Hüsamettin Cindoruk: Halkların kulakları ağır işitir; onlara
birilerinin doğruları anlatması gerek. Biz de bunu yapıyoruz, elimizde
çakı yok, mayın yok...
“Emanetçi...”
1960 darbesinden sonra genç bir avukat olarak devrik Demokrat Parti saflarında Yassıada'daki duruşmaları izleyen Hüsamettin Cindoruk'u 1980 darbesinden sonra bekleyen sıfat bu oldu; emanetçi.
12 Eylül 1980 darbesinde rakipleri gibi kapatılan Adalet Partisi'nin Genel Başkanı Süleyman Demirel'in
siyaset yasağı sırasında kurulan Doğru Yol Partisi’nin genel
başkanlığına ilk büyük kongrede seçilen isim, vakti gelince emaneti
sahibine teslim edecek emin kişi Cindoruk oldu.
Cindoruk, bu görevi siyasi yasakların kaldırıldığı 6 Eylül 1987
referandumuna kadar sürdürdü ve emaneti sahibine, Demirel'e devretti.
Parti içinde nispeten daha liberal bir söylemi temsil eden Cindoruk,
siyaset arenasında laf yarıştırmadaki ustalığı ve nüktedanlığı ile daima
özgül ağırlığını hissettiren bir isim oldu.
DYP'nin 20 Ekim 1991 seçimlerinde SHP ile koalisyon kurarak iktidara
gelmesinden sonra TBMM Başkanı olan Cindoruk, son biçimini darbecilerin
verdiği 1982 Anayasası'nı değiştirmek için önemli bir mesai de harcadı.
Cumhurbaşkanı Özal'ın 17 Nisan 1993'te beklenmeyen ölümü üzerine
Demirel Başbakanlık'tan Köşk'e çıkınca DYP Genel Başkanlığı için gözler
Cindoruk'a çevrildi. Ve Cindoruk kazanacağı kesin olan Haziran 1993'teki
olağanüstü kongrede son anda genel başkanlığa adaylığını koymadı ve
Başbakanlığı, 28 Şubat sürecinde bayrak açacağı Tansu Çiller'e ikram etmiş oldu.
28 Şubat, Cindoruk'un siyasi çizgisinde en sert eleştirilere uğradığı
dönemeci de ifade ediyor. Zira REFAHYOL koalisyonunun asker dayatmasıyla
dağıtıldığı bu dönemde DYP'den kopan/koparılan milletvekilleri Cindoruk
liderliğinde kurulan Demokrat Türkiye Partisi'nde (DTP) toplandı.
Sorgulanan, Cindoruk'un bu kez kimin "emanetçisi" olduğuydu…
Cindoruk, DYP'den sonra DTP deneyiminde de iktidardan kaçınacak,
partisi Mesut Yılmaz başbakanlığında kurulan koalisyonun ortağı
olduğunda hükümette görev almayacaktı.
Partisinin oyu 1999 genel seçimlerinde yüzde 1'in altında kalan, daha
sonra Demokrat Parti Genel Başkanı olan, ardından DP çatısı altında DYP
ile ANAP'ın birleştirilmesinde önemli rol oynayan Cindoruk'un bugün
arkasında bir parti yok. Zira bütün bu hikayede ortada kalmış veya
etkisini sürdürebilmiş bir parti yok.
Nihayet, AKP iktidarına karşı ulusalcı diyebileceğimiz bir ortak
paydada buluşanların oluşturduğu "Milli Merkez" koalisyonunun odağında
görüyoruz Cindoruk'u. 1961 ve 1982 darbelerinde hedef olduğu askerlerin
ilk kez bu kadar yakınında kadraja giren bir Cindoruk karşısındayız.
Cindoruk bugün Balyoz ve Ergenekon davalarının "birer polis
fezlekesinden ibaret" olduğunu savunuyor. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün
"Benden hükümete muhtıra vermemi istediler" sözlerini de mi "polis
fezlekesinden ibaret" gördüğünü sorduğumuzda değerlendirmesi "Gevezelik"
oluyor.
Cindoruk, darbe suçunda "cebir", bir başka deyişle "kuvvet kullanarak
zorlama" unsurunun varlığının önemini vurgularken, bu ölçüt dışında
generallerin darbeyi savunmasını "ifade özgürlüğü kapsamında" gördüğünü
söylüyor.
Peki ne yapacak, İşçi Partisi'nin de odağında bulunduğu Milli Merkez?
"Halkların kulakları ağır işitir" diyor Cindoruk, "Onlara birilerinin
doğruları anlatması gerek. Elimizde çakı yok, mayın yok, biz de bunu
yapıyoruz."
Milli Merkez oluşumunda şimdilik bir partileşme hedefinin telaffuz edilmediğini de not edelim.
Siyasi serüveni eşliğinde bir okuma için uzattığımız girişi burada
noktalayalım ve sözü Cindoruk'un kendisine bırakalım. Buyrun:
‘Milli Merkez’in amacı baskı grubu oluşturmak’
- Başkanı olduğunuz Milli Merkez’in amacı ne?
Bir sivil toplum kuruluşu, bir baskı grubu oluşturmak. Son zamanlarda
Türkiye'de önemli olaylar oluyor; 1- Terörle uzlaşma iddiası, 2- Anayasa
değişikliği. Her ikisi de Türkiye'nin kaderini en az 50 sene
etkileyebilecek hadiseler. Ancak bu süreçte partiler arası tartışmalar
sert, dolayısıyla ana fikir kayboluyor. Türk halkı da olup bitenlere
dair bilgisiz. Onları sürece karşı uyarıyoruz. Barış sürecine kimse
karşı değil, ama adlandırma etkisini azaltıyor.
- Sizin “barış süreci” yerine uygun gördüğünüz isim ne?
Ortada uzun vadeli, kalıcı bir barış anlaşması gözükmüyor. Şu anda
sadece bir mütareke yürütülüyor. O da silahlar üzerine kurulmuş, ana
ihtilafı çözmüyor.
‘Kürdistan hareketi 1804’ten beri var; devlet kurmak istiyorlar’
- Sizce bu birinci aşama olamaz mı?
Yaklaşık altı kere oldu bu birinci aşama. Demek ki sadece mütareke ile
olmuyor. Taraflardan biri isyancı, onların isyan sebepleri ortada
duruyor. O bir devlet kurmak istiyor. 1804'ten beri gelen bir geçmişi
var Kürdistan hareketinin. Şartlar da giderek el vermiş gözüküyor. Orta
Doğu'da bir Kürdistan devletinin kurulmuş olmasından başka bir sonuç
çıkarmaya çalışıyorlar.
- Siz ülkenin bölüneceğinden mi endişeleniyorsunuz?
Kesinlikle. Türkiye gibi büyük ve güçlü devletler kolay bölünmez ama böyle bir riskin varlığından şüphemiz var.
- Bölünme paranoyasından farkı ne bu endişenizin?
Bende bölünme paranoyası hiç yok. Fark, emperyalist bir gücün Orta
Doğu'yu yeniden biçimlendirmesi faaliyetidir. 1990'larda Baba Bush
döneminde başladı ve sürüyor bu. Herkesin söylediği gibi kısa vadede
petrol kavgası değil bu; Amerika, Çin ve Hindistan’ın Orta Doğu'ya hızla
gelmesinden korku duyuyor. Çünkü herkes biliyor ki 20 yıl içinde
Şanghay Beşlisi’nin baş elemanları Çin ve Hindistan Orta Doğu ile
ilgilenmeye başlayacak.
- Kürt hareketin ana aktörü Abdullah Öcalan, açıklamalarında
toprak bütünlüğünü taahhüt ediyor. Bugünkü koşulları, Kürt meselesini
çözmek için tarihi bir fırsat görmeniz ihtimal dışı mı?
Ben Öcalan’ın ana aktör olduğu kanaatinde değilim, kolektif bir
hadiseden bahsediyoruz. Öcalan, bir sözcü ya da bir hareketin yükselmesi
için ivme göstermiş bir kişi olabilir. Ama tek başına bu hareketin
kurucusu ya da yürütücüsü değil.
- Sizce Öcalan kimin sözcüsü?
Öcalan, yürütücü olsaydı Kandil'e ihtiyacı olmazdı. Kandil'de bir
karargah var. Öcalan, bir hükümlü; sadece bir teorisyen veya aldatıcı,
geçici önder olabilir. 14 yıldır cezaevinde olan birisinin kolu o kadar
uzun değildir. Nitekim kendisi mektup yazmak suretiyle bazı yerlere
ulaştı, kendi kararıyla bitmedi iş.
‘Kandil, Öcalan tutukluyken bir devlet oldu’
- PKK’nın yönetici kadrosunun “Devlet, bizimle görüşme talep
etti; Önderimizle görüşün diyerek reddettik” açıklamaları sizi ne kadar
doğruluyor?
Bunlar söylem. Kandil, Öcalan'ın tutuklu olduğu süreçte değişti. Devlet
oldu bana sorarsan, Kandil'de bir yerleşme merkezi var; bir devletçik
var, kukla da diyebilirsin.
- Halihazırda bir devlet olduğunu düşünüyorsanız, çekinceniz ne?
Bir devletçik diyorum. İnan bana, Kandil'e İmralı'dan gelen mektuplar sadece tavsiye mektuplarıdır.
‘PKK'nın sınır dışına çıkışı neden üç ay sürecek?’
- Siyaset sahnesinde onlarca yıldır varlık gösteren bir isim
olarak yanıtlayabilir misiniz; şimdiye kadar sizin de vekili olduğunuz
iktidar partilerinin çözemediği Kürt meselesinde bugün Kandil de barış
yolunda adımlar atıyor ve tarihinde ilk kez bu kadar kapsamlı bir
şekilde sınır dışına çıkıyor. Bu nitelikteki gelişmeler sizin gibi bir
siyasetçi tarafından göz ardı edilebilir mi?
Çok iyi bir soru. Soruyorum; kim çıkıyor? Elinizde bir liste var mı?
Hangi silahlarla çıkıyorlar, hangi yoldan çıkıyorlar, nerede, ne kadar
kalacaklar? Çıkış neden üç ay sürecek? Hükümetle anlaştıkları koşulların
gerçekleşmesini mi bekleyecekler yoksa sembolik bir çıkış mı var? Arka
arkaya böyle 20 soru sorabilirsin. Bu kadar belirsiz bir barış planı
olamaz. Her şey yazılı metne sığmayabilir ama bilgi, yazılı metin
dışında da değerlidir.
- Kaygılarınızı ihmal ederek soralım; PKK'nın sınır dışına çıkıyor olması sizi memnun eden bir gelişme değil mi?
Memnun olmam için kesin bilgiye ihtiyacım var. Sadece ben de değil.
Halk da aynı şeyi söylüyor. Sayın Meclis Başkanı "Gittiler" diyor,
Başbakan "Hayır, gitmediler" diyor, öbür bakan "Gidecekler" diyor. Ana
bilgi kaynaklarından yanlış bilgiler geliyorsa orada bir kargaşa vardır.
Benim, sizin, halkın sürece inanması için çok doğru dokümanlara
ihtiyacımız var. Eğer barışıyorsak bunun çok gizli olmasına gerek yok.
- KONDA'nın araştırmasına göre, çözüm sürecine destek yüzde
81,3'e ulaştı. Halkın inanmadığını öne sürerek kendi görüşünüzü
kuvvetlendirmeye mi çalışıyorsunuz?
KONDA'nın inandırıcı olduğunu nereden çıkardınız? Bütün şirketler kendi
çıkarları doğrultusunda sonuçlar ortaya koyabilirler. Benim aradığım
anket değil, netice.
- KONDA'nın şimdiye kadar araştırmalarında taraflı olduğuna
dair herhangi bir veri çıkmamış olmasının yanı sıra, başında da
saygınlığıyla da bilinen Tarhan Erdem var. Anketin sonucu beyanınızı
destekleseydi sizin için inandırıcılığı yükselecek miydi?
Hayır, yine yükselmezdi. Tarhan Erdem'i taraf haline getiren bir akil
insanlığı var. Bu işi de ticari faaliyet olarak yaptığını görüyorum.
Bunlar inandırıcılığını azaltır.
- Araştırma sonuçları her seçimde sınanan KONDA, böyle bir araştırmadan tam olarak nasıl ticari kâr sağlar?
Akil insanlığından doğan bir güvensizlik benim bahsettiğim.
‘Kürt hareketinin ana dilde eğitim yapacak gücü yok’
- Ana dillerinin yasaklanması gibi listesi uzun mağduriyetler yaşayan Kürtlerin dile getirdiği talepler sizce kabul edilemez mi?
Ana dillerinin yasaklanmasına hep karşı çıktım. Bu yasaklama uygar bir
devlete yakışmaz. Bunu askerler koymuştu ve hepsi kalktı.
- Bugün ana dilde eğitim hakkında ne düşünüyorsunuz?
Zor bir iş. Ana dilde eğitim yapacak gücü yok Kürt hareketinin. Çünkü o
kadar Kürtçe öğretecek adamı yok, 170 bin kişiye ihtiyaç var.
- İcraattan öte, hak talebi olarak baktığınızda?
Ana dilde eğitim tartışılabilir ama bunun silahla yapılmasına karşıyım.
Ben barışçı bir adamım, demokratım. Hayatımda haklarım alındı,
partilerim kapatıldı, hapishanelere girdim ama bir gün bile silahı
düşünmedim. Silahla hak almayı düşünen bir adama anarşist, terörist
derler; aktivist demezler. Hiçbir hak silahla alınmaz. Gelsinler,
birlikte birtakım hakların alınması için uğraşalım. En başta da siyasi
haklar. Barajın yüzde 10 olduğu bir ülkede siyasi partinin görevi
Apo'yla iş birliği midir?
- Siyasi mesainize tanık olan bazı insanların aklına şu soru
gelecektir: "Bunca sene Kürt meselesi için elinizi taşın altına koyup
siz ne yaptınız?"
1993'te Meclis Başkanı iken Leyla Zana ve
arkadaşlarına dair yazılan fezlekeyi iade ettim. Ve Meclis'te barışı
sağladım. Bütün Kürtler benim arkadaşım. Ailemde bile Kürtlerden damat
var. Benim kafamda Kürt-Türk ayrımı yoktur, Türk Milleti vardır.
- "Kürt-Türk ayrımı yoktur" diyenler genellikle Kürt değil, Türk oluyor. Sizce neden?
Çünkü çoğunluk bu tarafta. Bakın, BDP'nin bütün hakları korunmalıdır,
ama oy oranı nedir? Bağımsız arkadaşların toplanmasıyla ortaya çıkan
rakam, parti oy oranı olamaz. O yüzden yapacakları ilk mücadele barajın
kaldırılması veya yüzde 3'e düşürülmesi olmalıdır. Bunu yaptıkları zaman
başka Kürt partileri de kurulabilir. Bugün BDP, silahlı PKK örgütüyle
işbirliği yapan bir parti konumunda. Buna mukabil Kemal Burkay silahsız, Kürt hareketinin bir partisi. Onlara eşit, kendileri ile yaşama hakkı vermeliydiler.
‘Halktan güven vermek için haklar herkese verilmeli, cezaevleri boşaltılmalı’
- Kemal Burkay'ın federasyonu savunuyor olması sizin için ne demek?
Savunabilir. Mesela savunmak değil, nasıl savunduğun... Bugün Lazların da örgütleri var ve ana dilde eğitim istiyorlar.
- Siz Kürtlerin gönüllü birlikteliğini sağlamak için baraj dışında ne öneriyorsunuz?
Demokratik hakları.
- Örneklendirir misiniz?
Basın özgürlüğü mesela, sen hakları herkese vereceksin, demokrasiyi
normalleştireceksin, cezaevlerini boşaltacaksın ki terörle mücadelede
halka güven vereceksin. Vatandaşlarına, siyasi partilere seçim hukukuna,
adil yargılamaya riayet eden bir demokrat devlet olmalı. Kürt hareketi
de eğer demokratikse bütün yurttaşlar için haklar talep etmeli.
‘Türkiye’nin bölünmesi mümkün değil’
- Barış ve demokrasi arasına set çekmeden soruyoruz; Kürt
hareketi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini tüm Türkiye için istiyor.
Bu talebe destek veriyor musunuz?
Öyle olsaydı, özerklik istemezlerdi. Özerklik ile üniterlik arasında
çelişki var. Bu üniter devlette özerklik isterseniz bölünme şüphelerini
ortaya çıkarırsınız. Ama bence bölünme mümkün değil. Bu ülke kurulalı 93
sene geçmiş.
- Bölünmek imkansızsa neden buna dair şüphelerden bahsettiniz?
Şimdi emperyalizmin getirdiği yeni bir süreç var. Bir de Öcalan, son
mesajında İslami ve Orta Doğu vurgusunu öne çıkardı. Marksist bir
partinin ne işi var İslami düşünceyle? O komünist partisi, şüphelerimizi
doğrulayacak bir şekilde ABD ve AB üyesi bazı ülkelerin yeniden
kurulmasını istediği Orta Doğu projesinde yer alıyor, hatta Kuzey
Kürdistan ile konfederasyon kurulmasını yaygın biçimde dile getiriyor.
Bunlar olmaz şeyler değil, Türk halkı bunu kabul ederse bu da olur. Ama
bizim rolümüz de, halka gidip "Bu doğru bir şey değil" demektir. Çünkü
Arap dünyasında bir Kürt devletini yaşatmak mümkün değil. Bir devlet
kurduğunuz zaman sürdürülebilir olmalı.
‘Türkiye bölünecekse bu seçimle olur’
- Türk halkından bölünme için onay veya ret almanın yolu sizce ne, referandum mu?
Seçimle yapacaksınız bunu. Referandum ve plebisitler belli bir cümleyi
ihtiva eder. Siyaset ve anayasa biliminde seçimin yerini tutmaz bunlar.
Türk halkı seçim propagandaları sonucunda bölünmeyi savunanlara oy
verirse olur.
- Hangi partiler onlar?
Kürt partisi, BDP savunuyor; örtülü bölünmeyi savunuyor. Evvela
özerklik istiyor. O özerkliğin altında yatan da bölünme. Ama bunun
uygulanabilir olduğunu düşünmüyorum. Çünkü burada kaynaşmış bir halk
var. Atatürk bu halka Türk milleti diyor. Ve çoğunluk halk ve
özgürlükler konusunda cimri de değil. Ama demokratik hakların tümden
alınması gerekiyor, Kürt ırkçılığı yaparak olmaz. Biz bunu önlemek
istiyoruz.
‘Halkların kulakları ağır işitir’
- Kürt ve Türk halklarına güvenmiyor musunuz?
Güveniyoruz, ama halkların kulakları ağır işitir, kendi işleri vardır.
Onlara birilerinin doğruları anlatması gerek. Biz de bunu yapıyoruz,
elimizde çakı yok, mayın yok.
- Ya halk oy oranı artan iktidarı değil de sizi ağır işitiyorsa?
İktidarın propaganda yapmak için 20’ye yakın gazete ve televizyon
kanalı var. Biz bu araçlardan mahrum olduğumuz için halk bizi elbette
daha ağır işitiyor.
- 1993'te Çiller yerine başbakan siz olabilecekken DYP’nin genel başkanlık seçimlerinde neden aday olmadınız?
Sayın Çiller'in seçileceğini bilseydim, aday olurdum.
- Siz kimin seçilmesini bekliyordunuz?
Orada bir sürü isim vardı, örneğin, Köksal Toptan. Benim sağlık problemim vardı, kongreyle çok meşgul olamadım. Meclis Başkanı olarak da tarafsız kalmam lazımdı.
- Başbakanlığa sırt çevirmek için bunlar ne kadar yeterli
sebepler? Siz siyasetin sahneye çıkamayan Orhan Gencebay’ı olabilir
misiniz?
Orhan Gencebay’ı severim. Türk kültürünün yeni bir temsilcisi,
yorumcusu. Akil İnsanlar’a karışmamalıydı ama Orhan Baba’ydı, Orhan
Gencebay oldu. Ama Orhan Gencebay bir kez sahneye çıktı. Sahneden
düştü.
‘Çiller ve arkadaşları beni dinlese Kürt meselesi bu kadar büyümezdi’
- Siz de sahneye çıkıp düşmekten mi korktunuz?
Hayır. Siyasette kaybetmekten korkarsanız siyaset yapmazsınız. O
zamanki tarafsız yorumcuların söylediklerine göre aday olsaydım,
kazanacaktım. Onda hiçbir şüphe yoktu. Gruplar halinde arkadaşlar
geldiler, ısrar ettiler. Ama hem sağlığımda sıkıntılarım vardı, hem de
açıkçası Meclis Başkanlığı’nı seviyordum. Ben siyasette çok kazandım,
çok kaybettim. Beni sonuç ilgilendirmez. Sayın Demirel’le
istişare ettik. Ben Meclis Başkanı kalma seçeneğini seçtim. Tansu
Çiller’i kötülemek için söylemiyorum, ama henüz siyasette bilgi ve
tecrübe aşamasını geçmemişti. Nitekim hem ekonomide sıkıntı oldu, hem de
siyasette. Ben kendisine Amerika’da tedavim sırasında iki kez telefon
ettim. Zana’lara dair fezlekeleri kabul etmenin yanlış olduğunu
söyledim, ama o dedi ki “Sayın Cindoruk burada konsensüs var.” Çiller ve
arkadaşları beni dinleseydi, bugün Kürt meselesi bu kadar büyümezdi.
‘AKP’nin bir artısı var: Kıbrıs’a su götürmek’
- Varsayalım ki 1993’te Çiller değil, siz Başbakan oldunuz. Kürt meselesinde ne adımlar atardınız, nasıl çözmeye çalışırdınız?
Siyasette bir tek adamın çözeceği meseleler vardır, bir de tek adamın,
tek siyasi partinin çözemeyeceği önemli konular vardır. Terör konusu
bunlardan biridir. Bugün Başbakan’ın da hatası “Ben bunu çözeceğim”
iddiasıyla ortaya çıkmasıdır. “Silahlarını bırakıp çıksınlar” diyor,
çünkü bu meseleyi bir emirle çözebileceği gibi bir duygusu var. Tarihte
kahraman, tek adam olmak istiyor. O duyguda olduğunuz zaman meseleleri
çözmekte zorlanırsınız. Taksim Meydanı’na kışla yapmak, Çamlıca tepesine
cami yapmak gibi bütün meseleler tarihe geçme projeleri... Kürt
meselesini tarih içinde çözmek için ortak inanca, kararlara ihtiyaçları
var. Mesela bugün en büyük eksiklikleri muhalefet partilerinin karşıt
olması. “Bu meseleyi ben çözeceğim” derseniz o kadar yanlış bir iş
yaparsınız ki.
- “AKP’nin artıları” listesiniz boş mu?
Var bir şey. Kıbrıs’a su götürüyorlar Antalya’dan. Onu çok önemsiyorum.
- 11 senelik AKP iktidarından size olumlu kalan tek şey bu mu?
O proje ile ben vaktiyle uğraştım, çözemedik. Çünkü teknoloji
yetersizdi. Şimdi teknoloji var. Bu sayede hem Kıbrıs’ın çorak ovaları
zenginleşir, hem de Kıbrıs bütünleştir. Çünkü Güney Kıbrıs’ta su yok. Bu
iş için kutluyorum onları. Ama iyi bir iş yaptılar diye yapamadıklarına
da “Yaptı” mı diyeceğiz? Yeterince dalkavuğu olan bir parti. Ona bir
dalkavuk daha ilave etmek yanlış olur.
‘Bülent Arınç dublaj sanatçısı olabilir’
- Siz siyasetin güldüren isimlerinden biri de oldunuz. Başbakan’ın sizi güldüren mizahi çıkışları oluyor mu?
Oluyor. Mesela Demirel’e “koyun” dedi. Demirel’in koyuna benzer hali
yok yani. Bülent Arınç’a da gülüyorum. Dublaj sanatçısı gibi konuşuyor.
Onu beğeniyorum, o yüzden söylüyorum. Üç dönem bittiği için hepsi
gidecek, ne yapacaklar sonra diye kendime göre görev veriyorum onlara.
Hepsini söyleyemem, ama Arınç dublaj sanatçısı olabilir.
- Bülent Arınç, “28 Şubat’ın baş aktörü Demirel’dir” dedi.
Darbe olmadığını pek çok vesileyle savunduğunuz 28 Şubat’ta sizce
Demirel için oyunun içinde oyun mu vardı?
Hayır.
- Sizce Demirel’in aklından yarı başkanlık geçmiş olamaz mı?
Sayın Demirel’le 1990’da, 1991 seçimlerinin arifesinde, bir sempozyum yaptık başkanlık ve yarı başkanlık sistemi üzerine. De Gaulle, Duverger
dahil pek çok kişiyi irdeledik. Karar verdik ki “Türkiye’de parlamenter
rejimin gelişmesi lazım.” O günden sonra Demirel, hiç başkanlık veya
yarı başkanlık demedi.
- Ama siz 1997’de yarı başkanlığın bahsini açtınız.
Ne demişim?
- Hasan Cemal’in “Türkiye’nin Asker Sorunu” kitabının Nisan
1977 notları arasında şu sözleriniz var: “En iyisi yarı başkanlık
sistemine gitmek ve Erbakan’a karşı Demirel’in yarışı kazanması.”
Cemal’in “Bütün bunlar nasıl olacak?” sorusu üzerine de “Asker korkusu
ve medya desteğiyle o kadar da zor değil. Anayasa bir anda değiştirilir
ve Temmuz ayında başkanlık seçimine gidilir” diyorsunuz.
Hasan Cemal yanlış anlamıştır. 1990’da yaptığımız tartışmayı
aktarmışımdır; bir fikir tartışmasında “Başkanlık yerine yarı başkanlık
ehvendir” demiş olabilirim.
- Hasan Cemal’in notlarından daha fazlasını söylediğiniz çıkıyor. Ayrıca, siz de yazılanları yalanlamamışsınız.
Benim hakkımda neler neler yazarlar... Her şeyi yalanlamaya kalkışsam başka iş aramam.
‘Fethullah Gülen, 28 Şubat'taki 3 mektubunda başarılı olduğumu söyledi’
- 28 Şubat’a dair “Keşke şunu yapsaydık” dediğiniz bir
pişmanlığınız var mı? Yoksa “Tamamen alnımızın akıyla çıktık” dediğiniz
bir süreç mi?
28 Şubat, demokratik usuller ve araçlar ile çözülmüştür. Parlamento
kararlarıyla çözülmüştür ve parlamento kapatılmadan, baskı altına
alınmadan aşılmıştır. Çok önemli bir hadisedir. İlk defa askeri
vesayetin devlete el koyması önlenmiştir. İşe o tarafıyla bakacaksın.
- “Genç Bakış” programında bir genç, “Darbeler kabul edilemez
diyorsunuz. Yapılırsa bunun adı faşizm olur” sözlerinizi hatırlatarak
size “Siz 28 Şubat’ı destekliyorsunuz. Size soruyorum: Sayın Cindoruk
siz faşist misiniz?” diye sordu. Siz de Fethullah Gülen’in size 28
Şubat’taki tavrınızı tebrik eden üç mektup yolladığını söylediniz. O
mektuplarda Gülen, size tam olarak ne söyledi?
Başarılı bir devlet adamı olduğumu yazdı. Ama o belgeleri açıklamam, muhatabının muvafakatı olmadan kullanılmaz.
- Sizce Gülen’in devlet adamlığınızı övmesine neden olan girişimleriniz nelerdi?
O, onun kanaati.
- Mesela DTP’yi kurmak bu girişimler arasında olabilir mi?
Zannediyorum daha evvelki yaşam biçimimiz, birtakım sıkıntılarımız,
Yassıada avukatlığı... Yani, biriktirilmiş bir hayat var ortada. Hiçbir
gün hukuk dışı kural düşünmeden yapılan bir kurtuluş kavgası var bizim
hayatımızda. Demirel’de de var, bizde de var.
- Fethullah Gülen ile irtibatınızı daha sonra korudunuz mu?
Kimseyle irtibatım yok benim, yazıhaneme çekildim.
- Gülen, 28 Şubat döneminde Erbakan hükümetini hedef alarak
söylediği “Hükümet görevi bırakmalı” sözlerini bugün sorgularken sizin o
döneme ilişkin herhangi bir soru işaretiniz oluşmadı mı?
O, onun fikirleri. Başkasının fikirlerini tartışmam. Ben kendi söylediğimi söylüyorum. Ne diyorum?
- MGK kararları ardından, dönemin koalisyon hükümeti
REFAHYOL’un dağılmasına neden olan 28 Şubat süreci için neredeyse
“başarıdır” diyorsunuz.
28 Şubat bir başarıdır demiyorum. Ama askeri vesayetin parlamentoyu
feshetmesi parlamento kararıyla önlenerek çözülmüştür. Bu parlamento
kararları içerisinde güven oyları, hükümetin tasvibi, yeni bir seçim
var. 28 Şubat sürecinde seçime gidilmiş, hem de erken seçime.
‘Çiller rakiplerinden kurtulmak istedi; bizi ihraç ettiğini televizyondan öğrendik’
- “Cindoruk, DTP’yi kurarak DYP’den milletvekili almaya çalışıp
Çiller ve Erbakan hükümetini zora sokmaya çalıştı” diyenlere ne
dersiniz?
Olur mu öyle şey! Demokrat Parti’den bu yana ben Kırat'çıyım. Çiller,
bizi bir gecede partiden attı. Ayrıca, 1996’da parti kurulduğunda 28
Şubat hadisesi de yoktu.
- Çiller sizi neden ihraç etmişti?
Bilmiyorum, ona sor. Bizi Haysiyet Divanı’na verdiğinden bile haberimiz
yoktu. Televizyondan öğrendik ihraç edildiğimizi. Savunmam bile
alınmadı. Belli ki reddiyeydi bu, rakipleri tasfiye hareketiydi. Çiller
ve arkadaşları bizden kurtulmak istiyordu o zaman. Biz de bir parti
kurduk ve 28 Şubat olmasaydı o parti büyürdü.
- Tansu Çiller’le daha sonra konuştunuz mu?
Yok. Ama selamlaştık. Ben kin tutmam ama lüzumsuz da konuşma yapmam.
- Türkiye siyasi tarihine iki nokta üst üste koyduğunuzda Çiller sizin için ne dersiniz?
Kişiler hakkında hiçbir şey söylemem.
- 1994 yılında Nuriye Akman’a verdiğiniz söyleşide “Çiller, Süleyman Demirel’in yedeğidir” demiştiniz.
O zaman demişim. Şimdi demiyorum. O zaman aramızda siyasi kavga vardı. Hatırlamıyorum da çok.
‘AKP’nin amacı Türkiye’yi İslam devleti olmaya doğru yöneltmek’
- Milli Merkez’in kurultayında sağın sembolik isimlerinden ve
askeri darbelerin mağdurlarından Hüsamettin Cindoruk’la Ergenekon
tutuklusu İşçi Partili Doğu Perinçek’in yan yana gelmesi ne demek?
Ne engel var?
- Şimdiye kadar neden olmamıştı?
Gerek olmamıştı. Şimdi gerek var. “Atatürk’te birleştik” diye bir
sloganımız var. “Atatürk’te birleştik” sloganıyla “Kim Atatürkçü
düşünceyi temsil ediyorsa yahut Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti
kolluyorsa buraya gelsin” diyerek birleştik. Orada herkes var. En aşırı
sağdan insan da var, MHP’li arkadaşlar da var... Bu bir baskı grubu.
Kaldı ki Doğu Perinçek’in kendisi değil, partisinden elemanlar var. Daha
da ilginç bir şey söyleyeyim Doğu Perinçek’in babası Sadık Perinçek
Adalet Partisi genel başkan yardımcısıydı. Ayrıca 1954’te Demokrat
Parti, Erzincan milletvekiliydi. 1957’de de aday oldu fakat Erzincan’da
seçimi CHP kazandığı için Yassıada’ya gitmekten kurtulmuştu. Biz Sadık
Perinçek’i çok saygıyla anarız. Tam bir Kıratçı’ydı. Sayın Demirel de
saygıyla anar. Oğlunun başka fikirleri olabilir. O süreçte olmuştur da
ama köken itibariyle Adalet Partili bir aileden geliyor.
- Doğu Perinçek’in kendi hikayesi karmaşık olduğu kadar ilginç,
fakat bizim sormak istediğimiz darbelerin ardından tutuklanan sağ
siyasetin ana figürlerinden olan sizin, bugün iktidarda sağ bir parti
varken darbe teşebbüsüyle suçlanan kişilerle yan yana gelmeniz.
Bir kere iktidardaki bir sağ parti değil. Dini esaslara dayalı siyaset
güden bir parti var. Son kongresinde de (Mısır Cumhurbaşkanı) Mursi’nin
de konuşmasıyla sağ parti olmaktan Müslüman Kardeşler partisi olmaya
dönüşmüştür. Bunu yadırgamıyorum. Siyasi kurallar içerisinde, yasalara
uygun olmak koşuluyla öyle bir parti haline gelebilir. Erdoğan,
kongresinde 2,5 saat konuştu ama bir kez bile Atatürk’ten, cumhuriyetten
bahsetmedi. Sadece Orta Doğu Projesi, eş başkanlık, Suriye’de yapılan
zulüm vs. gibi dini özleri taşıyan söylemler ortaya kondu. Yapmak
istediği belli, bir noktadan sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni bir İslam
devleti olmaya doğru yöneltmektir. Amacı bu. Böyle bir parti olmasını
demokratik kurallar içinde kalmak koşuluyla çok da ayıplamıyorum. Ama bu
bir sağ parti değil.
‘Demokratik yollarla İslam devletine geçilmesine itirazım olmaz’
- Bir parantez: Demokratik kurallar içinde bir İslam devletine geçişe itirazınız yok mu? Yoksa İslam devleti halk oyuyla gerçekleşecek olursa mesela darbe sizin için meşru mu olur?
Demokratik yollarla İslam devletine geçilmesine itirazım olmaz, o
iktidarı da bir başka seçimle değiştirmek gerek. Darbe kesinlikle meşru
olamaz.
‘Doğu Perinçek’le Erbakan ve Ecevit gibiyiz’
- 2009’da verdiğiniz bir röportajda AKP’yi başta savunduğu
Milli Görüş fikirleriyle artık aynı yerde durmamakla eleştirmiştiniz.
Şimdi de aksini söyleyerek eleştiriyorsunuz.
Erbakan, ciddi bir biçimde milliyetçi bir adamdı. Kıbrıs konusunda da
Ecevit’le işbirliğiyle bunu gösterdi. Sen bana diyorsun ki “İşçi Partisi
ile neden düşünce birliği içerisindesiniz?” Erbakan’la Ecevit nasıl
hükümet kurdular? Siyasi iş birlikleridir bunlar, olur. Ama birbirinizin
fikirlerine inandığınız veya kabul ettiğiniz anlamına gelmez.
- Erbakan’la Ecevit gibi misiniz bugün Doğu Perinçek’le?
Tabii. Erbakan’la Ecevit’in birlikteliği de o zaman çok yadırgandı, ama
Kıbrıs gibi çok milli bir hadisede beraber ilerlediler.
- Bu birliktelikte Erbakan siz mi oluyorsunuz?
Hayır! Ben Erbakan olmam. Erbakan’ı severim ve daha milli olduğunu
söylüyorum. Ama bugün Erdoğan’ın, Erbakan’ın da düşlemediği veyahut da
inanmadığı o eş başkanlık tuzağına düştüğünü söylemek istiyorum. Kaç
kere, “Bana görev verdiler. Bu görevi kabul ettim. Orta Doğu’da eş
başkanlık yapacağım” dedi. Orta Doğu’da Müslüman devletleri
birleştirecekler. Yeni coğrafya, yeni sınırlar ve yeni devletler
oluşacak ve bir eş başkan aranıyor. Şimdi de Suriye ile uğraşıyor değil
mi? Suriye ile uğraşırken tarafı ne? Sünniler değil mi?
Parti sağ değil artık. Sağ yerine laikliğe karşıtlık ortaya çıktı.
Laikliğin tarifini İslam üzerinden yapıyor. Şimdi kullanamadığı
kelimeler var, mesela şeriat. Kullandığı “inancı gibi yaşamak” tabiri
devlet hayatında ikili hukuk demektir, isteyen şeri mahkemelere
gidecektir, isteyen medeni mahkemelere. Okullar için de aynı şey
geçerli. İmam hatip liseleri açılması 4+4+4, aslında Tevhid-i Tedrisat’a
karşı bir girişimdir. İmam hatip lisesi dediğimiz meslek lisesi olur
mu? İslamiyet’te ruhban sınıfı var mı? Bugün 150’den fazla imam
milletvekili var. Bu, önemli bir hadisedir. Gerçek Müslüman, gerçek
laiktir. Çünkü başka dinlere saygı gösterirsin, bizim Kur'an-ı Kerim'den
öğrendiğimiz budur.
‘Demirel döneminde de imam hatiplerin maksadı sayısal olarak aşıldı’
- İmam hatip liselerinin en büyük hamisi sayabileceğimiz
Demirel'in en yakınındaki isimlerden biri olarak bu konuda geçmişe bakıp
özeleştiri yapıyor musunuz? Demirel döneminde imam hatip liseleri
sadece din adamı ihtiyacı kadar öğrenci alıp mezun veren okullar mıydı?
O maksatla kurulmuştu ama sayısal olarak o maksadı aştığını düşünüyorum. Keşke daha fen lisesi olsaydı. Bu da benim özlemimdir.
‘İçkiyi sevmem ama yasaklanmasına karşıyım’
- İllerde alkollü içkinin kısıtlanmasına dair girişimlere dindar biri olarak siz ne diyorsunuz?
Kesinlikle karşıyım. Bunu 4. Murat yapamamış siz nasıl yapacaksınız? Ben içki de seven bir adam değilim ama buna karşıyım.
- Bugün, partilerinizi deviren askerlerle aynı safta mısınız?
İyi bir hukukçunun görevi haklı ile haksızı ayırmaktır. Bu
iddianamelerin hepsini okudum. Ortada dava yok, polis fezlekesi var.
Mahkeme, hapishanede olmaz. Sanık ister Doğu Perinçek, ister İlker Başbuğ
olsun hiçbiri benim gözümde sanık değildir. Özel yetkili mahkeme
demokrasilerde mümkün değildir. DGM’leri kaldırırken yerine Anayasa'da
yer almayan bir mahkeme kuruyorsun. Bu mahkemeler Anayasa'ya aykırıdır.
‘Generallerin Hilmi Özkök’ten muhtıra talebi gevezelik’
- Ergenekon ve Balyoz davalarında hukuki yanlışlar, uzun süreli tutuklamalar mevcut. Ancak bunlardan bağımsız sorsak; dönemin
Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün Aralık 2003'teki YAŞ öncesinde
orgenerallerin kendisiyle yaptıkları toplantıda hükümete muhtıra
verilmesini talep ettiklerini açıklaması hukuki bir bakışla nasıl “polis
fezlekesinden ibaret” görülebilir?
Bu benim söylediğimi doğrular. Bunlar kişiler arasında rütbeleri ne
olursa olsun gidip gelen gevezeliklerdir. Ceza hukukuna göre suçlama
nedeni olamaz. O nedenle polis fezlekesine benzerliğini yineliyor.
Ayrıca, eğer Hilmi Özkök bunları ciddi bulmuşsa soruşturma açması
gerekirdi. Onun da ciddiye almadığı anlaşılıyor.
- Darbe talebi sizin onayladığınız bir “gevezelik” mi?
Değil. Ama her orduevinde böyle konuşmalar yapılabilir. Yargı için önemli olan maddi unsurların oluşmasıdır.
- Darbe teşebbüslerin yargılanması sizi neden rahatsız ediyor?
Bir hukuki meselede siyasi düşüncelerle beyanda bulunmayı ahlaksızlık
sayarım. Benim karşıtlarıma da hukuksuzluk yapılıyorsa ona da karşı
çıkmak zorundayım. Ben hukukçuyum.
‘Darbe teşebbüsü hatıra defteriyle olmaz’
- “Askeri sevmem ama savunurum” mu diyorsunuz?
Asker benim üç partimi kapattı. Balmumcu'daki sıkıyönetim
hapishanesinde 2,5 ay çok zor şartlarda hapis yattım, Yassıada'da
savunma yaptım, asker beni Zincirbozan'da 4 ay tuttu. Bütün bunlar benim
bir davaya anonim bakmama sebep olmayacaktır. Benim asker korkum, asker
düşmanlığım olamaz. Ben ordumu seviyorum. Ama belli zamanlarda, ordunun
bir kesimi, mensupları, haksızlık yapmışlarsa ona karşı çıktık, yine
çıkarız. Ama hakkında dava açılacak, bırakın delil, eski tabirle emare,
olmayan insanları oraya siyasi iradenin direktifiyle tutup koyarsanız o
mahkeme değildir.
- Özden Örnek’in, Mustafa Balbay’ın günlükleri de mi sizce emare değil?
Darbe teşebbüsü hatıra defteriyle olmaz. Hatıra defteri delil değildir.
Darbe somut kanıtlara dayanmalıdır, cebir unsuru vardır. Darbe
hukukunun temeli cebir unsuru. Burada cebir yok, zorla devirme yok.
- Sizce sadece başarılı darbeler mi yargılanabilir?
Hayır. Başarılı olması mümkün darbe yargılanır.
- Teşebbüsün mümkünlüğünün tespiti için kıstasınız ne?
Şimdi devlet güçlü bir organ, askeri, polisi var; hükümet de onu temsil
ediyor mu? Onu nasıl devireceksin? Mektupla mı, hatıra defteriyle mi,
günlükle mi? Bunlar karine bile teşkil etmezler. Sen bir hatıra defteri
tutup da beni suçlasan olur mu?
- 1. Ordu Komutanı olarak Çetin Doğan’ın Selimiye Kışlası’nda
sarf ettiği “Genelkurmay Başkanı'na diyeceğim ki, Meclis ve hükümete,
gidişe dur deyici bir ültimatom verin gerekirse. Gerekirse çağırın 'Bu
işin sonu boktur, işte sonunuz böyledir.’ Bu konuda gerekli tertip ve
tedbirleri alın” ifadelerini kızı Pınar Doğan aşırı bulurken sizin
nitelemeniz “olağan sözler” mi?
Aşırı olmak ceza hukukunda suçlama sebebi mi?
- Mevzu bahis olan 1. Ordu Komutanı’nın sözleri. Ama hukuktan
gayrı soralım; darbe teşebbüsleri sizce demokrasiyle ne kadar uyumlu?
Darbe teşebbüsü varsa demokrasiye uymaz. Ama ben darbe teşebbüsü yok
diyorum. Lafzi şeylerle darbe teşebbüsü olur mu? Bir hukukçunun böyle
bir davaya taraf olmasını, savunma yapmasını ayıplıyorum, yazık. O
savcıların, hakimlerin, yarın nasıl hesap vereceğini düşünmek bile
istemiyorum. Sanıkla didişen mahkeme olur mu? 24 celse savunmadan men
kararı veriyor. Bu iktidarın bir şansı, bu mahkemenin içyüzünü henüz
Batı dünyasının anlamaması, bir şey var zannediyorlar. Ben o dosyaların
hepsini tek tek inceledim.
- Ayışığı, Yakamoz gibi planlar da sizce “plan” değil mi?
Hayır, ama o adamların iç dünyalarından kopmuş gelmiş düşünceleri olabilir.
‘Bir generalin ‘darbe yapmak istiyorum’ demesi ifade özgürlüğü’
- Yani aralarında “darbeciler yerine TSK’nın kötü çocukları” mı var sizce?
Bu sözleri alenen söylemek ifade özgürlüğüne girer. Şimdi şu meydana
çıksa birkaç kişi, “Ben darbe yapmak istiyorum, bu hükümetin başka türlü
devrilmesi mümkün değildir” dese suç mu olur?
- Tarihinde darbelerin olduğu bir ülkede “Darbe yapmak
istiyorum” diyen bir generale, darbe mağduru olarak “ifade özgürlüğü”
kapsamında mı bakıyorsunuz?
O da, emekli asker de, yazarlar da söyleyebilir.
- Darbe yapmak isteyen birinin ifade özgürlüğü ile fiili darbesi arasına koyduğunuz sınır tam olarak ne?
Cebir kullanılması.
- “Darbe” diyen askere karşı anlayışınız nereden kaynaklanıyor?
Sana bir soru sorayım, Mustafa Balbay günlük tutmayıp da onları
gazetesinde yazsaydı darbeye teşebbüsten yargılanabilir miydi? Yapmayın
Allah aşkına!
‘Balbay’ın ifade tarzına katılmıyorum’
- Balbay, bir gazeteci olarak duyduklarını yazma yolunu seçseydi en azından gazetecilik etiği açısından bu kadar sorgulanmazdı.
Aynı şey.
- Yıllarca süren tutukluluklar elbette kabul edilemez. Darbe
girişimi sayılabilir mi, ona da mahkeme karar verecek. Ama bir
gazetecinin "Paşam bu sefer 28 Şubat'taki gibi yarım bırakılmasın"
demesini, Kara Kuvvetleri Komutanı'nın 10 Kasım mesajını yazmasını,
görüştüğü orgenerallere "Bir duruş gösterin paşam" demesini mi
savunuyorsunuz?
Ben onun yazarlık ve ifade özgürlüğünü savunuyorum. İfade tarzına katıldığımı söyleyemem.
(Hüsamettin Cindoruk, “Yassıada Duruşmaları: Anayasa Davası Toplu Savunması” adlı kitabı uzatıyor.)
Sen benimle tartışıyorsun çünkü, tarafsın. Sen inanıyorsun bunlara. Oku
bu kitabı; darbe nedir, ne değildir, cebir unsuru nedir, hepsinin
çevirisi burada... Objektif ol, böyle palavralara inanma.
‘Hiçbir ülke için ‘Darbe tehlikesini atlattı’ denilemez’
- Sizce Türkiye darbe tehlikesini atlatmış bir ülke mi?
Hiçbir ülke için “Darbe tehlikesini atlattı” denilemez. Buna Türkiye de, Amerika da dahil.
- Ne olursa Türkiye’de darbe olur sizce?
Kahin miyim ben?
- Darbe olmamasını ne sağlar diye sorsak?
Şimdi devlet hayatında kuşku veya evham dediğim kelime devlet adamının
ayağını bağlar. Hiç bir şey yapamazsın. Bu adam gece darbe korkusuyla
yatıyor, gündüz darbe korkusuyla kalkıyorsa hiçbir şey yapamaz. Ve peşin
hükümlüdür.
- Sizce Türkiye’yi idare edenler, “darbe” diyen askere karşı çıkabildi mi?
Çıktılar.
- Kimler?
Süleyman Demirel.
- Ne zaman?
1- Genelkurmay Başkanı Cemal Tural Paşa’yı emekliye sevk etti. 2- Faruk Gürler'in cumhurbaşkanı olmasını engellediler.
‘Darbe yapan tankın üstüne çıkmak gevezelik’
- 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri kapsamında da Demirel için aynı şeyleri söylüyor musunuz?
12 Mart'ta Demirel'e sade muhtıra verilmiş. O zaman, Demirel istifa etti, hükümet gitti, ama Meclis devam etti.
- Ancak Demirel’in muhtıra karşısında Başbakan olarak
"şapkasını alıp gitmesi" yıllarca eleştirildi. Sizce bunlar yersiz
eleştiriler mi?
Demirel, istifa mektubunda yapılanlara karşı olduğunu belirtti,
sonrasında da bunu sık sık söyledi. Demirel, Türkiye’yi germemek için
istifa etti. Gerisi Meclis Başkanı ve milletvekillerine düşüyordu. Ben
onların karşı çıkmasını dilerdim.
- Hasan Cemal’in “Türkiye’nin Asker Sorunu” kitabına göre
“Genelkurmay, Milli Savunma Bakanlığı'na bağlansın” tartışması
yaşanırken kendisine sarf edilen şu sözler size ait: “Demirel, yanıtları
Meclis’te değil, askerde arıyor.”
O da doğru değil.
- Kaç tane Hüsamettin Cindoruk var?
Bir tane.
- Bugün darbe olsa tankın üstüne çıkar mısınız?
(Gülerek) Gevezelik bu. Tank bir askeri güçtür. Darbe yapan
tankın önüne hukuk yoluyla çıkmak gerekir. İnsan maddi gücüyle bir
tankla savaşamaz. Ancak hukuka bağlı bir duruşla tankları yerle bir
edersiniz.
- Ancak “Darbe tehlikesi hiçbir zaman geçmez” dediğiniz bir
ülkede, darbe teşebbüslerini sorun etmiyorsunuz. Bu ne kadar anlaşılır?
Kimsenin beni anlamasını istemiyorum. Ben fikirlerimi söylüyorum. Benim
söylediğim şeyler, düz yalın gerçeklerdir. Ben böyle mahkeme olmaz
diyorum.
‘Ordumuz demokrasi aşığı’
- 1994’te Nuriye Akman’a verdiğiniz söyleşide dile getirdiğiniz “Ordumuz demokrasi aşığıdır” fikrini hâlâ savunuyor musunuz?
Evet, Türkiye'de ordu demokrasiye dönüşleri hep sağladı.
- Darbeyi yapan orduya “demokrasiye dönüşe” izin verdiği için neden minnet duyulması gerektiğini açıklayabilir misiniz?
27 Mayıs'ta da, 12 Eylül'de de ordu demokrasiye dönüşe hep imkan sağladı. Ne Cemal Gürsel, ne Kenan Evren kalıcı cumhurbaşkanı olmak istemediler.
- Neticede oldular. Asker, siyaseti darbe yaparak siyasilerden
aldığı ve sonrasında gittiği için cezaevinde yatmış bir siyasi olarak en
başta siz teşekkür etmezsiniz herhalde.
Ben niye teşekkür edeyim! İmkan verdikleri için teşekkür etmesi gereken
siyasetçiler olur belki. Genellemelere niye bu kadar önem veriyorsunuz?
Bu ordu ihtilal yapıp da kalıcı olmadı. Demokratik rejime dönüşleri
sağladı.
- TBMM Başkanı olarak 12 Eylül Anayasası’nın
değiştirilmesine ciddi bir emek harcamış bir siyasetçi olarak sizce de
darbe yapan askerler birkaç yıl sonra fiilen yönetimden ayrılsalar da
yaptıkları anayasa ve yasalarla darbe düzenini konsolide etmiş
olmuyorlar mı? Yıllarca 12 Eylül yasalarının anayasaya aykırılığını
iddia etmek yasaklanmadı mı?
Bu anayasaları değiştirmekte siyasal iktidar ve partilerin gevşekliği
var. 1991’de Meclis Başkanı olunca pek çok darbe kelepçesini aşıp
geçtik. Bunu askerden değil, parlamentodan beklemek lazım. Üst kanun
yapma yetkisi olanların ihmali olduğunu düşünüyorum.
‘Asker anayasaları demokrasiye dönmek için yaptı’
Şimdi, yine siyasetçilere bir kusur izafetti derler diye dikkatli
konuşacağım. 12 Eylül ve 27 Mayıs öncesinde kaos, partilerin
uzlaşmazlığından doğmadı mı? Doğdu. Ordu müdahalelerini ne için yaptı o
tarihte açıkladığı beyannamelerde? Bir tek şey, Türkiye'deki kardeş
kavgasını sona erdirmek ve demokrasi için... Anayasaları demokrasiye
dönmek için yaptılar. Siyasi tarihi bugün yargılayamazsın. Siz çeşitli
kitaplar okuyup, Hasan Cemal'in kitabından alıntı alarak tarihi
sorgularken ben yaşadıklarımdan yola çıkarak konuşuyorum.
- “Ordu, partilerin uzlaşmazlığından doğan kaos nedeniyle darbe
yaptı” dediniz. Darbelerden hemen önce iktidarda olan parti, sizin de
mensubu olduğunuz DP ve AP idi. Dolayısıyla, sizin partilerinizin mi
darbeye sebep olduğunu söylüyorsunuz? Örneğin, Adnan Menderes asıldığı
için kendisi mi suçluydu?
Öyle bir şey demedim, tam anlatamadın. 1960 öncesinde iki siyasi parti
kavga etmedi mi, etti. Tahkikat Encümeni’ni askerler mi kurdu? Bu
ordunun düellosu muydu? İnönü ve Menderes’indi. Bedii Faik'i
kim tutukladı? Bir Meclis’in komisyonu tutuklama yapabilir mi? Bunlar
siyasi hatalar, siyasi yanlışlar. Bugün baktığımız zaman bunu görüyoruz,
o günün koşullarında herkes haklı olabilir. Ama bugün ben de, sen de
hepimiz objektif bakacağız hadiseye. Ordu durduk yerde gelip ihtilal
yapmadı.
- Prof. Mümtaz Soysal'ın "100 Soruda Anayasa'nın Anlamı" ve
"Anayasa'ya Giriş" kitaplarında, 27 Mayıs 1960 darbesini "askeri ve
sivil bürokrasinin 1950'de kaybettiği iktidarı geri alması" olarak da
nitelemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence doğru bir yorum.
- Kapatmadan soralım; sizi en çok hangisi rahatsız ediyor;
“emanetçi” mi, “eski demokrat, yeni Jakoben” mi, “statükonun gece
bekçisi” mi?
Hiçbirinden rahatsız olmam.
- “Cintonik” için de geçerli mi bu?
(Gülerek) Geçerli, ama biri bunları yüzüme söylerse cevabını veririm.