Zira o paşa Avrupa Birliği'nin Türkiye açısından önemli bir medeniyet projesi olduğunu düşünüyordu. Sivil-asker ilişkilerinin demokrasilerde olması gerektiği yeri tarif ediyor ve orada duruyordu. İnsan hakları, hukukun üstünlüğü gibi kavramlara karşı bir dudak servisinden öte içten bir inanca sahipti. Kısacası o başarılı asker beynini, profesyonelliğini kendi mesleğine odaklandırdığında bölgesel güç olma iddiasındaki bir Türkiye'nin güçlü bir ordusunun olacağına yürekten inanıyordu.
Konuşmalarından anladığımız kadarıyla çok derinlikli analizler yapabilen entelektüel bir kişiydi bu paşamız. Üslubu yumuşak, dile hâkim, mütevazı, işine odaklanmış birisi. İşte bu özelliklerden rahatsız olanlar o dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök Paşa'ya kapsamlı bir linç kampanyası başlatmışlardı.
Arada birkaç paşalık es geçilse de bugünlere kodu mu oturtan paşa özlemi tavan yapmışa benziyor. Özel Paşa da belli ki bu profile hiç uymuyor. Yukarıdan bakan, kükreyen, bir gün siyasete diğer gün mahkemelere ayar veren bir paşa değil zira.
Hatta çok rahatsızlık verici bir özelliği, kendi görevi dışındaki konulara maydanoz olmayıp uluorta konuşmayacağını beyan etmesi.
Hukukun üstünlüğüne saygılı davranan, mahkemeleri baskı altına almak için uluorta konuşmayan, "Ey hâkim sen kimsin, kalemin kırılsın" nevinden haykırışlarda bulunmak yerine "bir kamu görevlisi olarak konuşacağı konuyla ilgili, yeri, zamanı ve muhataplarını doğru analiz etmesi gerektiğini" söyleyen bir paşa.
Perşembe günkü yazısında Ahmet Hakan'ın da dikkatini çekmiş Genelkurmay Başkanı'nın yazılı açıklaması. Genelkurmay Başkanı'nın, kendisini bir kamu görevlisi olarak konumlandırdığını ve görev alanının dışına çıkmamaya özen gösterdiğini dikkatle not etmiş yazısında.
Oysa bazılarımız hâlâ mahkemelerin etrafının sarılması, baskılanması, hâkimlerin yerine kararları paşaların vermesi özlemi içinde.
Ne bekleniyordu peki paşadan? Balyoz kararlarıyla ilgili konuşması. Peki, paşa ne yaptı? Konuştu.
Tarihi davalarla ilgili verilen yargı kararlarının; ihtisas sahipleri tarafından tartışılmasının, sonuçlarının yürütme ve yasama organları tarafından değerlendirilmesinin ve vicdani muhasebesinin de yüce millet tarafından yapılmasının daha doğru olduğunu düşündüğünü söyledi.
Ancak görülen o ki bu tür paşalara bir türlü alışamadık. Çünkü biz cumhurbaşkanının kim olacağına karar veren; halkın nasıl davranması gerektiğine müdahale eden; siyasi, sosyal, ekonomik ve hukuki konularda sürekli fikri olan ve konuşan paşalara alışıktık.
Dönüp şimdiki sürece bakıyoruz. Genelkurmay gerekli hukuki desteği vermiş mi vermiş. Yargılanma süresince sanık ailelerine ve sanıklara gerekli olan maddi manevi bütün destek kesintisiz sürdürülmüş. Eksik kalan ne? Hâkimlere ne karar vereceği söylenmemiş, hâkimler baskılanmamış, yargılama etkilenmemiş.
Anlaşılan o ki daha uzun bir süre demokrasinin ve hukukun tarif ettiği paşa profiline alışmakta zorluk çekeceğiz. Kodu mu oturtan paşa özlemi içimizde bir kor gibi yanmaya devam edecek.
Açıkçası paşalar açısından görevlerine odaklanmak, kendi sınırlarını hukuk ve demokrasi içerisinde tanımlamak, onların karakter infazlarına kadar giden, üslup ayarlamasında haddi aşıp hakaretlere kadar varan bir kısım sözlü ve yazılı tacizlere de maruz kalacaklarını gösteriyor.
Zaten demokrasiye kolay ulaşılamayacağını, demokrasi için bir bedel ödeneceğini, hukuk devletinin gökten zembille inmeyeceğini bilmemiz gerekiyor; bu ciddi bir mücadele. Ancak bizim çocuklarımızın daha fazla içselleştireceği, savunacağı ve hayatın normal akışı olarak göreceği demokrasi ve hukuk mücadelesi.
Özel Paşa'nın cevabı, tüm asker için unutulmaması gereken başucu uyarılarından birisi olmalı.