31 Ekim 2013 Perşembe

"EMEKLİ ORGENERAL KAŞ GÖZLE BENİ TEHDİT EDİYOR"

erdal ceylanoğlu, 28 şubat davası, hüsnü turan

Müşteki Avukat, 28 Şubat Sanığı Orgeneral Erdal Ceylanoğlu'ndan mahkemede şikayetçi oldu. Kaş göz işareti ile beni tehdit ediyor...
 
28 Şubat dönemine ilişkin, 103 sanığın "Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak" suçundan yargılandığı davanın 27. duruşması başladı.
Duruşmaya Müşteki vekili avukat Hüsnü Turan'ın sözleri damga vurdu. Hüsnü Turan, Orgeneral Erdal Ceylanoğlu'nun kendisine bakarak birşeyler not ettiğini, kaş, göz işaretleri yaptığını iddia ederek, "Bunu tehdit olarak algıladım. Notlarının kontrol edilerek, gereği yapılsın" dedi.

Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya, tutuklu ve tutuksuz sanıklar, müştekiler ve tarafların avukatları katılıyor. Dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı duruşmada hazır bulunmuyor. Sanık Emekli Tümgeneral Kenan Deniz'in avukatı, müvekkilinin tutuksuz yargılanması talebiyle mahkemeye dilekçe sundu.
SALONDA ÇEKİLEN FOTOĞRAFA İŞLEM
Duruşmanın başladığı sırada, Meral Erdoğan isimli bir izleyicinin, fotoğraf çektiği görüldü. Heyetin bulunduğu bölüme çağrılan Erdoğan'a, Mahkeme Başkanı Tayyar Köksal, "Neden fotoğraf çektiğini" sordu.
Erdoğan da "Fotoğraf çekmenin yasak olduğunu bilmiyordum. Mahkeme salonundaki 'Adalet Mülkün Temelidir' yazan kürsüyü çekmek istedim. Ancak uyarılınca çekmekten vazgeçtim" dedi. Köksal'ın, "Makinanın flaşı patlamış" demesi üzerine, Erdoğan, "kendiliğinden patlamış olabilir" cevabını verdi. Meral Erdoğan'ın salonda fotoğraf çekme teşebbüsüyle ilgili Cumhuriyet savcılığına yazı yazılmasına karar veren mahkeme, Erdoğan'ın telefonunun da incelenmek üzere savcılığa teslim edilmesini ve duruşma salonundan çıkarılmasını kararlaştırdı.
"KAŞ GÖZ İŞARETİ YAPMADIM"
Müşteki vekili avukat Hüsnü Turan, duruşma salonunda bulunan emekli Orgeneral Erdal Ceylanoğlu'nun kendisine bakarak birşeyler not ettiğini, kaş, göz işaretleri yaptığını iddia ederek, "Bunu tehdit olarak algıladım. Notlarının kontrol edilerek, gereği yapılsın" dedi.
Mahkeme Başkanı Tayyar Köksal'ın bunun üzerine Ceylanoğlu'na, "Not alıyor muydunuz?" diye sordu. Ceylanoğlu da "Ben o şahısla ilgili bir not tutmadım. Ama tuttuğum bir not var. Duruşmanın seyri ve mahkemenin seyriyle ilgili tuttuğum notlar var, bunları mahkemeye verebilirim" dedi.
"Avukata kaş, göz işareti yaptınız mı?" sorusuna ise Ceylanoğlu, "Hayır" cevabını verdi.
Ceylanoğlu'ndan not tuttuğu kağıtları alan Köksal, bunu sesli bir şekilde okudu. Kağıtlarda, Avukat Hüsnü Turan ile ilgili herhangi bir yazının bulunmadığı belirlendi. Mahkeme, fotokopisi alındıktan sonra Ceylanoğlu'nun notlarının, kendisine teslimine karar verdi. Bu sırada söz alan Ceylanoğlu, "Aslını alın" dedi. Duruşma, dün savunmasını tamamlayan Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı emekli Albay Hüsnü Dağ'ın çapraz sorgusuyla devam ediyor.

30 Ekim 2013 Çarşamba

İşte asker kaçağı tarifesi

Yoklama kaçağı ve bakayaların idari para cezaları açıklandı.
 


Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreterliği, yoklama kaçağı ve bakayaların yurt genelinde aranması ile ilgili olarak yazılı bir açıklama yaptı.
Millî Savunma Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında 04 aralık 2012 tarihinde yapılan protokol gereği; yoklama kaçağı ve bakayaların yurt genelinde aranma işlemlerine, Jandarma Genel Komutanlığı'nca 25 Eylül 2013 ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nce 03 Ekim 2013 tarihinden itibaren başlandı.

Gündeme gelen idari para cezaları, 14 nisan 2011 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan "6217 sayılı yargı hizmetlerinin hızlandırılması amacıyla bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun" ile "1111 sayılı askerlik kanununda yapılan değişiklik" ile yürürlüğe girDİ.
Uygulama ile yoklama kaçağı ve bakayalara uygulanan para cezaları, işlenen fiilin süresine göre kademelenerek arttı. Ayrıca, kendiliğinden gelen yükümlüler için daha az idarî para cezası kararı verilirken, yakalanarak getirilen yükümlüler için idarî para cezaları süreye bağlı olarak ek artırımlarla ağırlaştırılarak uygulanacağı belirtildi.

Örnek olarak; 2013 yılında il/ilçe idare kurullarınca, 1 yıla kadar yoklama kaçağı kalan ve işlemlerini kendiliğinden ya da yakalanarak gelerek tamamlatan yükümlülere 1111 sayılı kanun gereğince 118 TL idarî para cezası verilirken bu miktar, 2 yıla kadar yoklama kaçağı kalan ve işlemlerini kendiliğinden tamamlatan yükümlülere 593 TL, yakalanarak getirilen yükümlülere ise 2 bin 376 TL olarak, 5 yıla kadar yoklama kaçağı kalan ve işlemlerini kendiliğinden tamamlatan yükümlülere 3 bin 268 TL, yakalanarak getirilen yükümlülere ise 8 bin 320 TL olarak uygulanacak.

Aynı şekilde; 2013 yılı için il/ilçe idare kurullarınca, 1 yıla kadar bakaya kalan ve işlemlerini kendiliğinden tamamlatan yükümlülere 593 TL, yakalanarak getirilen yükümlülere ise 2 bin 376 TL, idarî para cezası verilirken, 2 yıla kadar bakaya kalan ve işlemlerini kendiliğinden tamamlatan yükümlülere 890 TL yakalanarak getirilen yükümlülere ise 3 bin 564 tl, idari para cezası, 5 yıla kadar bakaya kalan ve işlemlerini kendiliğinden tamamlatan yükümlülere 4 bin 456 TL, yakalanarak getirilen yükümlülere ise 10 bin 696 tl, idarî para cezası verilecek.

1 yıldan fazla yoklama kaçağı ile bakaya suçlarından kesinleşmiş idarî para cezası bulunanlardan tekrar bu suçları işleyenler, yasa gereği ayrıca mahkemeye verilecek.

YOKLAMA KAÇAKLARI VE BAKAYALAR
SÜRE (1 YILDAN SONRA) KENDİLİĞİNDEN GELENLER (TL) YAKALANARAK GETİRİLENLER (TL)

0 AY - 4 AY  296 1.187
4 AY - 1 YIL 593 2.376
1 YIL - 2 YIL 890 3.564
2 YIL - 3 YIL 2.079 5.943
3 YIL - 4 YIL 3.268 8.320
4 YIL - 5 YIL 4.456 10.696
5 YIL - 6 YIL 5.645 13.073
6 YIL - 7 YIL 6.833 15.450
7 YIL - 8 YIL 8.022 17.829
8 YIL - 9 YIL 9.211 20.206
9 YIL - 10 YIL 10.399 22.583
10 YIL – 11 YIL 11.588 2 4.960
11 YIL - 12 YIL 12.776 27.337
12 YIL - 13 YIL 13.965 29.715
13 YIL - 14 YIL 15.154 32.092
14 YIL - 15 YIL 16.342 34.469
15 YIL - 16 YIL 17.531 36.846
16 YIL - 17 YIL 18.719 39.223
17 YIL - 18 YIL 19.908 41.601
18 YIL - 19 YIL 21.097 43.978
19 YIL - 20 YIL 22.285 46.355

Teğmen Çelebi cezaevinde evleniyor

Teğmen Çelebi cezaevinde evleniyor

Ergenekon terör örgütü üyesi olmakla suçlanan ve 16 yıl 6 ay ceza alan Teğmen Mehmet Ali Çelebi, Silivri duruşmalarında tanıştığı Kezban Merey ile Hasdal Cezaevi’nde evleniyor. Nikah şahitliğini CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu yapacak. Kılıçdaroğlu saat 11.00'de cezaevine geldi.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ve İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’ın şahitliğinde gerçekleşecek nikahta bir de sürpriz var. Teğmen Çelebi, kız kardeşi Eda’nın da nişan kurdelesini kesecek. Nikâhın yapılacağı Hasdal Cezaevi salonunda kız ve erkek tarafından 20 davetli olacak. Bakırköy Belediye Başkan Yardımcısı Gülten Tozanlı’nın kıyacağı nikâha CHP’den de 8 kişi katılacak. Davetlilere pasta ve meşrubat ikram edilecek.

20 yıl yatsa beklerim
TEĞMEN Mehmet Ali Çelebi, Kezban Merey ile mahkemedeki savunmaları sayesinde tanıştı. Hemşire Kezban Merey aynı zamanda Ankara’da bir üniversitede coğrafya doktorası yapıyor. Hayali, hayatına öğretim görevlisi olarak devam etmek. Kezban Merey,“Ne kadar sürerse sürsün 20 yıl da yatsa beklerim diyor” sözleriyle anlatıyor sevgisini...

Askeri araç devrildi: 4 yaralı

ISPARTA'nın Gönen İlçesi'nde şüpheli bir motosikleti kovalayan jandarmaya ait devriye aracının virajı alamayarak devrilmesi sonucu 1 uzman çavuş ile 3 er yaralandı.
Kaza, dün saat 19.30 sıralarında Koçtepe Köyü mevkisinde meydana geldi. Devriye görevi yapan jandarma ekibi, 'dur' ihtarında bulundukları motosikletin kaçması üzerine peşine düştü. Devriye aracı, Fandas Yolu Koçtepe Köyü mevkisinde virajı alamayarak yol kenarındaki toprak tümseğe çarparak devrildi. Kazada, Uzman Çavuş Taner Ersan ile erler 23 yaşındaki Kerim Yazgan, aynı yaştaki Osman Mutlualp ve 25 yaşındaki Sedat Sucu yaralandı. Yaralılar, sağlık ekiplerinin olay yerindeki müdahalesinin ardından Isparta'daki çeşitli hastanelere götürülerek tedaviye alındı. Yaralıların hayati tehlikelerinin bulunmadığı kaydedildi.

Necdet Özel: Beni hedef tahtasına oturtmayın



Cumhurbaşkanı Gül'ün verdiği 29 Ekim resepsiyonuna katılan Genelkurmay Başkanı Özel, Balyoz'la ilgili gazetecilerin sorusuna, 'TSK her türlü siyasi akımdan uzak durmalıdır' cevabını verdi

Genelkurmay Başkanı Org. General Necdet Özel, Çankaya Köşkü'ndeki 29 Ekim resepsiyonunda önemli açıklamalarda bulundu.
Balyoz davası ile ilgili kendisine yöneltilen eleştirilere yanıt veren Özel, "Ben silahlı kuvvetleri siyasallaştırmamak için çabalıyorum. Her türlü siyasi akımdan uzak tutmaya çalışıyorum" dedi.
Silahlı kuvvetlerin mutlak itaat ve disipline dayalı bir sistem olduğuna dikkat çeken Özel, Bu tür yıkıcı eleştirilerin bu yapıda bir zaafiyet doğurması halinde Türkiye'nin bekasının da etkileneceğini söyledi.
Kendisine yönelik istifa çağrılarına da değinen Özel, şunları kaydetti:
"Beni kişisel olarak hedef tahtasına oturtursanız, ben de insanım, bir süre sonra beni de bulamayabilirsiniz. Bazı marjinal grupların istifa çağrılarına bakmam. İstifa onurlu ve kişisel bir iştir. Öyle Ahmet, Mehmet istedi diye istifa etmem.
Ben buraya elimi taşın altına sokarak geldim. Zor bir dönemde bu göreve oturdum. Ben milletin güvenine bakarım, onu kaybedip kaybetmediğime bakarım öncelikle. Ben millete hizmet için buradayım, herhangi bir kaygım yok."
 

'Bize mermi gelirse misilleme yaparız'

 
Suriye'de Resulayn'daki çatışmaların ardından Türk uçaklarının bölgeyi bombaladığı iddiasına ilişkin soru üzerine Özel, "Açıklamayı biz yapmadığımıza göre asılsız bir haber demektir. Asparagas bir haber. Böyle bir şey olduğu zaman ben internet aracılığı ile bütün basını, bütün Türk kamuoyunu bilgilendiriyorum. Böyle bir şey ben koydum mu internetime? Koymadıysam yoktur" yanıtını verdi.
Özel, Ceylanpınar'da bir kişinin Suriye tarafından gelen ateş ile hayatını kaybetmesinin kayıp sayılıp sayılmayacağı yönündeki soruya, "Bugüne kadar kaç vatandaşımızı kaybettik. Bunlar oradan seken mermiler. Biz de seken mermi kimden gelirse gelsin buna misilleme yapıyoruz" dedi. 
Misilleme olarak yapılanların belirtildiğini anlatan Özel, şunları söyledi:
"Bunlar angajman kuralları. Bunlar Bakanlar Kurulunun onayından geçmiş, yetkileri bize verilmiş misilleme hakları, angajman kuralları neyse onu uyguluyoruz. Bizim yaptığımız her şey yasal. Yasa dışı hiçbir şey yapmıyoruz biz."
 

'ABD rahatsızlık bildirmedi'

 
Org. Necdet Özel, Çin 'den füze alımı ile ilgili olarak "ABD'den bize rahatsızlık bildirilmedi. NATO’ya uyumlu olup olmadığı açıklamasını Başbakan veya Murat Bayar yaptı" dedi. Özel, "Rus uçakları hava sahamızı ihlal etmedi, F-16’ları tedbir amacıyla kaldırıyoruz. Zaten biz ihlal olduğunda açıklıyoruz" ifadelerini kullandı.

ANKA’ya 25 kilo bomba

ANKA’ya 25 kilo bomba

Milli insansız hava aracı ANKA’nın seri üretimi için Savunma Sanayii Müsteşarlığı ve TUSAŞ Türk Havacılık ve Uzay Sanayi arasındaki sözleşme önceki gün imzalandı.

ANKA’ya seri üretim sürecinde bomba da takılacak. Roketsan’ın geliştirdiği “Mini Akıllı Mühimmat”, ANKA’ya monte edildiği zaman Türkiye insansız saldırı yapan bir hava aracına sahip olacak. Takılan bombanın ardından ANKA, ABD’nin Predator, İsrail’in Heron’ları ile aynı seviyeye gelecek. ANKA, 200 kilogram silah taşıyabilecek kapasiteye getirildi.

Roketsan’ın geliştiriği bomba, 25 kilogram ağırlığı ve 1 metreden kısa boyuyla özellikle hafif uçaklar ile insansız hava araçlarından atılıyor. Lazer tarayıcı başlığı ile yüksek vuruş hassasiyetine sahip Mini Akıllı Mühimmat, hareketli hedeflere karşı da kullanılabiliyor. Yapılan testlerde bombanın kara araçları, radar antenleri ve 50 metre çapında bir alana dağılmış düşman personeli (maket) üzerinde etkili olduğu görüldü. ANKA, sınır güvenliğinde, iç güvenlik operasyonlarında keşif ve saldırı amaçlı kullanılabilecek. ANKA ilerleyen zamanlarda ise sınır ötesi görevler de alacak. ANKA, geçtiğimiz günlerde ilk kez Batman’da iç güvenlik harekat bölgesinde uçmuştu.

BİN KİLOMETREDEN KUMANDA

İmzalanan sözleşmeye göre ANKA’ya uydu üzerinden kontrol, kriptolu veri linki, milli uçuş kontrol bilgisayarı ve yüksek çözünürlüklü kamera eklenecek. ANKA’ların yer sistemleriyle beraber teslimatı 2016 yılında başlayacak. Uydu kontrol sistemiyle ANKA’nın kumanda menzili bin kilometreye çıkacak. 24 Aralık 2004 tarihinde, Savunma Sanayi Müsteşarlığı ile TUSAŞ arasında imzalanmış olan sözleşmeyle yürürlüğe giren projede Türk Silahlı Kuvvetleri’nin orta irtifa uzun havada kalışlı bir insansız hava aracı kazanması amaçlanıyordu. Araç, 16 Temmuz 2010’da hangardan çıktı. 30 Aralık 2010’da da ilk uçuşunu yaptı. ANKA, 2011’deki 6. test uçuşunda 6 saat havada kaldı. Bu zamana kadar yüzlerce testten geçen ANKA’nın 30 bin feet yükselebildiği ve 24 saat havada kaldığı görüldü. Büyük oranda karbon kompozit malzemeden yapılan uçağın gövde ve kanatlarıyla radar görünürlüğünün düşük olması, gece gündüz her türlü hava şartlarında keşif, gözetleme ve hedef tespiti yeteneklerine, jet yakıtı kullanan 155 beygirlik dizel motora ve uçuş süresi boyunca çalışabilen buz önleme sistemine sahip olması, ANKA’nın ayırt edici özellikleri arasında yer alıyor.

TSK'da bir ilk!

Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Cumhuriyet bayramı kutlama mesajında ilk kez köy korucularına da teşekkür etti.
  
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, 29 Ekim Cumhuriyet bayramı kutlama mesajında ilk kez köy korucularına da teşekkür etti. Özel, geçen yılki kutlama mesajında aileleriyle birlikte TSK mensupları, gaziler ve emeklilerinin ve şehit ailelerinin bayramını kutlamıştı.

Bu yıl ise 'Şehit ve gazilerimizin kıymetli aile fertlerinin, hayatta olan gazilerimizin, Silahlı Kuvvetlerimizin fedakâr mensuplarının, değerli aile bireylerinin, emekli mensuplarımızın, köy korucularımızın ve yüce milletimizin Cumhuriyet Bayramı'nı en içten dileklerimle kutluyorum' dedi.

İŞTE öZEL'İN O MESAJI

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Değerli Mensupları,

Yüce milletimizin tarihte eşine az rastlanır biçimde, yediden yetmişe bir olup verdiği bağımsızlık mücadelesinin birbirinden parlak zaferlerle neticelenmesinin ardından, Büyük Devlet Adamı ve Ebedî Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde başlatılan ve bir medeniyet projesi olan Cumhuriyetimizin ilanının 90'ıncı yıl dönümünü kutlamanın gururunu ve mutluluğunu yaşıyoruz.

Eşsiz Komutan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün "Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki başarıyı Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz." veciz sözünde ifadesini bulan Türkiye Cumhuriyeti ile yüce milletimiz, dünya milletleri arasında hak ettiği saygın yerini alırken, kendisine esareti layık görenlere de önemli bir ders vermiştir.

Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları olarak geçmişte olduğu gibi bugün de binlerce yıllık şanlı tarihimizin bir nişanesi olan ve şehitlerimizin ve gazilerimizin mübarek kanlarıyla şereflendirdiği üniformamızın onurunu korumaya, Silahlı Kuvvetlerimizi çağın en modern teknolojisi ve millî kaynaklarla üretilmiş silah sistemleriyle mücehhez ve dünyanın en saygın ordularından biri olarak yaşatmaya, varlığınızla yüce milletimizin bekasının teminatı ve gurur kaynağı olmaya devam edeceğinize yürekten inanıyorum.

Bu tarihî gün vesilesiyle; başta Cumhuriyetimizin kurucusu Ebedî Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, silah arkadaşları ve bu uğurda hayatlarını ortaya koyan neslin kahraman fertleri ile kutsal bildikleri vatan toprağı üzerinde hür bir millet ve bağımsız bir devlet için, bir an olsun tereddüt etmeden hayatlarını feda eden aziz şehitlerimizi ve kahraman gazilerimizi saygı, rahmet ve minnetle anıyorum.

Şehit ve gazilerimizin kıymetli aile fertlerinin, hayatta olan gazilerimizin, Silahlı Kuvvetlerimizin fedakâr mensuplarının, değerli aile bireylerinin, emekli mensuplarımızın, köy korucularımızın ve yüce milletimizin Cumhuriyet Bayramı'nı en içten dileklerimle kutluyor, kendilerine başarı, sağlık ve mutluluk dolu güzel günler diliyorum.

28 Ekim 2013 Pazartesi

Skandal ve elektronik istihbaratın kalbi / Gültekin AVCI

Dünya telekulak skandalıyla çalkalanıyor. The Guardian,Edward Snowden'ın sızdırdığı belgelere dayanarak, ABD'nin 35 dünya liderini dinlediğini yazdı.

Snowden oldukça mütevazı bir rakam vermiş.

Söylediklerine göre ABD, 7 Ocak 2013'te Almanya'da yapılan 60 milyona yakın telefon görüşmesini inceledi.

ABD, 10 Aralık 2012-8 Ocak 2013 tarihleri arasında Fransa'da 70 milyon telefon görüşmesini kaydetti.

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ise bu tür takiplerin uluslararası ilişkilerde anormal olmadığını söylüyor.

Doğru söylüyor Kerry.

İzleme ve dinleme teknolojiniz üstünse izler, dinler ve kaydedersiniz.

Hedef devletin bozulması o kadar da önem taşımaz.

Uluslararası istihbaratta racon budur çünkü.

Kaldı ki ABD sadece hasımlarını değil, dost ve müttefik ülkeleri de yıllarca aynı dikkat ve kararlılıkla takip ve tarassut altında bulundurmuştur.

Almanya ve Fransa'nın zoruna giden de bu.

Telefon, faks, mail, klavye, PC dinleme/izleme, ortam tarassutu gibi teknolojik işlemlerin hepsi elektronik istihbarat faaliyetidir.

Bu işin dünyadaki üstadı ABD'dir.

ABD'de elektronik istihbarat faaliyetinin köşkü, kalbi ise NSA'dır. (Milli Güvenlik Ajansı.)

Bu servis, dünyanın en yaygın, en gelişmiş elektronik dinleme ve izleme altyapısına sahip 'büyük kulak' veya 'global kulak' diye de anılan süper gizli bir ABD devlet kurumuydu.

MİT, 1990'da NSA'den her biri 10 ayrı faksı kontrol edebilen 50'den fazla "faks izleme cihazı" almıştı.

Hakkında çok az şeyin bilindiği NSA'nın başkanları generallerdir ve bunlar ortalıkta görünmezler, istisnai durumlar dışında pek konuşmazlar. 

2004'te yazdığım "İstihbarat Oyunları" kitabımda bahsettiğim NSA'de o zaman en az 21.000 personel görev yapıyordu.

Bazılarına göre bu rakam 50.000.

ABD, elektronik istihbarat için yılda 20 milyar dolar harcıyordu.

NSA'nın o zamanki yıllık bütçesi ise 3,6 milyar dolardı. Bugün kuşkusuz daha da fazladır.

Dünyanın gizli bir kulak tarafından dinlendiği aslında 1960 yılında ortaya çıkmıştı.

Snowden'den önce 1960'ta Rusya'ya iltica eden iki NSA görevlisi ABD'nin 40 ülkenin haberleşmesini dinlediğini açıkladı.

ABD bu iddiayı sürekli inkâr etti. 

Rusya'ya iltica eden iki NSA görevlisi, Bernon Mitchell ve William Martin, 6 Eylül 1960'ta Moskova'da bir basın toplantısında NSA'nın 2000 dinleme istasyonuyla, bunların kurulu oldukları ülkeler de dahil olmak üzere en az 40 ülkenin gizli haberleşmesini dinlediğini açıklamıştı.

Dikkatinizi çekerim yıl 1960!

Dünyanın her yanına dağılmış olan istasyonlardaki binlerce analistin mesajlarını izlediği "mimli" kişiler arasında, Afrikalı gerilla liderlerinin yanı sıra, Vietnam Savaşı'na karşı çıkan aktris Jane Fonda ile bebek bakımı uzmanı Dr. Benjamin Spock da vardı.

NSA'nın yer istasyonlarının ABD büyükelçiliklerinde ya da ABD'ye dost ülkelerin topraklarında, ev sahibi ülkelerin denetimine tabi olmaksızın faaliyette bulunduğu sanılıyor.

Sistemin parçaları, internet, yer altı ve denizaltı haberleşme kabloları, telsiz haberleşmesi ya da büyükelçiliklere yerleştirilen gizli aygıtlar aracılığıyla yapılan her türlü iletişimi ele geçiriyor ve uydular vasıtasıyla NSA merkezine iletiliyor.

Minare operasyonu

NSA'nın derin gözetleme operasyonu, yıllar geçtikçe genişledi.

O yıllarda ABD'de NSA'nın çok gizli olarak sınıflandırılan "Minare" kod adlı operasyonu şiddetli polemik konusu olmuştu.

Minare operasyonunda NSA; Pentagon ve FBI ile işbirliği yapmak suretiyle 1973 yılına kadar hükümet politikasını eleştiren binlerce ABD vatandaşını bilgisayarlarla gözetlemişti.

Minare'nin amacı; "çok gizli" bir NSA talimatında, "Ülkedeki mitinglere, savaş karşıtı hareketlere ve yürüyüşlere katılmış olan kişi ve kurumlar hakkında istihbari bilgiler toplamak"tı.

"Minare"nin bir başka işlevi de, NSA'nın bu tür bilgileri topladığını ve değerlendirdiğini kamuoyunun duymamasını sağlamaktı.

Kongre Komisyonu Başkanı Senatör Frank Church'un Mart 1976 tarihli araştırma raporunda şu sonuca varıldı:

"NSA'nın teknik imkanları, her an ABD halkına karşı bile kullanılabilir ve büyük bir tiranlık kurulabilir."

Elektronik istihbaratın toplumda iktidar dışı legal gruplar için kabus olması asla kabul edilemez.

Demokratik toplum için utançtır bu.

Bunlar bir yana NSA'nın en yoğun takip ettiği ülkelerin başında Türkiye var...

Bir tuğgeneral öldürüldü, bir devlet rutin dışına çıktı / Yıldıray Oğur




Geçen haftadan itibaren 22 Ekim 1993 günü olan bitenin yeni bir adı var artık: Sözde Lice Baskını. Bu kez sözde kelimesinin görevi bir suçu örtbas etmek değil aksine teşhir etmek.
 
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 20 yıllık zaman aşımının dolmasına izin vermeden açtığı dava ile Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın devlet kurşunuyla öldürüldüğü ve üzerinin de “PKK’nın Lice Baskını” yalanıyla örtüldüğü ortaya çıktı.
 
Aslında bundan daha fazlası oldu.
 
Hikâye, 1991’de Berlin Duvarı’nın çöküşü ile Türkiye’de statükonun bazı duvarlarının sarsılmasıyla başlıyor. Özal’ın Kürt sorununu çözmek için girişimleri, SHP’nin HEP’li vekilleri Meclis’e taşıması, Demirel’in  Kürt  realitesini kabulü, Özal’ın Öcalan’la kurduğu temaslar, Öcalan’ın ateşkes kararı,  Özal’ın ölümüne rağmen Mayıs 1993 MGK’sından çıkan bugün henüz tartışamadığımız genişlikteki af kararı... Yani devletin kendi rutinin dışına çıkıp siyasi çözüm aramasıyla.
 
O MGK’nın toplandığı gece 33 erin öldürülmesiyle ise devlet tam anlamıyla abandone oldu.
Bir kavşağa gelinmişti.  Çözüme devam mı yoksa… Uzun yaz çok sert geçti.
 
Öcalan ateşkesi bitirdi. PKK köy baskınlarına döndü. Çiller Başbakanlığa  geldi. Mehmet Ağar Emniyet Genel Müdürü oldu. Doğan Güreş’in görevi bir yıl uzatıldı. HEP kapatıldı. Ve Sivas Katliamı, Başbağlar Katliamı…
10 Ekim 1993 günü ise yeni Başbakan herkesi şaşırtan çıkışını yaptı. Viyana’daki bir toplantıda İspanya Başbakanı Fernandez’le görüşen Çiller, Kürt sorununa çözüm için, hâlâ daha aşılamamış en ileri modeli, Bask modelini önerdi.
 
Tepki ertesi gün “babası” Demirel’den geldi:  Türkiye’de Bask modeli olmaz, çözümü İspanya’da arama.
Çiller, yanlış anlaşıldım dese de partisi içinden bile yükselen Güneydoğu’da sıkıyönetim çağrılarına da baş muhalifi Mesut Yılmaz’ın DEP’li vekilleri Meclis’ten atın baskılarına da direnmekteydi.
Çiller’e yakın gazetelerde Kürt sorununa çözüm için demokratikleşme adımlarından bahsediliyordu. Yeni koalisyon ortağı SHP’nin lideri Karayalçın’dan da  da sık sık “askerî çözüm yetmez, siyasi çözüm gerekli” açıklamaları geliyordu.
 
Ankara’da büyük bir hesaplaşma yaşanıyordu. Bir karar anı gelip çatmıştı.
17 Ekim’de ABD’de Clinton’la görüşen Çiller beklediği desteği alamadı.
20 Ekim’de PKK Diyarbakır’daki gazeteleri ve partileri "gidin" diye tehdit etti. Gazeteler “Devlet yok mu” manşetleriyle çıktılar. 21 Ekim günü bir ay sonraki DYP  Kongresi’ne doğru durumdan vazife çıkaran TBMM Başkanı Cindoruk, parti liderlerini acil toplantıya çağırdı.
 
Ve 22 Ekim.  Lice’nin PKK tarafından basıldığı ve ilk kez bir tuğgeneralin öldürüldüğü haberiyle Türkiye sarsıldı. Aynı gün PKK Siirt’in Derince mezrasını bastı, 22 köylüyü öldürdü.
Hükümet olan bitenden o kadar habersizdir ki hükümet sözcüsü Yıldırım Aktuna tuğgenerale “çatışma sırasında pusu kurulduğunu”, Devlet Bakanı Cevheri ise “tuğgeneralin Kulp Lice arasındaki kırsalda öldürüldüğünü“ açıkladı.
 
Genelkurmay’ın tepkisi ise yeni dönemin ilk işareti gibiydi: “Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunan eşkıya yardakçılarına hak ettikleri ceza mutlaka verilecektir.“ Açıklamanın altındaki imza tanıdık: Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Hurşit Tolon.
 
Tuğgeneral Aydın’a Lice’ye git emrini veren; Diyarbakır Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı yardımcısı Tümgeneral İlker Başbuğ’du.
Hikâyenin bundan sonrası da yine çok tanıdık.
Cenaze haberini “Bu millet bu vahşeti mutlaka yenecek” diye veren Milliyet  okurlarına bayrak hediye etti. Hürriyet çok sertti: “Komutanımızın cenazesinde milli ruh şahlandı. Harbiye Marşı söylendi. İstiklal Savaşı’ndaki birlik beraberlik ruhunun yeniden alevlenmesi, kanlı terörün üzerine bu inançla gidilmesi istendi.”
25 Ekim 1993. Ne olduğunu öğrenmek için Lice’ye giden CHP lideri Baykal ve gazeteciler askerler tarafından ilçeye sokulmadı.
Demirel “PKK’yla masaya oturmayız” dedi. Başbakan Yardımcısı Karayalçın Kürt sorununa çözüm için herkesi tartışmaya çağırdı. Aynı gün PKK Erzurum Yavi beldesini bastı, 35 sivili öldürdü.
26 Ekim günkü beş saatlik MGK toplantısından PKK’yla ve şehirlerdeki milisleriyle mücadele için yıldırım kararlar çıktı. Yeni İçişleri Bakanı Nahit Menteşe’nin toplantıya PKK’ya yardım eden iş adamları ve memurlar hakkında bir liste sunduğu iddia edildi.
Aynı gün Rahmi Koç “Çiller bir adım ötesini görmüyor” sözleriyle Başbakan’a yüklendi. Yine aynı gün Ertuğrul Özkök “Türkiye liderini arıyor” başlıklı bir yazı yazdı.
Darbe söylentileri gazete manşetlerine kadar çıktı. Genelkurmay Başkanı Güreş açıklama yapmak zorunda kaldı.
Sabah gazetesi Vehbi Koç’un Cindoruk’a bir mektup yazıp kongrede aday olmasını istediğini iddia etti. İddiayı reddeden Koç, mektubu kabul etti. Türkiye’nin en zengin adamı “Kış gelmeden bu Güneydoğu meselesi halledilmeli” demekteydi.
Ve 27 Ekim günü. Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin iki ay önce son anda vazgeçtiği İsrail ziyaretini gerçekleştirmeye karar verdi. 1965’ten 1992’ye kadar İkinci Katiplik düzeyindeki ilişkilerde ilk kez bir Dışişleri Bakanını Tel Aviv’e gitmeye ikna edense, terörle mücadelede İsrail’le eğitim ve istihbarat iş birliği anlaşmasını imzalama kararıydı.
 
28 Ekim’de ise İran lideri Rafsancani durup dururken Türkiye’ye PKK’ya karşı ortak operasyon teklif etti. Aynı gün DYP grubunda Çiller’e isyan çıktı. Şahinler adı verilen Demirel’e yakın milletvekilleri, PKK’ya karşı sert önlemlere, sıkı yönetime karşı çıkan SHP ile koalisyonun bitirilmesini istedi. 5 Kasım’da devletin Güneydoğu politikalarını eleştiren istihbaratçı binbaşı Cem Ersever’in Ankara’da cesedi bulundu.
 
Bir ay önce Kürt sorununa çözüm için özerklik manasına gelen Bask modelini öneren güvercin Çiller gitti yerine, “Ya bitecek ya bitecek” diyen, basın toplantısı düzenleyip PKK’ya yardım eden iş adamları listelerinden bahseden şahin Çiller geldi.
Bir tuğgeneral öldürüldü, bir devlet rutin dışına çıktı.
O cinayetin aydınlatılması, işte bu yüzden çok önemli.

Çin’den füze alınır mı? / Deniz Ülke Arıboğan




Türkiye’nin anti balistik füze savunma sistemini Çin’den alma temayülü göstermesi göründüğünden çok daha ciddi bir mesele. Henüz prosedürler tamamlanmamakla birlikte son aşamaya kalan firmalar arasında en ön sırada Çinli CPMIEC yer alıyor. İhalede ABD’den Patriot, Rusya’dan S-400, Fransa-İtalya ortaklığından Samp-T füzeleri de yarışma halinde. Silahların Yayılmasını Engelleme Anlaşmasını ihlal ettiği gerekçesiyle ABD yönetimi tarafından bir süredir yaptırım uygulanan Çin şirketi şimdilik avantajlı durumda ve bu yüzden de ortalık allak bullak.
 
Türkiye’nin önceliği, kendi füze sistemini üretirken müdahil olabileceği bir yapının ve teknolojinin kullanılmasını sağlamak. Fiyatının daha ucuz olması ya da erken teslimat gibi faktörler, anlamlı olsa da çok önemli değil. Türkiye savunma sisteminin kendi kontrolünde olmasını ve kendi teknolojik imkanlarıyla da geliştirilip, kullanılabilmesini istiyor. Bunu yaparken diğer ülkelerin de bireysel sistemler kurduğunu hatta NATO bünyesinde bulunan farklı ülkelerde Rus silahlarının hâlâ var olduğunun altını çiziyor. Burada temel felsefe savunma sistemini ulusal çıkarlar çerçevesinde ucuz, çabuk ve bağımsız bir biçimde yapılandırmak. Çinli şirket bu konuda oldukça yardımcı.
 
Lakin buradaki mesele, alışageldik güvenlik konseptlerine aykırı olarak, bir NATO üyesinin ilk defa ortak savunma anlayışına ters bir eğilim göstermesi. Zira NATO üyeliğine girerken verilen bir taahhüt var ve bu düşmanlara karşı ortak savunma prensipleri çerçevesinde davranılmasını öngörüyor. Nitekim NATO anlaşmasının 5. maddesindeki anlayış çerçevesinde üye ülkeler bireysel değil, kolektif güvenlik doktrinine inanıyor. Bu amaçla savunma sistemlerini entegre ediyor, ortak kumanda yapısı ve karargâh (SHAPE) düzeninde hareket ediyorlar.
 
Füze sistemi gibi entegre çalışması gereken bir yapıya, dışarıdan bir unsurun dahil edilmesi bu sebeple hiç sıcak karşılanmıyor ve diğerlerinin güvenliğini de tehlikeye atabilecek bir davranış olarak tanımlanıyor. NATO üyesi ülkeler Türkiye’nin Çin füze sistemini kabul etmesi halinde NATO’nun radarlarını, uydu sistemini ve AWACS’larını ve Link16 diye bilinen askerî veri ağını kullanamayacağını belirtiyorlar.
 
NATO ülkeleri Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de düşman olarak tanımladığı unsurlarla iş birliği yapan bir firmanın kendi sistemleri içerisine sokulmasının mümkün olmadığını düşünüyor ve bunda da çok haklılar. Aynı şeyi bir başka NATO üyesi yapmaya kalksa biz de bunu kabul edilemez bulurduk muhtemelen. Zira teknik olarak sistemlerin entegre edilmesi Çin ve NATO kanadının teknisyenlerinin ortak çalışmasına ihtiyaç gösteriyor. Üstelik güvenlik açısından birçok kritik bilgi ve koda ulaşılması da kaçınılmaz. NATO’nun diğer üyeleri ise böyle bir şeyi asla kabul edilemez olarak değerlendiriyor.
 
Türkiye göründüğü kadarıyla Çinli firma ile anlaşmayı kesinleştirmesi halinde kendi teknolojisini üretene kadar uzun bir süre hava savunma sistemi açısından büyük bir zafiyet yaşayabilir. Kaldı ki mesele askerî teknik konuların da dışında Türkiye’nin dış politika konumlanması bakımından çok kritik. Güvenlik meselesi diğer bütün konuların ötesinde bir kırılganlık ve aynı zamanda da saldırganlık oluşturabilir. Bu gibi durumlarda bir füze, asla yalnızca bir füze değildir.

Asker kaçaklarına kötü haber

MİLLİ Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, asker kaçaklarının yakalanması için çalışma yapıldığını belirterek, "Yoklama kaçağı ve bakayaların yurt genelinde aranması işlemeleri başlatıldı. Asker kaçaklarına para cezası uygulanacak" dedi.
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, bazı açılış ve temel atma programlara katılmak üzere sabah saatlerinde karayolu ile Sivas'a geldi. Kent merkezi girişinde Vali Zübeyir Kemelek, AK Parti Sivas Milletvekili Ali Turan protokol üyeleri ve partiller tarafından karşılanan Bakan Yılmaz, daha sona Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından Sivas'a yeni yaptırılan 'Alo 170' Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi'nin açılışını yaptı. Burada konuşan Bakan Yılmaz, şöyle dedi:

"Bugünkü Türkiye geçen 90 yıldaki en güçlü olmuş Türkiye değil. Son 300 yılın en güçlü Türkiye'sidir. Bu gücü bize sağlayan, bize destek veren, aziz milletimize huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Bir ve beraber oldukça 300 yılın değil, 500 yılında 1000 yılında yani Malazgirt'ten bu yana da en güçlü devletini inşallah hep beraber en kısa sürede gerçekleştireceğiz. İstiyoruz ki bir insanımızın burnu kanamısın. Birlik ve beraberlik projemiz ile birlikte onda da iyi bir yola gidiyoruz. İstiyoruz ki kimse işsiz kalmasın, herkesin evi işi aşı olsun. Bunları adım adım gerçekleştireceğiz. Amacımız insanların refahını artırmak. Hayat standlarını yükseltmek. Adil huzurlu bir yaşam ortamı sağlamak."

Askerlik süresini 15 aydan 12 aya indirdiklerini hatırlatan Bakan Yılmaz, şöyle dedi: "Bunu güçlü devlet yapar. Devlet diyor ki, '3 ay daha bana az çalış.' Yani bunun başka ifadesi; '3 ay daha kendine çalış.' Dolayısıyla devlet güçlendikçe vatandaşına daha çok hizmet verecek, daha çok vatandaş kendisine hizmet etmesini isteyecek. Devlette vatandaştan topladığını, aldığını vatandaşına hizmet olarak verecek."

ASKER KAÇAKLARINA PARA CEZASI

Asker kaçaklarına idari para cezası uygulanacağını belirten Milli Savunma Bakan İsmet Yılmaz şöyle konuştu: "Artık idari para cezası uygulaması keyfiyetini getirdik. Jandarma Genel Komutanlığı'nca Eylül ayından başlamak üzere ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nce de Ekim ayından başlamak üzere artık yoklama kaçağı ve bakayaların yurt genelinde aranması işlemeleri başlatıldı. Yoklama kaçağı ve bakayalara uygulanan idari para cezaları işlenen fiilin süresine göre de artmaktadır. Yani bu suçu işledikten sonra bile kendisi gelip, 'Bu görevi yapmak istiyorum' dediğinde, o zaman idari para cezası çok az. Eğer sen değil de jandarmada ya da polisteki kardeşim seni bir şekilde getirmişse o zaman bu çok daha fazla hatta 3'e katlandığı olmaktadır. Mesela 2 yıla kadar yoklama kaçağı olan bir kardeşim işlemlerini kendiliğinden tamamladıysa 593 TL idari para cezası ödüyor. Ancak eğerki güvenlik güçlerince yakalanıp getirilmişse 2 bin 376 TL idari para cezası ödüyor. Birisi 593 TL diğeri ise 2 bin 376 TL. Bu süre uzadıkça bu daha da artıyor. Bir yıldan fazla yoklama kaçağı ve bakaya suçlarından kesinleşmiş idari para cezası bulunanlar da mahkemeye sevk ediliyor. Dolayısıyla da hiç bir vatandaşımızın gerek idari para cezasına, gerekse de hiç bir hapis cezasına muhatap olmasını istemeyiz. Ve askerlik işlemlerinde zamanında yaptırmaları vatandaşlık görevi ve kendisi açısından da çok daha önemlidir diye düşünüyoruz."

'Alo 170 Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi'nin açılışını yapan Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, gelen bir çağrıyı da yanıtladı. Sakarya'dan arayan ve geçirdiği iş kazası sonucu işverenin kendisine sahip çıkmadığını belirten Ümmihan Akarsu'yu dinleyen Bakan Yılmaz, yardımcı olma sözü verdi.

'Kodu mu oturtan paşa' sendromu / İhsan Bal


HATIRLARSINIZ bir zamanlar işi futbol topunu yorumlamak olan bir uzman zat ihtisasını geliştirerek bir komutan profili çizmişti: "Kodu mu oturtan paşa." Telifi bir nevi ona borçluyuz. O zamanlar bu laf dönemin Genelkurmay Başkanı'nı etkisizleştirme, küçümseme ve aşağılamayı tercih edenlerin sloganına dönüşmüştü.

Zira o paşa Avrupa Birliği'nin Türkiye açısından önemli bir medeniyet projesi olduğunu düşünüyordu. Sivil-asker ilişkilerinin demokrasilerde olması gerektiği yeri tarif ediyor ve orada duruyordu. İnsan hakları, hukukun üstünlüğü gibi kavramlara karşı bir dudak servisinden öte içten bir inanca sahipti. Kısacası o başarılı asker beynini, profesyonelliğini kendi mesleğine odaklandırdığında bölgesel güç olma iddiasındaki bir Türkiye'nin güçlü bir ordusunun olacağına yürekten inanıyordu.
Konuşmalarından anladığımız kadarıyla çok derinlikli analizler yapabilen entelektüel bir kişiydi bu paşamız. Üslubu yumuşak, dile hâkim, mütevazı, işine odaklanmış birisi. İşte bu özelliklerden rahatsız olanlar o dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök Paşa'ya kapsamlı bir linç kampanyası başlatmışlardı.
Arada birkaç paşalık es geçilse de bugünlere kodu mu oturtan paşa özlemi tavan yapmışa benziyor. Özel Paşa da belli ki bu profile hiç uymuyor. Yukarıdan bakan, kükreyen, bir gün siyasete diğer gün mahkemelere ayar veren bir paşa değil zira.

Hatta çok rahatsızlık verici bir özelliği, kendi görevi dışındaki konulara maydanoz olmayıp uluorta konuşmayacağını beyan etmesi.

Hukukun üstünlüğüne saygılı davranan, mahkemeleri baskı altına almak için uluorta konuşmayan, "Ey hâkim sen kimsin, kalemin kırılsın" nevinden haykırışlarda bulunmak yerine "bir kamu görevlisi olarak konuşacağı konuyla ilgili, yeri, zamanı ve muhataplarını doğru analiz etmesi gerektiğini" söyleyen bir paşa.

Perşembe günkü yazısında Ahmet Hakan'ın da dikkatini çekmiş Genelkurmay Başkanı'nın yazılı açıklaması. Genelkurmay Başkanı'nın, kendisini bir kamu görevlisi olarak konumlandırdığını ve görev alanının dışına çıkmamaya özen gösterdiğini dikkatle not etmiş yazısında.
Oysa bazılarımız hâlâ mahkemelerin etrafının sarılması, baskılanması, hâkimlerin yerine kararları paşaların vermesi özlemi içinde.

Ne bekleniyordu peki paşadan? Balyoz kararlarıyla ilgili konuşması. Peki, paşa ne yaptı? Konuştu.
Tarihi davalarla ilgili verilen yargı kararlarının; ihtisas sahipleri tarafından tartışılmasının, sonuçlarının yürütme ve yasama organları tarafından değerlendirilmesinin ve vicdani muhasebesinin de yüce millet tarafından yapılmasının daha doğru olduğunu düşündüğünü söyledi.
Ancak görülen o ki bu tür paşalara bir türlü alışamadık. Çünkü biz cumhurbaşkanının kim olacağına karar veren; halkın nasıl davranması gerektiğine müdahale eden; siyasi, sosyal, ekonomik ve hukuki konularda sürekli fikri olan ve konuşan paşalara alışıktık.
Dönüp şimdiki sürece bakıyoruz. Genelkurmay gerekli hukuki desteği vermiş mi vermiş. Yargılanma süresince sanık ailelerine ve sanıklara gerekli olan maddi manevi bütün destek kesintisiz sürdürülmüş. Eksik kalan ne? Hâkimlere ne karar vereceği söylenmemiş, hâkimler baskılanmamış, yargılama etkilenmemiş.
Anlaşılan o ki daha uzun bir süre demokrasinin ve hukukun tarif ettiği paşa profiline alışmakta zorluk çekeceğiz. Kodu mu oturtan paşa özlemi içimizde bir kor gibi yanmaya devam edecek.
Açıkçası paşalar açısından görevlerine odaklanmak, kendi sınırlarını hukuk ve demokrasi içerisinde tanımlamak, onların karakter infazlarına kadar giden, üslup ayarlamasında haddi aşıp hakaretlere kadar varan bir kısım sözlü ve yazılı tacizlere de maruz kalacaklarını gösteriyor.
Zaten demokrasiye kolay ulaşılamayacağını, demokrasi için bir bedel ödeneceğini, hukuk devletinin gökten zembille inmeyeceğini bilmemiz gerekiyor; bu ciddi bir mücadele. Ancak bizim çocuklarımızın daha fazla içselleştireceği, savunacağı ve hayatın normal akışı olarak göreceği demokrasi ve hukuk mücadelesi.

Özel Paşa'nın cevabı, tüm asker için unutulmaması gereken başucu uyarılarından birisi olmalı.

ANKA'NIN SERİ ÜRETİMİ YAPILACAK

anka, Savunma Sanayii Müsteşarlığı, tusaş

ANKA İnsansız Hava Aracı'nın seri üretimi için imzalar atıldı. Savunma Sanayii Müsteşarlığı, TUSAŞ ile seri üretim için anlaştı.

Savunma Sanayii Müsteşarlığı, ANKA İnsansız Hava Aracı sisteminin seri üretimine yönelik sözleşmenin, TUSAŞ Türk Havacılık ve Uzay Sanayi AŞ ile imzalandığını bildirdi.
Savunma Sanayii Müsteşarlığı,  ANKA İnsansız Hava Aracı (İHA) sisteminin seri üretimine yönelik sözleşmenin, Müsteşarlık ileTUSAŞ Türk Havacılık ve Uzay Sanayi AŞ arasında 25 Ekim'de imzalandığını bildirdi.
Savunma Sanayii Müsteşarlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, Türk Silahlı Kuvvetlerinin havadan keşif, gözetleme, hedef teşhis ve tespit ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla geliştirilen ANKA İHA sisteminin seri üretimine yönelik sözleşmenin, Müsteşarlık ile TUSAŞ Türk Havacılık ve Uzay Sanayi AŞ arasında 25 Ekim 2013 tarihinde imzalandığı belirtildi. Yurt içi imkanlardan azami faydalanılacak proje kapsamında,TUSAŞ firması ana yükleniciliğinde birçok Türk firmasının görev alacağının ifade edildiği açıklamada, ANKA İHA sisteminin, halihazırda sahip olduğu kabiliyetlere ilave olarak uydu üzerinden kontrol, kriptolu veri linki, milli uçuş kontrol bilgisayarı ve yüksek çözünürlüklü kamera özelliklerini içerdiği bildirildi.
Açıklamada, sözleşme kapsamında tedarik edilecek 10 adet ANKA İHA'sı ve ilgili yer sistemlerinin 2016 yılında başlayacak teslimatlarının, 2018 yılında tamamlanacağı kaydedildi.

Askerlikle ilgili sorunlar birikirken / Mehmet Barlas


Bir dönemde Milli Savunma Bakanı olan siyasetçiye sormuştum:
- Neden zorunlu askerlikten vazgeçemiyoruz? Bir ordunun gücünün artık asker sayısı ile ölçülemediğinin hâlâ farkında değil miyiz?
O siyasetçi bu sorumu gülerek cevaplamıştı:
- Asker sayısını azaltırsak subaylar ne yapacak.
Askerlik süresinin kısaltılması, profesyonel orduya geçilmesi, bedelli askerlikle birikimlerin azaltılması, zorunlu askerliğin kaldırılması...
Kuşaklar boyudur bu konular gündemimizde.
Ama hepimiz artık dünyanın gerçeklerini biliyoruz...
Yeterli teknik donanıma sahip savaş geminiz olmazsa, Ege Ordusu'ndaki piyadeler bu denizde yüzerek savaşamaz. 

Kalabalık yetmiyor 

Veya güney sınırımızdan bir saldırı tehlikesi baş gösterdiğinde, Almanya'dan ve Hollanda'dan Patriot füze bataryaları bunları kullanabilecek yetişmiş personelle birlikte getirilip, sınırlarımızı savunmak için bölgede konuşlanıyor.
Asker sayısının askeri gücü ifade etmediğini Saddam'ın kalabalık ordusunun akıbeti ile gördük.
Konvansiyonel savaşlar için hazırlanmış orduların asimetrik savaşlarda nelerle karşılaştıklarını, Vietnam'daki Amerika'nın ve Afganistan'daki Sovyetler'in uğradığı yenilgilerden biliyoruz.
Ve biliyoruz ki "Askerlik" de, doktorluk gibi, mühendislik gibi, avukatlık gibi uzmanlık ve birikim gerektiren bir "Meslek"tir. Bir başka meslek için eğitilmiş, kendisini o mesleğin gereklerine hazırlamış bir genç erkeği, 6-12 ay arasında silah altına aldığınızda, o genç "Asker" olamıyor. Çoğunlukla kışladaki askeri yaşantının tartışılmaz kurallarını sivil mantığıyla başına iş açılmadan nasıl aşacağını düşünerek günlerini geçiriyor. 

Kısa süreli askerlik 

Yurt dışında çalışan ve yaşayan Türk vatandaşlarının işlerini kaybetmemeleri için kısa süreli bedelli askerlik yapabilmeleri, hâlâ "İş kaybı"nın yurtiçi ve yurtdışında sanki farklı şeylermiş gibi algılandığını göstermiyor mu?
Askerlik görevini yapmış olanlar nihai beklentinin "Terhis"i ifade eden "Tezkere" olduğunu bilirler... Neticede "Asker kaçağı" konumundakilerin sayısının 600 bine ulaşmış olması da, bu konuların acilen ele alınması gerektiğini göstermiyor mu?
Bütçeden ayrılan ödeneklerin çok büyük ölçüde genel idare harcamalarına gittiği, teknolojik yatırım ve atılımlara pek yer kalmadığı gerçeği de savunmamızın bir gerçeği değil mi?
Kısacası kuşaklar boyudur konuşulan "Profesyonel askerlik" ve "Zorunlu askerliğin kaldırılması" benzeri konular da, mutlaka bir neticeye bağlanmalıdır.
Ve mesela yeni bir "Bedelli askerlik" uygulaması ile yaş sınırı 25'e indirilebilirse, asker kaçağı sayısının dramatik ölçüde düşeceği de herhalde hesaplanmalıdır.

Füze ihalesinde kritik karar


Türkiye'nin Çin'den almayı planladığı füze tartışılmaya devam ediyor. Savunma Sanayii, füze ihalesinde görüşmeye kalan üç firmaya teklif sürelerini 31 Ocak 2014 tarihine kadar uzatmaları ve tekliflerini yenilemeleri için yazı yazdı.
Yeni Şafak gazetesinden Abdülkadir Selvi'nin haberine göre, 26 Eylül'deki Savunma Sanayii İcra Kurulu'ndan iki maddelik karar çıktı. Firma tercihi açıklanırken, tamamen yerli ve daha uzun menzilli füze sistemi üretme kararı gizli tutuldu. O madde ABD'yi rahatsız etti.

Füze hızı kadar olmasa da Çin'den alınacak füze konusunda hızlı gelişmeler yaşanıyor. Çin füzesine ABD'nin beklentilerin ötesinde tepki göstermesi üzerine Başbakan Erdoğan, 'Füze için teklif getirilirse düşünürüz' demişti.

Başbakan'ın bu açıklamasından sonra kritik bir adım atıldı. Savunma Sanayii, füze ihalesinde görüşmeye kalan üç firmaya teklif sürelerini 31 Ocak 2014 tarihine kadar uzatmaları ve tekliflerini yenilemeleri için yazı yazdı.

Çin'in birinci sırada yer aldığı füze ihalesinde Fransa-İtalya ortaklığı ve ABD görüşmeye kalmıştı. Savunma Sanayii Müsteşarlığı tarafından ilgili firmalara gönderilen resmi yazıda, 31 Ekim tarihinde dolacak olan teklif sürelerinin 31 Ocak tarihine kadar uzatılabileceği bildirildi.

Firmalara teklif süreleriyle birlikte yeni teklifte de bulunabilecekleri ve bunun değerlendirmeye alınacağı iletildi. Başbakan Erdoğan'ın, 'Yeni teklif getirsinler görüşürüz' açıklamasından sonra ilk somut adım atıldı. Böylece, ihalenin Çin'e verilmesine tepki gösteren ABD'ye teklif süresini uzatma ve yeni teklif sunma imkanı sağlandı.

TÜRKİYE'NİN ÖNCELİKLERİ
ABD'liler füze ihalesinde 'her şey bir anda oldu-bitti' şeklinde bir hava oluşturmaya çalışıyorlar ama durum bu gerçeği yansıtmıyor. Türkiye, Uzun Menzilli Füze Savunma Sistemi ihalesine tam 6 yıl önce çıktı.

Teklifler alındı, değerlendirmeler yapıldı. 31 Ocak 2013 tarihinde yapılan Savunma Sanayii İcra Komitesi toplantısında görüşmeye kalan firmaların açıklanması bekleniyordu. Yüksek fiyat verdiği için elenen Rusya Antey 2500, ABD yine Patriotlarla, Fransız-İtalyan ortaklığı Samp-T füze savunma sistemiyle ihaleye katılmıştı. 26 Eylül tarihli SSİK toplantısında birinci sırada geldiği açıklanan Çin de yine FD-2000'le ihaleye katılmıştı. O zaman da Çin ihaleyi almaya en yakın teklifi vermişti. Ancak İcra Komitesi'nde Başbakan Erdoğan, 'Ortak üretim yapalım' önerisini getirdi.

Bunun üzerine Savunma Sanayii yetkilileri, yeni durum muvacehesinde ilgili firmalarla temasa geçti.

Türkiye'nin öncelikleri şunlardı:

1-Ortak üretim.

2-Süre

3-Fiyat

ÜÇ DÜŞÜNÜLDÜ 1 KARAR VERİLDİ
ABD'nin, füze ihalesini Çin'in kazanması üzerine, ihalenin oldu-bittiye getirildiği şeklinde bir hava oluşturmasına rağmen, bunun gerçekleri yansıtmadığı ortaya çıktı.

Çünkü İcra Komitesi'nde alınan 'ortam üretim' konusundaki karar iletilmesine rağmen ABD, sunduğu 3 teklifte de ortak üretim konusunda adım atmadı. Patriotların denenmiş bir sistem olduğunda ısrar ederek, ortak üretime yanaşmadı. Bunun yerine paket halinde satış sistemini önerdi.

Firmalardan bu şartlar kapsamında tekliflerini yenilemeleri istendi. Putin'in özel önem verdiği ihaleyi almak isteyen Rusya, teklifini fiyat konusunda yenileyerek, 5.2 milyar dolardan aşağıya çekti. Firmalar üç kez aynı teklifi sundular ama aceleci davranmayan Türkiye, 'Üç düşündü, bir karar verdi.'

FİRMALARIN FİYAT TEKLİFLERİ NEYDİ
2500 kilometre menzile sahip olan Rusya Antey 2500 tipi füzeleriyle girdiği ihalede teknik özellikleri itibariyle yüksek puan alırken, verdiği fiyat teklifi ile ihale dışında kaldı.

İhaleye

Çin, 3.5 milyar dolar

Fransa-İtalya ortaklığı, 4.4 milyar dolar

ABD, 4.5 milyar dolar fiyat verdi.

YERLİ KATKI ORANLARI
31 Ocak tarihli İcra Komitesi Toplantısı'nda alınan karar gereğince ihalede ortak üretim ve yerli katkı oranları da değerlendirmede ayrı bir puanlamaya tabi tutuldu.

Çin, ortak üretim ve yüzde 30 yerli katkı önerdi.

Fransız-İtalyan ortaklığı ve ABD ise ortak üretime yanaşmazken, yerli katkı oranını yüzde 10-12 arasında tuttu.

İhaleyi 3.5 milyar dolar fiyat önerisi ve 80 puanla birinci sırada tamamlayan Çin, ortak üretim ve 1.1 milyar dolarlık iş payı sundu.

Tepkinin altında yatan neden...

31 Ocak tarihine uzatılan sürede, eğer ihale şartlarında bir değişiklik olmazsa, Türkiye-Çin ortak üretimi FD 2000 tipi Uzun Menzilli Füzelerin üretimi Ankara'da gerçekleştirilecek. Savunma Sanayimizin önemli firmaları olan ROKETSAN, ASELSAN ve AYESAŞ füze üretiminde 1.1 milyar dolarlık bir iş hacmiyle Çinlilerle ortak üretimi gerçekleştirecekler.

BMC'DEN FÜZE RAMPASI
Türkiye'de üretilecek olan füze savunma sistemlerinin taşınması ve havaya fırlatılması için BMC kamyonlarından yararlanılacak. 250 adet BMC kamyonu füze rampalarının taşıyıcı özelliğine göre modifiye edilecek.

SADECE FÜZELERE DEĞİL
Çin'le ortak üretilecek olan füzelerin teknik özelliklerinde Türkiye'nin ihtiyaçlarına göre önemli değişikliklere gidildiği ortaya çıktı.

Uzun Menzilli Hava Savunma Sistemlerinin füzelere karşı özelliği ön plana çıkmasına rağmen, Türkiye'nin, Çin'le birlikte ortak üretmeyi planladığı sistemin ise yüzde 70 hava soluyan sistemler olan savaş uçakları, helikopterler ve İHA'lara, yüzde 30 oranında ise füzelere karşı etkili olacak.

MENZİLİ 600 KİLOMETRE
Balistik ve güdümlü füzelere karşı etkili olan FD 2000 füze savunma sisteminin menzili 600 kilometre. Füzeleri 150 kilometreden tespit eden sistem, Türkiye topraklarına gelmeden füzeyi imha ediyor.

Füze sistemi,

1-Arama radarı

2-Takip radarı

3-İmha bölümlerinden oluşuyor.

26 Eylül tarihli Savunma Sanayii İcra Komitesi toplantısından sonra yapılan açıklamada Uzun Menzilli Füze Savunma Sistemleri ihalesini birinci sırada kazanan Çin'le görüşmelere başlanacağı açıklanmıştı. Bu açıklama ABD'nin ayağa kalkmasına yol açsa da bilinmeyen bir durum değil. Ama asıl açıklanmayan bir madde var ki, Türkiye açısından hayati öneme haiz.

O da ikinci madde.

Peki orada ne deniliyor?

'Yüksek İrtifada Hava Savunma Sistemi'

ABD'NİN TEPKİSİ BU YÜZDEN Mİ?
6 yıldır devam eden ihale sürecinin her aşamasını bilen ABD, sanki ilk kez haberdar oluyormuşçasına tepki gösterdi.

ABD'nin aşırı tepkisinin arkasında açıklanmayan 2. madde yatıyor olmasın.

Birinci füzeyi Çin'le ortak üretmeyi planlayan Türkiye'nin asıl hedefi Yüksek İrtifa Gelişmiş Hava ve Füze Savunma Sistemi kurmak.

Bu sistem hem kendi üretimimiz olacak hem de daha yüksek irtifadan gelecek olan füzeleri karşılayacak.

'Türkiye hep alıcı olarak kalsın'

Türk mühendisleri tarafından tasarlanacak olan Yüksek İrtifa Gelişmiş Hava ve Füze Savunma Sistemi'nin üretilmesinde Çin, bize teknik destek sağlayacak.

İhalede ABD, Rusya ve Fransız-İtalyan ortaklığının yanaşmadığı nokta bu: 'Türkiye kendi sistemini üretmesin. Üretici biz olalım Türkiye alıcı olarak kalsın.'

Peki bunun NATO üyeliği ile ilgisi ne?

Bu durumda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, 'Niye bizimle ortak üretimden kaçınılıyor?' sorusu önem kazanıyor.

Türkiye, Çin'den alacağı teknik destekle birlikte yazılımını kendisi yaptığı Yüksek İrtifa Hava ve Füze Savunma Sistemlerini üretip, kendi hava savunmasını güçlendirecek. Yetinmeyecek bunu ikinci ülkelere de satabilecek.

Çin'in verdiği desteği vermeye yanaşmayan ABD ve Fransa-İtalya ortaklığı kararını gözden geçirir ve bunu vermeyi taahhüt ederse, neden olmasın? Zaten aynı savunma sistemi olan ortak NATO üyeliğimiz ve Soğuk Savaş dönemine uzanan dostluğumuz bunu gerektirmez mi?

Birinci Körfez Savaşı ve Suriye sorununda olduğu gibi başı sıkıştığı anda NATO'ya koşan Türkiye, bu sistemi üretmeyi hak etmiyor mu?

TÜRKİYE NELERİ YAPTI
Hava savunma sistemlerinde çalışmalarını hızlandıran Türkiye,

1-Alçak İrtifa Hava Savunma Sistemlerini ürettik. (Roketsan-Aselsan ortak üretimi)

2-Orta İrtifa Hava Savunma Sistemi'nin tasarımını gerçekleştirdik. Üretim aşamasına geçilecek.

3-Yüksek İrtifalı Hava Savunma Sistemi'ni yapmayı planlıyoruz

Başbuğ'un avukatından açıklama

"İddialar akıl dışı"


Başbuğ'un avukatından açıklama
Ergenekon davasında müebbet hapis cezası alaneski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un avukatı İlkay Sezer , Lice olaylarına ilişkin hazırlanan iddianame ve çıkan haberlerle ilgili yazılı açıklama yaptı.
Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Lice ilçesinde 22 Ekim 1993 günü meydana gelen olaylara ilişkin iddianameyi kabul ettiğini hatırlatan Sezer, Ağustos 1993 - Ağustos 1995 yılları arasında Jandarma Asayiş Kolordu Komutan yardımcılığı görevinde bulunan müvekkili Başbuğ'a yönelik kasıtlı ve ima dolu haberler yapıldığını belirtti.

Söz konusu haberlerde müvekkili tarafından Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'a “Lice'ye git" emrinin verildiğinin iddia edildiğini kaydeden Sezer, “Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanlığı, Lice ilçesinin güneyinde bulunan Dibek-Yolçatı-Esenli bölgesine 22 Ekim 1993 günü operasyon icra edilmesine karar vermiştir. Operasyonun icra edileceği 22 Ekim 1993 günü sabahı Jandarma Bölge Komutanı Tuğg. Bahtiyar Aydın, İl Jandarma Alay Komutanı J.Alb. Eşref Hatipoğlu ve Bölge Komutanlığı Asayiş Şube Müdürü J.Kur.Bnb. M. İhsan Batı'nın beraberinde emir astsubayı olduğu halde, 06.30-07.00 saatleri arasında, Diyarbakır'dan havayolu ile Lice İlçe Jandarma Birlik Komutanlığı ve Jandarma Komando Bölüğü'nün bulunduğu yere gittikleri ve orada taktik komuta yeri tesis ettikleri bilinmektedir" dedi.

LİCE’YE GİT EMRİ VERİLMEDİ

Müvekkili İlker Başbuğ'un Aydın’a “Lice’ye git" şeklinde bir emir vermediği savunan Sezer, “bu yöndeki haber ve yorumların yalan olduğunu ileri sürdü. Olaya ilişkin iddianamede Lice Emniyet Amirliği tarafından hazırlanmış olay tutanağı bulunduğunu ifade eden Sezer, tutanakta bölgenin yoğun ateş altında olduğunun anlatıldığını söyledi. Sezer, takviye ekiplerin de bölgeye geldiği yazılan tutanakta, komuta yerinde çatışmaları yöneten Aydın’ın saat 11.45 civarında başından yaralandığının anlatıldığını ifade etti.

HELİKOPTER YOĞUN ATEŞ NEDENİYLE İNEMEDİ 

22 Ekim 1993 günü Korgeneral Hasan Kundakçı ile Başbuğ’un Şenyayla bölgesinde devam eden büyük çaplı operasyonu yerinde görmek üzere o bölgeye gittiklerini belirten Sezer, “Şenyayla bölgesinden Muş’a geldiklerinde, Tuğg. Bahtiyar Aydın'ın vurulduğunu öğrenmişler ve bunun üzerine birlikte aynı helikopter ile Lice’ye intikal etmişlerdir. Helikopter, yoğun ateş nedeniyle komando bölüğünün bulunduğu yere inememiştir. Bunun üzerine, helikopter ateş altında iç güvenlik taburunun bulunduğu bölgeye güçlükle inmiştir. Helikopterden inen Korg. Kundakçı ve müvekkilim beraberinde bulunanlar ile, ateş altında sıçrayarak en yakındaki mevzilere girmişlerdir" ifadelerini kullandı.

İDDİALAR AKIL DIŞI

İlkay Sezer bu yazılanların bile 22 Ekim 1993 günü Lice'de yaşanan olayların, haber ve yorumlarda iddia edildiği gibi bir kurgu olmasının yanlışlığını, inanılmazlığını ve akıl dışı olduğunu gösterdiğini savundu. Avukat Sezer açıklamasının sonunda, “Bu vesileyle görevinin başında şehit olan ve müvekkilimizin kahraman silah arkadaşı Tuğg. Bahtiyar Aydın’ı rahmetle anar, bitmeyen acıları yeniden alevlenen değerli aile bireylerinin de acılarını yürekten paylaşırız" ifadelerini kullandı.

MGK toplanıyor

Toplantıda iç ve dış gelişmeler görüşülecek

Milli Güvenlik Kurulu, Cumhurbaşkanı Gül'ün başkanlığında bugün toplanacak. Çankaya Köşkü'nde gerçekleşecek toplantıda, iç ve dış gelişmeler görüşülecek.

OHAL'e kozmik inceleme

Doğu ve Güneydoğu'da işlenen faili meçhulleri soruşturan Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı 1987-2002 yılları arasındaki OHAL uygulamalarını mercek altına aldı. Dönemin asker ve sivil yöneticileri hakkında inceleme başlatan savcılık, OHAL arşivinin bulunduğu Diyarbakır Valiliği'ndeki kozmik odalara da girecek.

1987-2002 yılları arasında Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin mülki idaresinden sorumlu olan Olağanüstü Hal Bölge Valilikleri döneminde işlenen suçlarla ilgili bölge valiliklerinin sorumluluğunu araştırmak için yargı harekete geçti. 1993 yılında 'terörle mücadelede etkin operasyon' adı altında görev yaptığı dönemde onlarca faili meçhul cinayet işlettirdiği iddia edilen Bolu 2. Dağ ve Komando Tugay Komutanı emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk'ün 'OHAL valiliğinden emir' aldım ifadesi üzerine inceleme başlatan TMK'nın 10. Maddesiyle Görevli Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı dönemin OHAL görevlilerinin işlenen hukuksuzlardaki payını araştıracak.
OHAL'CİLERİ GENERAL YAKTI
'Terörle Mücadele' döneminde işlenen çok sayıda faili meçhul cinayet, köy yakma, işkence ve yargısız infaz olaylarıyla ilgili soruşturmaları yürüten savcılık bu suçlarda OHAL Bölge Valileri ile valilik yetkililerinin dahlini araştırmak için inceleme başlattı. Konuyla ilgili soruşturması yürütülen dosyaları inceleyen savcılar incelemeyi derinleştirdi. İhbar mektupları, ifadeler, resmi kurum yazışmalarını inceleyen savcılığın OHAL valiliklerinin arşivlerinde de inceleme yaparak hayatta olan valileri ifadeye çağırması gündemde. 11 müebbetle yargılanan Tuğgeneral Yavuz Ertürk'ün 'Operasyon emrini OHAL valiliğinden aldım' açıklaması üzerine inceleme 2002'de kaldırılan bu kurumlara kaydı.
JİTEM ARAŞTIRILACAK
Emniyet, köy korucuları ve operasyonel komando tugaylarının OHAL Güvenlikten Sorumlu Vali Yardımcılığı makamından emir aldığının ortaya çıkmasıyla başlatılan incelemede, OHAL ile JİTEM arasındaki bağlantı da araştırılacak. İnceleme sonucunda 'karanlık dönem' olarak bilinen yıllarda işlenen çok sayıda suçun aydınlatılması bekleniyor. Konuyla ilgili bir talep Musa Anter cinayeti davasına bakan Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi'ne de iletilmişti. Avukatlar konuyla ilgili OHAL arşivlerinde inceleme yapılmasını istemiş ancak mahkeme OHAL Bölge Valiliği arşivinin çok geniş olmasını gerekçe göstererek talebi reddetmişti.
15 yıl sonra kaldırıldı
19 Temmuz 1987 günü göreve başlayan Olağanüstü Hal Bölge Valiliği kurulmasıyla askeri birliklerin terörle mücadelesine yasal dayanak oluşturuldu. Jandarma Asayiş Komutanlıkları da OHAL Kanunu çerçevesinde teşkil edilmişti. OHAL valiliği 30 Temmuz 2002'de Bakanlar Kurulu'nun kabul ettiği kanun hükmünde kararnameyle lağvedildi. OHAL valilikleri bir dönem gündemde olan faili meçhul cinayetler, köy yakma, işkence, tehdit, bombalama gibi olaylarla birlikte hala anılıyor.

Sınırda yine ölüm


Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçesindeki bir eve Suriye'deki çatışmalardan havan topu mermisi isabet etti. Bir çocuk yaşamını yitirdi.
 Olay sabah saatlerinde Suriye sınırına 200 metre mesafedeki Cumhuriyet Mahallesi'nde meydana geldi.

Suriye'nin Resulayn kasabasında PYD ile El Nusra arasındaki çatışmalardan seken havan topu mermisi bir eve isabet etti. Olay sırasında evde uyuyan bir çocuk yaşamını yitirdi. Aynı eve bir de roket mermisi isabet etti. Duvara saplanan mermi patlamadı.

Olay yerinde inceleme sürüyor. İlçede okullar da tatil edildi.

Meğer o da karşıymış


Başbakan Erdoğan'ın ''En az 3-4 çocuk yapın'' tavsiyesine, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel'in karşı olduğu ortaya çıktı.
 Başbakan Erdoğan'ın her fırsatta dile getirdiği ''En az 3 çocuk, 3 de yetmez 4 çocuk yapın'' tavsiyesine, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel'in karşı olduğu ortaya çıktı. Bu konu, Balyoz davasından 18 yıla mahkum olan Albay Mustafa Önsel'in, Orgeneral Özel'e yazdığı mektupta dile getirildi. Önsel mektubunda şöyle dedi:

''Komutanım, ben camileri bombalamakla, millete komplo düzenleyip darbe planı yapmakla suçlanıp, hukukun zerresini bile göremediğimiz bir mahkemede sözde yargılanarak tam 18 yıla mahkum edilmiş olan Jandarma Kurmay Albay Mustafa Önsel. Hasdal Askeri Cezaevi’nden saygılar sunuyorum.

Sizinle ilk tanışmamız 2001'de Kara Harp Akademisi’nde olmuştu. Ben, 2. sınıf öğrencisi, siz Kara Harp Akademisi Komutanı idiniz. Tanışmak için bizleri odanıza çağırmıştınız. Bana 'Kaç çocuğun var' diye sormuş, 4 diye cevaplayınca da, 'Sen aile planlaması nedir bilmiyor musun, bu kadarı çok değil mi?'  demiştiniz''

''BETONA GÖMÜLDÜK''
Önsel mektubunda,''Biz göz göre göre katledildik.. Bizi şehitlerimiz gibi toprağa değil, betona gömdüler'' dedi ve Özel'e şöyle seslendi:

''Bu katliama, bu zulme seyirci kalmamanız gerekmez miydi? Komutan, astlarının hem silah arkadaşı hem babası değil midir? Bize öyle öğretmediniz mi? Allah, zulmedenler kadar, zulme seyirci kalanları da kınıyor. Size, eşiniz değerli hanımefendi ile çocuğunuz ve varsa torunlarınızla mutlu, huzurlu, sağlıklı günler dilerim. Bizi ve çocuklarımızı düşünüp de canınızı sıkmayın''

Fırıncıya söyleyin, askerî mahkûmlara ekmek de vermesinler / Namık Çınar

Askerî vesayetle hesaplaşmanın üstünkörü açılmış tutarsız ceza davalarıyla değil de, bilinçle atılacak reformist adımlarla ve idari tasfiyelerle siyaseten hâllinin daha doğru ve verimli olacağını söyleyip durmuştum.

Ama yazık ki öyle olmadı.

Bugün size, seçilen o yolun yanlışlığı yüzünden içine düşülmüş bir komedinin gözden kaçan bir başka boyutunu daha göstermek istiyorum.

Biliyorsunuz, “aslî ceza” olarak verilen mahkûmiyetlerin kendiliğinden bir neticesi olarak “fer’î ceza”ları da içereceği; bu mahiyette olmak üzere, emekli ve muvazzaf oluşları ayırt dahi edilmeksizin hüküm giyen tüm subay ve astsubayların “rütbelerinin söküleceği; diplomalarının, kılıç ve beylik tabancalarının geri alınacağı” her tarafta yazılıp çizildi.

Ne ki, koskoca Türkiye’nin hukuk mahfillerinde olsun, meseleye kuşkuyla bakan küçücük bir yaklaşıma bile rastlanmadı.

Oysa Askerî Ceza Kanunu’nun 3. maddesinde askerî şahıslar “mareşalden asteğmene kadar subaylar, astsubaylar, MSB ve TSK’nın kadro ve kuruluşunda çalışan sivil personel, uzman jandarma, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er ve (silâhaltına alınan diğer) erler ile askerî öğrenciler” olarak sayılmış, ama bunların içine emekli subay ve astsubaylarkatılmamıştır.

Aynı şey, İç Hizmet Kanunu bakımından da geçerlidir.
Çünkü askerler, emekli oldukları andan itibaren muvazzaflıkları biten sivil kimselerdir ve artık askerlikle hiçbir ilişikleri kalmamıştır.

Sohbetleriniz esnasında onlara “paşam, albayım, yüzbaşım” diye hitap etmeniz, rütbelerini geri getirmez.

Emekli bir savcıya gene aynısıyla seslenmeniz, yahut eski bir öğretmene “hocam” demeniz ne ise, bu da o kadarlık bir şeydir işte.

Dolayısıyla, ortada geri alınacak bir rütbe de yoktur.

Zira onların kamuda tasarrufta bulunma ehliyetleri emeklilikleriyle beraber sona ermiş; “titr”leri de, artık gerilerde kalan bir hatıra olarak anılar diyarına intikal etmiştir.
Eski kurumlarıyla ilişkileri ise, orduevi, dinlenme kampı ve sağlık teşekküllerinden yararlanma gibi hususlarla sınırlı kalmıştır, o kadar.

Şimdi söyleyin bakalım; ağır cezalık bir suç işlediğini iddia ettiğiniz eğer bir profesörse, üniversitenin müstahdemine; bir yargıçsa, mübaşire; bir doktorsa da hastabakıcıya mı döndürüyorsunuz da, bunlara gelince “er” yapıyorsunuz onları?

Hani bir hakkın özüne dokunulamaz ve bir suça birden fazla ceza verilemezdi?
Onlar zaten görevde değillerdi ve bir daha da asla olmayacaklardı. Öyleyse bunun bir kamu koruma önlemi olarak mahkûmiyetin tabii neticesi olduğunu nasıl söylersiniz?

Üstelik askerî mahkemede yargılanmayı istediklerinde, darbe fiilinin görevleriyle ilgisi olmadığını ileri sürerek onları reddeden siz değil miydiniz ki, rütbe meselesine geldi mi, şimdi o suçlarla doğrudan bir illiyet bağı kurabiliyorsunuz?

Kaldı ki Askerî Ceza Kanunumuz “rütbenin geri alınması” cezasını açık olarak sadece erbaşlar için düzenlemiş, muvazzaf subay ve astsubaylarda ise, kanımca sadece “memuriyetten mahrumiyeti” anlamaya teşne bir müphemliği öngörmüştür.

Her ne surette olursa olsun, askerlere müstahak görülen bu tertip cezalar, 19. yüzyıl Prusya militarizminden ve 20. yüzyılın demokrasi öncesi faşizmlerinden süzülüp gelen; bugün için artık insan onuruna aykırı sayılabilecek utanılası miraslardır.

Yani siz böyle saçmalayıp, meselâ cumhurbaşkanlığı titri en tepede öylece dururken Kenan Evren’in daha alttaki orgeneralliğini “er”e indirmenize mi gülsem, yoksa onu bu yolla askerlikten soyarak darbe yapan ilk sivil cumhurbaşkanına ulaşacak olmanıza mı gülsem, doğrusu tercihte zorlanıyorum.

Siz bu işleri çelik-çomak mı sandınız, kuzum?