Şu günlerde en çok sorulan soru, “Suriye ile savaşa girecek miyiz?”… Bana da insanlar soruyorlar, “seçim öncesi savaş çıkacak mı hocam? Ya seçimden sonra” şeklinde.
Dış politikamızda radikal bir sapma olduğunu görmek için uzman olmaya bile gerek yok. Türkiye sadece Suriye’de değil, Mısır ve Libya gibi ülkelerde de taraf tutuyor, hatta çatışmaların neredeyse içine giriyor… Yine de en vahimi Suriye. Türkiye olarak bu ülkede iç savaşı hızlandırdık, savaşı durdurmak bir yana üzerine adeta benzin döktük. Üstelik tüm bunları uluslararası kamuoyu ile birlikte değil, çoğu kez ona rağmen yaptık.
Geçen hafta İngiltere’nin dünyaca etkili gazetesi The Independent, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın El Kaide de dahil Esad karşıtı muhaliflere silah verdiğini iddia etti. Benzeri ifadeler başka yerlerde de görüldü. Emin olunuz, bu iddialar yazan gazetelerin değil, Batılı başkentlerin resmi görüşleri…
Son 2 yıldır Batılı yayın organlarında Türkiye ile ilgili neredeyse bir tek olumlu haber okumadım desem abartmış olmam. Türkiye her geçen gün ‘muteber ülkeler’ sınıfının dışına itiliyor, radikal, geri ve dost olmayan ülke olarak gösteriliyor. Bunda El kaide ve diğer İslamcı-silahlı örgütler ile araya konulamayan mesafenin etkisi büyük. Ancak en az bunun kadar önemli bir diğer etken dış politikada kullandığımız dil ve içerideki gayri-demokratik gidişat. Türkiye en üst düzeyden dünyayı adeta tehdit ediyor. Almanya’dan ABD’ye, Rusya’dan Mısır’a ‘fırça atmadığımız’ ülke kalmadı. Devletler bu kadar sert ve keskin eleştirilmekten hoşlanmıyorlar elbette, ancak asıl olan bu tarzın güvenilir ve ciddi devletlere yakışmıyor oluşu. Yani ciddi devletler diğer devletlere olan tepkilerini bu kadar aleni ve bu kadar avam bir stilde söylemezler.
Aynı zamanda Türkiye içinde yaşanan medyaya dönük baskılar, hâkimlerin-savcıların içeri alınması, makul şüphe, hayatı sıkıyönetime çeviren sert yasalar vs. de dünyayı Türkiye’den uzaklaştırıyor. Dış dünyada Türkiye demokrasisinin kalitesi konusunda iyimser birini bulmak neredeyse imkânsız…
Belki de bu nedenle New York Times gibi ciddi uluslararası yayınlarda “Türkiye’nin artık Batı için güvenilir bir partner olmadığı” yönünde yazılar çıkmaya başladı…
MİT TIRLARI
İkinci olarak tırlarda silah veya mühimmat olmadığı, yükün Suriye’deki Türkmenlere giden insani yardım malzemesi olduğu resmi yetkililerce iddia edildi.
Öncelikle ister MİT’e isterse başka bir kuruma ait olsun demokrasilerde ve hukuk devletlerinde hiçbir kurumun suç işleme özgürlüğü olamaz. Yani eğer MİT Tırları meselesinde bir suç var ise yargının ve kolluğun görevi o suçu ortaya çıkarmaktır. Dolayısıyla olayın yargı sürecinde ortaya çıkarılması gerekirdi. Ancak gidişat tırların yükünü incelemek şeklinde değil, olayı araştıran görevlileri yargılamak şekline döndü.
İNSANİ YARDIM İDDİASI İNANDIRICI DURMUYOR
Tırların insani yardım taşıdığı iddiasına gelince, bu iddiaya da katılmakta zorluk çekiyorum. Çünkü yiyecek-içecek, battaniye, çadır gibi yükü olan tırları kim, neden durdursun ki? Hadi durdurdu diyelim, ister başında MİT görevlisi olsun, isterse herhangi bir vatandaş, olay hiçbir şekilde büyümezdi. Oysa ki olaydan bugüne geçen sürede Hükümet adeta ortalığı yıktı, meseleyi bir rejim sorununa kadar taşıdı. Savcı ve jandarmaların ne casusluğu kaldı, ne darbeciliği!
Tüm bu tepki Suriyeli Türkmenlere götürülecek battaniye, ilaç veya yiyecek için olabilir mi?
Belli ki ortada saklı kalması gereken bir takım sırlar vardı ve jandarmanın tırlara düzenlediği baskın bu dehşet sırları ortaya saçıyor, Hükümeti de zor durumda bırakıyordu.
Dolayısıyla resmi açıklamalara ben dahil bu konularla ilgilenen hiç kimse inanamadı. Ortada bir silah sevkiyatının olduğu açıktı, ancak bu sevkiyatın Türkmenlere yapılmadığı da belliydi. Çünkü ne Irak’ta ne de Suriye’de ciddi bir silahlı Türkmen hareketi göremiyoruz. Sevkiyat en iyimser tahminlere göre ÖSO’ya, belki de başka silahlı gruplara gidiyordu.
AKTAY’IN ‘ÖSO’YA SİLAH YARDIMI’ İTİRAFI
İşte, önceki gün AK Parti Genel Başkan Yardımcıları’ndan Yasin Aktay’ın itirafı merakların giderilmesi açısından çok önemli bir katkı sağladı.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Siirt Milletvekili Adayı Yasin Aktay, memleketinde esnaf ziyareti yaparken Kobani tartışması yaşandı. Aktay, tartışmanın sonunda MİT tırlarının Suriye’deki silahlı direniş örgütü olan ÖSO’ya silah taşıdığını itiraf etti.
Bazı okurlarımız diyebilir ki “MİT gibi çok özel bir güvenlik birimimiz bir başka ülkeye gizlice silah taşıyamazsa ne iş yapar?” Bu soruda haklılık payı olabilir, ancak bu mantık yapılanın ulusal ve uluslararası hukuk açısından suç olduğu gerçeğini değiştirmez. Hükümet bir başka ülkede iç savaşa taraf olurken, hatta silah gönderirken bu ülkede hangi mekanizmalardan izin almıştır? Yani Türk insanı Suriye iç savaşında taraf olmayı oylamış mıdır, onaylamış mıdır, Meclis bu işin neresindedir? Şaka değil, binlerce insanın öldüğü, milyonlarcasının evsiz barksız kaldığı bir savaşa Türkiye taraf olacaksa bunun demokratik onay süreçlerinde tartışılması gerekmez mi?
Bu vesileyle söylemek isterim, Türkiye’nin Suriye politikasının geldiğini noktayı son derece tehlikeli buluyorum. Bir başka devletin içişlerine bu kadar karışmak hem başka devletlerin de sizin içişlerinize karışmanıza yol açabilir hem de müdahale Türkiye’nin düşündüğünün tam tersi sonuçları doğruyor. Türkiye’nin müdahalelerinin de etkisiyle Suriye’de demografik yapı İran’ın ev Suriye’nin istediği şekilde değişiyor. Günün sonunda Esad’ın elinde kendince homojen bir nüfus kalacak ve yüzlerce yıllık Suriye dengeleri değişmiş olacak. En kötüsü ise Türkiye’nin bu tavrı neticesinde tüm Arap dünyası Türkiye’yi diğer devletlerin içişlerine karışan, bozguncu, müdahaleci ve yıkıcı bir güç olarak tanımaya başladı. Türkiye’nin en önemli yumuşak gücü bunun sonucunda yerle bir oluyor.
TÜRKİYE, EL KAİDE BENZERİ GRUPLARI DESTEKLİYOR İDDİASI
MİT tırları konusuna dönecek olur isek, uluslararası toplum bu yolla sadece ÖSO’nun silahlandırıldığına da inanmıyor. The Independent’ın 12 Mayıs 2015 tarihli makalesinde aynen şu ifadelere yer veriliyor:
“Türkiye ve Suudi Arabistan aktif bir şekilde Suriye’de, El Kaide uzantıları da dâhil Beşar Esad karşıtı İslamcı asileri desteklemeye başladı, bu da Batılı hükümetleri endişelendiriyor.”
Gazeteye göre Türkiye, İslamcı El Nusra ile El Fetih’e aktif destek veriyor, cihatçı silahlı grupları birlikte hareket etmeye yönlendiriyor.
Türkiye’nin El Kaide ve benzeri silahlı grupları desteklediği iddiası önümüzdeki günlerde sıkça gündeme gelecektir. Çünkü bu konuda Batılı hükümetlerin tepkileri artıyor ve bu hükümetlerin ellerinde iddialarını besleyecek pek çok delilin olduğun u tahmin etmek zor değil. Çünkü biliyoruz ki Almanya gibi Batılı ülkeler Türkiye’yi çok yakından izliyorlar, telefonları kaydediyorlar, yaşananları filme vs. alıyorlar.
Bu nedenle Türkiye dışarıda zor durumda kalmak istemiyorsa klasik ittifaklarını tazelemek ve uluslararası alanda itibarını yeniden kurmak zorunda.
SEÇİM ÖNCESİ SICAK ÇATIŞMA İHTİMALİ
İçeriye döndüğümüzde ise eski Türkiye’nin hastalıkları tek tek gün yüzüne çıkıyor. Daha önce de söylemiştim, Türkiye derin devletin kuyruğundan yakalamıştı. Ancak Hükümet, Cemaat ile kavgasına bu fırsatı heba etti. Geldiğimiz noktada AK Parti Kırmız Kitabı ve Meclis’in, Yargı’nın üzerinde bir MGK’yı savunma noktasına geldi. AK Parti ile Perinçek Grubunu bir çok noktada aynı görüşte görmek şaşırtıcı. Başbakan Davutoğlu son 13 yılda bir tek faili meçhul dahi olmadığını düşünüyor ve kalabalıklara “faili meçhulü bitirdik” diye sesleniyor. Tüm bunlar büyük bir gafletin açık işaretleri. Suriye’de ve Ortadoğu’da öylesine büyük karmaşaların parçası haline geldik ki o ilişkilerin Türkiye sokaklarına sorun taşımaması imkânsız. Öte yandan içeride kurulan demokrasi koalisyonları dağıtıldı ve içerideki gerginlik de istenmeyen olayları doğuracak seviyelere geldi.
Seçim öncesinde tüm bu gerilimin bazı nahoş olaylara neden olması kaçınılmaz gibi duruyor. Toplumsal ve siyasal kutuplaşma içeride seçimi sabote etmek isteyenlere uygun bir ortam sunuyor. HDP seçim bürolarına yapılan saldırılar, diğer bazı parti bürolarına saldırılarla ‘süslenmek’ istenebilir. Eğer PKK sahneye çıkmakta direnirse seçimlere kadar HDP’yi rahatsız edici saldırıların dozajı artabilir. Eğer PKK devreye sokulabilirse o zaman da PKK’ya karşı büyük operasyonlar ile çatışma ortamı yeniden başlayabilir.
Aynı bağlamda Suriye ile yaşadığımız fiili savaş resmi hale dönüşebilir. Bazı çevreler PKK ile veya Suriye ile çıkabilecek sıcak çatışmaların seçim sonuçlarına etki yapabileceğini düşünüyor. Sonuçları nasıl olur bunu şimdiden kestirmek kolay değil, ancak şunu biliyoruz, seçimlere girmeyen bazı aktörler korkarım ki bir tek oy almadan dahi seçim sonuçlarını etkilemeyi ve siyaseti şiddet-korku üzerinden dizayn etmeyi çok iyi biliyorlar.
Son söz olarak, Türkiye her geçen gün 1990’lı yılları hatırlatıyor. Yeni Türkiye sözlerini çok duyuyoruz ancak ‘yeni’ diye diye eskiyi aratacak bir türbülansın içine girmek üzere olduğumuzu görüyoruz. Üstelik Türkiye bu girdaba bir Avrupa ülkesi olarak değil, daha çok bir Ortadoğu ülkesi olarak giriyor.
İşin aslına bakarsanız, Suriye ile zaten fiili bir savaşın içerisindeyiz.
Hükümet kamuoyunu alıştıra alıştıra Suriye’de beline kadar savaşın
içine girdi bile. ÖSO ve diğer Esad karşıtlarına silah da dahil her
türlü yardımın yapıldığını sağır sultan bile duydu. Hatta tarihinde ilk
kez Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticileri bir başka devletin iç savaşında
savaşçılara silahlı eğitim vereceğini/verdiğini dahi açıklamadan
çekinmedi.
Dış politikamızda radikal bir sapma olduğunu görmek için uzman olmaya bile gerek yok. Türkiye sadece Suriye’de değil, Mısır ve Libya gibi ülkelerde de taraf tutuyor, hatta çatışmaların neredeyse içine giriyor… Yine de en vahimi Suriye. Türkiye olarak bu ülkede iç savaşı hızlandırdık, savaşı durdurmak bir yana üzerine adeta benzin döktük. Üstelik tüm bunları uluslararası kamuoyu ile birlikte değil, çoğu kez ona rağmen yaptık.
Son
günlerde ise Türkiye-Suudi Arabistan-Katar üçlüsünün ABD’ye rağmen
Suriye’de savaşa yoğun bir şekilde müdahalede bulunduğu ifade ediliyor.
Geçen hafta İngiltere’nin dünyaca etkili gazetesi The Independent, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın El Kaide de dahil Esad karşıtı muhaliflere silah verdiğini iddia etti. Benzeri ifadeler başka yerlerde de görüldü. Emin olunuz, bu iddialar yazan gazetelerin değil, Batılı başkentlerin resmi görüşleri…
Son 2 yıldır Batılı yayın organlarında Türkiye ile ilgili neredeyse bir tek olumlu haber okumadım desem abartmış olmam. Türkiye her geçen gün ‘muteber ülkeler’ sınıfının dışına itiliyor, radikal, geri ve dost olmayan ülke olarak gösteriliyor. Bunda El kaide ve diğer İslamcı-silahlı örgütler ile araya konulamayan mesafenin etkisi büyük. Ancak en az bunun kadar önemli bir diğer etken dış politikada kullandığımız dil ve içerideki gayri-demokratik gidişat. Türkiye en üst düzeyden dünyayı adeta tehdit ediyor. Almanya’dan ABD’ye, Rusya’dan Mısır’a ‘fırça atmadığımız’ ülke kalmadı. Devletler bu kadar sert ve keskin eleştirilmekten hoşlanmıyorlar elbette, ancak asıl olan bu tarzın güvenilir ve ciddi devletlere yakışmıyor oluşu. Yani ciddi devletler diğer devletlere olan tepkilerini bu kadar aleni ve bu kadar avam bir stilde söylemezler.
Aynı zamanda Türkiye içinde yaşanan medyaya dönük baskılar, hâkimlerin-savcıların içeri alınması, makul şüphe, hayatı sıkıyönetime çeviren sert yasalar vs. de dünyayı Türkiye’den uzaklaştırıyor. Dış dünyada Türkiye demokrasisinin kalitesi konusunda iyimser birini bulmak neredeyse imkânsız…
Belki de bu nedenle New York Times gibi ciddi uluslararası yayınlarda “Türkiye’nin artık Batı için güvenilir bir partner olmadığı” yönünde yazılar çıkmaya başladı…
MİT TIRLARI
MİT
Tırları meselesine gelecek olur isek, biliyorsunuz geçtiğimiz yıl
Savcılığın isteği ile güvenlik güçleri Suriye’ye geçmek üzere yol alan
bazı Tırları durdurdu. Bu araçlardaki kişilerden bazıları MİT görevlisi
olduklarını söylediler ancak Jandarma araçlar hakkında işlem yapmaktan
vazgeçmedi. Tırların Suriye’de Esad karşıtlarına silah taşıdığı,
nakliyat yasadışı olduğu çok konuşuldu. Ancak Hükümet yapılanları
casusluk ve darbe olarak değerlendirmeyi tercih etti. Cumhurbaşkanına ve
Başbakana göre savcılar ve Jandarma MİT tırlarını Hükümet’e zarar
vermek ve hatta onu düşürmek için gerçekleştirdi. Erdoğan özellikle hiç
kimsenin MİT’e ait araçları durduramayacağını, yapılanın suç olduğunu
söyledi.
İkinci olarak tırlarda silah veya mühimmat olmadığı, yükün Suriye’deki Türkmenlere giden insani yardım malzemesi olduğu resmi yetkililerce iddia edildi.
Öncelikle ister MİT’e isterse başka bir kuruma ait olsun demokrasilerde ve hukuk devletlerinde hiçbir kurumun suç işleme özgürlüğü olamaz. Yani eğer MİT Tırları meselesinde bir suç var ise yargının ve kolluğun görevi o suçu ortaya çıkarmaktır. Dolayısıyla olayın yargı sürecinde ortaya çıkarılması gerekirdi. Ancak gidişat tırların yükünü incelemek şeklinde değil, olayı araştıran görevlileri yargılamak şekline döndü.
İNSANİ YARDIM İDDİASI İNANDIRICI DURMUYOR
Tırların insani yardım taşıdığı iddiasına gelince, bu iddiaya da katılmakta zorluk çekiyorum. Çünkü yiyecek-içecek, battaniye, çadır gibi yükü olan tırları kim, neden durdursun ki? Hadi durdurdu diyelim, ister başında MİT görevlisi olsun, isterse herhangi bir vatandaş, olay hiçbir şekilde büyümezdi. Oysa ki olaydan bugüne geçen sürede Hükümet adeta ortalığı yıktı, meseleyi bir rejim sorununa kadar taşıdı. Savcı ve jandarmaların ne casusluğu kaldı, ne darbeciliği!
Tüm bu tepki Suriyeli Türkmenlere götürülecek battaniye, ilaç veya yiyecek için olabilir mi?
Belli ki ortada saklı kalması gereken bir takım sırlar vardı ve jandarmanın tırlara düzenlediği baskın bu dehşet sırları ortaya saçıyor, Hükümeti de zor durumda bırakıyordu.
Dolayısıyla resmi açıklamalara ben dahil bu konularla ilgilenen hiç kimse inanamadı. Ortada bir silah sevkiyatının olduğu açıktı, ancak bu sevkiyatın Türkmenlere yapılmadığı da belliydi. Çünkü ne Irak’ta ne de Suriye’de ciddi bir silahlı Türkmen hareketi göremiyoruz. Sevkiyat en iyimser tahminlere göre ÖSO’ya, belki de başka silahlı gruplara gidiyordu.
AKTAY’IN ‘ÖSO’YA SİLAH YARDIMI’ İTİRAFI
İşte, önceki gün AK Parti Genel Başkan Yardımcıları’ndan Yasin Aktay’ın itirafı merakların giderilmesi açısından çok önemli bir katkı sağladı.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Siirt Milletvekili Adayı Yasin Aktay, memleketinde esnaf ziyareti yaparken Kobani tartışması yaşandı. Aktay, tartışmanın sonunda MİT tırlarının Suriye’deki silahlı direniş örgütü olan ÖSO’ya silah taşıdığını itiraf etti.
Bazı okurlarımız diyebilir ki “MİT gibi çok özel bir güvenlik birimimiz bir başka ülkeye gizlice silah taşıyamazsa ne iş yapar?” Bu soruda haklılık payı olabilir, ancak bu mantık yapılanın ulusal ve uluslararası hukuk açısından suç olduğu gerçeğini değiştirmez. Hükümet bir başka ülkede iç savaşa taraf olurken, hatta silah gönderirken bu ülkede hangi mekanizmalardan izin almıştır? Yani Türk insanı Suriye iç savaşında taraf olmayı oylamış mıdır, onaylamış mıdır, Meclis bu işin neresindedir? Şaka değil, binlerce insanın öldüğü, milyonlarcasının evsiz barksız kaldığı bir savaşa Türkiye taraf olacaksa bunun demokratik onay süreçlerinde tartışılması gerekmez mi?
Bu vesileyle söylemek isterim, Türkiye’nin Suriye politikasının geldiğini noktayı son derece tehlikeli buluyorum. Bir başka devletin içişlerine bu kadar karışmak hem başka devletlerin de sizin içişlerinize karışmanıza yol açabilir hem de müdahale Türkiye’nin düşündüğünün tam tersi sonuçları doğruyor. Türkiye’nin müdahalelerinin de etkisiyle Suriye’de demografik yapı İran’ın ev Suriye’nin istediği şekilde değişiyor. Günün sonunda Esad’ın elinde kendince homojen bir nüfus kalacak ve yüzlerce yıllık Suriye dengeleri değişmiş olacak. En kötüsü ise Türkiye’nin bu tavrı neticesinde tüm Arap dünyası Türkiye’yi diğer devletlerin içişlerine karışan, bozguncu, müdahaleci ve yıkıcı bir güç olarak tanımaya başladı. Türkiye’nin en önemli yumuşak gücü bunun sonucunda yerle bir oluyor.
Özetle
ÖSO’ya dahi silah taşınıyor olsa, bu eylem bizim yasalarımıza göre de
uluslararası hukuka göre de suçtur. Bunu ABD gibi devletler belki
yapabilirler, ancak onların güvendikleri ‘acı güç’ ne yazık ki
Türkiye’de yok. Yarın öbür gün bir başka devlet de Türkiye’nin
içişlerine aynı mantık ile karışır ise Türkiye o zaman ne
diyebilecektir? Ya da Mısır’da bizim yaptıklarımızı bir başka devlet
Türkiye’ye dönük yapsa, Türkiye’de bir siyasi partiyi/hareketi her
açıdan desteklemeye kalksa bunun altından kalkabilecek miyiz?
TÜRKİYE, EL KAİDE BENZERİ GRUPLARI DESTEKLİYOR İDDİASI
MİT tırları konusuna dönecek olur isek, uluslararası toplum bu yolla sadece ÖSO’nun silahlandırıldığına da inanmıyor. The Independent’ın 12 Mayıs 2015 tarihli makalesinde aynen şu ifadelere yer veriliyor:
“Türkiye ve Suudi Arabistan aktif bir şekilde Suriye’de, El Kaide uzantıları da dâhil Beşar Esad karşıtı İslamcı asileri desteklemeye başladı, bu da Batılı hükümetleri endişelendiriyor.”
Gazeteye göre Türkiye, İslamcı El Nusra ile El Fetih’e aktif destek veriyor, cihatçı silahlı grupları birlikte hareket etmeye yönlendiriyor.
Türkiye’nin El Kaide ve benzeri silahlı grupları desteklediği iddiası önümüzdeki günlerde sıkça gündeme gelecektir. Çünkü bu konuda Batılı hükümetlerin tepkileri artıyor ve bu hükümetlerin ellerinde iddialarını besleyecek pek çok delilin olduğun u tahmin etmek zor değil. Çünkü biliyoruz ki Almanya gibi Batılı ülkeler Türkiye’yi çok yakından izliyorlar, telefonları kaydediyorlar, yaşananları filme vs. alıyorlar.
Bu nedenle Türkiye dışarıda zor durumda kalmak istemiyorsa klasik ittifaklarını tazelemek ve uluslararası alanda itibarını yeniden kurmak zorunda.
SEÇİM ÖNCESİ SICAK ÇATIŞMA İHTİMALİ
İçeriye döndüğümüzde ise eski Türkiye’nin hastalıkları tek tek gün yüzüne çıkıyor. Daha önce de söylemiştim, Türkiye derin devletin kuyruğundan yakalamıştı. Ancak Hükümet, Cemaat ile kavgasına bu fırsatı heba etti. Geldiğimiz noktada AK Parti Kırmız Kitabı ve Meclis’in, Yargı’nın üzerinde bir MGK’yı savunma noktasına geldi. AK Parti ile Perinçek Grubunu bir çok noktada aynı görüşte görmek şaşırtıcı. Başbakan Davutoğlu son 13 yılda bir tek faili meçhul dahi olmadığını düşünüyor ve kalabalıklara “faili meçhulü bitirdik” diye sesleniyor. Tüm bunlar büyük bir gafletin açık işaretleri. Suriye’de ve Ortadoğu’da öylesine büyük karmaşaların parçası haline geldik ki o ilişkilerin Türkiye sokaklarına sorun taşımaması imkânsız. Öte yandan içeride kurulan demokrasi koalisyonları dağıtıldı ve içerideki gerginlik de istenmeyen olayları doğuracak seviyelere geldi.
Seçim öncesinde tüm bu gerilimin bazı nahoş olaylara neden olması kaçınılmaz gibi duruyor. Toplumsal ve siyasal kutuplaşma içeride seçimi sabote etmek isteyenlere uygun bir ortam sunuyor. HDP seçim bürolarına yapılan saldırılar, diğer bazı parti bürolarına saldırılarla ‘süslenmek’ istenebilir. Eğer PKK sahneye çıkmakta direnirse seçimlere kadar HDP’yi rahatsız edici saldırıların dozajı artabilir. Eğer PKK devreye sokulabilirse o zaman da PKK’ya karşı büyük operasyonlar ile çatışma ortamı yeniden başlayabilir.
Aynı bağlamda Suriye ile yaşadığımız fiili savaş resmi hale dönüşebilir. Bazı çevreler PKK ile veya Suriye ile çıkabilecek sıcak çatışmaların seçim sonuçlarına etki yapabileceğini düşünüyor. Sonuçları nasıl olur bunu şimdiden kestirmek kolay değil, ancak şunu biliyoruz, seçimlere girmeyen bazı aktörler korkarım ki bir tek oy almadan dahi seçim sonuçlarını etkilemeyi ve siyaseti şiddet-korku üzerinden dizayn etmeyi çok iyi biliyorlar.
Son söz olarak, Türkiye her geçen gün 1990’lı yılları hatırlatıyor. Yeni Türkiye sözlerini çok duyuyoruz ancak ‘yeni’ diye diye eskiyi aratacak bir türbülansın içine girmek üzere olduğumuzu görüyoruz. Üstelik Türkiye bu girdaba bir Avrupa ülkesi olarak değil, daha çok bir Ortadoğu ülkesi olarak giriyor.
Umarız biz yanılırız, analizlerimizin hepsi yanlış çıkar ve bir an önce güvenli sulara çıkarız...