Suud'un İran'la savaşında birbiriyle ilintili üç cephede şaşırtıcı gelişmeler yaşanıyor. Ezber bozan ortaklıklar şekilleniyor.
Ortadoğu’nun
yeni orkestra şefi sinsi ve öfkeli; İran’ın nüfuzunu kesme adına
Yemen’i yakıp yıkıyor, Suriye’de savaşın ateşini harlıyor, Irak’ta Şii
ağırlıklı yönetime bel altından vuruyor, Hizbullah’ı sindirmek için
Lübnan’ın sinir telleriyle oynuyor.
Şaşırtıcı derecede cesur; Amerikan çıkarlarını kendi politikalarına
sindirmiş, savunmasını 1945’te Kral Abdülaziz ile Franklin Roosevelt’in
donanma gemisi Quincy’de yaptığı anlaşmadan beri ABD’ye havale etmiş,
onlarca yıldır CIA’in her türlü kirli işine ortak olmuş ama şimdi
kalkmış Başkan Barack Obama’ya zılgıt atıyor.
Ziyadesiyle mahir; Yemen ve Hicaz ellerine yeniden efendi olacağını
düşleyecek kadar egosu hormonlu ‘Yeni Osmanlı’yı devenin terkisine
atıyor. Acem oyunlarına karşı buyurun tef eşliğinde çöl yılanıyla dansa!
Suud’un haşmetli Kralı Selman’ın tahta geçişinin etkilerini sınır
hatlarımızda bizi bir savaşın içine çekecek kadar hissediyoruz.
CAMP DAVİD’İN KIZGIN KONUKLARI
Evet, İran çok oluyor, Fars’ın oyun tarzı Körfez’i fena kasıyor!
Suriye’de devrim senaryosu ile Irak’ta nüfusun yüzde 65’ini oluşturan
Şiilere iktidarı kaptırmama oyununu sekteye uğrattığı gerekçesiyle
İran’a karşı öfke büyük. Üstüne üstlük ABD’nin İran’la nükleer
müzakerelerde bir taslak anlaşmaya ulaşması sinirleri hepten bozdu.
Öyle ki Obama’nın İran konusunda endişeleri gidermek ve yeni bir
ortak savunma konsepti oluşturmak üzere 6 Körfez ülkesi liderine yaptığı
daveti Kral Selman reddetti. Obama dün Beyaz Saray’da ağırladığı
ortaklarına bugün Camp David’de İran’la nükleer anlaşmanın Körfez
ülkelerinin güvenliğini tehlikeye atmayacağı konusunda dil dökecek.
Kuveyt ve Katar’ın lider düzeyinde katıldığı zirvede Suudi Arabistan'ı
yeni Veliaht Prens Muhammed bin Nayif temsil ediyor. Umman bir yana
diğer bölge liderleri de Suud’la senkronize halde Washington’a gitmedi.
Bu, Suud’dan ABD’ye ciddi bir çalım. Obama ise bölgesel çıkarların
selameti için alttan alıyor.
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil bin Ahmed el Cubeyr, ABD’li
mevkidaşı John Kerry ile Camp David’in ön hazırlık toplantısı sonrasında
Riyad’ın histerik gündemini şöyle deklare etti: “Camp David’de İran’ın
Suriye, Lübnan, Irak ve Yemen ve başka yerlere müdahalelerini
konuşacağız… İran’ın terörist örgütleri desteklediğini görüyoruz, bu
yüzden saldırgan hareketlere karşı ABD ve Körfez’in çabalarının nasıl
koordine edileceğini ele alacağız.”
TÜRK-SUUD İTTİFAKININ YANSIMALARI
Bu zirve birbirinden vazgeçemeyen ortakların ortaklığı belli düzeyde
tutma ve senkronize etme çabası. Buna rağmen Suudiler, Selman’ın tahta
geçişiyle birlikte ortaklığın konvansiyonel uyumunu bozan inisiyatifler
geliştiriyor. Yakıcı etkileri bizi de ilgilendirdiği için bu uyumsuz
hamlelere parantez açmakta fayda var.
Burada ABD ile ittifak ilişkileri biri NATO diğeri petrolle tesis
edilmiş iki müttefik (Suud-Türk) arasındaki yeni ortaklık ‘Yemen’e karşı
Suriye’ parolası üzerinden gelişti. Erdoğan’ın 2 Mart’ta Riyad’da Kral
Selman’la İran’a karşı ortak cephe oluşturma konusunda anlaşırken Suriye
politikasında da eşgüdüm sağlandı. Ardından 19 Mart’ta Türkiye ile
Katar arasında istihbarat paylaşımı, askeri işbirliği ve iki ülkenin
birbirinin topraklarına asker konuşlandırmasına imkân veren anlaşma
imzalandı.
Suudi Arabistan ile Türkiye/Katar Suriye’deki vekâlet savaşını yer yer rekabet yer yer çatışma düzeni içerisinde yürütüyordu. Katar ve Türkiye’nin Müslüman Kardeşler, Kaideci Nusra ve Ahrar-uş Şam gibi diğer selefi cihatçı örgütlere kucak açan politikasına karşın Suudiler daha seküler ve ‘idare edilebilir’ selefi İslamcılar üzerinden savaşı yürütüyordu. Yemen’i kavuran Kararlılık Fırtınası Operasyonu’na Arap olmayan bir aktör olarak Türkiye’nin vereceği desteğe karşılık Riyad, Suriye’de daha çok Amerikan hassasiyetlerini yansıtan çekincelerini kaldırdı. Selefi gibi Müslüman Kardeşler’e düşmanlık beslemeyen Selman, Yemen’de de Husilere karşı Müslüman Kardeşler’le işbirliğine yöneldi.
Riyad mutabakatının ardından Suriye’de üç cephe birden ısındı:
Kuzeyde Esad’ı devirmek için Nusra ve Ahrar-uş Şam’ın ana aktör
olduğu Fetih Ordusu’na Suudilerin finanse ettiği silahlar Türkiye
üzerinden ulaştırıldı. Antakya Operasyon Odası’nın koordinasyonuyla
İdlib ve ardından Cisr eş-Şuğur düştü. Amman’daki Güney Operasyon Odası
yine Suud’un finansmanıyla güney cephesini yani Dera ve Şam’ı alttan
kuşatan kemere doğru muhalifler harekete geçirildi. Şam’ın Guta
bölgesinde etkin olan Suud istihbaratının kontrolündeki İslam Ordusu’nun
komutanı Zehran Alluş, İstanbul’a gelerek bazı toplantılara katıldı.
Alluş’un genelkurmay başkanı edasında birkaç bin üniformalı askerle
yaptığı şovun görüntüleri de internette dolaştırıldı. Bu görüntüler
yapılmış ve yapılacak yardımlar için makbuz işlevi görüyor. İslam Ordusu
bir süredir Nusra ve Ahrar ile sorunlar yaşıyordu. İslam Ordusu’nun
sözcüsü İslam Alluş’a geçen ay ‘Fetih Ordusu’nda siz neden yoksunuz’
diye sorduğumda “Nusra bizi dışlıyor” yanıtını vermişti. Katar ve
Türkiye’nin etkisi altındaki cephenin Suud güdümündeki cepheyle bir
araya gelmesi sahadaki yeni ambiyansın yansıması.
Orta cephede İsrail’in Nusra ve diğer silahlı güçlerin önünü açacak
bir takım cerrahi operasyonlara girişmesi Yahudi devletinin yeni planda
üçüncü saç ayağı olduğu anlamına geliyor. (3 Ocak’ta İsrail’in Nusra’ya
desteğinin nasıl BM raporlarına girdiğini yazmıştım.)
ABD’NİN TUTUMU: DENE VE GÜNÜNÜ GÖR
Suud’un finansmanıyla Türkiye’nin Suriye’ye gireceğine dair senaryoya
gelince; ABD, kurtarılmış bölgelere koruma kalkanı işlevi görecek
şekilde uçuşa yasak bölge oluşturmadan Türkiye’nin böyle bir maceraya
atılması zor. Eski ABD Başkanı Jimmy Carter’ın dediği gibi uçuşa yasak
bölge teşekküllü bir savaşı gerektiriyor ve Obama buna yanaşmıyor. ABD
ile onca temasa rağmen bu konuda tutum değişikliği olduğuna dair hiçbir
gerçekçi işaret yok. Kerry 13 Mayıs’ta Soçi’de Rus lider Vladimir Putin
ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’la temaslarını bitirirken Suriye’de
Rusya ile diyalogu sürdüreceklerini söyledi. Kerry de Lavrov da Cenevre
sürecini ilerletmek için çabaları iki katına çıkaracaklarını vurguladı.
Rusya ile diyalog sürecekse mevcut politika da sürecek demektir.
Hatta muhaliflerin eğitilip donatılması programının sarpa sarması ve
programın sorumlusu General Michael Nagata’nın istifasını sunması
Türk-Suud ekseni ile sorunların boyutunu yansıtıyor. Anlaşmaya göre
eğitilecek kişileri Türkiye ile ABD’nin birlikte süzgeçten geçirmesi
gerekiyor. ABD un eler gibi savaşçı seçerken Türkiye kevgir kullanıyor.
Şimdiye kadar 3750 adaydan 400’ü ABD’nin eleğinden geçebildi. Türkiye’de
eğitileceklerle ilgili sayı ilk yılda 1500, üç yılda yaklaşık 5000. ABD
bu programı başlatsa bile bugünden yarına eğitilecek unsurların
sahadaki durumu değiştirmesi mümkün değil. Şu anki restleşmeler
‘eğit-donat’ın ötesinde. Türkiye, Suudi Arabistan ve Ürdün’de 3 yıl
sonra sayıları 15 bini bulacak eğitilmiş askerle bu işin olmayacağını
gördükleri için sahada hazır binlerce cihatçıya ağır silahlar verip
Şam’a yürüme seçeneğini deniyorlar. Peki, ABD 2012’nin sonundan beri
yardımların radikallerin eline geçmemesi ve 2014’ten beri de önceliğin
Esad değil IŞİD’le mücadele olduğu yönündeki politikadan vaz mı geçti?
Laf cambazlığı çok ama bu yönde güvenilir bir işaret yok. Politika
değişmese de Suud-Türk ortaklığının yaptıklarına yönelik bir rıza ya da
göz yumma da söz konusu. Amerika buna birkaç nedenle eyvallah diyor:
Birincisi Obama İran’la nükleer pazarlıkların dinamitlenmesini istemiyor.
İkincisi İran’ın olumlu katkısıyla Irak’ta yeniden yakalanan siyasi istikrarı önemsiyor.
Üçüncüsü IŞİD’e karşı savaşta İran’la örtülü ortaklık sonuç alıyor.
Dördüncüsü Ortadoğu’daki Amerikan düzeni açısından çıbanbaşı olan
Suriye’nin başına bela açmak için bu kadar hevesli olup risk alan
bölgesel ortaklar varsın kendi eşiklerinde ateşi alevlendirsin.
Başarırlarsa ne ala (ki Amerika’nın rejimin birkaç hafta içinde
düşeceğine dair senaryolara karnı tok); başaramazlarsa denemiş olacaklar
ama ellerinde onbinlerce cihatçıyla hüsrana uğramış halde ABD’nin
dizinin dibine dönecekler. Yani günlerini görmüş olacaklar.
‘AZILI SÜNNİ DİŞİ’
Yemen’de öyle bir hava estirildi ki 10 ülkenin katıldığı operasyonla
Husilerin birkaç gün içinde kubur fareleri gibi yerin altına
çekileceğini, ardından oluşan bu modeli Suriye’ye taşıyabileceklerini
düşündüler. Körfez’in politik suflörlerinin “Yemen’den sonra Türkiye
karadan, Suud havadan Suriye’ye saldıracak” diye medyaya tiyolar
uçurması bir hayale karşılık geliyor. Ama Yemen Suud’un Vietnam’ı olma
yolunda. Ayrıca Suriye bir Yemen değil. O yüzden ‘kutsal ittifak’ Kaide,
selefi, ılımlı ayırımı yapmadan yeni savaşçı ve silahlarla Suriye’de
vekâlet savaşına asıldı. İdlib düşer düşmez de Esad’a yeniden ömür
biçilmeye başlandı. “Esad’ın gitmesine aylar değil haftalar kaldı”
kehanetiyle malum Başbakan Ahmet Davutoğlu, İdlib heyecanıyla bu kez
“Esad, Şam’dan Lazkiye’ye geçecek gibi” deyiverdi. İstanbul merkezli
Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun başkanı Halid
Hoca da ‘devrim yakın, silah verin’ mottosuyla gittiği Washington’da
Esad yönetiminde iç halkanın kendi derdine düştüğünü anlattı. Elbette
İdlib’in düşüşü rejime ciddi bir darbe vurdu ve yönetime olan inancı
sarstı ancak Esad’ı gönderen senaryolar o kadar çok tekrarlandı ki artık
insanlar ‘rejim düştü’ haberi gelinceye dek bunlara itibar etmiyor.
Bu iddialara ilaveten İran’ın da ABD ile nükleer anlaşmayı
imzaladığında Suriye’yi yalnız bırakacağı iddialara tedavüle sokuldu.
İdlib’in düşüşü üzerine Suriye Savunma Bakanı Casim Fahd el Freyc,
Tahran’a gitti ve İran’ın desteğini süreceği garantisiyle döndü. İran
nükleer müzakerelerde Suriye dahil diğer uluslararası meselelerin
pazarlık konusu olmadığını açıklarken Hizbullah lideri Hasan Nasrallah
rejimin işinin bittiği, İran’ın Suriye’yi sattığı, Rusya’nın da
çekildiği yönünde psikolojik savaş yürütüldüğünü belirterek “Sahadaki
şartlar her ne olursa olsun Suriye halkının yanındayız ve öyle
kalacağız” dedi. Çok geçmeden Hizbullah’ın dahliyle Lübnan üzerinden
lojistik desteğin sağlandığı Kalamun bölgesinde en az 5 yerde silahlı
gruplar yenilgiye uğratıldı. Suriye ordusu da kuzeyde baskıları büyük
bir yıkım eşliğinde arttırdı. Suriye’de tek bir bölgenin fotoğrafı ister
rejim ister muhalifler lehine olsun genele dair bir projeksiyon olmadan
yanıltıcı olabiliyor. Çünkü durum izafi ve değişken.
Geçen ay Huffington Post’a konuşan Ortadoğu uzmanı Firas Abi Ali şu yorumu yapmış:
“ABD-İran yakınlaşmasını tehdit gören aktörlerin eylemleri giderek
öngörülemez hale geliyor, daha önce aşırı buldukları riskleri
kendilerini korumak adına göze almak istiyorlar… İran yaptırımlar
nedeniyle bir eli arkada bağlıyken Suriye’ye müdahil oldu. Sünni
devletler arasında tahdit olmadığında İran’ın daha fazla katkı vereceği
korkusu var. Bir Körfez kaynağı ‘ABD’nin bizimle beraber hareket
etmesini sağlamanın tek yolu dişimizi göstermemizse, diş gösteririz. Ve
Sünni dişi azılıdır’ dedi.”
‘Sünni azı dişi’ gücünü petrodolardan alıyor. Yeni bir savaşı finanse
edemeyecek durumda olan Obama’nın cebinde ise akrep var. Camp David’de
Sünni dişinin gücünü göreceğiz. Bakalım misafirleri Obama’dan ne kadar
koparacak.