Ne kadar çok yüksek rütbeli asker var bu davada, ilginizi çekti mi hiç?
Balyozda tam 89 general ve amiral yargılandı.
Nasıl oldu da bu kadar çok general, kendilerini sanık durumuna sokacak bir işin içine arkalarında bu kadar açık izler bırakarak girdi?
Hiç merak ettiniz mi?
Uzun zaman iktidar olanların hayat hiç değişmeyecek zannetmelerinin, ‘bize kim dokunabilir ki’ inançlarının en tepe noktalarından biriydi sanırım bu Balyoz semineri.
‘Beni kim yargılayabilir ki…’ inancının en görünür hali.
Zaten bir ülkedeki hukuksuzluğun en büyük göstergesi bu olsa gerek, yargılanamaz birilerinin bulunması ve buna duyulan güçlü inanç.
‘Onları kim yargılayabilir ki…’
Bir ülkede böyle bir inanç yaygın bir şekilde varsa o ülkede birileri hukuku çiğniyordur ve o birileri eninde sonunda mutlaka bir gün yargılanacaktır.
Bu inançla zaten suçlarını saklamaya bile gerek duymadı generaller.
Çok daha usturuplu yapabilirlerdi bu seminer dedikleri şeyi ama yapmadılar.
İhtiyaç duymadılar bunu saklamaya.
Onlara kim dokunabilirdi ki suç işleseler bile…
Balyoz semineri digital veriler olmadan da kendi başına bir darbe semineri… Bunu yok saymak imkansız, kim ne derse desin, kim ne yazarsa yazsın.
Bunu kendileri de kabul ediyor zaten, sadece buna “ülke savunması” diyorlar ve hakları olduğuna inanıyorlar o kadar.
Yargıtay, Balyoz davasında kararını açıkladı önceki gün.
Dört general beraat etti… 85 general mahkum oldu.
85 general.
Bizde ordu yıllarca bir diktatör gibi davrandı topluma. Ordu iktidarın gerçek sahibiydi.
Generaller, halkı da, halkın oylarıyla seçilen parlamentoları da çok açık biçimde aşağılayabiliyorlardı.
Askerler darbe yapmanın suç olduğunu umursamıyorlardı bile, hatta darbe hazırlıklarının generallerin asli görevleri arasında bulunduğuna inanıyorlardı.
Ve en tuhafı birilerini de buna inandırmışlardı.
Bu düşüncelerini saklamaya gerek bile duymuyorlardı.
Toplumu yok farz ettikleri için toplumdaki değişiklikleri de asla algılayamıyorlardı ne yazık ki.
Uzun zaman iktidar olanların düşeceği en büyük tuzağa düşüyorlardı böylece.
‘Bize kim dokunabilir ki…’
Bu kör inançla darbe hazırlıklarını hep sürdürdüler.
Korkacakları bir şey yoktu ki…
Kim darbe hazırlığı yapan bir generali yakalamaya ya da yargılamaya cesaret edebilirdi ki bu ülkede?
Bu yüzden ne Türkiye’nin ne dünyanın değiştiğini fark edemediler.
Nasıl bir körlükse bu toplumu okuyamadıkları gibi dünyadaki değişimi de okuyamamışlardı işte.
Hazırladıkları planları okudunuz mu hiç, nasıl insafsız ve vahşi olduklarını gördünüz mü?
Cinayetler, bombalamalar, suikastlar...
Kendi kudretlerinden ve dokunulmazlıklarından nasıl da eminlermiş o planları yaparken... Pervasızlığın, fütursuzluğun, aldırmazlığın nedeni ise o ‘dokunulmazlık’ inancı.
Bu inançla kör olmuşlar, sağır olmuşlar, darbe için planlar yaparken, cuntalar kurarken, silahları oraya buraya gömerken, ölüm listelerine girecek isimleri saptarken hayatta neler oluyor hiç kavrayamamışlar.
Sadece Türkiye’nin değil, kendi sahibi oldukları ordunun içinde de neler değişiyor anlayamamışlar.
Balyoz belgeleri nasıl çıktı hatırlar mısınız? Birinci Ordu’da görevli bir subay gönderdi bu belgeleri.
Kendi içlerinden biri.
Dün Taraf’ta Taner Akçam nefis bir yazı yazmıştı, diyordu ki ‘Osmanlı, Hıristiyan- Müslüman eşitliğini sağlayamadığı için çökmüştür. Bu gerçeğe değinen bir tarihçiye, bir iktisatçı veya sosyal bilimciye rastlamak zordur. Ama Eğer Osmanlı bu eşitliği sağlasaydı, dağılma gene olur muydu?’
Eşitliği reddeden, uzun yıllar iktidar olup değişimlere kör olan, işlediği suçları bile saklamaya gerek duymayan, yargılanamayacağını zanneden her kişinin, her kurumun başına hep aynı son gelecek.
Bu açık gerçek gözümüzün önünde bu kadar net duruyor da; hala hiç kimse akıllanmıyor…