemli olan husus, Sarıkız, Ayışığı, Eldiven v.s. kod adları taşıdığı iddia edilen darbe planlarının dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün muhalefeti dolayısıyla ve onu safdışı bırakma girişimlerinin başarısızlığa uğraması sebebiyle uygulanamadığını bilmeyi yeterli sayıp ‘Canım ne olacak, düşünmüşler ama sonuçta harekete geçmemişler, o halde daha fazla üzerine gidip devleti, piyasayı zaafa uğratmayalım, zaten bu soruşturma darbe heveslilerini sindirdi, bundan böyle kimse kafasını kaldırmaz, eylemlerin faillerini cezalandırıp kapatalım dosyayı’ deyip dememeye karar vermektir.Böyle denebilir kuşkusuz. Yakın geçmişimizde bunun örnekleri vardır. 1962’de 22 Şubatçılara soruşturma yapılmayacağı konusunda başbakan İsmet İnönü şahsen söz vermişti. Nitekim söz yere düşürülmedi, TBMM özel kanun çıkardı. Ama ne yazık ki bu lutuf 21 Mayıs’a engel olmadı. On sene sonra, 9 Mart 1971’de bir darbe girişimi son anda önlendi, ama üç gün sonra ordu hiyerarşik düzen içinde darbe yaptı ve her ikisi de sorgulanmadı, soruşturulmadı. Neticede 1980’e geldik. 12 Eylülcüler ordu dahil kimseye güvenmediklerinden sorumsuzluklarını anayasa hükmü haline getirdiler. Ve 28 Şubat, 27 Nisan. Söylemek istediğim ‘bu soruşturmayı keselim’ denilebileceği ama bunu söylemenin bedelinin birkaç yıl sonra aynı tabloyla karşılaşmayı göze almak olduğudur.
Şayet böyle olmasını istemiyorsak, devam eden soruşturmanın, polis ve savcılık sekreteryasının tutumundan kaynaklanan sakilliklerin siyasete ve basına ‘yargısız suç/suçlu teşhiri’ şeklinde yansımasının önüne geçerek sonuçlandırılmasını önemsememiz gerek. Kaldı ki, bu davayı siyasi, ideolojik veya ekonomik hasımlarına karşı savaş gibi gören hüsrana uğrar. Epir Kral Pirus’a savaşta ordusunun tamamını kaybettiğini gördükten sonra ‘Dilerim bir daha böyle bir zafer yaşamam’ dedirten hadise örnektir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder