Türkiye’nin anti balistik füze savunma sistemini
Çin’den alma temayülü göstermesi göründüğünden çok daha ciddi bir
mesele. Henüz prosedürler tamamlanmamakla birlikte son aşamaya kalan
firmalar arasında en ön sırada Çinli CPMIEC yer alıyor. İhalede ABD’den
Patriot, Rusya’dan S-400, Fransa-İtalya ortaklığından Samp-T füzeleri de
yarışma halinde. Silahların Yayılmasını Engelleme Anlaşmasını ihlal
ettiği gerekçesiyle ABD yönetimi tarafından bir süredir yaptırım
uygulanan Çin şirketi şimdilik avantajlı durumda ve bu yüzden de ortalık
allak bullak.
Türkiye’nin önceliği, kendi füze
sistemini üretirken müdahil olabileceği bir yapının ve teknolojinin
kullanılmasını sağlamak. Fiyatının daha ucuz olması ya da erken teslimat
gibi faktörler, anlamlı olsa da çok önemli değil. Türkiye savunma
sisteminin kendi kontrolünde olmasını ve kendi teknolojik imkanlarıyla
da geliştirilip, kullanılabilmesini istiyor. Bunu yaparken
diğer ülkelerin de bireysel sistemler kurduğunu hatta NATO bünyesinde
bulunan farklı ülkelerde Rus silahlarının hâlâ var olduğunun altını
çiziyor. Burada temel felsefe savunma sistemini ulusal çıkarlar
çerçevesinde ucuz, çabuk ve bağımsız bir biçimde yapılandırmak. Çinli
şirket bu konuda oldukça yardımcı.
Lakin buradaki mesele,
alışageldik güvenlik konseptlerine aykırı olarak, bir NATO üyesinin ilk
defa ortak savunma anlayışına ters bir eğilim göstermesi. Zira NATO
üyeliğine girerken verilen bir taahhüt var ve bu düşmanlara karşı ortak
savunma prensipleri çerçevesinde davranılmasını öngörüyor. Nitekim NATO
anlaşmasının 5. maddesindeki anlayış çerçevesinde üye ülkeler bireysel
değil, kolektif güvenlik doktrinine inanıyor. Bu amaçla savunma
sistemlerini entegre ediyor, ortak kumanda yapısı ve karargâh (SHAPE)
düzeninde hareket ediyorlar.
Füze sistemi gibi entegre
çalışması gereken bir yapıya, dışarıdan bir unsurun dahil edilmesi bu
sebeple hiç sıcak karşılanmıyor ve diğerlerinin güvenliğini de tehlikeye
atabilecek bir davranış olarak tanımlanıyor. NATO üyesi ülkeler
Türkiye’nin Çin füze sistemini kabul etmesi halinde NATO’nun
radarlarını, uydu sistemini ve AWACS’larını ve Link16 diye bilinen
askerî veri ağını kullanamayacağını belirtiyorlar.
NATO
ülkeleri Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de düşman olarak tanımladığı
unsurlarla iş birliği yapan bir firmanın kendi sistemleri içerisine
sokulmasının mümkün olmadığını düşünüyor ve bunda da çok haklılar. Aynı
şeyi bir başka NATO üyesi yapmaya kalksa biz de bunu kabul edilemez
bulurduk muhtemelen. Zira teknik olarak sistemlerin entegre edilmesi Çin
ve NATO kanadının teknisyenlerinin ortak çalışmasına ihtiyaç
gösteriyor. Üstelik güvenlik açısından birçok kritik bilgi ve koda
ulaşılması da kaçınılmaz. NATO’nun diğer üyeleri ise böyle bir şeyi asla
kabul edilemez olarak değerlendiriyor.
Türkiye göründüğü
kadarıyla Çinli firma ile anlaşmayı kesinleştirmesi halinde kendi
teknolojisini üretene kadar uzun bir süre hava savunma sistemi açısından
büyük bir zafiyet yaşayabilir. Kaldı ki mesele askerî teknik
konuların da dışında Türkiye’nin dış politika konumlanması bakımından
çok kritik. Güvenlik meselesi diğer bütün konuların ötesinde bir
kırılganlık ve aynı zamanda da saldırganlık oluşturabilir. Bu gibi
durumlarda bir füze, asla yalnızca bir füze değildir.