Balyoz davasının İstanbul duruşmalarının birine katılmıştım…
Çıkışta, “Balyoz’un Lideri” olmakla suçlanan Orgeneral Çetin Doğan’ın eşi Nilgül Doğan önümü kesti, “Sizinle biraz konuşmak istiyorum” dedi…
Konuşmaya başladık. Daha doğrusu Nilgül Doğan anlatmaya başladı:
“Televizyon programlarında eşimi darbeci olarak suçluyorsunuz. Eşim öyle bir insan değil. 12 Eylül 1980 ihtilali olunca, rütbesi albaydı. Gece yarısı eve geldi. Allah kahretsin darbe oldu, dedi.”
Anlatmaya devam etti Nilgül Doğan…
“28 Şubat sürecinde eşim Genelkurmay Harekat Başkanı’ydı. Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, eşimi çağırmış. Batı Çalışma Grubu’nu sen kuracaksın, demiş. Eşim kabul etmemiş. İstihbarat Başkanı’na görev verin, demiş. Çevik Bir, hayır Batı Çalışma Grubu senin biriminde kurulacak deyince, eşim yazılı emir istemiş. Ancak yazılı emir geldikten sonra Batı Çalışma Grubu’nu kurmuş…”
Balyoz olayı yaşandı mı, yaşanmadı mı? Çetin Doğan darbeci mi, değil mi? Yargıtay’ın onayladığı balyoz kararları ile adalet tecelli etti mi, etmedi mi? Üç yıl boyunca Türkiye’nin gündemini meşgul eden, Silahlı Kuvvetler tarihinin bu en geniş darbe davasının iç yüzü nedir?
Gelin, başından itibaren şöyle kısa bir balyoz turu yapalım…
Orgeneral Çetin Doğan; davanın en başından itibaren şunu söyledi:
“Balyoz planı uydurmadır. Oynadığımız harp oyunu, Yunanistan’la bir savaş halinde, İstanbul’da baş gösterecek bir irticai ayaklanmaya karşı yapılacak harekatı öngören Ertuğrul/Egemen planıdır…”
Fakat dava boyunca ilginç olaylar yaşandı.
Aslında, Balyoz planının 20 Ocak 2010 günü Taraf gazetesinde yayınlanmasından sonra ilk soruşturmayı İstanbul’daki askeri savcılık açtı…
Askeri savcı, bu seminer planlarının bulunduğu 1. Ordu kozmik odasında arama yapmak istedi. Askeri Mahkeme, Askeri savcının bu talebini kabul etti. Fakat o zamanki 1. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız, ki sonradan Ergenekon davasında yargılandı ve ömür boyu hapis cezası aldı, bu karara itiraz etti. Bir üst askeri mahkeme, Ordu Komutanı’nın bu itirazını yerinde buldu ve Askeri savcı kozmik odaya giremedi…
Daha vahimini söyleyeyim. O zamanki 1. Ordu Komutanı, askeri savcının hiçbir talebine doğru dürüst cevap vermedi. Seminer kayıtlarının imha edildiğine dair bir kayda da rastlanamıyordu…
Hatırlatayım. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’du…
Askeri savcı doğru dürüst bir soruşturma yapsa, özel yetkili sivil savcılar devreye girer miydi?.. Şunu biliyoruz, Yaşar Büyükanıt, İlker Başbuğ ve Işık Koşaner’in Genelkurmay başkanı oldukları 2006-2011 dönemi boyunca, askeri savcılar doğru dürüst hiçbir soruşturma yapamadılar… İrticayla mücadele eylem planı belgesi olayı dahil, bütün soruşturmalar ya yarıda kesildi, ya da hiç yapılmadı…
Sivil savcıların devreye girmesi, 2009 yılında Meclis’te yapılan bir kanun değişikliği ile, askerlik görevi dışındaki suçların sivil mahkemelere alınması ile başlar…
Balyoz davasına da bu yetkiyle bulaştılar, İstanbul’daki özel yetkili savcılar…
Taraf gazetesi muhabiri Mehmet Baransu’nun savcılara verdiği cd ve bavullardaki belgeler soruşturmayı başlattı. İşin ilginci bu belgelerin önemli bir bölümü orjinaldi. Yani 1. Ordu kozmik odasından çıkarılmıştı… Hani, askeri savcının girmesine izin verilmeyen o kozmik odadan…
Nitekim, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner, “Böyle rezalet olmaz. 1. Ordu kozmik odasında neyimiz var, neyimiz yok, hepsini çaldırmışız” dedi sonra İnternete düşen bir ses kaydında…
Genelkurmay’ın Balyoz davasının başından itibaren takındığı tavır, bence Yargıtay’ın onayladığı ağır Balyoz kararlarının en önemli sebeplerinden biridir…
Dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Silahlı Kuvvetler’in karşı karşıya kaldığı bu en ağır ve vahim dava karşısında, sivil savcılarla işbirliği yapacağına, Hükümet’i askeri şura toplantısını yapmamakla bile tehdit etti…
Oysa, Çetin Doğan 2003 başında bu seminer planını oynamak istediğinde ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, “Hayır bu içerikte bir seminer oynama” dediğinde, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’du. Üstelik, seminere gözlemci olarak katılan Kara Kuvvetleri gözlem heyetinin seminer sonuç raporunun sunulduğu kişi İlker Başbuğ’du…
Başbuğ, yaşananları iyi biliyordu… Balyoz davasında, olayın iç yüzünün aydınlanmasına yardım etmek yerine, “Allah, Allah diyen bir Ordu camisini bombalar mı?” gibi çıkışlarla psikolojik harekat yaptı. Genelkurmay Başkanı olmanın gücünü kullanarak…
Başbuğ’un davanın kapatılması yönündeki tavrını, 2010 ağustos ayında, onun yerine gelen Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner de sürdürdü. Nitekim İstanbul’daki askeri savcı Albay Bülent Münger, 7 Eylül 2010 tarihinde Balyoz davası ile ilgili takipsizlik kararı verdi.
245 sayfalık bu karar ibret vericidir…
Bana göre, 2007 yılından itibaren Büyükanıt, Başbuğ ve Koşaner dönemlerinde Silahlı Kuvvetler’in nasıl kötü yönetildiğinin de bir belgesidir bu 245 sayfalık karar…
Devam edelim…
Sivil savcılar Balyoz soruşturmasını başlatınca Genelkurmay’dan, seminer sonuç raporunu istediler. Çünkü, Kara Kuvvetleri gözlem heyeti ile birlikte Genelkurmay’dan da, başında bir generalin bulunduğu bir heyet vardır seminerde gözlemci olarak…
Genelkurmay’dan gelen cevap, seminer sonuç raporunun kayıtlarda mevcut olmadığıdır… Hatırlatalım, bu dönemde seminer sonuç raporunun sunulduğu kişi, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tır…
Sonunda Balyoz davasında şöyle bir manzara ile karşılaştık… Orgeneral Çetin Doğan, seminerin ses kayıtlarını kabul ediyordu, ancak balyoz belgelerine uydurma diyordu…
Yargıtay’daki duruşmalarda, bu ses kayıtları ileilgil çok ilginç bir olay yaşandı.
O gün ben de Yargıtay salonundaydım…
Çetin Doğan gibi 20 yıl ceza alan Orgeneral İbrahim Fırtına’nın avukatı Kazım Yiğit Alkan savunma yapıyordu. Konu ses kayıtlarına geldi.
Duruşmaya başkanlık yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesi Başkanı Ekrem Ertuğrul, iki kez üst üste avukata şu soruyu sordu:
“Müvekkilleriniz ses kayıtlarının gerçek olduğunu kabul ediyorlar değil mi?”
Avukatın cevabı “Evet” oldu…
Bence, yukarıda anlattığım bütün bu olaylar Yargıtay’ın kararları onaylamasında etkili oldu…
Seminer ses kayıtları gerçekse, belgeler neden uydurma olsun kanaati doğdu…
Üstelik, davanın başından itibaren bir şeylerin yargıdan saklandığı, hatta kaçırıldığı kanaati pekişti…
Ankara’da Cumhuriyet gazetesi yazarları İlhan Selçuk ve Mustafa Balbay ile görüşen dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un “1. Ordu ihtilale hazırlanıyor” sözleri ve Aytaç Yalman’ın, “Ben olmasaydım Hilmi Özkök’ü parçalayacaklardı” ifadesi gibi olgular da; bu kanaati daha da pekiştirdi…
Peki, Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman ve Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök neden tanık olarak dinlenmediler?
Bence dinlenselerdi iyi olurdu... Ama mahkeme, seminer sonuç raporlarının sunulduğu İlker Başbuğ ve Yaşar Büyükanıt’ı dinlemeyi yeterli buldu.
Mahkeme talep etmemesine rağmen yine de Aytaç Yalman ve Hilmi Özkök mahkemeye tanıklık için başvurabilirlerdi. Başvurmadılar…
Aytaç Yalman, Emin Çölaşan’a gönderdiği mektupta “Darbeyi önleyen komutan benim. Kara Kuvvetleri benim emrimde. Hilmi Paşa’nın tankı, topu mu vardı ki darbeyi önledi.” diyordu.
Bence, mahkemeye gelince yemin altında ifade vereceklerinden, bildikleri her şeyi anlatmak zorunda kalacaklarından, tanıklığa gelmediler. Yani aslında, tanıklığa gelmeme kararlarında, silah arkadaşlarını gözetme iç güdüsü etkili oldu…
Gelelim bir diğer konuya…
Balyoz davasında “Keşke…” dediğim bazı noktalar var…
Mesela, “Keşke Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Oramiral Özden Örnek beraat etseydi” diyorum…
Özden Örnek, Gölcük’te Donanma Komutanı iken Çetin Doğan ile birlikte hareket etmekle suçlanıyor. Daha sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Özden Örnek, görevinin birinci yılında, diğer üç kuvvet komutanıyla birlikte Hilmi Özök’e karşı tavır alıyor. O da, AK Parti hükümetinin gitmesini istiyor. Fakat günlüklerinde de çok açık görülüyor ki, Şener Eruygur gibi bir darbe paranoyasına sahip değil… Hatta denebilir ki, O'nun ve Aytaç Yalman’ın saf değiştirmesi de darbe tehdidini bertaraf eden sebeplerden…
Bir örnek vereyim..
Özden Örnek, 16 Mart 2004 tarihli bu olayı günlüğünde anlatıyor… O gün Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’u çağırıp fena halde hırpalıyor. Bütün planlarını biliyorum diyor. Bunun üzerine Şener Eruygur, Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ı arayıp, “Ne yaptıysak beraber yaptık. Siz de benim yaptıklarımı üstlenin” diyor…
O gün, Özden Örnek ve Aytaç Yalman buluşuyorlar. Özden Örnek, “Böyle saçmalık olmaz, O'nun yaptıklarını biz niye üstlenelim” dedikten sonra şu notu düşüyor: “Ben ve Aytaç Yalman, Şener Eruygur ve Hava Kuvvetleri Komutanı’nı (İbrahim Fırtına) durdurmaya karar verdik.” Sonra, Şener Eruygur, Aytaç Yalman’a geliyor. “Ne haber” deyince, Aytaç Yalman, “Menfi…” cevabını alıyor, böylece yüzü asılıyor, başka bir bir şey konuşmadan ayrılıyorlar.
Özden Örnek’in, Şener Eruygur’un darbeciliğini yerden yere vuran bir çok ifadesi daha vardır günlüklerinde… Eruygur’un, kişisel çıkarları için darbe peşinde olduğunu, bu işi paranoya haline getirdiğini birçok kez yineler… Çünkü, darbe yapamazsa, 2004 yılı Ağustos'unda emekli olup gidecektir…
Elbette 2003 ve 2004’te darbe olmamasında birinci faktör, Hilmi Özkök’ün darbecileri bölüp, kırmadan dökmeden süreci dirayetle götürmesi…
Bana göre Özden Örnek’in günlükleri, aynı zamanda olağanüstü bir askeri kültür ve militarizm eleştirisidir… Subayların nasıl kötü yetiştirildiğini anlatır, askeri kültürle alay eder…
O yüzden katıldığım televizyon programlarında şunu söyledim. Özden Örnek, her ne kadar Çetin Doğan ile birlikte hareket ediyor gözükse de; sonraki tutumlarıyla darbecilerden ayrışıyor.
Hatta bunu hukuki bir tabir olan “faal nedamet” kavramıyla anlattım.
Ne var ki Yargıtay, Özden Örnek’e verilen 20 yıllık cezayı onayladı…
Bir diğer keşke…
Keşke, Silahlı Kuvvetler sistemi gereği, emir-komuta zinciri sebebiyle bu işte yer almak zorunda kalan alt rütbeli subaylar hakkındaki kararlar daha yumuşak olsaydı…
Gerçi Yargıtay, yargılananların üçte birini bu kapsama aldı. En azından bu da bir telafidir…
Fakat en önemli keşkem şu…
Keşke, Balyoz davası patlak verdiğinde Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ olmasaydı… Keşke onun yerine gelen kişi Işık Koşaner olmasaydı… Süreci iyi yönetemediler…
Ve bence Yargıtay’ın onayladığı bu ağır Balyoz kararlarında en büyük sorumluluklardan biri, 2010-2011 döneminin Genelkurmay’ına aittir.
Çetin Doğan’ın eşi Nilgül Doğan’ın, Balyoz davası çıkışı bana söylediklerine gelince…
Çetin Doğan Albay iken darbeyi lanetlemişse, sonraki yıllarda nasıl oldu da darbe senaryolarının en önemli aktörü haline geldi?..
Bence bunda, “28 Şubat bin yıl sürecek” diyen ve Silahlı Kuvvetleri tepeden tırnağa siyasete bulaştıran askeri anlayışın büyük payı var…
Maalesef, bu dönemde siyaset, Genelkurmay’da askerlik görevlerinin önüne geçti, subayların siyasete bulaşması olağan hale geldi…
Ve günün birinde, Türkiye’de şartların değişeceğini, hiç mi hiç hesaba katmadılar…
O yüzden, kozmik odalardaki belgeleri imha etme gereği de duymadılar…
Davalar başlayınca, günler ve geceler boyu lahmacun fırınlarında, kışla arazilerinde belgeler yakıldı, ama ele geçen belgelerle de bu davalar açıldı…