KARMAŞIK olaylara uçlardan bakmak daima
yanlıştır, hukuki bir konuya aşırı politizasyonla bakmak da daima
yanlıştır, hangi politik gözle olursa olsun.
Bunun tipik
örneği Ergenekon davasıdır. Bir uca göre bu dava tamamen haklıdır,
demokrasinin bir zaferidir. Öbür uca göre bu dava uydurmadır,
muhalifleri sindirmek için yürütülen bir siyasi operasyondur!
İkisi de politik görüştür, hukuki değil.
Bu
dava ile ilgi AİHM kararı vardır. AİHM, 13 Aralık 2011 günlü kararında,
bu davanın “kuvvetli delillere dayandığına”, suçun işlenmiş
olabileceğine dair “yeterli şüphe sebeplerinin bulunduğuna” karar
vermiştir. (Başvuru No: 15869/09)
Her halde AİHM’nin “faşist, yandaş, cemaat” falan olduğu söylenemez.
Bu davanın açılmasını haklı kılan hukuki sebepler vardır.
HUKUKİ İNCELİKLER
Öte yandan, soruşturma maalesef çok geniş tutuldu. 23 ayrı dosya birleştirildi...
Suç
tanımı da fazla geniş tutuldu. Demokraside sivillerin “hükümeti
yıpratmaya çalışması”, bu amaçla mesela şiddetsiz mitingler düzenlemesi
suç değildir. Darbe hazırlığı sayılması için başka eylemler gerekir.
Mahkeme bu konuda gerekli özeni gösterdi mi? Emin değilim...
Askerlerin
siyasetle uğraşması suçtur. Bu, ordudan atılmayı gerektiren bir
disiplin suçu da olabilir, Sayın Sami Selçuk’un dikkat çektiği gibi, TCK
257’deki “yetkiyi kötüye kullanma” suçu da olabilir. Hükümet hakkında
askerlerin “kara propaganda yapması” böyle bir suç da olabilir, darbeye
teşebbüs de!.. Darbeye teşebbüs sayılabilmesi için hem “darbe kastı”nın
olması, hem hükümete karşı ordunun kurumsal gücünü kullanma anlamında
“cebir ve şiddet” olması lazımdır. Mahkeme bu hukuki ayrımlar konusunda
gereken özeni gösterdi mi? Emin değilim.
Örnek olarak, İlker Başbuğ
iddianamesinde ben böyle bir “kast” ve ordunun kurumsal gücünü hükümete
karşı kullanma anlamında bir “cebir ve şiddet” unsuru görmedim. Hatta
iddianamede Başbuğ’un “ara kademe yönetici olduğu” yazıyordu, çünkü
“örgüt” şemasında Başbuğ’u bir yere oturmak mümkün olmamıştı. Karar ise
“müebbet” çıktı! Başbuğ, “ara kademe” değil, üst kademe yöneticisi imiş!
Ben bunu ikna edici bulmadım.
Duruşma safahatında usul yönünden de haklı eleştiriler oldu.
DEVRİMCİ AJİTASYON!
Bunları
hukuki ayrıntıların ne kadar önemli olduğunu belirtmek için yazıyorum.
Onun için hangi siyasi uç yönünde olursa olsun, genellemelerden, hele de
mahkemeye karşı “devrimci ajitasyon” eylemlerinden sakınmak gerekir.
Ne demek “Her yer Silivri, her yer Taarruz” manşeti!
Bu
davanın eleştirilecek yönleri vardır, sanıklarla dayanışma için
barışçıl gösteriler de yapılabilir. Fakat bu davayı “devrimci ajitasyon”
için kullanmak, hukuk yolları yerine, kitlevi şiddeti tahrik etmek hiç
bir şekilde hoşgörülemez.
Bu tür “devrimci ajitasyon” eylemleri,
adaletin tecellisine, suçlu ile suçsuzun ayrılmasına, evrensel hukuka
göre bir sonucun alınmasına da katkıda bulunmaz, aksine zarar verir.
Bu
davanın hâkimlerine güvenmiyorsanız, Yargıtay var. Yargıtay’a
güvenmiyorsanız, bireysel başvurular için Anayasa Mahkemesi var. Ona da
güvenmiyorsanız, AİHM, yani evrensel hukuk denetimi var. Bu yolların
dışında başka hiçbir meşru yol yok.
Bu yollar evet uzun! Fakat
“ajitasyon” eylemleri yolu kısaltmayacağı gibi, toplumun iyi niyetli
büyük kitlelerindeki desteği tersine çevirmek gibi bir sonuç da
doğurabilir; unutulmasın, Türkiye 76 milyon, seçmen sayımız 54
milyondur. Hukuki sorunların çözüm yolu da yine hukuktur.