19 Ağustos 2013 / MURAT TOKAY
Ortadoğu ve
Türkiye’deki gelişmeleri Prof. Dr. Sedat Laçiner ile konuştuk. Laçiner,
Ergenekon davaları sırasında emekli bir generalin, kendisine “Bu ülkede
liboşlar, Kürtler, cemaatçiler ölürse ülke daha güçlü olur.” dediğini
hatırlatıp “Şu an Sisi’nin kafası da aynı kafadır.” diyor.
Prof. Dr Sedat Laçiner’i gerek
gazete yazıları gerekse televizyon programlarından yakından tanıyoruz.
Uluslararası ilişkiler, uluslararası güvenlik ve Ortadoğu uzmanı. Ermeni
sorunu ve PKK üzerine yayımlanmış kitapları var. Türkiye’de düşünce
araştırma kuruluşları alanında dikkat çekici isimlerden biri. Stratejik
Araştırmalar Kurumu’nun (USAK) kurucusu.
Laçiner, şimdilerde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin (ÇOMÜ) rektörlüğünü yapıyor. Türkiye kritik bir süreçten geçiyor. Geçtiğimiz günlerde yaşanan Gezi Parkı olayları tansiyonu yükseltti. Barış sürecinin nereye evrileceği konusunda soru işaretleri var. Hemen yanıbaşımızdaki Suriye’deki iç savaş her geçen gün kızışıyor. Mısır’da ordunun yönetime el koyması ve Mursi taraftarlarını katletmesi yine bizi yakından ilgilendiriyor. Laçiner’le Mısır, Gezi olayları ve barış süreci özelinde konuştuk.
-Mısır’da darbe oldu, protestolar silahla susturulmaya çalışılıyor. Olan biteni nasıl görmeliyiz? Siz nasıl açıklıyorsunuz?
Olan biteni anlamak için Ortadoğu’ya bakmamız gerekiyor. 2003’te Amerika’nın müdahalesi ile Irak iç savaşa girdi. Bu savaş, mezhep temelli olarak inişli-çıkışlı devam ediyor. Kuzeyde bir Kürt devleti kuruldu. Benzer bir kader Suriye’de yaşanıyor. İç savaş, mezhep temelli olarak şekil alıyor. Bu iç savaş, Irak’taki gibi 8-10 yıl devam edecek gibi görünüyor. Aynı şekilde Arap dünyasının en büyüğü Mısır’da da bugün iç savaş havası oluştu.
-Müslüman Kardeşler, Amerika’nın da desteğini almıştı. Bir yılda ne oldu? Mursi’denneden vazgeçildi?
Arap Baharı denilen sokak olaylarına kimi demokratikleşme dalgası olarak baktı, kimi de halk hareketi... Ben başından beri olayları kontrollü patlatma olarak değerlendirdim. Ortadoğu’da değişimin başladığı nokta Arap Baharı değil, 11 Eylül’dür. Ortadoğu’daki bütün kırılmalar, domino taşı gibi birbirini etkilemeler, 11 Eylül’den sonra Amerika’nın Irak’a girmesiyle başlamıştır. Bugün bölgede yaşananlar bunun devamıdır. Bush yönetimi Ortadoğu’ya doğrudan müdahaleyi tercih etti. Irak’a girdikten sonra da şu söylendi: “Bundan sonraki hedeflerimiz şer ekseni; Suriye, İran ve Kuzey Kore’dir.” Dolayısıyla o dönemde en çok üzerinde tartışılan konulardan biri, “Suriye’ye nasıl gireriz?” idi. İsrail’in de arzusu bu yöndeydi. “Suriye’ye girilmezse bu iş yarım kalır.” dendi. Ama burada beklenmedik bir husus ortaya çıktı. Irak Savaşı çok maliyetli oldu. Irak’ta Amerika 11 Eylül saldırılardan daha fazla kayıp verdi. Afganistan ve Irak Savaşı’nın maliyeti 5 trilyon dolar olarak hesaplanıyor. Bu da 6-7 tane Türkiye demek. Bu hiçbir ekonominin kolay kolay kaldırabileceği bir maliyet değildir.
-Yöntem mi değiştirdi Amerika?
Maliyeti çok yüksek olunca Amerika’da bir grup insan bu yöntemin doğru olmadığını düşünmeye başladı. Obama’nın iktidara gelişi, Bush’un hedeflerinden çok, yöntemlerine bir reaksiyondur. Obama iktidara geldiğinde Demokratların Ortadoğu önceliklerine baktığınızda Bush’unkiyle aynı olduğunu görürsünüz.
-Bu öncelikler neydi?
İsrail’in güvenliği, Batı karşıtı grupların oluşmaması, İslam’ın radikalleşmemesi, kontrol altında tutulması, gaz ve petrol gibi kaynakların Batı’nın kontrolünde olması, akışın devam etmesi... Bir diğer konu da ‘Ortadoğu modernleşmek, demokratikleşmek zorundadır’ düşüncesi.
-Bunu niye istiyorlar peki?
Kontrollü bir şekilde demokratikleşme olmazsa patlama olur. Bu patlamanın nerede biteceği de bilinemez. Burada da tereddütler oldu. Yani Ortadoğu’ya sandık kurarsanız sadece İslam çıkar dendi. Obama döneminde Amerika’nın dış politika hedefi daha az doğrudan müdahale, daha az maliyetli operasyonlardır. Ama Bush’un bütün hedeflerinin gerçekleştirilmesi şeklindedir. Yöntem farklıdır. Bush demiştir ki “Ortadoğu’da rejimleri, liderleri, gerekirse sınırları değiştireceğiz.” Bunu Condoliza Rice’ın ağzından deklare de etmişlerdir. Şu anda Ortadoğu’da yaşanan Bush’un başlattığının farklı şekiller altında devamıdır.
-Halktan bir talep yok mu? Bunu dış güçle mi, komployla mı açıklayacağız?
Yönlendirme var. Komplonun Ortadoğu’da olmadığını düşünmek için saf olmak lazım. Her şeye komplo demek de doğru değil. Dış müdahaleler, dış müdahaleye uygun yerlerde olur. Bunun en uygun olduğu yer de Ortadoğu’dur. Arap Baharı’nda halkın talepleri elbette çok güçlüydü. Setin arkasındaki coşkun bir su gibi seti zorluyordu. O baskıyı zaman zaman Batı kullanıyordu. İdarecilere “Sana destek vermezsem selin altında kalırsın.” diyordu. Diktatörler de “Bana destek vermezseniz İslamcı bir hükümet çıkar.” diye kendini sağlama almaya çalışıyordu. Mısır’da iki yıl önce darbevari bir devrim yapıldı. ‘Kontrollü patlatma’ dememin nedeni odur. Bazı kapaklar büyük oranda Batı’nın ve ordunun kontrolünde açıldı, setin arkasındaki su serbest bırakıldı.
-Mursi’ye iktidarın bırakılması bir oyun muydu?
Ordu denetiminde bir devrim olur mu? Bu ülkelerde ordu, rejimin sahibidir. Özellikle Mısır’da tek parti iktidarı vardır. Bu ordu ülke ekonomisinin üçte birine sahip. Arazileri, işletmeleri var. Cumhurbaşkanı da hep ordudan çıkıyor. Böyle bir ülkede siz devrim yapacaksınız ve ordu sizin muhafızınız olacak. Hiçbir ordu kendi kendine darbe yapmaz. Bu gerçek bir devrim değildi. Halkın enerjisinin kontrollü bir şekilde dışa salınımıydı. Seçimlerde ordunun ve Batı’nın adayı kazanamadı. Müslüman Kardeşler’in destek verdiği Mursi seçildi.
-ABD başlarda sandığı kabullenmek zorunda mı kaldı?
Amerika, seçilmiş bir idare istiyordu. Ama seçilecek kişi Batı yanlısı olacak, İsrail’e zarar vermeyecek, radikallik unsurları taşımayacaktı. Müslüman Kardeşler, ABD’yi, orduyu ve ülkedeki farklı grupları mutlu edemedi. İletişim hataları oldu. Kısa sürede sonuçtan kimse memnun olmadı. Ekonomi zaten bozuktu ve böyle bir ortamda darbe şartlarını oluşturmak hiç de zor olmadı.
-Ama bir yılda bu nasıl mümkün olur?
Bir yıl değil, birkaç ayda gidişat belli oldu. Zaten Mursi’nin ayakta kalması çok zordu. Başından beri Mursi’yi devirmek istiyorlardı. Şimdi Batı’nın ve Arap dünyasındaki işbirlikçisi yerel grupların bakış açısı şöyle: Bu ülkelerde seçim olsun ama seçimlerde mümkünse Batı yanlısı seküler birileri gelsin. Ilımlı İslam da olabilir. Eğer İslamcılar çıkarsa darbe dahil her şey mubahtır.
-Bugün bu mu yaşanıyor?
Daha önce de kısmen uygulanmıştı. Cezayir örneği var. 28 Şubat’la Türkiye’ye mesaj verilmişti. Batı’yla uyumlu olabilecek bir İslam mümkün mü? Hep bu arayış var. Hem sandıktan çıksın hem bizimle uyumlu olsun. Olamayacaklarını hissettikleri an her türlü tahribatı yapıyorlar.
-Darbe sonrası Mısır’da yüzlerce, kimi kaynaklara göre binlerce kişi öldürüldü. Cılız tepkiler dışında AB ve ABD’den hiçbir ses çıkmıyor. Bunu nasıl okumalı?
İsrailci lobi Batı dünyasında geniş bir kitleyi ikna etmiş vaziyette. Amerika’da, Avrupa’da, Ortadoğu ile ilgili her 10 kitaptan yedisinin İsrail kökenli yazarlar tarafından yazıldığını görürsünüz. İsrail çok uzun süredir bu alana yatırım yapıyor. Türkiye de bunu yapabilirdi. Her yıl üç-beş kişiye Batı üniversitelerinde bu alanda doktora yaptırmış olsaydık bugün farklı olurdu. Bugüne kadar Türkiye’nin bu yönde ciddi bir yatırımı olmadı. Buna karşın tanımadığımız bölgeyle ilgili olarak çok iddialı politikalarımız var.
Burada iki mühim sorun var. Birincisi, kendimizi abartmak.Türkiye, henüz büyük bir devlet değildir. Yani Türkiye bir Almanya, bir Amerika, bir Rusya değildir. Türkiye, orta büyüklükte bir devlettir. Türkiye’nin tek başına Suriye’yi hallaç pamuğu gibi havaya atacak bir gücü yoktur. Bu, güç meselesidir.
-Güç derken ekonomiyi mi kastediyorsunuz?
Türkiye’de yüz büyük şirketi toplayın, Amerika’da bir şirket kadar etmiyorsa siz büyük değilsinizdir. 500 şirketiniz Amerika’da büyük bir firma kadar etmiyorsa, orada haddinizi bilmeniz gerekir. Almanya gibi bir ülkede finansal operasyon yapamıyorsanız siz finansal olarak yeterince büyük bir devlet değilsinizdir. Türkiye kabuğunu kırmış, tüylenen, kanatları yeni yeni çıkmaya başlayan bir devlettir. Daha uçmayı öğrenirken aşağıdaki fili yakalayıp kaldırmaya kalkarsanız tırnaklarınız kırılır.
-Şu an öyle miyiz?
Evet öyleyiz. Herkesin bir enerjisi vardır ve her yere yetmez. Türkiye şu an her yerde. Asya’da, Afrika’da, Ortadoğu’da... Agresif olursanız her yerde olmanıza müsaade etmezler ve sizin de onu savunacak, kendinizi koruyacak gücünüz olmaz. Gücünüz az ise ya bir yerlere odaklanacaksınız ya da dikkat çekmemeye çalışacaksınız. Bugün Türkiye’nin Ortadoğu’da başat aktör olacak gücü henüz yok. Türkiye büyük bir gücün veya ittifak sisteminin parçası olabilir. Bölgesel bir güçle, -İran’la, Suudi Arabistan’la vs-. birlikte hareket edebilir veya Amerika ya da Rusya’yla birlikte hareket edebilir, ittifaklarla bir şey yapabilir. Ama tek başına başat aktör, tek belirleyici olamaz. Ama yarın olacak inşallah.
-Niçin olamaz?
Çünkü ilgisi ve bilgisi yok. Bilgisiz hiçbir yerde operasyon yapılamaz. Bir de Ortadoğu’da bağımsız aktör sayısı çok az. Vekiller sistemi çalışıyor. Sisi dediğiniz adam tek başına hareket etmiyor. Uluslararası bir gücün franchise’ini yapıyor.
-Ortadoğu’da Türkiye neden yalnız kaldı?
Türkiye önce güçlü olduğu alanları tespit etmeli. Bizim güçlü olduğunuz alan yumuşak güç dediğimiz, ‘softpower’ denilen alan. Türkiye, Ortadoğu için bir ilham kaynağı. Türkiye’nin başarısı demokrasiyle İslam’ı birleştirebilmesinde gizli. Doğu’yu Batı’yı sentezleyebilmesi. Avrupa Birliği’ne girebilme gayreti. Yumuşak gücümüz yine dizilerimiz, sporumuz, ticaretimiz, kültürel ve sosyal ürünlerimiz. Türkiye siyasî alanda ise yumuşak gücüyle kıyasladığınız zaman bu kadar inisiyatif alanı geniş bir ülke değil. Softpower’dan siyasî ve askerî alana sert bir şekilde geçer, taraf olmaya başlarsanız yalpalarsınız. Sert dış politika izleyecekseniz bunun araçlarının da olması lazım. Araçlarınız yoksa üzerinize sadece öfke çekersiniz, korkutursunuz.
Ortadoğu’da operasyon yapacak güç ve esneklikte çok iyi bir ordunuz, çok iyi bir istihbaratınız yoksa, diplomasiniz o ülkenin kılcal damarlarına sinmemişse, sokakları ele geçiremiyorsanız, o ülkenin yönetim kademesinde sizi tutan insanlar yoksa, o ülkeyle ilgili siz taraf olmayın. Olursanız bu işten zarar görebilirsiniz. Güçlüyseniz iki kavga edeni havaya kaldırırsınız. Ama cılızsanız bu halinizle iki kavga edenin arasına girerseniz ikisi de size zarar verebilir, kavgayı ayıramazsınız. Türkiye, Suriye’de oyuna geldi. Batı arkamdan gelir diyerek çok fazla öne çıktı. Batı, Türkiye’yi ateşin ortasına itti ve kaçtı.
-Yine bu süreçte İran’ın sırt çevirdiğini görüyoruz.
Eski Ortadoğu, çatışmalar üzerine kuruludur. Türkiye, iyi niyetle bölgeyi barışcıl araçlarla yeniden inşa edebilir miyim diye yola çıktı. Burada da ikna edilmesi gereken iki aktör vardı: İran ve İsrail. Eski Ortadoğu’nun ana taşıyıcısı bu iki devlettir. Buranın yeniden inşa edilmesinde en büyük zararı İran’daki rejim görür. Şimdi Türkiye neyi hedeflediğini bence iyi düşünmeliydi o günlerde. O zaman yetkili bir isme sormuştum: “Bir sistemi yıkıp yerine yeni bir sistem kurmayı hayal ediyorsunuz. Eski sistemin sahipleri arasında Avrupa, Amerika, İran, İsrail var. Bir şeyi yıkıp bir şeyi yeniden inşa ettiğiniz zaman bundan kâr edenler olacak, zarar edenler olacak. Onlar buna müsaade etmezse ne yapacaksınız?” “Müsaade ederler. Herkesin işine gelir.” dedi. Herkesin işine gelse onlar değiştirirler. Türkiye’nin hesaba katmadığı husus budur. Ortadoğu’daki eski düzenin sahibi evin değişmesine müsaade etmiyor. “Evi ben değiştiririm” diyor. Şu anda da değiştiriyor. Arap Baharı denilen şey odur.
-Türkiye’nin dahil olması istenmiyor mu?
Türkiye karıştırılmıyor. Karışsın istenmiyor. Suriye’de olayın içindeymiş gibi görünüyor ama olayın dışında bırakıldı. Mısır’da da Türkiye dışarıda bırakılıyor. Bugünkü duruşuyla belki de Mısır’da arabulucu olma şansı da kalmayacak. Emin olun Türkiye’nin tepkisiyle Mısır’daki aktörler olgunlaşmayacak. İnsanların üzerine silahla ateş ediliyor. Şu ana kadar binden fazla kişi öldürülmüş, 5 bin kişi de ölse umurlarında olmaz. Suriye’de 100 bin insan öldü umurunda mı Esed’in? Bunu anlamamız lazım. Bana Ergenekon davalarının en ateşli zamanında bir emekli general, “Sedat, bu ülkede 35 milyon insan; liboşlar, Kürtler, cemaatçiler, şunlar, bunlar... ölürse ülke daha güçlü olur.” demişti. Şimdi bakın Sisi’nin kafası aynı kafadır. 12 Eylül sabahı insanlar sokağa çıksaydı, Kenan Evren gözünü kırpmadan bin kişiyi, iki bin kişiyi öldürtebilirdi.
Türkiye bence oyunu açık kartlarla oynuyor. Dış politikada çok dürüst, çok dobra, çok açık bir duruşu var. Bu duruş tartışılmalıdır. Ayrıca Türkiye’nin bu duruşu bölgede devletleri korkutuyor. Ortadoğu’da özellikle statüko yanlısı Suudi Arabistan gibi Körfez ülkeleri Türkiye’den korkmaya başladı. İran da korkuyor. Birçok yerde Türkiye ile ilgili karışık duygular var ve bu duygular İsrail, İran tarafından ve kısmen Batı tarafından kışkırtılıyor. Mavi Marmara ile başlayan uğraşlar Türkiye’ye küçük küçük zararlar verdi. Ama bu zarar her geçen gün büyüyor.
-Dış basında Erdoğan aleyhine yayınların dozunun arttığını görüyoruz. Türkiye nerede hata yaptı?
Türkiye, son yıllarda Ortadoğu’ya adeta sürüklendi. Ortadoğu’nun bir öneminin olması dış politikamızda normaldir. Elbette ilgileneceksiniz. Ama Türkiye’nin güneyinde Suriye çöktü, Irak çöktü, İran uluslararası sistemin meşru bir aktörü gibi algılanmıyor. Rusya’yla Suriye meselesinden dolayı iyi ilişkiler içinde olduğumuz söylenemez. Türkiye’nin bu türbülansta bir çapaya ihtiyacı var. O çapa neresi olacak? Uluslararası kurumlar olur. Avrupa Birliği olur. Yine Türkiye’nin NATO çapasını güçlü kullanması lazım. İsrail’le bozulan ilişkilerimiz dolaylı olarak Amerika’daki dış siyaset ve savunma karar alıcıları ile ilişkilerimizi sekteye uğrattı. Türkiye, AB’ye karşı ‘Gerekirse çeker gideriz’ blofünü gereğinden fazla kullandı. Hatta BM Güvenlik Konseyi’ne sert çıkışları oldu. Sonuçta Türkiye’ye karşı operasyonlar başladı. Şimdi birileri Erdoğan’dan bir Ahmedinecat, bir Hizbullah lideri çıkarmaya çalışıyor. AK Parti’yi bir İslamcı, bir Hamas gibi algılatma çabası var Batı’da. Bu operasyonun bir başka hedefi Türkiye’yi diktatörlük gibi gösterme çabası. Bu operasyonlar yeni de değil. 2002’de AK Parti iktidara geldiğinde de benzer girişimler oldu. O dönemde hükümetin Avrupa’yla ilişkilerinin çok iyi olması bunları hep kırdı. Ama bugün geldiğimiz noktada Türkiye bu çapaya sahip değil.
Hükümet terör ve Kürt meselesini çözme konusunda bir iradeye sahip. 2002’den beri çözmeye çalışıyor. Fakat terör ayrı bir iştir. PKK’da silahsız mücadele iradesi mevcut değil. Başından beri hedefleri ayrı bir devlet ve yöntemleri şiddet. Burada gram sapma yok. Öcalan dışarı çıkmak istiyor.
-Öcalan ‘Bir devlet talebimiz yok’ dedi. Nevruz’da barış mesajları verildi. Bu doğru değil mi?
PKK’nın nihai hedefi devlet kurmaktır. Öcalan, orta vadede özerklik, uzun vadede bağımsızlık istiyor. Bu, değişmez bir hedeftir. Yöntem silahtır. Silahını bazen kullanır, bazen de gölgesi ile korkutur. Başka bir aracı yoktur. Kürt meselesi ile terör ve Güneydoğu meselesi üç farklı konudur. Çözüm sürecinde Türkiye tarafının iradesi var ama PKK tarafında böyle bir irade mevcut değil. PKK Türkiye’deki bu iradeyi taktik olarak kullanıyor, istismar ediyor. Amaçlarına ulaşabilmek için adım adım ilerlemeye çalışıyor. PKK’nın süreçte yaptığı tek şey silahların kullanımını yüzde 95 azaltmak oldu. Onun dışında faaliyetlerini durdurmadılar, arttırdılar.
-Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulması süreci nasıl etkiler?
Şu an hem Kuzey Irak’ta hem Suriye’de bir Kürt devleti olmasında Türkiye bir beis görmüyor. Burada bir kabullenme, mecbur kalma da var. Çünkü Bağdat ve Şam, Irak ve Suriye’ye hakim olamıyor. PKK da bundan yararlanmak istiyor. Barzani’ye ‘Burada da ben devlet kurayım’ diyor. Bunun çekişmesi var. Öcalan dışarı çıkıp Barzani’nin önüne geçmek, Atakürt olmak istiyor.
Herkes Kürt siyasetinin patronu olmak istiyor. Türkiye de o patron olmak isteyenlerden biri. Suriye’deki Kürtleri yanımıza çekmek istiyoruz. Türkiye, Kürtleri İran’a ve Suriye’ye kaptırmama gayreti içerisinde. İyi niyetli bir çalışma yapıyor. PYD, Türkiye’ye dokunmasa Suriye’de bir devlet kurmasına yardım bile edebilir. Ama bunlar iyi niyetli okumalar. Bence biraz da naif okumalar. İyi niyetli ama yeterince realist değil
-Barış süreciyle birlikte Kürt sorununda nasıl bir aşamaya gelindi?
Çözüm sürecine baktığımızda Güneydoğu Anadolu bölgesinde romantik Kürt milliyetçiliğinin taban genişlettiğini görüyoruz. PKK, kendi dışında bir gurubu yaşatmaz. Mahalle baskısı kuruyor. En büyük sıkıntı sokağın PKK’nın sivil unsurlarına terk edilmesi. Bugün bölgede PKK’nın karşısında yer alan insanlar “devlet bizi PKK’ya mı terk ediyor?” endişesi duyuyor. Şu anda bölgedeki pek çok çevrede şöyle bir görüş var, “PKK burada özerk yapı kuracak.” İnsanlara şöyle propaganda yapılıyor, “Bu devletin polisi olmak isterseniz şimdiden adınızı yazdırın”. Bir kısmı adını yazdırıyor, bir kısmı da çocuğunu iş güç sahibi olsun diye dağa gönderiyor. Örgüte iş kapısı olarak bakılmaya başlandı.
-PKK’yla masaya oturmak dışında çözüm nedir?
‘Ben örgütle anlaşıp sorunu çözerim’ anlayışı doğru değil. Devletin örgütü değil, Kürt vatandaşları muhatap alması lazım. Onun ihtiyaçlarını gidermesi lazım. Türkiye hiçbir dönemde çok etkili askerî ve polisiye faaliyetleri demokratik reformlarla birlikte yürütmedi. Asker geçmişte etkili bir mücadele vermedi. Öldürme, etkili mücadele değildir. İşkence yapmak güvenlik politikası değildir.
AK Parti’yi içeriden çökertmeye çalışanlar var!
11 yıldır iktidarda olan AK Parti’nin dışarıdan saldırılarla yıkılamayacağı, sandıkta devrilemeyeceği az çok anlaşıldı. Başka bir yöntem deneniyor. Suret-i haktan görünen birtakım insanlar kendisini oluşturan koalisyon unsurlarını hedef olarak gösteriyor. Partiyi oluşturan saflarda itiş kakış oluşturmaya çalışılıyor. Dışarıdan bakıldığında bir grup, iki grup görülüyor ama bu daha da geniş. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu demişti ki “Ben fark ettiğimde partim çoktan sürülmüştü.” AK Parti’de de böyle bir misyon kırılması hedefi var. Operasyonun en önemli ayağını bu oluşturuyor. Bir ülkenin en büyük partisi olursunuz da içinizde derin çeteleşme izleri, istihbarat operasyonları olmaz mı? AK Parti’de sürülmüş tarlalar var. Orada da partiyi içeriden çökertmeye çalışan gruplar mevcut. İnsan iktidar olduğu zaman her şeye hakim olduğunu zannediyor. Her yerin atamasını ben yaptım, bütün bakanları, müsteşarları, askerleri ben atadım, her şeye hakimim sanabiliyor insan. Oysa böyle değildir. AK Parti dönemi sıfırdan yazılmış bir dönem değildir. Bir yapı üzerine gelmiştir. Buradaki insanlar buharlaşmamıştır. Türkiye şu anda uluslararası operasyonların nesnesi konumunda. Çok ciddi iç operasyonların hedefi konumunda . Böyle ortamlarda etrafınızı sıkı tutmanız gerekir. Burada AK Parti’nin karşılaşacağı en büyük tehlike, üzerine dayandığı kaideyi küçültmektir. Koalisyonu daraltmaktır. Bu, seçimlerde alınan oyla da ölçülecek bir durum değil.
Türkiye’de olayları birkaç boyutlu görememe sorunu var. Her ilde sokak gösterileri varsa sebebi bir tane olamaz. Bir toplumsal patlama olduğu muhakkak. Çaresiz kalmış, seçilme ümidini kaybetmiş bir muhalefet var. CHP’nin çok fazla çaresiz bırakıldığını düşünüyorum. İkincisi, iktidar yıpranması var tabii ki. Benim nesil için Erdoğan yeni bir yüz. Ama bu nesil için değil. Adam ortaokulu bitirmiş, liseyi bitirmiş, Erdoğan başbakan. Evlenmiş, çocuk sahibi olmuş, Erdoğan başbakan. Ondan dolayı da AK Parti’nin kendisini yenilemesi, toplumu heyecanlandırması gerekir.
-İddia edildiği gibi komplo var mı?
Komplo dediğimiz, dış müdahale dediğimiz şeyler bir ülkede olmayan bir şeyi var etme değildir. Bir ülkede bir sorun vardır. Aktörlerden birine destek olursunuz, kavga alevlenir gider. Kimse neyin ne olduğunu anlamaz. Gezi olaylarına bakıldığında olaylar bütün şehirlere yayıldı. Örgütlü çalışma olduğu, dış destek olduğu, iç hazırlık olduğu açıktı. Olaylara katılanların bir kısmının kullanıldığı, hükümeti değiştirmek gibi bir niyetlerinin olmadığı da aşikârdı. Ama burada yapılmak istenen şuydu: Başbakan’ın ofisi basılmak istendi. Ofis basılıp camlardan resmî kâğıtlar dışarı atılacaktı. Böylece ülkede otorite yok, hükümet çökmüştür izlenimi oluşturulacaktı. Onun üzerine bir şeyler inşa edilecekti. Şimdi sokağın tadı alınmıştır ve ondan vazgeçilecek değildir. Bundan sonra Türkiye tetikte olmak zorundadır. Yerel seçimlere doğru olaylar artırılmak istenecektir. Suikast girişimleri her zaman için etkili bir araçtır. Türkiye’de Ergenekon davasının başlamasıyla suikastlar kesilmiştir. Yeniden bunu canlandırma gayretleri var. Başbakan’ı ve hükümeti sinirlendirmek hedefi de vardır. Çünkü sinirlenen insan daha çok hata yapar.
-Gezide hedef AK Parti’den çok Erdoğan’dı. Bunun anlamı neydi?
Erdoğan hedef alındı, AK Parti içerisine bir tür mesaj verilmeye çalışıldı. “Siz Erdoğan’ı satın, terk edin. Onun yerine başkasını koyun.” dendi Bir anlaşma önerisiydi aslında. Türkiye iç siyasetine yönelik hedef ise bir koalisyon oluşturabilmek. Çünkü koalisyon olduğu zaman onu yönetmek daha kolay oluyor.
-Hükümetin yanlışları yok muydu?
Bir yerde başarısızlık varsa hata da vardır. Orada ölen insanlar varsa birtakım başarısızlıklar da vardır. Başta iletişim olmak üzere kriz yönetimi iyi değildi. Olayın içinde komplo var. Ama komplo deyip kendi eksiklerimizi görmezden gelirsek en büyük komployu kendimize kurmuş oluruz. İkincisi de bu kadar büyük çaplı komplolar sadece ve sadece vahim sorunların olduğu yerlerde uygulanabilir. Gösteriler sizin bütün kentlerinizde bir anda düzenlenebiliyorsa sizin orada siyaset güvenlik açığınız vardır.
-Okulların açılması, maçların başlamasıyla sokağın sıcak tutulacağı konuşuluyor.
Formal siyasetle muhalefet zor görünüyor, sokak üzerinden muhalefet yapılmak istenecek. Örtülü operasyon yapmak isteyenler destekleyecekler bunu. Meşru aktörler de sokağı en doğal siyaset yapma yeri olarak görmeye başladılar. Bu eylül ve ekimle birlikte hızlanır. Yerel seçimlerle birlikte artarak devam eder. Bir de buna yapabilirlerse KCK, PKK gibi Kürt meselesinin sokağa taşınması eklenebilir.
-Üniversitelerde polisiye tedbirlerin artırılması gündemdeydi. Bu çözüm mü?
Üniversitede polis, jandarma yok değil ki. Bu işin polisiye kısmı şudur: İnsanlar Taksim’de toplanmadan polis bunun istihbaratını alır ve önler. Burada toplumsal ve siyasal sorun var. Çaresi de siyasal ve toplumsaldır. O araçlarla bu mesele önlenir. Polisiye çözüm yolları ararsanız olayları büyütürsünüz.
-Gezi olaylarına verilen dış destek, medyanın buradan saatlerce yayın yapması, ne anlama geliyor?
Tarihin bu kavşak noktasında birbirinden çok farklı aktörlerin Türkiye’deki hesapları örtüştü. Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması ve hükümetin değiştirilmesi konusunda birleştiler. Bu ülkelerden biri İsrail. Batı dünyasında da özellikle Almanya, Türkiye’nin terbiye edilmesini istiyor. Türkiyenin haddini aştığını düşünüyor. Çünkü Türkiye’nin Almanya hususunda çok sert çıkışları oldu. Yine ABD’de Neocon çevrelerin sivil toplum üzerinden sokak hareketlerini desteklediğini görüyoruz. İlginç bir şekilde bunlarla çok uyumlu olmayan aktörler Suriye, İran ve Rusya’nın da benzer düşünceleri oluştu. İran meseleye ölüm-kalım meselesi olarak baktı. Türkiye’de Alevi meselesinin kışkırtılmasında bu aktörlerin çok ciddi rolleri olmuştur. Şu anda tarihin garip bir kavşağındayız. DHKP-C ile Hizbullah, İran ile CHP, Suriye’de aynı düşünüyor. İran’la İsrail, Amerika’yla Suudi Arabistan ve Rusya, Mısır’da aynı düşünüyor.
-Nasıl bir tavır sergilenmeli ki Türkiye bu dönemeci az hasarla atlatsın?
Evvela en iyi savunma kendinizi güçlendirmektir. Gücün kaynağı ise asker, ordu veya polis değildir. Bir ülkeyi güçlü yapan insanların o ülke için gönüllü bağlılığıdır. Türkiye’nin fay hatları belli. Biri mezhepsel boyutlu. Burada atılacak basit adımlar var. Vakit geçirilmeden bu adımlar atılmalıdır. İkincisi etnik hat. Üçüncü olarak dindarlar ile dindar olmayanlar arasında bir ilişki var. Karşılıklı olarak insanların korkularını yenmek lazım. Türkiye’nin sorunlarının çözümü ortak mutabakat alanını genişletmekte yatmaktadır. Siyasetin dili Türkiye’nin gayri safı milli hasılası nasıl artacak, Türkiye’de eğitimin kalitesi nasıl yükselecek, hastanelerde sorunlar nasıl giderilecek, buraya kaymak zorundadır. Dilin yumuşaması lazım.
Laçiner, şimdilerde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin (ÇOMÜ) rektörlüğünü yapıyor. Türkiye kritik bir süreçten geçiyor. Geçtiğimiz günlerde yaşanan Gezi Parkı olayları tansiyonu yükseltti. Barış sürecinin nereye evrileceği konusunda soru işaretleri var. Hemen yanıbaşımızdaki Suriye’deki iç savaş her geçen gün kızışıyor. Mısır’da ordunun yönetime el koyması ve Mursi taraftarlarını katletmesi yine bizi yakından ilgilendiriyor. Laçiner’le Mısır, Gezi olayları ve barış süreci özelinde konuştuk.
-Mısır’da darbe oldu, protestolar silahla susturulmaya çalışılıyor. Olan biteni nasıl görmeliyiz? Siz nasıl açıklıyorsunuz?
Olan biteni anlamak için Ortadoğu’ya bakmamız gerekiyor. 2003’te Amerika’nın müdahalesi ile Irak iç savaşa girdi. Bu savaş, mezhep temelli olarak inişli-çıkışlı devam ediyor. Kuzeyde bir Kürt devleti kuruldu. Benzer bir kader Suriye’de yaşanıyor. İç savaş, mezhep temelli olarak şekil alıyor. Bu iç savaş, Irak’taki gibi 8-10 yıl devam edecek gibi görünüyor. Aynı şekilde Arap dünyasının en büyüğü Mısır’da da bugün iç savaş havası oluştu.
-Müslüman Kardeşler, Amerika’nın da desteğini almıştı. Bir yılda ne oldu? Mursi’denneden vazgeçildi?
Arap Baharı denilen sokak olaylarına kimi demokratikleşme dalgası olarak baktı, kimi de halk hareketi... Ben başından beri olayları kontrollü patlatma olarak değerlendirdim. Ortadoğu’da değişimin başladığı nokta Arap Baharı değil, 11 Eylül’dür. Ortadoğu’daki bütün kırılmalar, domino taşı gibi birbirini etkilemeler, 11 Eylül’den sonra Amerika’nın Irak’a girmesiyle başlamıştır. Bugün bölgede yaşananlar bunun devamıdır. Bush yönetimi Ortadoğu’ya doğrudan müdahaleyi tercih etti. Irak’a girdikten sonra da şu söylendi: “Bundan sonraki hedeflerimiz şer ekseni; Suriye, İran ve Kuzey Kore’dir.” Dolayısıyla o dönemde en çok üzerinde tartışılan konulardan biri, “Suriye’ye nasıl gireriz?” idi. İsrail’in de arzusu bu yöndeydi. “Suriye’ye girilmezse bu iş yarım kalır.” dendi. Ama burada beklenmedik bir husus ortaya çıktı. Irak Savaşı çok maliyetli oldu. Irak’ta Amerika 11 Eylül saldırılardan daha fazla kayıp verdi. Afganistan ve Irak Savaşı’nın maliyeti 5 trilyon dolar olarak hesaplanıyor. Bu da 6-7 tane Türkiye demek. Bu hiçbir ekonominin kolay kolay kaldırabileceği bir maliyet değildir.
-Yöntem mi değiştirdi Amerika?
Maliyeti çok yüksek olunca Amerika’da bir grup insan bu yöntemin doğru olmadığını düşünmeye başladı. Obama’nın iktidara gelişi, Bush’un hedeflerinden çok, yöntemlerine bir reaksiyondur. Obama iktidara geldiğinde Demokratların Ortadoğu önceliklerine baktığınızda Bush’unkiyle aynı olduğunu görürsünüz.
-Bu öncelikler neydi?
İsrail’in güvenliği, Batı karşıtı grupların oluşmaması, İslam’ın radikalleşmemesi, kontrol altında tutulması, gaz ve petrol gibi kaynakların Batı’nın kontrolünde olması, akışın devam etmesi... Bir diğer konu da ‘Ortadoğu modernleşmek, demokratikleşmek zorundadır’ düşüncesi.
-Bunu niye istiyorlar peki?
Kontrollü bir şekilde demokratikleşme olmazsa patlama olur. Bu patlamanın nerede biteceği de bilinemez. Burada da tereddütler oldu. Yani Ortadoğu’ya sandık kurarsanız sadece İslam çıkar dendi. Obama döneminde Amerika’nın dış politika hedefi daha az doğrudan müdahale, daha az maliyetli operasyonlardır. Ama Bush’un bütün hedeflerinin gerçekleştirilmesi şeklindedir. Yöntem farklıdır. Bush demiştir ki “Ortadoğu’da rejimleri, liderleri, gerekirse sınırları değiştireceğiz.” Bunu Condoliza Rice’ın ağzından deklare de etmişlerdir. Şu anda Ortadoğu’da yaşanan Bush’un başlattığının farklı şekiller altında devamıdır.
-Halktan bir talep yok mu? Bunu dış güçle mi, komployla mı açıklayacağız?
Yönlendirme var. Komplonun Ortadoğu’da olmadığını düşünmek için saf olmak lazım. Her şeye komplo demek de doğru değil. Dış müdahaleler, dış müdahaleye uygun yerlerde olur. Bunun en uygun olduğu yer de Ortadoğu’dur. Arap Baharı’nda halkın talepleri elbette çok güçlüydü. Setin arkasındaki coşkun bir su gibi seti zorluyordu. O baskıyı zaman zaman Batı kullanıyordu. İdarecilere “Sana destek vermezsem selin altında kalırsın.” diyordu. Diktatörler de “Bana destek vermezseniz İslamcı bir hükümet çıkar.” diye kendini sağlama almaya çalışıyordu. Mısır’da iki yıl önce darbevari bir devrim yapıldı. ‘Kontrollü patlatma’ dememin nedeni odur. Bazı kapaklar büyük oranda Batı’nın ve ordunun kontrolünde açıldı, setin arkasındaki su serbest bırakıldı.
-Mursi’ye iktidarın bırakılması bir oyun muydu?
Ordu denetiminde bir devrim olur mu? Bu ülkelerde ordu, rejimin sahibidir. Özellikle Mısır’da tek parti iktidarı vardır. Bu ordu ülke ekonomisinin üçte birine sahip. Arazileri, işletmeleri var. Cumhurbaşkanı da hep ordudan çıkıyor. Böyle bir ülkede siz devrim yapacaksınız ve ordu sizin muhafızınız olacak. Hiçbir ordu kendi kendine darbe yapmaz. Bu gerçek bir devrim değildi. Halkın enerjisinin kontrollü bir şekilde dışa salınımıydı. Seçimlerde ordunun ve Batı’nın adayı kazanamadı. Müslüman Kardeşler’in destek verdiği Mursi seçildi.
-ABD başlarda sandığı kabullenmek zorunda mı kaldı?
Amerika, seçilmiş bir idare istiyordu. Ama seçilecek kişi Batı yanlısı olacak, İsrail’e zarar vermeyecek, radikallik unsurları taşımayacaktı. Müslüman Kardeşler, ABD’yi, orduyu ve ülkedeki farklı grupları mutlu edemedi. İletişim hataları oldu. Kısa sürede sonuçtan kimse memnun olmadı. Ekonomi zaten bozuktu ve böyle bir ortamda darbe şartlarını oluşturmak hiç de zor olmadı.
-Ama bir yılda bu nasıl mümkün olur?
Bir yıl değil, birkaç ayda gidişat belli oldu. Zaten Mursi’nin ayakta kalması çok zordu. Başından beri Mursi’yi devirmek istiyorlardı. Şimdi Batı’nın ve Arap dünyasındaki işbirlikçisi yerel grupların bakış açısı şöyle: Bu ülkelerde seçim olsun ama seçimlerde mümkünse Batı yanlısı seküler birileri gelsin. Ilımlı İslam da olabilir. Eğer İslamcılar çıkarsa darbe dahil her şey mubahtır.
-Bugün bu mu yaşanıyor?
Daha önce de kısmen uygulanmıştı. Cezayir örneği var. 28 Şubat’la Türkiye’ye mesaj verilmişti. Batı’yla uyumlu olabilecek bir İslam mümkün mü? Hep bu arayış var. Hem sandıktan çıksın hem bizimle uyumlu olsun. Olamayacaklarını hissettikleri an her türlü tahribatı yapıyorlar.
-Darbe sonrası Mısır’da yüzlerce, kimi kaynaklara göre binlerce kişi öldürüldü. Cılız tepkiler dışında AB ve ABD’den hiçbir ses çıkmıyor. Bunu nasıl okumalı?
İsrailci lobi Batı dünyasında geniş bir kitleyi ikna etmiş vaziyette. Amerika’da, Avrupa’da, Ortadoğu ile ilgili her 10 kitaptan yedisinin İsrail kökenli yazarlar tarafından yazıldığını görürsünüz. İsrail çok uzun süredir bu alana yatırım yapıyor. Türkiye de bunu yapabilirdi. Her yıl üç-beş kişiye Batı üniversitelerinde bu alanda doktora yaptırmış olsaydık bugün farklı olurdu. Bugüne kadar Türkiye’nin bu yönde ciddi bir yatırımı olmadı. Buna karşın tanımadığımız bölgeyle ilgili olarak çok iddialı politikalarımız var.
SORUNUMUZ KENDİMİZİ ABARTMAK!
-Türkiye bölgeyi tanımıyor mu? Ağabeylikten, rol modellikten bahsediliyordu. Nerede hata yaptık?Burada iki mühim sorun var. Birincisi, kendimizi abartmak.Türkiye, henüz büyük bir devlet değildir. Yani Türkiye bir Almanya, bir Amerika, bir Rusya değildir. Türkiye, orta büyüklükte bir devlettir. Türkiye’nin tek başına Suriye’yi hallaç pamuğu gibi havaya atacak bir gücü yoktur. Bu, güç meselesidir.
-Güç derken ekonomiyi mi kastediyorsunuz?
Türkiye’de yüz büyük şirketi toplayın, Amerika’da bir şirket kadar etmiyorsa siz büyük değilsinizdir. 500 şirketiniz Amerika’da büyük bir firma kadar etmiyorsa, orada haddinizi bilmeniz gerekir. Almanya gibi bir ülkede finansal operasyon yapamıyorsanız siz finansal olarak yeterince büyük bir devlet değilsinizdir. Türkiye kabuğunu kırmış, tüylenen, kanatları yeni yeni çıkmaya başlayan bir devlettir. Daha uçmayı öğrenirken aşağıdaki fili yakalayıp kaldırmaya kalkarsanız tırnaklarınız kırılır.
-Şu an öyle miyiz?
Evet öyleyiz. Herkesin bir enerjisi vardır ve her yere yetmez. Türkiye şu an her yerde. Asya’da, Afrika’da, Ortadoğu’da... Agresif olursanız her yerde olmanıza müsaade etmezler ve sizin de onu savunacak, kendinizi koruyacak gücünüz olmaz. Gücünüz az ise ya bir yerlere odaklanacaksınız ya da dikkat çekmemeye çalışacaksınız. Bugün Türkiye’nin Ortadoğu’da başat aktör olacak gücü henüz yok. Türkiye büyük bir gücün veya ittifak sisteminin parçası olabilir. Bölgesel bir güçle, -İran’la, Suudi Arabistan’la vs-. birlikte hareket edebilir veya Amerika ya da Rusya’yla birlikte hareket edebilir, ittifaklarla bir şey yapabilir. Ama tek başına başat aktör, tek belirleyici olamaz. Ama yarın olacak inşallah.
-Niçin olamaz?
Çünkü ilgisi ve bilgisi yok. Bilgisiz hiçbir yerde operasyon yapılamaz. Bir de Ortadoğu’da bağımsız aktör sayısı çok az. Vekiller sistemi çalışıyor. Sisi dediğiniz adam tek başına hareket etmiyor. Uluslararası bir gücün franchise’ini yapıyor.
-Ortadoğu’da Türkiye neden yalnız kaldı?
Türkiye önce güçlü olduğu alanları tespit etmeli. Bizim güçlü olduğunuz alan yumuşak güç dediğimiz, ‘softpower’ denilen alan. Türkiye, Ortadoğu için bir ilham kaynağı. Türkiye’nin başarısı demokrasiyle İslam’ı birleştirebilmesinde gizli. Doğu’yu Batı’yı sentezleyebilmesi. Avrupa Birliği’ne girebilme gayreti. Yumuşak gücümüz yine dizilerimiz, sporumuz, ticaretimiz, kültürel ve sosyal ürünlerimiz. Türkiye siyasî alanda ise yumuşak gücüyle kıyasladığınız zaman bu kadar inisiyatif alanı geniş bir ülke değil. Softpower’dan siyasî ve askerî alana sert bir şekilde geçer, taraf olmaya başlarsanız yalpalarsınız. Sert dış politika izleyecekseniz bunun araçlarının da olması lazım. Araçlarınız yoksa üzerinize sadece öfke çekersiniz, korkutursunuz.
SURİYE’DE OYUNA GELDİK
-Şu an olan biten bu mu?Ortadoğu’da operasyon yapacak güç ve esneklikte çok iyi bir ordunuz, çok iyi bir istihbaratınız yoksa, diplomasiniz o ülkenin kılcal damarlarına sinmemişse, sokakları ele geçiremiyorsanız, o ülkenin yönetim kademesinde sizi tutan insanlar yoksa, o ülkeyle ilgili siz taraf olmayın. Olursanız bu işten zarar görebilirsiniz. Güçlüyseniz iki kavga edeni havaya kaldırırsınız. Ama cılızsanız bu halinizle iki kavga edenin arasına girerseniz ikisi de size zarar verebilir, kavgayı ayıramazsınız. Türkiye, Suriye’de oyuna geldi. Batı arkamdan gelir diyerek çok fazla öne çıktı. Batı, Türkiye’yi ateşin ortasına itti ve kaçtı.
-Yine bu süreçte İran’ın sırt çevirdiğini görüyoruz.
Eski Ortadoğu, çatışmalar üzerine kuruludur. Türkiye, iyi niyetle bölgeyi barışcıl araçlarla yeniden inşa edebilir miyim diye yola çıktı. Burada da ikna edilmesi gereken iki aktör vardı: İran ve İsrail. Eski Ortadoğu’nun ana taşıyıcısı bu iki devlettir. Buranın yeniden inşa edilmesinde en büyük zararı İran’daki rejim görür. Şimdi Türkiye neyi hedeflediğini bence iyi düşünmeliydi o günlerde. O zaman yetkili bir isme sormuştum: “Bir sistemi yıkıp yerine yeni bir sistem kurmayı hayal ediyorsunuz. Eski sistemin sahipleri arasında Avrupa, Amerika, İran, İsrail var. Bir şeyi yıkıp bir şeyi yeniden inşa ettiğiniz zaman bundan kâr edenler olacak, zarar edenler olacak. Onlar buna müsaade etmezse ne yapacaksınız?” “Müsaade ederler. Herkesin işine gelir.” dedi. Herkesin işine gelse onlar değiştirirler. Türkiye’nin hesaba katmadığı husus budur. Ortadoğu’daki eski düzenin sahibi evin değişmesine müsaade etmiyor. “Evi ben değiştiririm” diyor. Şu anda da değiştiriyor. Arap Baharı denilen şey odur.
-Türkiye’nin dahil olması istenmiyor mu?
Türkiye karıştırılmıyor. Karışsın istenmiyor. Suriye’de olayın içindeymiş gibi görünüyor ama olayın dışında bırakıldı. Mısır’da da Türkiye dışarıda bırakılıyor. Bugünkü duruşuyla belki de Mısır’da arabulucu olma şansı da kalmayacak. Emin olun Türkiye’nin tepkisiyle Mısır’daki aktörler olgunlaşmayacak. İnsanların üzerine silahla ateş ediliyor. Şu ana kadar binden fazla kişi öldürülmüş, 5 bin kişi de ölse umurlarında olmaz. Suriye’de 100 bin insan öldü umurunda mı Esed’in? Bunu anlamamız lazım. Bana Ergenekon davalarının en ateşli zamanında bir emekli general, “Sedat, bu ülkede 35 milyon insan; liboşlar, Kürtler, cemaatçiler, şunlar, bunlar... ölürse ülke daha güçlü olur.” demişti. Şimdi bakın Sisi’nin kafası aynı kafadır. 12 Eylül sabahı insanlar sokağa çıksaydı, Kenan Evren gözünü kırpmadan bin kişiyi, iki bin kişiyi öldürtebilirdi.
TÜRKİYE’YE KARŞI OPERASYONLAR BAŞLADI
-Türkiye mazlumun yanında duruyor. İlkeli bir davranış değil mi bu?Türkiye bence oyunu açık kartlarla oynuyor. Dış politikada çok dürüst, çok dobra, çok açık bir duruşu var. Bu duruş tartışılmalıdır. Ayrıca Türkiye’nin bu duruşu bölgede devletleri korkutuyor. Ortadoğu’da özellikle statüko yanlısı Suudi Arabistan gibi Körfez ülkeleri Türkiye’den korkmaya başladı. İran da korkuyor. Birçok yerde Türkiye ile ilgili karışık duygular var ve bu duygular İsrail, İran tarafından ve kısmen Batı tarafından kışkırtılıyor. Mavi Marmara ile başlayan uğraşlar Türkiye’ye küçük küçük zararlar verdi. Ama bu zarar her geçen gün büyüyor.
-Dış basında Erdoğan aleyhine yayınların dozunun arttığını görüyoruz. Türkiye nerede hata yaptı?
Türkiye, son yıllarda Ortadoğu’ya adeta sürüklendi. Ortadoğu’nun bir öneminin olması dış politikamızda normaldir. Elbette ilgileneceksiniz. Ama Türkiye’nin güneyinde Suriye çöktü, Irak çöktü, İran uluslararası sistemin meşru bir aktörü gibi algılanmıyor. Rusya’yla Suriye meselesinden dolayı iyi ilişkiler içinde olduğumuz söylenemez. Türkiye’nin bu türbülansta bir çapaya ihtiyacı var. O çapa neresi olacak? Uluslararası kurumlar olur. Avrupa Birliği olur. Yine Türkiye’nin NATO çapasını güçlü kullanması lazım. İsrail’le bozulan ilişkilerimiz dolaylı olarak Amerika’daki dış siyaset ve savunma karar alıcıları ile ilişkilerimizi sekteye uğrattı. Türkiye, AB’ye karşı ‘Gerekirse çeker gideriz’ blofünü gereğinden fazla kullandı. Hatta BM Güvenlik Konseyi’ne sert çıkışları oldu. Sonuçta Türkiye’ye karşı operasyonlar başladı. Şimdi birileri Erdoğan’dan bir Ahmedinecat, bir Hizbullah lideri çıkarmaya çalışıyor. AK Parti’yi bir İslamcı, bir Hamas gibi algılatma çabası var Batı’da. Bu operasyonun bir başka hedefi Türkiye’yi diktatörlük gibi gösterme çabası. Bu operasyonlar yeni de değil. 2002’de AK Parti iktidara geldiğinde de benzer girişimler oldu. O dönemde hükümetin Avrupa’yla ilişkilerinin çok iyi olması bunları hep kırdı. Ama bugün geldiğimiz noktada Türkiye bu çapaya sahip değil.
ÖCALAN, ATAKÜRT OLMAK İSTİYOR
-Barış süreciyle ilgili ülke ikiye bölünmüş durumda. Siz sürecin geldiği noktayı nasıl görüyorsunuz?Hükümet terör ve Kürt meselesini çözme konusunda bir iradeye sahip. 2002’den beri çözmeye çalışıyor. Fakat terör ayrı bir iştir. PKK’da silahsız mücadele iradesi mevcut değil. Başından beri hedefleri ayrı bir devlet ve yöntemleri şiddet. Burada gram sapma yok. Öcalan dışarı çıkmak istiyor.
-Öcalan ‘Bir devlet talebimiz yok’ dedi. Nevruz’da barış mesajları verildi. Bu doğru değil mi?
PKK’nın nihai hedefi devlet kurmaktır. Öcalan, orta vadede özerklik, uzun vadede bağımsızlık istiyor. Bu, değişmez bir hedeftir. Yöntem silahtır. Silahını bazen kullanır, bazen de gölgesi ile korkutur. Başka bir aracı yoktur. Kürt meselesi ile terör ve Güneydoğu meselesi üç farklı konudur. Çözüm sürecinde Türkiye tarafının iradesi var ama PKK tarafında böyle bir irade mevcut değil. PKK Türkiye’deki bu iradeyi taktik olarak kullanıyor, istismar ediyor. Amaçlarına ulaşabilmek için adım adım ilerlemeye çalışıyor. PKK’nın süreçte yaptığı tek şey silahların kullanımını yüzde 95 azaltmak oldu. Onun dışında faaliyetlerini durdurmadılar, arttırdılar.
-Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulması süreci nasıl etkiler?
Şu an hem Kuzey Irak’ta hem Suriye’de bir Kürt devleti olmasında Türkiye bir beis görmüyor. Burada bir kabullenme, mecbur kalma da var. Çünkü Bağdat ve Şam, Irak ve Suriye’ye hakim olamıyor. PKK da bundan yararlanmak istiyor. Barzani’ye ‘Burada da ben devlet kurayım’ diyor. Bunun çekişmesi var. Öcalan dışarı çıkıp Barzani’nin önüne geçmek, Atakürt olmak istiyor.
ÖRGÜTE İŞ KAPISI OLARAK BAKILMAYA BAŞLANDI
-PYD lideri Salih Müslim iki kez Türkiye’ye geldi, yetkililerle görüştü. Yapılan nedir?Herkes Kürt siyasetinin patronu olmak istiyor. Türkiye de o patron olmak isteyenlerden biri. Suriye’deki Kürtleri yanımıza çekmek istiyoruz. Türkiye, Kürtleri İran’a ve Suriye’ye kaptırmama gayreti içerisinde. İyi niyetli bir çalışma yapıyor. PYD, Türkiye’ye dokunmasa Suriye’de bir devlet kurmasına yardım bile edebilir. Ama bunlar iyi niyetli okumalar. Bence biraz da naif okumalar. İyi niyetli ama yeterince realist değil
-Barış süreciyle birlikte Kürt sorununda nasıl bir aşamaya gelindi?
Çözüm sürecine baktığımızda Güneydoğu Anadolu bölgesinde romantik Kürt milliyetçiliğinin taban genişlettiğini görüyoruz. PKK, kendi dışında bir gurubu yaşatmaz. Mahalle baskısı kuruyor. En büyük sıkıntı sokağın PKK’nın sivil unsurlarına terk edilmesi. Bugün bölgede PKK’nın karşısında yer alan insanlar “devlet bizi PKK’ya mı terk ediyor?” endişesi duyuyor. Şu anda bölgedeki pek çok çevrede şöyle bir görüş var, “PKK burada özerk yapı kuracak.” İnsanlara şöyle propaganda yapılıyor, “Bu devletin polisi olmak isterseniz şimdiden adınızı yazdırın”. Bir kısmı adını yazdırıyor, bir kısmı da çocuğunu iş güç sahibi olsun diye dağa gönderiyor. Örgüte iş kapısı olarak bakılmaya başlandı.
-PKK’yla masaya oturmak dışında çözüm nedir?
‘Ben örgütle anlaşıp sorunu çözerim’ anlayışı doğru değil. Devletin örgütü değil, Kürt vatandaşları muhatap alması lazım. Onun ihtiyaçlarını gidermesi lazım. Türkiye hiçbir dönemde çok etkili askerî ve polisiye faaliyetleri demokratik reformlarla birlikte yürütmedi. Asker geçmişte etkili bir mücadele vermedi. Öldürme, etkili mücadele değildir. İşkence yapmak güvenlik politikası değildir.
AK Parti’yi içeriden çökertmeye çalışanlar var!
11 yıldır iktidarda olan AK Parti’nin dışarıdan saldırılarla yıkılamayacağı, sandıkta devrilemeyeceği az çok anlaşıldı. Başka bir yöntem deneniyor. Suret-i haktan görünen birtakım insanlar kendisini oluşturan koalisyon unsurlarını hedef olarak gösteriyor. Partiyi oluşturan saflarda itiş kakış oluşturmaya çalışılıyor. Dışarıdan bakıldığında bir grup, iki grup görülüyor ama bu daha da geniş. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu demişti ki “Ben fark ettiğimde partim çoktan sürülmüştü.” AK Parti’de de böyle bir misyon kırılması hedefi var. Operasyonun en önemli ayağını bu oluşturuyor. Bir ülkenin en büyük partisi olursunuz da içinizde derin çeteleşme izleri, istihbarat operasyonları olmaz mı? AK Parti’de sürülmüş tarlalar var. Orada da partiyi içeriden çökertmeye çalışan gruplar mevcut. İnsan iktidar olduğu zaman her şeye hakim olduğunu zannediyor. Her yerin atamasını ben yaptım, bütün bakanları, müsteşarları, askerleri ben atadım, her şeye hakimim sanabiliyor insan. Oysa böyle değildir. AK Parti dönemi sıfırdan yazılmış bir dönem değildir. Bir yapı üzerine gelmiştir. Buradaki insanlar buharlaşmamıştır. Türkiye şu anda uluslararası operasyonların nesnesi konumunda. Çok ciddi iç operasyonların hedefi konumunda . Böyle ortamlarda etrafınızı sıkı tutmanız gerekir. Burada AK Parti’nin karşılaşacağı en büyük tehlike, üzerine dayandığı kaideyi küçültmektir. Koalisyonu daraltmaktır. Bu, seçimlerde alınan oyla da ölçülecek bir durum değil.
ÇÖZÜM ORTAK MUTABAKAT ALANINI GENİŞLETMEK
-Gezi’de olan biten bir toplumsal patlama mıydı, yoksa dış güçlerin bir operasyonu mu?Türkiye’de olayları birkaç boyutlu görememe sorunu var. Her ilde sokak gösterileri varsa sebebi bir tane olamaz. Bir toplumsal patlama olduğu muhakkak. Çaresiz kalmış, seçilme ümidini kaybetmiş bir muhalefet var. CHP’nin çok fazla çaresiz bırakıldığını düşünüyorum. İkincisi, iktidar yıpranması var tabii ki. Benim nesil için Erdoğan yeni bir yüz. Ama bu nesil için değil. Adam ortaokulu bitirmiş, liseyi bitirmiş, Erdoğan başbakan. Evlenmiş, çocuk sahibi olmuş, Erdoğan başbakan. Ondan dolayı da AK Parti’nin kendisini yenilemesi, toplumu heyecanlandırması gerekir.
-İddia edildiği gibi komplo var mı?
Komplo dediğimiz, dış müdahale dediğimiz şeyler bir ülkede olmayan bir şeyi var etme değildir. Bir ülkede bir sorun vardır. Aktörlerden birine destek olursunuz, kavga alevlenir gider. Kimse neyin ne olduğunu anlamaz. Gezi olaylarına bakıldığında olaylar bütün şehirlere yayıldı. Örgütlü çalışma olduğu, dış destek olduğu, iç hazırlık olduğu açıktı. Olaylara katılanların bir kısmının kullanıldığı, hükümeti değiştirmek gibi bir niyetlerinin olmadığı da aşikârdı. Ama burada yapılmak istenen şuydu: Başbakan’ın ofisi basılmak istendi. Ofis basılıp camlardan resmî kâğıtlar dışarı atılacaktı. Böylece ülkede otorite yok, hükümet çökmüştür izlenimi oluşturulacaktı. Onun üzerine bir şeyler inşa edilecekti. Şimdi sokağın tadı alınmıştır ve ondan vazgeçilecek değildir. Bundan sonra Türkiye tetikte olmak zorundadır. Yerel seçimlere doğru olaylar artırılmak istenecektir. Suikast girişimleri her zaman için etkili bir araçtır. Türkiye’de Ergenekon davasının başlamasıyla suikastlar kesilmiştir. Yeniden bunu canlandırma gayretleri var. Başbakan’ı ve hükümeti sinirlendirmek hedefi de vardır. Çünkü sinirlenen insan daha çok hata yapar.
-Gezide hedef AK Parti’den çok Erdoğan’dı. Bunun anlamı neydi?
Erdoğan hedef alındı, AK Parti içerisine bir tür mesaj verilmeye çalışıldı. “Siz Erdoğan’ı satın, terk edin. Onun yerine başkasını koyun.” dendi Bir anlaşma önerisiydi aslında. Türkiye iç siyasetine yönelik hedef ise bir koalisyon oluşturabilmek. Çünkü koalisyon olduğu zaman onu yönetmek daha kolay oluyor.
-Hükümetin yanlışları yok muydu?
Bir yerde başarısızlık varsa hata da vardır. Orada ölen insanlar varsa birtakım başarısızlıklar da vardır. Başta iletişim olmak üzere kriz yönetimi iyi değildi. Olayın içinde komplo var. Ama komplo deyip kendi eksiklerimizi görmezden gelirsek en büyük komployu kendimize kurmuş oluruz. İkincisi de bu kadar büyük çaplı komplolar sadece ve sadece vahim sorunların olduğu yerlerde uygulanabilir. Gösteriler sizin bütün kentlerinizde bir anda düzenlenebiliyorsa sizin orada siyaset güvenlik açığınız vardır.
-Okulların açılması, maçların başlamasıyla sokağın sıcak tutulacağı konuşuluyor.
Formal siyasetle muhalefet zor görünüyor, sokak üzerinden muhalefet yapılmak istenecek. Örtülü operasyon yapmak isteyenler destekleyecekler bunu. Meşru aktörler de sokağı en doğal siyaset yapma yeri olarak görmeye başladılar. Bu eylül ve ekimle birlikte hızlanır. Yerel seçimlerle birlikte artarak devam eder. Bir de buna yapabilirlerse KCK, PKK gibi Kürt meselesinin sokağa taşınması eklenebilir.
-Üniversitelerde polisiye tedbirlerin artırılması gündemdeydi. Bu çözüm mü?
Üniversitede polis, jandarma yok değil ki. Bu işin polisiye kısmı şudur: İnsanlar Taksim’de toplanmadan polis bunun istihbaratını alır ve önler. Burada toplumsal ve siyasal sorun var. Çaresi de siyasal ve toplumsaldır. O araçlarla bu mesele önlenir. Polisiye çözüm yolları ararsanız olayları büyütürsünüz.
-Gezi olaylarına verilen dış destek, medyanın buradan saatlerce yayın yapması, ne anlama geliyor?
Tarihin bu kavşak noktasında birbirinden çok farklı aktörlerin Türkiye’deki hesapları örtüştü. Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması ve hükümetin değiştirilmesi konusunda birleştiler. Bu ülkelerden biri İsrail. Batı dünyasında da özellikle Almanya, Türkiye’nin terbiye edilmesini istiyor. Türkiyenin haddini aştığını düşünüyor. Çünkü Türkiye’nin Almanya hususunda çok sert çıkışları oldu. Yine ABD’de Neocon çevrelerin sivil toplum üzerinden sokak hareketlerini desteklediğini görüyoruz. İlginç bir şekilde bunlarla çok uyumlu olmayan aktörler Suriye, İran ve Rusya’nın da benzer düşünceleri oluştu. İran meseleye ölüm-kalım meselesi olarak baktı. Türkiye’de Alevi meselesinin kışkırtılmasında bu aktörlerin çok ciddi rolleri olmuştur. Şu anda tarihin garip bir kavşağındayız. DHKP-C ile Hizbullah, İran ile CHP, Suriye’de aynı düşünüyor. İran’la İsrail, Amerika’yla Suudi Arabistan ve Rusya, Mısır’da aynı düşünüyor.
-Nasıl bir tavır sergilenmeli ki Türkiye bu dönemeci az hasarla atlatsın?
Evvela en iyi savunma kendinizi güçlendirmektir. Gücün kaynağı ise asker, ordu veya polis değildir. Bir ülkeyi güçlü yapan insanların o ülke için gönüllü bağlılığıdır. Türkiye’nin fay hatları belli. Biri mezhepsel boyutlu. Burada atılacak basit adımlar var. Vakit geçirilmeden bu adımlar atılmalıdır. İkincisi etnik hat. Üçüncü olarak dindarlar ile dindar olmayanlar arasında bir ilişki var. Karşılıklı olarak insanların korkularını yenmek lazım. Türkiye’nin sorunlarının çözümü ortak mutabakat alanını genişletmekte yatmaktadır. Siyasetin dili Türkiye’nin gayri safı milli hasılası nasıl artacak, Türkiye’de eğitimin kalitesi nasıl yükselecek, hastanelerde sorunlar nasıl giderilecek, buraya kaymak zorundadır. Dilin yumuşaması lazım.