|
|||||||
Rssia is selling more than 10 fighter jets to the Syrian
regime, MIG Corporation CEO Sergei Korotkov said Friday, dpa reported. The MIG-29MM2 jets will be delivered according to a contract, Korotkov told journalists in Lukhovitzy outside Moscow, the Interfax news agency reported. A Syrian delegation was currently in the Russian capital to sort out the contract details, he said. Russia, a staunch ally of Damascus and its main arms supplier, has defended its delivery of weapons to the conflict-torn country. President Bashar al-Assad, in an interview broadcast in Lebanon Thursday, said Syria had taken delivery of the first batch of advanced anti-aircraft missiles from Russia. Officials from Russia, the United States and the United Nations are to meet in Geneva on Wednesday to discuss a planned international conference on peace in Syria. Syria's opposition coalition said it will not take part in the talks in June, citing "massacres" in Syria. |
Harbiye, askerlik, askeriye, savunma ile ilgili tüm gelişmeler, eleştiriler, asker-siyaset ilişkisi, askeri operasyonlar, gibi ve benzeri haberler, köşe yazıları, dosyalar buradan aktarılmaya çalışılacak.
31 Mayıs 2013 Cuma
Russia to sell 10 MIG-fighter jets to Syria
Rusya: S-300 füzelerini sonbahardan önce Suriye'ye veremeyiz
Rusya'nın askeri ekipman üreticisi MiG'den yapılan açıklamada, Suriye'ye askeri uçak satışı yapılacağı belirtilirken, bir kaynak S-300 füzelerinin teslimatının sonbahardan önce mümkün olmadığını bildirdi.
Reuters’ın aktardığına göre, Rus haber
ajansı Interfax’a konuşan silah endüstrisinden bir kaynak, Moskova’nın
S-300 uçaksavar füzelerini Suriye’ye tesliminin sonbahardan önce olası
olmadığını belirtti.
Kaynak, Batı’yı alarma geçiren teslimatın zamanlamasının Suriye’deki durumun gelişimine bağlı olacağını ifade etti.
Rus uçak üreticisi MiG’den RIA Novosti’ye yapılan başka bir açıklamada ise Suriye’ye 10 adet MiG-29 savaş uçağı satışı yapılacağı ifade edildi.
RIA, satışın detaylarının bir Suriyeli heyetle değerlendirilmekte olduğunu vurguladı.
Hizbullah'ın resmi televizyonu olarak bilinen El Manar, dün Suriye lideri Beşar Esad'ın verdiği röportajdan bazı alıntılar yayınlamış ve Esad'ın "Rusya'dan ilk parti S-300'leri teslim aldık" dediğini aktarmıştı.
İlerleyen saatlerde Suriye liderinin böyle bir şey söylememiş olduğuna dair iddialar da ortaya atılırken, akşam televizyonda yayınlanan görüntülerde Esad'ın "Rusya'yla üzerinde anlaştığımız her şey uygulanacak ve bunların bir kısmı kısa bir süre önce uygulandı" şeklinde daha genel bir yanıt verdiği ortaya çıkmıştı.
Kaynak, Batı’yı alarma geçiren teslimatın zamanlamasının Suriye’deki durumun gelişimine bağlı olacağını ifade etti.
Rus uçak üreticisi MiG’den RIA Novosti’ye yapılan başka bir açıklamada ise Suriye’ye 10 adet MiG-29 savaş uçağı satışı yapılacağı ifade edildi.
RIA, satışın detaylarının bir Suriyeli heyetle değerlendirilmekte olduğunu vurguladı.
Hizbullah'ın resmi televizyonu olarak bilinen El Manar, dün Suriye lideri Beşar Esad'ın verdiği röportajdan bazı alıntılar yayınlamış ve Esad'ın "Rusya'dan ilk parti S-300'leri teslim aldık" dediğini aktarmıştı.
İlerleyen saatlerde Suriye liderinin böyle bir şey söylememiş olduğuna dair iddialar da ortaya atılırken, akşam televizyonda yayınlanan görüntülerde Esad'ın "Rusya'yla üzerinde anlaştığımız her şey uygulanacak ve bunların bir kısmı kısa bir süre önce uygulandı" şeklinde daha genel bir yanıt verdiği ortaya çıkmıştı.
Ergenekon davasında gündem 'ıslak imza'
Emekli Albay Dursun Çiçek, son savunmasında hakkındaki suçlamaları reddetti.
Silivri’de görülen Ergenekon Davası’nda “Islak imzalı belge” gündeme
geldi. Belgenin altında imzası olduğu ileri sürülen Emekli Albay Dursun
Çiçek, son savunmasında hakkındaki suçlamaları reddetti.
Aralarında Eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un da bulunduğu 275 sanıklı davada 307’inci duruşma yapılıyor.
DURSUN ÇİÇEK SON SAVUNMASINI YAPTI
Duruşmada, adı “İrticayla Mücadele Eylem Planı” belgesiyle gündeme gelen emekli albay Dursun Çiçek son savunmasını yaptı.
Genelkurmay Askeri Savcılığı, daha önce, bu planın Albay Çiçek tarafından hazırlandığını, belgenin altındaki ıslak imzanın da Çiçek’e ait olduğunu ileri sürmüştü.
Emekli Albay Dursun Çiçek ise son savunmasında, belgenin sahte olduğunu, altındaki imzanın kendisine ait olmadığını ileri sürdü.
İddiaların geçtiği tarihte Genelkurmay Bilgi Destek Dairesi’nde şube müdürü olarak görev yapan Çiçek, hükümet aleyhinde kara propaganda yapmak amacıyla kurulduğu belirtilen sitelerinin yasal, kurumsal ve resmi olduğunu iddia etti.
Aralarında Eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un da bulunduğu 275 sanıklı davada 307’inci duruşma yapılıyor.
DURSUN ÇİÇEK SON SAVUNMASINI YAPTI
Duruşmada, adı “İrticayla Mücadele Eylem Planı” belgesiyle gündeme gelen emekli albay Dursun Çiçek son savunmasını yaptı.
Genelkurmay Askeri Savcılığı, daha önce, bu planın Albay Çiçek tarafından hazırlandığını, belgenin altındaki ıslak imzanın da Çiçek’e ait olduğunu ileri sürmüştü.
Emekli Albay Dursun Çiçek ise son savunmasında, belgenin sahte olduğunu, altındaki imzanın kendisine ait olmadığını ileri sürdü.
İddiaların geçtiği tarihte Genelkurmay Bilgi Destek Dairesi’nde şube müdürü olarak görev yapan Çiçek, hükümet aleyhinde kara propaganda yapmak amacıyla kurulduğu belirtilen sitelerinin yasal, kurumsal ve resmi olduğunu iddia etti.
30 Mayıs 2013 Perşembe
Suriye sınırında gerginlik
Genelkurmay, Hatay sınırında devriye timine ateş açıldığını,
askerin karşılık verdiğini ve merminin zırhlı araca isabet etmediğini
açıkladı.
Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada, ''Hatay bölgesindeki Hacıpaşa Hudut Karakolu sorumluluk sahasına, Asi Nehri kenarında devriye faaliyeti icra eden Taktik Tekerlekli Zırhlı Araçlı Devriye Timine saat 13.10'da, Suriye tarafından 3-5 şahıs hedef gözetmeksizin 15-20 el hafif silahlarla ateş açmıştır. Devriye Timi tarafından, ateşin geldiği bölgeye derhal ateş açılarak karşılık verilmiş olup, şahıslar Suriye tarafına kaçarak gözden kaybolmuştur'' ifadeleri kullanıldı.
Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada, ''Hatay bölgesindeki Hacıpaşa Hudut Karakolu sorumluluk sahasına, Asi Nehri kenarında devriye faaliyeti icra eden Taktik Tekerlekli Zırhlı Araçlı Devriye Timine saat 13.10'da, Suriye tarafından 3-5 şahıs hedef gözetmeksizin 15-20 el hafif silahlarla ateş açmıştır. Devriye Timi tarafından, ateşin geldiği bölgeye derhal ateş açılarak karşılık verilmiş olup, şahıslar Suriye tarafına kaçarak gözden kaybolmuştur'' ifadeleri kullanıldı.
SAT timlerinden nefes kesen tatbikat
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın planlı tatbikatlarından
DENİZKURDU-13 Fiili Deniz Tatbikatı kapsamında, senaryo gereği deniz
haydutları tarafından kaçırılan ticari gemiye çıkma harekatı yapıldı.
Aksiyon dolu harekatı, komutanlar da heyecanla izledi.
Güney Ege'de süren DENİZKURDU-13 tatbikatının üçüncü safhası
devam ediyor. Safhanın faaliyetleri kapsamında, senaryo gereği bir
ticari geminin deniz haydutlarınca kaçırılması üzerine geminin
kurtarılması emri verildi. Harekete geçen Sualtı Taarruz (SAT) timleri, helikopterler ve atak botlarla koordineli olarak gemiye çıktı. Timlere, Yeni Tip Karakol Botu Projesi'nin gemilerinden Köyceğiz de yakın mesafeden destek verdi. Kaçırılan geminin başı istikametindeki helikopterde bulunan SAT keskin nişancısı personelin emniyetini sağlarken, arka istikametindeki helikopterden ise timler gemiye halattan kayarak indi. Haydutları kısa sürede etkisiz hale getiren timler, geminin köprü üstü ve makine kontrol dairesini ele geçirdikten sonra gemiye Türk bayrağı çekti.
Öte yandan tatbikat gereği Doğu Akdeniz'de bulunan 10 fırkateyn, 8 korvet, 15 hücumbot ve 2 akaryakıt gemisi olmak 35 unsur, 091 numaralı eğitim sahasında "yüksek süratli hedefe" uçaksavar atışı yaptı.
Yüksek süratli hedef olarak Learjet tipi uçak kullanılırken, uçağın çektiği manşa ateş açıldı. Top ve yakın savunma silahlarının kullanıldığı eğitimde tüm gemiler atışlarını başarıyla tamamladı.
Hasan Iğsız'ın oğlu duruşmada kayıt yaparken yakalandı
|
|||||||
Ergenekon davasında, İnternet Andıcı dosyasının tutuklu sanığı
emekli Orgeneral Hasan Iğsız'ın oğlu Hüseyin Hakan Iğsız, anahtarlık
şeklindeki kamera ile duruşma salonunda kayıt yaparken yakalandı. Bir
jandarma erin fark ettiği olay sonrası Hüseyin Hakan Iğsız gözaltına
alındı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Ergenekon davasında tutuklu sanık Hasan Iğsız savunma yaptığı sırada Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, duruşmaya ara verdiklerini açıkladı. Yarım saatlik aranın ardından tekrar başlayan duruşmada Başkan Özese, jandarma görevlileri tarafından tutulan bir tutanağı okudu. Tutanağa göre, Hasan Iğsız'ın oğlu Hüseyin Hakan Iğsız' da ses ve görüntü kaydetme özelliğine sahip cihaz ele geçirildi. Cihazın anahtarlık biçiminde, üzerinde 4 düğme ve içerisine hafıza kartı olan, ses ve görüntü kaydı yapabilcek nitelikte bir cihaz olduğunun anlaşıldığı belirtildi. Özese, durumun mahkemeye haber verilmesini üzerin duruşmaya ara verildiğini söyledi. Anahtarlık biçimindeki cihaza takılı bulunan hafıza kartının incelendiğini aktaran Özese, inceleme sonucu hafıza kartı içinde Hasan Iğsız’ın savunması devam ederken çekilmiş ses ve görüntü kaydı bulunduğunun anlaşıldığını belirtti. Mahkeme "İzinsiz bir şekilde duruşmada ses ve görüntü kaydı yapması" nedeniyle Hakan Iğsız’ın salondan çıkarılmasını, olayla ilgili tutanağa anahtarlık biçimindeki kayıt cihazı da eklenerek Silivri Cumuhuriyet Başsavcılğı’na suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi. Ayrıca Hakan Iğsız'ın da Silivri Cumhuriyet Savcılığı'na mevcutlu olarak jandarma nezaretinde götürülmesi karara bağlandı. Duruşmaya bu nedenle ara verildiği sırada, Başkan Özese'nin Hakan Iğsız'ın bina dışına çıkartılmaması yönündeki sözlü talimatı yanlış anlaşılıp basın mensupları ve avukatların da çıkışına izin verilmeyince kısa süreli tartışma yaşandı. Jandarma görevlileri tarafından gözaltına alınan Hakan Iğsız, hakkındaki sevk evrakları tamamlandıktan sonra Silivri Cumhuriyet Savcılğı’na sevk edildi. |
KARARGAH O DARBE PLANINI DOĞRULADI
Mahkemeye gönderilen ihbar mektubuyla Genelkurmay'da imha edildiği iddia edilen darbe planının varlığı, karargah tarafından da doğrulandı.
12 Eylül davasının görüldüğü Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen ihbar mektubuyla Genelkurmay'da imha edildiği iddia edilen YURT-KOR başlıklı darbe planının varlığı doğrulandı. Genelkurmay, darbeden 1 yıl önce hazırlandığı belirtilen ve darbeye hazırlık planını içeren belgeyi mahkemeye gönderdi.
12
Eylül darbesinin mimarları Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya’nın
yargılandığı davanın 13. duruşmasında, askerî darbe öncesi Evren’in
talimatıyla hazırlandığı iddia edilen ‘YURT-KOR’ belgesinin, eski
Genelkurmay Harekât Başkanı Korgeneral Abdullah Recep tarafından imha
edildiği ihbarı yapılmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) personeli
olduğunu belirten ve Hasan Duman imzasını kullanan ihbarcı, mahkemenin
istediği darbeye hazırlık planının Genelkurmay’da imha edildiğini ileri
süren bir mektup kaleme almıştı. İlginç iddiaların yer aldığı mektupta,
Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Genelkurmay’dan evrak
istendiği hatırlatılarak, 12 Eylül dönemine ilişkin karargâhta evrak
araştırması yapıldığı kaydedildi.
Zaman'ın haberine göre, Araştırmalar sonucunda önemli belgelere ulaşıldığını kaydeden Duman, “Bu belgeler arasında 1979 yılına ait, Kenan Evren imzalı YURT-KOR adı verilen bir plan bulunmaktaydı. Bu planda, askeri müdahaleden önce toplumda karışıklıklar olacağı öngörülmüş, buna göre askeri müdahale hazırlıklarının yapılması gerektiği vurgulanmıştı. Kısacası 12 Eylül askeri müdahalesinin hazırlık çalışmaları bu planda yer almaktaydı.” ifadelerine yer verdi.
Hasan Duman isimli ihbarcı, planın bulunarak dönemin Genelkurmay Harekat Başkanı Korgeneral Abdullah Recep’e sunulduğunu ileri sürdü ve iddialarını şöyle sıraladı: “Planın içeriği ve neyi amaçladığı anlatıldı. Kendisi durumun vahametini anladı. Ancak böyle bir belgenin başında olduğu birimden gönderilmesini istemedi. Mahkemeye ‘Elimizde bilgi ve belge yoktur.’ şeklinde cevap verildi. Sonra kozmik büro gözden geçirilerek zaman ve konu açısından değerini yitirmiş belgeler ve planların ayıklanması istendi.” Duman mektubunda, “Sayın Başkanım, TSK mensubu olarak Genelkurmay Karargâhı’nda işlenen bir suçu, yapılan bir usulsüzlüğü ve Türk adaletinin nasıl yanıltıldığını sizlere bildirmek üzere bu mektubu yazdım.” sözlerine yer verdi.
Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi, gelişme üzerine 13’üncü duruşmanın ara kararında, belgenin doğruluğu ve Hasan Duman adlı kişinin araştırılması için Genelkurmay’a yazı yazdı. Genelkurmay’ın beklenen cevabı ise geçtiğimiz gün mahkemeye ulaştı. YURT-KOR belgesinin varlığını kabul eden karargâh, belgenin bir nüshasını arşivden bularak mahkemeye gönderdi. Karargâhın cevabî yazısında, karargâh bünyesinde görev yapan Hasan Duman adlı 10 TSK personelinin bulunduğu da yer aldı. Ancak mektubu yazan personelin tespit edilemediği ve incelemenin devam ettiği açıklandı. YURT-KOR belgesiyle 12 Eylül davasının seyrinin değişmesi bekleniyor.
Tutanak yerine yönerge gönderildi
Mahkeme, 4 Nisan 2012’de Genelkurmay ve Cumhurbaşkanlığı arşivinden 1980’de yapılan darbe planıyla ilgili belgeleri istemişti. Planın gelmemesi üzerine tekrar yazışmalar yapıldı. Davanın son duruşmasında mahkemeye, evrakların imha edildiğine dair tutanağın bulunamadığı bildirilerek evrak imhasına ilişkin yönerge gönderilmişti. Arşivin fotoğrafları da çekilerek 1977 ve sonrasına ilişkin belgelerin bulunamadığı ifade edilmişti. 7. Cumhurbaşkanı Evren, Cumhurbaşkanlığı dönemindeki özel arşivini alarak Çankaya Köşkü’nden ayrılmıştı.
Zaman'ın haberine göre, Araştırmalar sonucunda önemli belgelere ulaşıldığını kaydeden Duman, “Bu belgeler arasında 1979 yılına ait, Kenan Evren imzalı YURT-KOR adı verilen bir plan bulunmaktaydı. Bu planda, askeri müdahaleden önce toplumda karışıklıklar olacağı öngörülmüş, buna göre askeri müdahale hazırlıklarının yapılması gerektiği vurgulanmıştı. Kısacası 12 Eylül askeri müdahalesinin hazırlık çalışmaları bu planda yer almaktaydı.” ifadelerine yer verdi.
Hasan Duman isimli ihbarcı, planın bulunarak dönemin Genelkurmay Harekat Başkanı Korgeneral Abdullah Recep’e sunulduğunu ileri sürdü ve iddialarını şöyle sıraladı: “Planın içeriği ve neyi amaçladığı anlatıldı. Kendisi durumun vahametini anladı. Ancak böyle bir belgenin başında olduğu birimden gönderilmesini istemedi. Mahkemeye ‘Elimizde bilgi ve belge yoktur.’ şeklinde cevap verildi. Sonra kozmik büro gözden geçirilerek zaman ve konu açısından değerini yitirmiş belgeler ve planların ayıklanması istendi.” Duman mektubunda, “Sayın Başkanım, TSK mensubu olarak Genelkurmay Karargâhı’nda işlenen bir suçu, yapılan bir usulsüzlüğü ve Türk adaletinin nasıl yanıltıldığını sizlere bildirmek üzere bu mektubu yazdım.” sözlerine yer verdi.
Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi, gelişme üzerine 13’üncü duruşmanın ara kararında, belgenin doğruluğu ve Hasan Duman adlı kişinin araştırılması için Genelkurmay’a yazı yazdı. Genelkurmay’ın beklenen cevabı ise geçtiğimiz gün mahkemeye ulaştı. YURT-KOR belgesinin varlığını kabul eden karargâh, belgenin bir nüshasını arşivden bularak mahkemeye gönderdi. Karargâhın cevabî yazısında, karargâh bünyesinde görev yapan Hasan Duman adlı 10 TSK personelinin bulunduğu da yer aldı. Ancak mektubu yazan personelin tespit edilemediği ve incelemenin devam ettiği açıklandı. YURT-KOR belgesiyle 12 Eylül davasının seyrinin değişmesi bekleniyor.
Tutanak yerine yönerge gönderildi
Mahkeme, 4 Nisan 2012’de Genelkurmay ve Cumhurbaşkanlığı arşivinden 1980’de yapılan darbe planıyla ilgili belgeleri istemişti. Planın gelmemesi üzerine tekrar yazışmalar yapıldı. Davanın son duruşmasında mahkemeye, evrakların imha edildiğine dair tutanağın bulunamadığı bildirilerek evrak imhasına ilişkin yönerge gönderilmişti. Arşivin fotoğrafları da çekilerek 1977 ve sonrasına ilişkin belgelerin bulunamadığı ifade edilmişti. 7. Cumhurbaşkanı Evren, Cumhurbaşkanlığı dönemindeki özel arşivini alarak Çankaya Köşkü’nden ayrılmıştı.
Esad: S-300 füzeleri elimize geçti
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Rusya’nın gönderdiği S-300 füzelerinden oluşan ilk parti modern silahların ellerine geçtiğini söyledi. İsrail'den Salı günü yapılan açıklamada, "Bu silahlar Şam rejimine teslim edilirse bu durumda biz de ne yapacağımızı biliriz. Verecek cevabımız hazır" denilmişti.
Hizbullah’ın yayın organı sayılan “El Manar” televizyonuna konuşan Esad, Suriye’nin hava savunmasını sağlayacak S-300 bataryalarının ilk partisinin Şam’a ulaştığını belirtti.
Esad, “Çok yakında ikinci parti S-300 füzelerini bekliyoruz. Böylece dıştan ülkemize karşı herhangi bir saldırı girişimini önlemiş oluyoruz. Şimdi asıl hedefimiz uzlaşmaya yanaşmayan silahlı muhalifleri dize getirmek olacak” ifadesini kullandı.
İSRAİL, "CEVABIMIZ HAZIR" DEMİŞTİ
S-300 füzelerinin Suriye'ye teslim edildiğine dair Rusya'dan ise henüz bir açıklama gelmedi. Ancak Rusya’nın NATO özel temsilcisi Aleksander Gruşko önceki gün yaptığı açıklamada, Moskova’nın Şam rejimine bu silahları vereceğini söyleyerek, muammaya dönen "S-300 füzeleri" konusunda son noktayı koymuştu.
Gruşko'nun S-300 açıklamasından hemen sonra Tel Aviv’de konuşan İsrail Savunma Bakanı Moşe Yalon ise, “S-300 füzeleri henüz Rusya’dan Suriye’ye gönderilmedi. İleride de gönderilmeyeceğini düşünmek isteriz. Ancak bu silahlar yine de Şam rejimine teslim edilirse bu durumda biz ne yapacağımızı biliriz. Verecek cevabımız hazır” demişti.
Esad, “Çok yakında ikinci parti S-300 füzelerini bekliyoruz. Böylece dıştan ülkemize karşı herhangi bir saldırı girişimini önlemiş oluyoruz. Şimdi asıl hedefimiz uzlaşmaya yanaşmayan silahlı muhalifleri dize getirmek olacak” ifadesini kullandı.
İSRAİL, "CEVABIMIZ HAZIR" DEMİŞTİ
S-300 füzelerinin Suriye'ye teslim edildiğine dair Rusya'dan ise henüz bir açıklama gelmedi. Ancak Rusya’nın NATO özel temsilcisi Aleksander Gruşko önceki gün yaptığı açıklamada, Moskova’nın Şam rejimine bu silahları vereceğini söyleyerek, muammaya dönen "S-300 füzeleri" konusunda son noktayı koymuştu.
Gruşko'nun S-300 açıklamasından hemen sonra Tel Aviv’de konuşan İsrail Savunma Bakanı Moşe Yalon ise, “S-300 füzeleri henüz Rusya’dan Suriye’ye gönderilmedi. İleride de gönderilmeyeceğini düşünmek isteriz. Ancak bu silahlar yine de Şam rejimine teslim edilirse bu durumda biz ne yapacağımızı biliriz. Verecek cevabımız hazır” demişti.
TSK İç Hizmet Yönetmeliği değişti
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Resmi Gazete'de yayımlandı.
Subay, askerî memur, astsubay, uzman jandarma, askerî öğrenci, erbaş ve erler ile Silâhlı Kuvvetler Teşkilâtı içinde vazifeli olan sivil şahıslar tarafından tutulan nöbetlere "Uzman tabip raporuyla belgelemek koşulu ile hamileliğin tespit edilmesinden itibaren süt izni süresinin bitimine kadar geçen süre içinde bayan personel" ve "Bakıma muhtaç eş ve bakmakla yükümlü olduğu çocukları bulunan askerî ve sivil personel" dahil edilemeyecek.
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Buna göre, 6 Eylül 1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinin 34 üncü maddesi şu şekilde değiştirildi:
"Herhangi bir komutanın merkezden veya gemisinden uzaklaşması veyahut hizmet edemeyecek derecede mazeretinin vukuu halinde, kuruluşuna göre rütbe ve kıdemce komutanın rütbesine en yakın muharip sınıfa mensup ast vekil bırakılır. Ancak; komutanın rütbesine en yakın muharip sınıfa mensup personel ile aynı rütbede komutan yardımcısı ya da ast birlik komutanı varsa komutan yardımcısı veya ast birlik komutanından kıdemli olan, gemilerde 2'nci komutan, havada uçuş birliklerinde uçucu subay vekil bırakılır.
Muharip olmayan sınıflarda ise sınıf ve hizmetin özelliği dikkate alınarak rütbe ve kıdemce en yakın ast vekil bırakılır.
Komutanlığına hem muharip sınıftan hem de muharip olmayan sınıftan personelin atanabildiği birliklerde komutana rütbe ve kıdemce en yakın ast vekil bırakılır.
Vekâlet durumu üst makamlara bildirilir, ast birlik ve personele tebliğ edilir."
Vekâlet verme imkânı olmayan müstesna hallerde, rütbe ve kıdemce en yakın muharip sınıfa mensup veya muharip olmayan sınıflarda rütbe, kıdem ve hizmetin özelliği itibarıyla en yakın şahıs, hiçbir emir beklemeksizin derhal komutayı ele alacak. Böyle haller, sebebiyle birlikte daha büyük amire bildirilecek. Vekâlet uzun müddet sürecek olursa yetkili makamın tensip ve emredeceği şahıs, emir ve komuta makamına gelecek.
-"NÖBET HİZMETİNE DAHİL EDİLEMEYECEK PERSONELLER"-
Aynı yönetmeliğin 382'nci maddesi ise şu şekilde değiştirildi:
"Kıtalar, karargâhlar ve kurumlarda belirli bir sıra ve süre ile subay, askerî memur, astsubay, uzman jandarma, askerî öğrenci, erbaş ve erler ile Silâhlı Kuvvetler Teşkilâtı içinde vazifeli olan bilumum sivil şahıslar tarafından nöbet tutulur. Nöbetler Karargâh ve kurumlarda sabah saat 09.00 dan ertesi günü saat 09.00 a kadardır. Kıtalarda kıtanın özelliğine göre, komutanın münasip göreceği zamanda başlar ve nöbet 24 saati geçemez."
Nöbet hizmetine ise şu personeller dahil edilemeyecek:
"-Albaylar,
-Alay (Deniz, Hava, Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlıklarında eşidi) komutan yardımcısı ile eşidi kurum amiri yardımcıları (Askeralma bölge başkanlıkları ile aynı bina veya kışla içindeki askerlik şubesi başkanları ile bir kışla nizamında konuşlu bulunan kışla komutanı dışındaki askerlik şubesi başkanları hariç),
-Kurmay Başkanları veya vekilleri, askerî hâkimler, disiplin subayları ile kadrosunda emir subayı bulunan komutanlık emir subayları ve kadrosunda emir astsubayı bulunan komutanlık emir astsubayları,
-Aldığı görevin özelliği sebebiyle nöbet hizmetinden affedilenler,
-Uzman tabip raporuyla belgelemek koşulu ile hamileliğin tespit edilmesinden itibaren süt izni süresinin bitimine kadar geçen süre içinde bayan personel,
-İki kademeli kıdemli başçavuşlar (Üstçavuş ve kıdemli üstçavuşlukta 6 yıllık bekleme sürelerine tabi olan astsubaylar için kıdemli başçavuşlar),
-Astsubaylıktan subaylığa geçen personelden 23 hizmet yılını, uzman jandarma/uzman erbaşlıktan astsubaylığa geçen personelden 24 hizmet yılını dolduranlar ile uzman jandarmalar, uzman erbaşlar ve sivil memurlardan 24 hizmet yılını dolduranlar,
-5378 sayılı Kanun kapsamında bakıma muhtaç özürlü oldukları, yetkili sağlık kuruluşlarınca verilen sağlık kurulu raporu ile belgelenen eş ve bakmakla yükümlü olduğu çocukları bulunan askerî ve sivil personel (Gemilerdeki nöbet hizmetleri hariç),
-Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından, harp ve vazife malullüğü hükümleri kapsamında aylık bağlanmış olan şehit eşlerinden, evli olmayan, bakmakla yükümlü olduğu 18 yaşını doldurmamış çocuğu bulunan TSK'da görev yapmakta olan askerî ve sivil personel,
-Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından harp ve vazife malulü aylığı bağlanmış ve TSK'da görev yapmakta olan askerî ve sivil personel."
-PAZAR GÜNÜ NÖBET TUTANLAR SALI GÜNÜNE KADAR DİNLENECEK-
Aynı Yönetmeliğin 387'nci maddesinin üçüncü fıkrası "Ancak, nöbeti Pazar gününe rastlayan subay ve astsubaylar ile uzman jandarma, uzman erbaş ve sivil memurlar, nöbeti devir ve teslimden sonra salı günü mesai başlangıcına kadar istirahat ederler" şeklinde değiştirildi.
Aynı Yönetmeliğin 664 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (3) numaralı bendinde de
"Ordu evleri ve askerî gazinoları mütalâa ve oyun salonları ile spor, tenis mahalleri, yatak odaları, banyo ve sahillerde yüzme yerleri, deniz sporları vasıtaları için kayıkhane gibi müştemilâtı ihtiva eder. Kışla gazinolarında kütüphane, yatma yerleri, yıkanma yerleri ve tabildot salonları bulunur" değişikliğine gidildi.
Subay, askerî memur, astsubay, uzman jandarma, askerî öğrenci, erbaş ve erler ile Silâhlı Kuvvetler Teşkilâtı içinde vazifeli olan sivil şahıslar tarafından tutulan nöbetlere "Uzman tabip raporuyla belgelemek koşulu ile hamileliğin tespit edilmesinden itibaren süt izni süresinin bitimine kadar geçen süre içinde bayan personel" ve "Bakıma muhtaç eş ve bakmakla yükümlü olduğu çocukları bulunan askerî ve sivil personel" dahil edilemeyecek.
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Buna göre, 6 Eylül 1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinin 34 üncü maddesi şu şekilde değiştirildi:
"Herhangi bir komutanın merkezden veya gemisinden uzaklaşması veyahut hizmet edemeyecek derecede mazeretinin vukuu halinde, kuruluşuna göre rütbe ve kıdemce komutanın rütbesine en yakın muharip sınıfa mensup ast vekil bırakılır. Ancak; komutanın rütbesine en yakın muharip sınıfa mensup personel ile aynı rütbede komutan yardımcısı ya da ast birlik komutanı varsa komutan yardımcısı veya ast birlik komutanından kıdemli olan, gemilerde 2'nci komutan, havada uçuş birliklerinde uçucu subay vekil bırakılır.
Muharip olmayan sınıflarda ise sınıf ve hizmetin özelliği dikkate alınarak rütbe ve kıdemce en yakın ast vekil bırakılır.
Komutanlığına hem muharip sınıftan hem de muharip olmayan sınıftan personelin atanabildiği birliklerde komutana rütbe ve kıdemce en yakın ast vekil bırakılır.
Vekâlet durumu üst makamlara bildirilir, ast birlik ve personele tebliğ edilir."
Vekâlet verme imkânı olmayan müstesna hallerde, rütbe ve kıdemce en yakın muharip sınıfa mensup veya muharip olmayan sınıflarda rütbe, kıdem ve hizmetin özelliği itibarıyla en yakın şahıs, hiçbir emir beklemeksizin derhal komutayı ele alacak. Böyle haller, sebebiyle birlikte daha büyük amire bildirilecek. Vekâlet uzun müddet sürecek olursa yetkili makamın tensip ve emredeceği şahıs, emir ve komuta makamına gelecek.
-"NÖBET HİZMETİNE DAHİL EDİLEMEYECEK PERSONELLER"-
Aynı yönetmeliğin 382'nci maddesi ise şu şekilde değiştirildi:
"Kıtalar, karargâhlar ve kurumlarda belirli bir sıra ve süre ile subay, askerî memur, astsubay, uzman jandarma, askerî öğrenci, erbaş ve erler ile Silâhlı Kuvvetler Teşkilâtı içinde vazifeli olan bilumum sivil şahıslar tarafından nöbet tutulur. Nöbetler Karargâh ve kurumlarda sabah saat 09.00 dan ertesi günü saat 09.00 a kadardır. Kıtalarda kıtanın özelliğine göre, komutanın münasip göreceği zamanda başlar ve nöbet 24 saati geçemez."
Nöbet hizmetine ise şu personeller dahil edilemeyecek:
"-Albaylar,
-Alay (Deniz, Hava, Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlıklarında eşidi) komutan yardımcısı ile eşidi kurum amiri yardımcıları (Askeralma bölge başkanlıkları ile aynı bina veya kışla içindeki askerlik şubesi başkanları ile bir kışla nizamında konuşlu bulunan kışla komutanı dışındaki askerlik şubesi başkanları hariç),
-Kurmay Başkanları veya vekilleri, askerî hâkimler, disiplin subayları ile kadrosunda emir subayı bulunan komutanlık emir subayları ve kadrosunda emir astsubayı bulunan komutanlık emir astsubayları,
-Aldığı görevin özelliği sebebiyle nöbet hizmetinden affedilenler,
-Uzman tabip raporuyla belgelemek koşulu ile hamileliğin tespit edilmesinden itibaren süt izni süresinin bitimine kadar geçen süre içinde bayan personel,
-İki kademeli kıdemli başçavuşlar (Üstçavuş ve kıdemli üstçavuşlukta 6 yıllık bekleme sürelerine tabi olan astsubaylar için kıdemli başçavuşlar),
-Astsubaylıktan subaylığa geçen personelden 23 hizmet yılını, uzman jandarma/uzman erbaşlıktan astsubaylığa geçen personelden 24 hizmet yılını dolduranlar ile uzman jandarmalar, uzman erbaşlar ve sivil memurlardan 24 hizmet yılını dolduranlar,
-5378 sayılı Kanun kapsamında bakıma muhtaç özürlü oldukları, yetkili sağlık kuruluşlarınca verilen sağlık kurulu raporu ile belgelenen eş ve bakmakla yükümlü olduğu çocukları bulunan askerî ve sivil personel (Gemilerdeki nöbet hizmetleri hariç),
-Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından, harp ve vazife malullüğü hükümleri kapsamında aylık bağlanmış olan şehit eşlerinden, evli olmayan, bakmakla yükümlü olduğu 18 yaşını doldurmamış çocuğu bulunan TSK'da görev yapmakta olan askerî ve sivil personel,
-Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından harp ve vazife malulü aylığı bağlanmış ve TSK'da görev yapmakta olan askerî ve sivil personel."
-PAZAR GÜNÜ NÖBET TUTANLAR SALI GÜNÜNE KADAR DİNLENECEK-
Aynı Yönetmeliğin 387'nci maddesinin üçüncü fıkrası "Ancak, nöbeti Pazar gününe rastlayan subay ve astsubaylar ile uzman jandarma, uzman erbaş ve sivil memurlar, nöbeti devir ve teslimden sonra salı günü mesai başlangıcına kadar istirahat ederler" şeklinde değiştirildi.
Aynı Yönetmeliğin 664 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (3) numaralı bendinde de
"Ordu evleri ve askerî gazinoları mütalâa ve oyun salonları ile spor, tenis mahalleri, yatak odaları, banyo ve sahillerde yüzme yerleri, deniz sporları vasıtaları için kayıkhane gibi müştemilâtı ihtiva eder. Kışla gazinolarında kütüphane, yatma yerleri, yıkanma yerleri ve tabildot salonları bulunur" değişikliğine gidildi.
Başbuğ’un internet andıcından haberdar olduğunu teyit etti
Ergenekon davası tutuklu sanığı Tümgeneral Hıfzı Çubuklu, dün son savunmasını yaptı.
Hükümet
aleyhinde kara propaganda yapmak amacıyla kurulan internet siteleriyle
ilgisinin bulunmadığını iddia eden Çubuklu, buna delil olarak sanık
Mehmet Eröz’ün ifadelerini gösterdi. “Eröz, savunmasında internet andıcı
ile ilgili çalışmalarda ve Genelkurmay Başkanı’na (İlker Başbuğ)
andıçla ilgili verilen brifingde benim bulunmadığımı söyledi.” diyen
Çubuklu, Başbuğ’un kara propaganda siteleri hakkında bilgilendirildiğini
kabul etmiş oldu.İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yürüttüğü Ergenekon davasının 305. celsesinde ilk olarak eski Genelkurmay Adli Müşaviri Tümg. Çubuklu kürsüye çıktı. İnternet andıcı belgesinin bir karargâh çalışması olduğunu ifade eden Çubuklu, internet andıcı davası kapsamında yargılanan diğer sanıkların karargâhta yapılan evrak kırpma işleminden adli müşavirliğin haberi olmadığı yönünde beyanlarını hatırlattı. Tutuklu sanık Eröz’ün 8 Ekim 2012 tarihinde mahkemeye verdiği dilekçeyi de suçsuzluğuna kanıt olarak gösteren Çubuklu, “Eröz, internet andıcı hazırlık çalışmalarına ilişkin yapılan toplantılara katılanlar arasında benim olmadığımı, yine internet andıcı ile ilgili olarak Genelkurmay Başkanı’na verilen brifingde de benim bulunmadığımı belirtmiştir.” ifadelerini kullandı. Çubuklu, bu beyanıyla Başbuğ’a internet andıcı kapsamında kurulacak sitelerle ilgili bilgi verildiğini teyit etmiş oldu. Başbuğ ise 27 Mart 2012 tarihli savunmasında internet andıcı belgesini imzalamadığını ve söz konusu çalışmadan haberdar olmadığını savunmuştu.
İddianamede ‘darbe günlükleri’ ile ilgili soruşturma emri verdirmediği için kendisine “örgütsel irtibat” suçlaması yöneltildiğini de kaydeden Çubuklu, dönemin Genelkurmay başkanları Yaşar Büyükanıt ile İlker Başbuğ’a soruşturma açtırması yönünde görüş bildirdiğini ancak iki komutanın da kabul etmediğini öne sürdü.
Reyhanlı belgelerini sızdırdığı iddia edilen askerin ailesi konuştu: Tutuklama hukuksuz
Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 52 kişinin ölümü ile sonuçlanan
saldırılarla ilgili Jandarma İstihbarat belgelerini sızdırdığı
iddiasıyla tutuklanan er Utku Kali’nin ailesi oğullarını savundu.
Kali’nin
anne Gönül Çeçen ve babası Mahmut Kali ile ablası ve aynı zamanda
avukatı olan Ceren Kali, dün bir basın açıklaması yaptı. Avukat Kali,
kardeşinin gözaltına alındığını internet hacker grubu ‘Red Hack’ten
öğrendiğini belirterek, “O gözaltındayken yeni bilgiler geldi. Bu
mantıken yanlış. Gözaltındaki biri nasıl haber verebilir. Utku suçsuz,
belki de bu belgeleri başka biri gönderdi ve sadece o an Utku görevde
olduğu için zan altında kaldı. Kardeşim telefon dahi kullanmıyordu.”
dedi.‘Red Hack’ sosyal paylaşım siteleri üzerinden, Reyhani saldırılarının önceden bilindiğine ilişkin Jandarma İstihbarat Daire Başkanlığı’na ait belgeleri yayınlanmıştı. Bunun üzerine başlatılan soruşturma kapsamında, Amasya Jandarma Komutanlığı’nda yazıcı olarak görev yapan 2 er gözaltına alınmıştı. Erlerden birinin olayla ilgisi olmadığı belirlenirken, Red Hack üyesi olduğu iddia edilen er Utku Kali tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Zanlının ablası ve avukatı Ceren Kali, “Kardeşim normalde Jandarma Ulaştırma Er, yani şoför olarak görev yapıyor. Ancak neden söz konusu saatte santralde görev yaptığını biz de bilmiyoruz.” diye konuştu.
Bu görevlendirmeye anlam veremediklerini anlatan Kali, “Utku cuma gününden bu yana tutuklu durumda. Sanki yargılama yapılmış ve sonuç alınmış gibi açıklama yapılması bizi üzüyor. Hukuksuz bir işlem yapıldı. Devletin düzenini yıkmak istemi ile tutuklanmış durumda. Acaba böyle normal bir insan nasıl bunu yapabilir diyorum.” ifadelerini kullandı. Avukat Kali, Red Hack’ten, ‘belge ve bilgileri Utku Kali’den almadık’ açıklamasının yapılmasına rağmen kardeşinin tutukluluğunun hâlâ devam ettiğini sözlerine ekledi. Anne Gönül Çeçen ise, “Ben bir öğretmen olarak oğlumu en temiz ve ahlaklı şekilde büyüttüm. Çok sevinerek askere gönderdik. Olayı duyduğumda şoka girdim.” şeklinde konuştu. Baba Mahmut Kali de oğlunu devlete emanet verdiğini dile getirerek, emanetine zarar gelmeden geri verilmesini istedi.
Askerlik kısalsın teklifi
CHP'den askerlikle ilgili sürpriz bir hamle geldi.
CHP'den askerlikle ilgili sürpriz bir hamle geldi. Habertürk gazetesinin haberine göre; İstanbul Milletvekili Osman Korutürk ve arkadaşlarının hazırladığı ve TSK İç Hizmet Kanunu'nun 2. maddesindeki askerlik tanımının değiştirilmesini talep eden teklifle, zorunlu askerlik eğitimle sınırlandırılıyor ve barış zamanında zorunlu askerlik yapanların terörle mücadele veya "bedelsiz iş gücü" olarak idari ve hizmet alanlarında da kullanılmasının yasaklanması öngörülüyor.
ASKERLİK 6 AY OLACAK
- Zorunlu askerlik süresi 15 aydan önce 9 aya indirilecek.
- Profesyonel askerlikle ilgili düzenlemeler tamamlandığında zorunlu askerlik süresi 6 aya kadar indirilecek.
- Kısa- uzun dönem askerlik ayırımı kaldırılacak.
- Askerlik yaşı 18'e çekilecek.
- Jandarma'da zorunlu askerlik görevini yapan gençlerin kullanılmasına son verilecek.
- Sevk tarihinden itibaren erbaş ve erlerin SGK kapsamına alınarak primleri devlet tarafından ödenecek.
- Zorunlu askerlik hizmeti nedeniyle düzenli gelirden mahrum kalan ailelere maaş bağlanacak.
TSK'da şark depremi
TSK'dan geçen hafta 300 subay ve astsubayın istifa ettiği öğrenildi.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nde son dönemde gerçekleşen istifa ve ayrılıklar tartışmalara ve soru önergelerine yol açarken, geçen hafta Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan 300 subay ve astsubay istifa etti; erken emeklilik dilekçesi verdi. İstifalarda Mayıs ayında yapılan "şark tayininin" etkili olduğu öğrenildi.
İSTİFALAR AÇIKLAMAYI ERTELEDİ
Habertük gazetesinin haberine göre, Mayıs ayında yeni görev yerleri belli olan ancak açıklanmayan bazı subay ve astsubaylar doğu ve güneydoğu illerinde görev alacaklarını öğrenince erken emeklilik dilekçesi verdi. Bazı subay ve astsubaylar ise istifa etti. Önceki hafta cuma günü açıklanması beklenen yeni görev yerleri bu nedenle pazartesiye sarktı. İstifalar ve emeklilik dilekçeleri nedeniyle görevlendirmeler yeniden yapılarak yeni liste hazırlandı.
TSK'DAN 8 YILDA 44 BİN 945 KİŞİ AYRILDI
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, 1 Ocak 2005-7 Mart 2013 tarihleri arasında, TSK'dan kendi isteğiyle emekli olan ve istifa eden subay ve astsubay ile sözleşme yenilemeyen uzman erbaş sayısının 44 bin 945 olduğunu açıkladı. Yazılı soru önergesine cevap veren Bakan Yılmaz, "1 Ocak-2005-7 Mart 2013 tarihleri arasında TSK'dan kendi isteğiyle emekli olan veya istifa eden subay sayısı 8 bin 349, astsubay sayısı 23 bin 7 ve kendi isteğiyle sözleşme yenilemeyerek ayrılan uzman erbaş sayısı da 13 bin 589'dur" bilgisini verdi.
Org. Kıvrıkoğlu'ndan 'hudut' ziyareti
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu Hatay'ın Yayladağı ilçesindeki 3. Hudut Tabur Komutanlığı'nı ziyaret etti.
Askeri helikopterle geldiği Suriye sınırındaki askeri alanda, Tabur Komutanı Piyade Yarbay Salim Afgün'den bilgi alan Orgeneral Kıvrıkoğlu, daha sonra sınırdaki kapı karakolunda denetlemelerde bulundu.
İlçedeki ziyaret ardından, helikopterle Antakya'ya hareket eden Kıvrıkoğlu, 2'nci Hudut Alay Komutanlığı'na iniş yaptı. Kıvrıkoğlu, 10 dakikalık ziyaretten sonra bölgeden ayrıldı
S-300’ler muamması / Fikret Ertan
Suriye
meselesinin askeri bağlamında son günlerde ön plana çıkan Rus S-300
füzeleri konusu giderek bir bilmeceye, bir muammaya dönüşüyor; zira konu
her gün yeni boyut ve belirsizlik kazanıyor.
Evvel
emirde Rusya’nın bu füzeleri Esed rejimine verip vermeyeceği ya da
vermekte olup olmadığı kesin olarak bilinmiyor. Bu şüphe de Rusya’nın bu
konuda bilinçli olarak izlediği belirsizlik politikasından
kaynaklanıyor.
Hatırlayalım, Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, 13 Mayıs’ta Suriye’ye S-300’leri satma konusunda yeni bir planları olmadığını söylemiş ancak bunu söylerken aynı zamanda iki ülke arasında daha önce yapılan sözleşmenin hayata geçirilmesi ihtimaline de işaret etmişti. Daha sonra, İsrail Hava Kuvvetleri Komutanı General Eshel geçen hafta S-300’lerin Suriye’ye doğru yola çıktığını açıklamıştı. Ne var ki, İsrail Savunma Bakanı Yaalon, Eshel’in açıklamasını adeta tekzip edercesine S-300’lerin henüz yola çıkmadığını söylemiş, ayrıca bu konuda “Umarım gönderilmezler; şayet gönderilirlerse biz onlara ne yapacağımızı biliriz.” şeklinde uyarıda da bulunmuştu. Aynı konuda, önceki gün bu defa Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Riyapkov müphem bir açıklama yapmış, Rusya’nın S-300’leri Suriye’ye sevk edip etmediği konusunda hiçbir şey söylememiş; ancak S-300 teslimatını bir istikrar unsuru olarak gördüklerini belirterek bu anlaşmadan vazgeçmeyeceklerini, bunun Suriye’ye askeri müdahale düşünenleri dizginlediğini de ifade etmişti.
Bu durumda, bu kadar açıklamaya rağmen S-300 konusunda bugün net ve kesin bir şey söylemek mümkün görünmüyor. Kamuoyuna dönük bu açıklamaların ötesini belki ilgili istihbarat teşkilatları ya biliyorlardır, ya da Rusya’nın bu konudaki mevcut ve gelecekteki tavrını araştırıyorlardır elbette. Bu da bize dış istihbaratın ne kadar önemli ve kritik olduğunu bir kere daha gösteriyor.
S-300’ler konusunda bir başka muamma da bu füzelerin hangi model olduğu yönünde. Bugüne kadar verilen haberlerde Rusya’nın Suriye ile anlaşma yaptığı bu füzelerden sadece S-300 olarak söz ediliyor. Ancak, S-300’lerin iki modeli var. S-300PMU-1/2, S-300PMU-2 gibi. Belki bunlardan farklı ve daha gelişmiş olanları söz konusu olabilir, kim bilir. Ayrıca, Rusya’nın bilinen modellere yeni özellikler ekleyip eklemediği, bunların neler olduğu da kolay kolay bilinmez.
Anlattığım bu sebeplerle hem Amerika ve hem İsrail, S-300’leri muhtemel hava harekâtlarını en çok tehdit eden unsur olarak görüyorlar ve bu konuda bugünlerde çok çalışıyorlar, S-300’leri icabında saf dışı edebilecek tedbirler üzerinde duruyorlar. Esasen, Amerikan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Dempsey geçenlerde S-300’ler söz konusu olduğunda “Bunlar üstesinden gelinemeyecek silahlar değiller.” şeklinde konuşmuş, imaen Amerika’nın gerektiğinde bunları bertaraf edebilecek imkanları olduğuna işaret etmişti.
Amerika’nın S-300’lere karşı belki son raddede kullanabilecek karşı silahları ya da tedbirleri var. Ancak, bunu yaparken karşılaşabileceği büyük riskler de var elbette. Son tahlilde Amerika bunu ne kadar göze alabilir, bilinmez. Gerçi, Amerika ve NATO geçmiş yıllarda yaptıkları tatbikatlarda S-300’lere karşı tedbirler geliştirmişlerdi; ancak gelişen askeri ortamda bunlar bugün ne kadar geçerli acaba?
Diğer yandan, İsrail’in de Savunma Bakanı Yaalon’ın imaen işaret ettiği gibi S-300’leri belki bertaraf edebileceği imkanları var. Tahminen bu imkanları birkaç yıl önce Girit açıklarında Yunan Hava Kuvvetleri ile yaptığı tatbikatlarda sınadı da; ancak bunların da bugün ne kadar geçerli, ne kadar etkili olup olmadıkları, bilinmez. Ayrıca, her halükarda İsrail’in S-300’lerin Suriye’ye verilmesi ihtimalinden son derece rahatsız ve tedirgin olduğu aşikar. Bu konuda gayet açık: S-300’leri kendisi için önemli bir tehdit olarak görüyor ve bunu açıkça söylüyor.
Son olarak S-300’lerin Türkiye için de önemli bir tehdit olduğunu da mutlaka belirtmek gerekiyor. Muhtemel bir hava harekâtında ya da normalde bu füzelerin hava kuvvetlerimiz için potansiyel bir tehdit olduğu gerçeği apaçık ortada.
S-300’ler muamması daha uzun süre ortada duracak gibi görünüyor.
Hatırlayalım, Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, 13 Mayıs’ta Suriye’ye S-300’leri satma konusunda yeni bir planları olmadığını söylemiş ancak bunu söylerken aynı zamanda iki ülke arasında daha önce yapılan sözleşmenin hayata geçirilmesi ihtimaline de işaret etmişti. Daha sonra, İsrail Hava Kuvvetleri Komutanı General Eshel geçen hafta S-300’lerin Suriye’ye doğru yola çıktığını açıklamıştı. Ne var ki, İsrail Savunma Bakanı Yaalon, Eshel’in açıklamasını adeta tekzip edercesine S-300’lerin henüz yola çıkmadığını söylemiş, ayrıca bu konuda “Umarım gönderilmezler; şayet gönderilirlerse biz onlara ne yapacağımızı biliriz.” şeklinde uyarıda da bulunmuştu. Aynı konuda, önceki gün bu defa Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Riyapkov müphem bir açıklama yapmış, Rusya’nın S-300’leri Suriye’ye sevk edip etmediği konusunda hiçbir şey söylememiş; ancak S-300 teslimatını bir istikrar unsuru olarak gördüklerini belirterek bu anlaşmadan vazgeçmeyeceklerini, bunun Suriye’ye askeri müdahale düşünenleri dizginlediğini de ifade etmişti.
Bu durumda, bu kadar açıklamaya rağmen S-300 konusunda bugün net ve kesin bir şey söylemek mümkün görünmüyor. Kamuoyuna dönük bu açıklamaların ötesini belki ilgili istihbarat teşkilatları ya biliyorlardır, ya da Rusya’nın bu konudaki mevcut ve gelecekteki tavrını araştırıyorlardır elbette. Bu da bize dış istihbaratın ne kadar önemli ve kritik olduğunu bir kere daha gösteriyor.
S-300’ler konusunda bir başka muamma da bu füzelerin hangi model olduğu yönünde. Bugüne kadar verilen haberlerde Rusya’nın Suriye ile anlaşma yaptığı bu füzelerden sadece S-300 olarak söz ediliyor. Ancak, S-300’lerin iki modeli var. S-300PMU-1/2, S-300PMU-2 gibi. Belki bunlardan farklı ve daha gelişmiş olanları söz konusu olabilir, kim bilir. Ayrıca, Rusya’nın bilinen modellere yeni özellikler ekleyip eklemediği, bunların neler olduğu da kolay kolay bilinmez.
Anlattığım bu sebeplerle hem Amerika ve hem İsrail, S-300’leri muhtemel hava harekâtlarını en çok tehdit eden unsur olarak görüyorlar ve bu konuda bugünlerde çok çalışıyorlar, S-300’leri icabında saf dışı edebilecek tedbirler üzerinde duruyorlar. Esasen, Amerikan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Dempsey geçenlerde S-300’ler söz konusu olduğunda “Bunlar üstesinden gelinemeyecek silahlar değiller.” şeklinde konuşmuş, imaen Amerika’nın gerektiğinde bunları bertaraf edebilecek imkanları olduğuna işaret etmişti.
Amerika’nın S-300’lere karşı belki son raddede kullanabilecek karşı silahları ya da tedbirleri var. Ancak, bunu yaparken karşılaşabileceği büyük riskler de var elbette. Son tahlilde Amerika bunu ne kadar göze alabilir, bilinmez. Gerçi, Amerika ve NATO geçmiş yıllarda yaptıkları tatbikatlarda S-300’lere karşı tedbirler geliştirmişlerdi; ancak gelişen askeri ortamda bunlar bugün ne kadar geçerli acaba?
Diğer yandan, İsrail’in de Savunma Bakanı Yaalon’ın imaen işaret ettiği gibi S-300’leri belki bertaraf edebileceği imkanları var. Tahminen bu imkanları birkaç yıl önce Girit açıklarında Yunan Hava Kuvvetleri ile yaptığı tatbikatlarda sınadı da; ancak bunların da bugün ne kadar geçerli, ne kadar etkili olup olmadıkları, bilinmez. Ayrıca, her halükarda İsrail’in S-300’lerin Suriye’ye verilmesi ihtimalinden son derece rahatsız ve tedirgin olduğu aşikar. Bu konuda gayet açık: S-300’leri kendisi için önemli bir tehdit olarak görüyor ve bunu açıkça söylüyor.
Son olarak S-300’lerin Türkiye için de önemli bir tehdit olduğunu da mutlaka belirtmek gerekiyor. Muhtemel bir hava harekâtında ya da normalde bu füzelerin hava kuvvetlerimiz için potansiyel bir tehdit olduğu gerçeği apaçık ortada.
S-300’ler muamması daha uzun süre ortada duracak gibi görünüyor.
29 Mayıs 2013 Çarşamba
GATA'da 'vücut yedek parçası' üretildi
Gülhane Askeri Tıp Akademisinde (GATA), "devrim" olarak nitelenen 3 boyutlu yazıcı teknolojiyle Türkiye'de tıp alanında bir ilke imza atılarak "vücut yedek parçaları" üretiliyor.
METÜM Başkan Yardımcısı Diş Tabip Albay Hasan Suat Gökçe, merkezin çalışmalarıyla ilgili bilgi verdi. Terör, afet ve trafik kazası gibi nedenlerle yaralanıp vücudunda parçalı kemik kaybı meydana gelenler, kanser ya da başka hastalıklarda cerrahi müdahaleler sonrası kemik dokusunun bir bölümü çıkarılanlar için umut olabilecek teknolojinin, Türkiye'de sadece merkezlerinde bulunduğunu bildiren Gökçe, uygulamalarla ilgili şunları anlattı:
KAFATASI PARÇALANDI YERİNE YENİSİ TAKILDI
"ABD Başkanı Obama'nın 'devrim' diye nitelendirdiği 3 boyutlu yazıcı teknolojisi, tedavide en fazla 'vücudun yedek parçası' diyebileceğimiz parçalanan, kaybedilen ya da çıkarılan kemiklerin yerine konulmasında kullanılıyor. Yaralanma ya da kanser ameliyatı nedeniyle kafatası, kalça kemiği, çene, göğüs kemiği gibi vücutta önem taşıyan, parçalanan ya da alınan kemik dokularının yerine burada üretiğimiz parçalar eklenebiliyor. Bugüne kadar yaralanma nedeniyle kafatasının bir bölümü parçalanan güvenlik görevlisi ile göğüs kemiği ve kalça kemikleri tümör nedeniyle çıkarılan iki ayrı hastaya, kaybettikleri kemik dokularının yerine merkezimizde üretilen parçalar takıldı."
Üretimin nasıl yapıldığı konusunda bilgi veren Gökçe, "Öncelikle ekleme yapılacak vücut parçasının MR ve tomografi gibi tıbbi görüntüleme yöntemleriyle elde edilen görüntülerinden özel yazılımlar kullanılarak tabakalandırılmış yapısı ortaya konuyor. Elde edilen bu görüntüye göre yapılacak parçanın ilk olarak plastikten daha sonra da titanyumdan üretimi yapılıyor" diye konuştu.
Titanyumun vücuda uyum sağlayabilen bir madde olduğunu ve doku tarafından reddedilme riski bulunmadığını belirten Gökçe, "Yaptığımız vücuda takılacak parça ile eksik kemik dokusunun bulunduğu bölüm, 3 boyutlu yazıcı teknolojisi sayesinde tıpkı bir yap-boz gibi birbirine oturuyor, birbiriyle bütünleşiyor" dedi.
SADECE "YEDEK PARÇA" ÜRETİLMİYOR
Merkezde sadece eksik kemik dokusu için parça üretilmediğini, aynı zamanda tanı ve tedaviye yardımcı olacak organ modelleri de yapıldığını bildiren Gökçe, "3 boyutlu yazıcı teknolojisini kullanarak vücudun iç bölgelerine yerleşen tümörlerin çıkarılması için yapılacak ameliyatlar öncesinde hastanın kanser gelişen organının bire bir benzerini yapıyoruz. Cerrahlar bu modele bakarak ameliyatı en ince ayrıntısına kadar planlayabiliyor. Böylece operasyonun süresi kısaldığı gibi hastanın yaşam kalitesi de artıyor" bilgisini aktardı.
Sistemin adli tıp, güzel sanatlar, mimari, arkeoloji ve antropoloji gibi alanlarda da kullanılabildiğini ifade eden Gökçe, adli tıp alanında kimliklendirme yapılmasında 3 boyutlu yazıcı teknolojisinin son derece iyi sonuçlar verdiğini belirtti.
30 milyarın hesabını soruyor muyuz ki / Lale Kemal
Bugünkü dolar kurundan
hesaplandığında 16 milyar dolar yaklaşık 30 milyar lira ediyor. Bu
rakamın anlamını kavramak için önce Türkiye’nin 2013 yılı için Sağlık ve
Adalet bakanlıklarına ayırdığı bütçe ödeneklerine bakalım. 30 milyar
dolar, Türkiye’nin Adalet Bakanlığı bütçesinin beş katı, Sağlık
Bakanlığı bütçesinin ise neredeyse iki katı daha fazla bir yekûn. Peki,
bu 16 milyar doları Türkiye ne amaçla harcayacak; geleceğin büyük uçağı
adı verilen Müşterek Taarruz Uçağı kısa adıyla JSF ya da F-35’lerden 100
adet ve üstü satın almak için.
Amerikan Lockheed Martin firması önderliğinde yapımı süren bu uçaklardan Türkiye ve ABD dâhil dokuz ülke satın alacak. Bu uçakların yapımında, hem maliyetlerin katlandığı hem de üretimin gecikmesinin nedenleri üzerine uluslararası basında çokça haber yer alıyor bizim medyada hemen hemen hiç bu sorunlara değinilmezken. Keza, bizim medyada ve parlamentomuzda, Türkiye’nin güvenliğini doğrudan ilgilendiren F-35’lerin bize kaça mal olacağı, yerli savunma sanayiine getirilerinin neler olacağı ve kaynakların etkin ve verimli yani kamu yararına harcanması için şeffaf bir süzgeçten geçmesi gerektiği üzerine kafa yorulmuyor. Peki, Türkiye ve projenin diğer ortağı sekiz ülke, F-35’lerin, şeffaf ve hesap verilebilirlik ilkeleri doğrultusunda kamu yararına tedariki için nasıl bir yöntem izliyor? Bu soruya cevap, bir uzman tarafından veriliyor. Kitabın yazarı, vatandaşlardan toplanan vergilerle varlığını sürdüren kamu kurumlarının harcamalarının, bağımsız, şeffaf ve hesap verilebilirlik ilkeleri çerçevesinde denetiminin önünü açan hükümetin, sonradan ironik bir biçimde bu ilkeleri yerine getirmesine sınırlama getirdiği Sayıştay kurumunun uzman denetçisi Şahin Binici. Binici, şubat ayında yayımladığı kitabında, F-35 projesinin yönetiminde Türkiye ve diğer ortak üye ülke Sayıştay’larının mukayeseli bir çalışmasını yapıyor.(*) Yazar, hiç bir yoruma gerek kalmaksızın parlamento adına denetim yapmakla yükümlü olan Türk Sayıştayı’nın, F-35 projesinde rolünün çok sınırlı olduğunu ortaya koyuyor. Binici’nin çalışması, proje bedeli, Sağlık ve Adalet Bakanlığı bütçelerinden bir hayli yüksek olan F-35 alımında, toplumsal duyarlılığı yaratması gereken parlamento ile ilgili bakanlıkların dahlinin olmadığını ortaya koyuyor. Binici’nin kitabından özetleyerek verdiğim satırbaşları şöyle: Uluslararası alanda tüm zamanların en büyük savunma sistemleri tedariki projesi F-35 savaş uçaklarının üretimi, hem milli savunmamız hem de savunma sanayiimiz açısından stratejik öneme haizdir. F-35, savunma sanayii harcamaları içinde sadece tedarikine ayrılması gereken yaklaşık 16 milyar dolar ile önemli bir paya sahip ve Türkiye’nin güvenliğini doğrudan ilgilendiren proje harcamalarının daha verimli, etkin ve şeffaf bir şekilde gerçekleşmesi için uluslararası standartlarda etkin bir Sayıştay denetimine ve proje yönetimine ihtiyaç bulunmaktadır. Savunma Sanayii Müsteşarlığı ve Milli Savunma Bakanlıkları, projede yapılmakta olan değişikliklerin Türkiye savunmasına ve hazinesine yükleyeceği ilave yükümlülükler veya sağlayacağı faydalar hakkında, TBMM’yi sonrasında da kamuoyunu bilgilendirmelidirler. Ortak ülkelerde F-35 projesinin yönetimindeki metot bizde de uygulanmalı ve Savunma Bakanlığı haricinde (Aslı Genelkurmay Başkanlığı), örneğin, projenin Türk endüstrisine katkılarının belirlenmesi gibi hususlarda farklı ve ilgili bakanlıklar yer almalıdır. Bu arada, F-35’in sahiplerinden SSM Müsteşarı Murad Bayar’ın da, askerî reflekslere sığınıp, basına bilgi vermekten kaçınmaması gerektiğini hatırlatmakta yarar var. ABD Başkanı Barack Obama’nın, bu görevi ilk üstlendiği 2009 ocağında yaptığı konuşmada sarfettiği, “Vatandaşın dolarlarını (bizde liralarını) emanet ettiği bizler, harcamaları akıllıca yapmalı, kötü alışkanlıkları reforme etmeli ve işlerimizi gün ışığında yapmalıyız zira ancak bu şekilde vatandaş ile hükümetleri arasında hayati olan güveni tesis edebiliriz,” sözleri ders alınmasını gerektirecek nitelikte. Dile kolay bundan 151 yıl önce bugün kurulan Sayıştay’ı, halen kamu kurumlarının liralarımızı nasıl harcadığını gün ışığında denetleyecek bir kurum hâline siyasi iradeler getirememiş, tam tersine önüne engeller çıkartılıyor. Ben bu satırları yazarken, Reyhanlı saldırısı bağlamında hükümet ile ana muhalefet arasında karşılıklı ağır suçlamalar devam ediyordu. Türkiye’de, başta MİT, ordu ve polis kurumlar denetlenebilseydi hükümet ve muhalefet, güvenliğimizi çok yakından ilgilendiren Suriye politikalarında ulusal çıkarları kollayan daha rasyonel politikalar izleyebilir, yanı başımızdaki iç savaşın faturası bu denli ağır şekilde biz vatandaşlardan çıkmazdı. (*)Şahin Binici, Müşterek Taarruz Uçağı Projesi ve Sayıştaylar, Şubat 2103, Hat Yayınevi. |
Erdoğan da fişlenmiş
Çinli hacker’lar Patriot planlarını çaldı
ABD’ye yönelik siber saldırıları arttıran Çinli bilgisayar korsanları, bu defa ABD’nin en değerli askeri bilgilerini çaldı.
Washington Post gazetesinin Pentagon için hazırlanan rapora dayandırdığı haberde, Çinli siber korsanların ABD’ye
ait 20’yi aşkın gelişmiş silah sisteminin tasarımlarını çaldığı
bildirildi. Bunlar arasında Patriot füze savunma sistemi, füze
kalkanının da bir parçası olan ABD Donanması’na ait Aegis balistik füze
savunma sistemi, F/A-18 savaş uçakları ve Black Hawk helikopterleri de
var.
Haberde sızıntının tarihi ve boyutu, ABD hükümeti ve anlaşmalı silah şirketlerinin bilgisayar sistemlerini kapsayıp kapsamadığı belirtilmedi. Ancak Washington Post’un haberine göre bu durum olası bir çatışmada Çin’in ABD’nin iletişim ve savunma sistemini çökertmesine yol açabilir. Pekin, bu tür eylemlerle ilgisi olduğunu reddediyor.
Bu arada Çinli hacker’ların Avustralya’da da yeni istihbarat merkezi için yapılan planları çaldığı iddia edildi. İç istihbarat örgütü, binanın bilgisayar ağına Çin’den yasadışı şekilde girildiğini duyurdu.
Haberde sızıntının tarihi ve boyutu, ABD hükümeti ve anlaşmalı silah şirketlerinin bilgisayar sistemlerini kapsayıp kapsamadığı belirtilmedi. Ancak Washington Post’un haberine göre bu durum olası bir çatışmada Çin’in ABD’nin iletişim ve savunma sistemini çökertmesine yol açabilir. Pekin, bu tür eylemlerle ilgisi olduğunu reddediyor.
Bu arada Çinli hacker’ların Avustralya’da da yeni istihbarat merkezi için yapılan planları çaldığı iddia edildi. İç istihbarat örgütü, binanın bilgisayar ağına Çin’den yasadışı şekilde girildiğini duyurdu.
Reyhanlı katilini MİT 6 ay izlemiş
Belgeler Bakanlık’ta var
MİT’in, Reyhanlı saldırısına ilişkin planları 23 gün boyunca dinlediğine ilişkin belgelerin devletin kayıtlarına girdiği ve söz konusu kayıtların, teşkilatın Hatay Bölgesi’ni zorlayacağı ifade ediliyor. Ayrıca, 23 günlük dinleme tapelerinin diğer güvenlik birimleriyle paylaşılmamasının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın daha önce “İstihbaratta zaaf yok, kurumlar arasında kopukluk var’’ diyerek açıkladığı “kopuk” halkayı oluşturduğu ve MİT’in sessizliğinin arkasında bu “kopuk” halkaya ait bilgilerin, devlet kayıtlarında belgeler hâlinde bulunuyor olması belirtiliyor. Zira MİT, nisan başından itibaren patlamanın faillerini adli ve canlı olarak dinlemiş ancak Jandarma, Emniyet ile hükümete bilgi vermemişti. Ta ki, 8 mayısta Emniyet’e gelen bir ihbara dek. Emniyet bu ihbarı savcılıkla paylaşıp, bütün güvenlik birimlerine gönderince olayın rengi değişmişti. MİT, 23 günlük tapelerin özetini Emniyet ve Jandarma ile paylaştığında ise patlamaya sadece 18 saat vardı.İş işten geçtikten sonra
Söz konusu bilgilerin Emniyet ve Jandarma’ya gelmesinin ardından bazı kişilerin ev ve adreslerinin basıldığı ancak bomba yüklü minibüslerin bulunamadığı, o sırada minibüslerin Reyhanlı’ya geldiği, plaka tanıma sistemi olmayan ilçedeki MOBESE’lerin, minibüsleri tespit edemediği belirtildi. Ayrıca MİT Hatay Bölge Müdürlüğü’nün, minibüslerin bulunduğu depoların adreslerini, minibüsler depolardan çıktıktan sonra Emniyet ve Jandarma’ya verdiği ileri sürülüyor.Firas’ı takip eden MİT, CHP’yi uyarmamış
REYHANLI faillerini 23 gün boyunca dinlediği ancak ilgili birimleri uyarmadığı ortaya çıkan MİT’in, saldırının başaktörü olduğu ileri sürülen Ebu Firas konusunda CHP’li milletvekillerine de bilgi vermediği ortaya çıktı. Reyhanlı ve Apaydın kamplarına saldırı planında Suriye İstihbaratı adına görevlendirildiği belirtilen ve gerçek adı Anas Asalieh olan Ebu Firas’ın, MİT tarafından altı aydır takipte olduğu belirlendi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da, dün TBMM grup toplantısında Firas’ın bağlantılarının bilindiğini doğruladı. Erdoğan’ın “Benim istihbarat teşkilatımın elinde deve fotoğrafları yok, otomobillerin plakalarıyla birlikte fotoğrafları var’’ sözleriyle bahsettiği fotoğrafların, Firas’ı takip sırasında çekilen fotoğraflar olduğu öğrenildi. MİT’in, Firas ile bombacıların bağını 10 mayıs saat 19:25’e kadar CHP ve ilgililerle paylaşmadığı dile getirildi. CHP’li bir grup milletvekili, Şam’da, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ile bir araya gelmiş, görüşmede Ebu Firas da yer almıştı.28 Mayıs 2013 Salı
ORG. ÖZEL'DEN DEMİREL'E ZİYARET
Genelkurmay Başkanı Org. Özel, eski Cumhurbaşkanı Demirel'e eşi Nazmiye Demirel'in vefatı nedeniyle taziye ziyaretinde bulundu.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e eşi Nazmiye Demirel'in vefatı nedeniyle taziye ziyaretinde bulundu.Askere göre CHP liderinin suçları
“Bölücü kadrolaşma” demişler
Başbakan Erdoğan ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu hakkında 28 Şubat döneminde askerlerce hazırlanan fişleme tutanaklarına Taraf ulaştı. BÇG Kriz Masası bünyesinde hazırlanan tutanaklarda, o dönemde SSK’nın başında bulunan Kemal Kılıçdaroğlu hakkında özetle şu bilgilere yer verildi: “K.Kılıçdaroğlu, kuruma personel alımlarında bölücü, mezhepçi, örgüt mensubu, sabıkalı olan yandaşlarına, akrabalarına, hemşehrilerine öncelik vermiş, bu maksatla alımlarda her türlü hileye ve yolsuzluğa başvurmuştur. İstanbul’da 1994 yılında yapılan işçi alım sınavında kazanan 357 kişinin hemen hemen tamamı Kürt kökenli ve Alevilerdir. Bu şahısların çoğunluğu Tunceli, Sivas, Erzincan doğumlu veya Dersim isyanını takiben başka illere göç etmiş vatandaşlardır. Ayrıca yapılan sınavlarda aynı aileden birçok kişinin aynı anda işe alınması gibi durumlara da sık rastlanmaktadır. Kemal Kılıçdaroğlu, tarafından işe alınan veya terfi ettirilen bölücü, mezhepçi, sabıkalı veya geçmişi itibariyle devlet memuru olması sakıncalı olan pek çok kişi mevcuttur. Bunlarıdan tespit edilebilinen 29 kişinin isim, görev ve niteliklerini gösteren bir liste ekte yer almaktadır.“Bölücülerin eline geçecek”
SSK’ya 18 bin kişinin alınması için yetki verilmesi gündemdedir. Şayet bu gerçekleşirse bu kurumun hemen hemen tamamının bölücü ve mezhepçilerin eline geçmesi kaçınılmazdır. Adı geçen şahsın Kürt kökenli alevi müteahhitlere bugüne kadar verdiği toplam değeri 25 tirilyonu bulan ihale de bu konuyu gerçeklemektedir. Kılıçdaroğlu, kurumu menfaatleri ve ideolojileri doğrultusunda keyfi olarak idare etmektedir. Kendisi, kurumun taşınmazlarını evvelce satılmak üzere Emlak Bankasına devretmiştir. Şu anda ise sağlık tesisi yaptırmak için arsa aramaktadır.Kılıçdaroğlu, Kürt Alevisi ve yakın olan inşaat müteahhitlerine şaibeli ihaleler vermek suretiyle onlara menfaat temin etmesi kapsamında; SKK’daki hemşeri fazlalığı nedeniyle sağlık meslek liseleri kapatılırken, kendi bölgesi olan Tunceli’de sağlık meslek lisesi inşaatına başlamış ve ihaleyi yakını ve hemşerisi olan A.R.O’ya vermiştir.Yersiz yatırımın başına dert açacağını bildiğinden maliyeti 1 trilyonu geçen okulu 100 milyar TL’ye MEB’e devretmiştir. SSK İstanbul Kartal Hastanesi onarım inşaatı, Göztepe Hastanesi genel onarım inşaatı, Gaziosmanpaşa Dispanser ve Sigorta müdürlüğü binası inşaatı, SSK, Afyon Hastanesi tevsi inşaatı, Ankara Dispanser binası ile diş tedavi protez merkezi onarım inşaatı ihalelerinde kurumu trilyonlarca lira zarara uğratmıştır.
» Gerçek soyadı Karabulut olup, Dersim isyanına katılan Kureyşan aşiretindendir.
» 100’den fazla PKK, TKLP, KDP, DEV-YOL militanını kuruma yerleştirmiştir.
» İhalelerdeAlevi Kürt müteahhitlere 25 trilyonluk ihale kazandırmıştır.”
Şikâyet ederse mağdur olacak
KILIÇDAROĞLU önümüzdeki günlerde başlayacak olan 28 Şubat davasına hakkında hazırlanan fişleme tutanakları gerekçesiyle müdahil olabilecek. Kılıçdaroğlu, müdahil olarak başvurması haline 28 Şubat mağduru olacak. Bu arada Başbakan Erdoğan için hazırlanan fişleme tutanağında “Belediye bütçesinden yandaşlarına para aktarıyor” dendi. Melih Gökçek hakkında ise “Ankara Muradiye vakfına para aktarmaktadır” ifadelerine yer verildi. Öte yandan Genelkurmay Genelsekreteri Erol Özkasnak’a verilen BÇG takdir belgesi, Özkasnak’ın evinde yapılan aramalarda ortaya çıktı. Özkasnak’a verilen takdir belgesinin içeriği ise şöyle: “TSK ve Türkiye’nin bekasına göz diken şer güçlerine hak ettikleri dersin verilmesine ve basın yayın kuruluşları ile uyumlu bir diyalogun tesis edilmesine yönelik, çalışmalarınızdan dolayı takdir edilmiştir.”Kobra helikoptere roketli saldırı iddiası
Çözüm süreci kapsamında Türkiye'deki PKK'lıların
Irak'a çekilmesi devam ederken; Tunceli'deki grubun Haziran ayında
başlayacak çekilmenin eylül ayı sonlarına doğru tamamlanacağı
belirtildi.
PKK'nın 8 Mayıs'tan itibaren çekileceğini açıklamasından sonra
Karadeniz Bölgesi'nde bulunan yaklaşık 20 kişilik PKK'lı grup, sonbahar
aylarında bölgeden ayrılarak Tunceli bölgesine gelirken; kışı Sivas'ta
geçiren 7 kişilik grubun ise Tunceli'ye gelmek için 10 gün önce yola
çıktığı öğrenildi. Tunceli bölgesinde, daha önce 230 ila 250 kişi
oldukları tahmin edilen PKK'lıların, yapılan izleme sonrasında aslında
300 kişi oldukları tespit edildi.
MUNZUR VE PÜLÜMÜR'DE SEVİYESİNİN AZALMASINI BEKLİYORLAR
PKK'lıların Kuzey Irak'taki yöneticilerine telsizle verdikleri
bilgilerde, bahar mevsimiyle birlikte Munzur ve Pülümür Çayları'ndaki su
yoğunluğunun artmasından dolayı bu nehirleri aşamadığı için beklemede
olduğu öğrenildi. PKK'lıların nehirleri geçebilecek noktalarda ise
askeri karakolların bulunduğu kaydedildi. PKK'lılar, Irak'a gitmek için
bu yüzden Munzur ve Pülümür Nehirlerindeki su seviyesinin azalmasını
beklemek zorunda kaldıkları öğrenildi.
Tunceli'deki ilk PKK'lı grubunun Haziran ayının ilk haftasında
çekilmeye başlayacağı ve 300 kişilik grubun çekilmesinin ise Eylül ayı
sonlarında tamamlanacağı belirtildi.
KOBRA HELİKOPTERE ROKETLİ SALDIRI İDDİASI
Öte yandan, PKK'lıların çekilmeye başladığı 8 Mayıs'tan önce 6 Nisan
günü, Tunceli Jandarma Bölge Komutanlığı'na ait 2 helikoptere Hozat
İlçesi sınırları içerisindeki dağlık bölgede keşif uçuşu yaptığı sırada,
roketatarlı ve uzun namlulu silahlarla ateş açıldığı iddia edildi.
Aliboğazı Vadisi'ndeki Mıh Taşı ve Şelale mevkiinde kontrol için alçak
uçuş yaparken ateş açılan Kobra helikopterlerine, roketatar mermilerinin
isabet etmediği öğrenildi.
Bölgedeki PKK'lıların da Kandil'deki örgüt merkeze geçtikleri telsiz
mesajında, saldırıyı bölgedeki 15 kişi oldukları tahmin edilen TKP ML
TİKKO militanlarınca gerçekleştirdiğinin bildirdiği öne sürüldü.
Yeni ABD askeri konsepti ve Çin'in siber saldırıları / AYDOĞAN VATANDAŞ
Geçen yıl Kasım ayında ABD Başkanı Barack Obama, ABD’nin yeni
dış politika önceliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkan Amerika’nın
yeni askeri konseptini tanımlarken, bundan böyle önceliklerinin Asya
Pasifik bölgesi olduğunun altını net bir şekilde çizmişti. ABD Savunma
bütçesi buna göre yeniden tanımlandı. Bazı alanlarda bütçe kısıntısına
gidilirken, Başkan Obama, Asya Pasifik bölgesinde kısıntıya
gitmeyecekleri mesajını verdi.
Bu yeni askeri konsepte göre, ABD Ordusu hazırlıklarını Çin-Hindistan merkezli olarak ele almaya başladı. Buna parelel olarak, dönemin Savunma Bakanı Leon Panetta özellikle Özel Kuvvetler Operasyonları, Siber Savaş ve İstihbarat, İzleme ve Takip Sistemlerinin finansmanına özel önem göstereceklerini söyledi. Bu yeni Amerikan askeri konseptinin hangi alanlarda yoğunlaşacacağının önemli bir göstergesiydi.
Gerek Başkan Obama’nın Asya Pasifik vurgusu, gerekse de Panetta’nın Siber Savaş’ın finansmanı konusuna yaptığı özel vurgu, bu alandaki en önemli olağan şüpheli Çin’in son yıllarda Amerika ve müttefiklerine yönelik gerçekleştirdiği siber saldırıları ne denli ciddiye aldığının bir kanıtıydı.
Nitekim, Pentagon, 7 Mayıs 2013’te Çin Ordusu ile ilgili ABD Kongresi’ne hazırladığı raporda, tarihinde ilk defa Çin Ordusu’nu ABD Savunma ve İstihbarat topluluğunun yanısıra ABD şirketlerine yönelik siber saldırılar gerçekleştirmekle suçladı.
Bu aslında yeni bir gelişmeye işaret ediyordu. Pentagon, Çin Ordusu’nun siber saldırılarla, ABD savunma kurumlarına ve şirketlerine sızmaya çalıştığını resmen deklare etti.
Şu ana dek, Çin Ordusunun saldırıları genel olarak, Dış İşleri Bakanlığı, Pentagon, ABD Kongresi, ABD Savaş Akademisi, ABD Nükleer Labaratuarları, Hazine Bakanlığı, NASA, Beyaz Saray, CIA, FBI üzerinde yoğunlaştı.
Ancak, Çin Ordusunun bu saldırılarının ne kadarının engellenebildiği ile ilgili her hangi bir resmi veri bulunmuyor. Yani Çin Ordusu şu ana dek bir çok ABD gizli bilgisine erişmiş olabilir. Erişmeye devam da ediyor olabilir.
Çin iddiaları hiç bir zaman kabul etmedi. Ancak, dolaylı yollarla Çinliler, asıl ABD’nin elli bin kişiden oluşan bir Siber Orduya ve iki bin siber silaha sahip olduğunu iddia etti. Rusya ve Çin 2011’de BM’ye başvurarak “International Code of Conduct for Information Security” başlıklı siber savaşın önlenmesine yönelik bir teklif sundu. ABD Çin ve Rusya’nın bu teklifini kabul etmedi.
Bundan bir kaç gün önce ilginç bir gelişme daha oldu. ABD’nin en en ünlü elektronik güvenlik şirketi olarak bilinen Mandiant açıklama yaparak, Çin’in siber saldırılara yeniden başladığını duyurdu. Çin ordusu Google, CocaCola, Microsoft gibi bir çok Amerikan şirketine olduğu gibi The New York Times gazetesine de saldırmıştı. Bunun üzerine ünlü gazete Madiant’ı görevlendirerek araştırma yapmasını sağlamıştı.
ABD yönetimi Çin’in saldırıları ile ilgili bir komisyon kurdu. Komisyonun iki kıdemli üyesi Obama’nın ilk istihbarat direktörlerinden Dennis C. Blair ve ABD’nin eski Çin Büyükelçisi Jon M. Huntsman ABD Hükümeti’ne Çin’in saldırılarına karşı ABD şirketlerinin kendi saldırılarını yapabilmesi için izin vermesi gerektiğini tavsiye etti.
ABD ordusu hiç şüphesiz dünyanın en büyük ordusu. Ancak Çin’in siber saldırıları karşısında hazırlıksız yakalanmış gibi gözüküyor. Başkan Obama, 7 Haziran’da Kaliforniya’da Çin’in yeni devlet başkanı Mr. Xi Jinping’i ağırlayacak. Bu görüşmenin en önemli gündem maddelerinden birinin Çin’in siber saldırıları olacağına hiç şüphe yok.
Türkiye, Ortadoğu’da ABD’nin en yakın müttefiki olarak, koca bir Hacker ordusunun siber saldırılarına son derece açık bir durumda duruyor.
Bizden söylemesi!
Bu yeni askeri konsepte göre, ABD Ordusu hazırlıklarını Çin-Hindistan merkezli olarak ele almaya başladı. Buna parelel olarak, dönemin Savunma Bakanı Leon Panetta özellikle Özel Kuvvetler Operasyonları, Siber Savaş ve İstihbarat, İzleme ve Takip Sistemlerinin finansmanına özel önem göstereceklerini söyledi. Bu yeni Amerikan askeri konseptinin hangi alanlarda yoğunlaşacacağının önemli bir göstergesiydi.
Gerek Başkan Obama’nın Asya Pasifik vurgusu, gerekse de Panetta’nın Siber Savaş’ın finansmanı konusuna yaptığı özel vurgu, bu alandaki en önemli olağan şüpheli Çin’in son yıllarda Amerika ve müttefiklerine yönelik gerçekleştirdiği siber saldırıları ne denli ciddiye aldığının bir kanıtıydı.
Nitekim, Pentagon, 7 Mayıs 2013’te Çin Ordusu ile ilgili ABD Kongresi’ne hazırladığı raporda, tarihinde ilk defa Çin Ordusu’nu ABD Savunma ve İstihbarat topluluğunun yanısıra ABD şirketlerine yönelik siber saldırılar gerçekleştirmekle suçladı.
Bu aslında yeni bir gelişmeye işaret ediyordu. Pentagon, Çin Ordusu’nun siber saldırılarla, ABD savunma kurumlarına ve şirketlerine sızmaya çalıştığını resmen deklare etti.
Şu ana dek, Çin Ordusunun saldırıları genel olarak, Dış İşleri Bakanlığı, Pentagon, ABD Kongresi, ABD Savaş Akademisi, ABD Nükleer Labaratuarları, Hazine Bakanlığı, NASA, Beyaz Saray, CIA, FBI üzerinde yoğunlaştı.
Ancak, Çin Ordusunun bu saldırılarının ne kadarının engellenebildiği ile ilgili her hangi bir resmi veri bulunmuyor. Yani Çin Ordusu şu ana dek bir çok ABD gizli bilgisine erişmiş olabilir. Erişmeye devam da ediyor olabilir.
Çin iddiaları hiç bir zaman kabul etmedi. Ancak, dolaylı yollarla Çinliler, asıl ABD’nin elli bin kişiden oluşan bir Siber Orduya ve iki bin siber silaha sahip olduğunu iddia etti. Rusya ve Çin 2011’de BM’ye başvurarak “International Code of Conduct for Information Security” başlıklı siber savaşın önlenmesine yönelik bir teklif sundu. ABD Çin ve Rusya’nın bu teklifini kabul etmedi.
Bundan bir kaç gün önce ilginç bir gelişme daha oldu. ABD’nin en en ünlü elektronik güvenlik şirketi olarak bilinen Mandiant açıklama yaparak, Çin’in siber saldırılara yeniden başladığını duyurdu. Çin ordusu Google, CocaCola, Microsoft gibi bir çok Amerikan şirketine olduğu gibi The New York Times gazetesine de saldırmıştı. Bunun üzerine ünlü gazete Madiant’ı görevlendirerek araştırma yapmasını sağlamıştı.
ABD yönetimi Çin’in saldırıları ile ilgili bir komisyon kurdu. Komisyonun iki kıdemli üyesi Obama’nın ilk istihbarat direktörlerinden Dennis C. Blair ve ABD’nin eski Çin Büyükelçisi Jon M. Huntsman ABD Hükümeti’ne Çin’in saldırılarına karşı ABD şirketlerinin kendi saldırılarını yapabilmesi için izin vermesi gerektiğini tavsiye etti.
ABD ordusu hiç şüphesiz dünyanın en büyük ordusu. Ancak Çin’in siber saldırıları karşısında hazırlıksız yakalanmış gibi gözüküyor. Başkan Obama, 7 Haziran’da Kaliforniya’da Çin’in yeni devlet başkanı Mr. Xi Jinping’i ağırlayacak. Bu görüşmenin en önemli gündem maddelerinden birinin Çin’in siber saldırıları olacağına hiç şüphe yok.
Türkiye, Ortadoğu’da ABD’nin en yakın müttefiki olarak, koca bir Hacker ordusunun siber saldırılarına son derece açık bir durumda duruyor.
Bizden söylemesi!
Yassıada'daki kadın görünümlü istihbarat ajanı
Dönemin Başbakanı Adnan Menderes'in yargılanarak idam edildiği Yassıada duruşmalarında kadın görünümlü erkek ajan..
1960 darbesinin üzerinden tam 53 yıl geçti.
Türk siyasi hayatını nefessiz bırakan idamlar sonrası Türkiye çok
sancılı süreçlerden geçti. 60 darbesi ve başta Adnan Menderes’in
yargılandığı Yassıada duruşmalarıyla ilgili ilk kez yayınlanan belgeler
ortaya çıktı.
HACI TEYZE GÖRÜNÜMLÜ İSTİHBARAT AJANI
Aksiyon Dergisi son sayısında Yassıada
duruşmalarını kadın kıyafetiyle izleyen bir istihbarat memurunun
fotoğrafını yayınladı. Beyaz bir başörtüsü ve gözlükle kimliğini
gizlemeye çalışan kişi “hacı teyze” gibi görünmeye çalışsa da aslında
erkek bir istihbarat memuru.
İŞTE O FOTOĞRAF
27 Mayıs’ın gizli karargâhı
27 Mayıs 2013 / CEMAL A. KALYONCU
60 darbesi
olduğunda gözler Milli Birlik Komitesi ve Yassıada Kumandanlığı
üzerindeydi. Ancak ortaya çıkan belgelere göre, başında Kurmay Albay
Namık Kemal Ersun’un bulunduğu MBK İrtibat Bürosu, darbenin gizli beyni
gibi çalışmış.
1960 darbesine dair yeni sırlar
ortaya çıkıyor. Bu da gösteriyor ki üzerinden onca yıl geçmesine rağmen
27 Mayıs hâlâ pek çok sırrı barındırıyor. Herkesin, Millî Birlik
Komitesi (MBK) ile Yassıada arasında sadece irtibat kurmakla yükümlü
sandığı, hatta başkanının adını dahi sadece ilgililerin bildiği
İstanbul’daki İrtibat Bürosu’nun faaliyetleri, 27 Mayıs’a dair
bilgilerimizi değiştirecek türden. Zira, MBK İrtibat Bürosu,
yargılamaları yapacak soruşturmaları yürüten Yüksek Soruşturma
Kurulu’nun bile üstünde bir yapı. Yani, ortaya yeni çıkan belgelere
göre, adaleti tesis edecek yargı kurumları bile İrtibat Bürosu’ndan emir
alıyor.
Başkanı Kurmay Albay Namık Kemal Ersun olan MBK İrtibat Bürosu, bugüne kadar ‘derin’ yapı diye eleştirilen ve faaliyetleri ile hep dikkatleri üzerine çekmiş Özel Harp Dairesi gibi çalışmış. Aslında yargılamaların yapılacağı Yassıada’ya yönelik güvenlik önlemlerini içermesi beklenen; ancak güvenlik planlarının yanında, başarıya ulaşmış bir darbenin etkisinin uzun yıllar sürmesi için yapılacak ‘psikolojik harp’ esaslarının da kâğıda döküldüğü ‘çok gizli’ ibareli İrtibat Bürosu Ada Planı bu kanaati pekiştiriyor.
Namık Kemal Ersun ismini hatırlamayanlar için bir de hatırlatma yapalım. 12 Eylül 1980 darbesinin öncesinde, kanlı 1 Mayıs 1977 Taksim Olayları’ndan tam bir ay sonra, 1 Haziran’da, beraberindeki 200 askerle darbe yapacak diye dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından re’sen görevden alınan Kara Kuvvetleri Komutanı o. Ersun’un bir başka özelliği NATO subayı olarak bilinmesi. NATO subaylarının önemli bir vasfı yurtdışında ‘psikolojik harp’ eğitimi almış olmaları. Ersun, aynı zamanda Yassıada idamlarının durdurulmasını engelleyen isim.
80 sayfayı bulan Ada Planı’nda en can alıcı belgelerden biri 1958 tarihli Yassıada Planı adlı ada haritası. Üzerinde 1958 tarihi taşımasına rağmen mahkeme salonu ta o tarihte planda belirlenmiş. Bu darbecilerin 1960’tan çok önce darbeyi planlayıp kafalarına koyduklarının en büyük delili. Bu tarih muhtemelen 9 Subay Olayı olarak bilinen ve içlerinden Samet Kuşçu’nun itirafı ile ortaya çıkan 1957-58 yıllarındaki darbe hazırlığına işaret ediyor. Aralarındaki organik bağ, Kurmay Albay Ersun imzalı, her sayfası ayrı bir emir ve uygulama içeren, darbe sonrası süreçte yapılacakların planlandığı kitaba göre, ‘hazırlanacak İnkılap filminde 9 subayımıza reva görülen muamele mukayeseli olarak gösterilecek’ ifadesi ile ortaya çıkıyor.
Darbeye yönelik düzenlenen destek mitingleri ve gösteriler, Demokrat Partilileri küçük düşürmek için çekilen ve belli başlı illerde gösterilen film projeleri de bu birimin planı.
Zaten TBMM Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun, kontrgerilla faaliyetlerine karşı Millî Savunma Bakanlığı’ndan istediği bilgiler arasında Özel Harp Dairesi ile beraber MBK İrtibat Bürosu’nun adının geçmesi bu büro hakkında fikir veriyor.
Yargılamalar sırasında herkes, DP’lilere yönelik tavırlarıyla Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay’a odaklanmışken aslında onun Namık Kemal Ersun’a bağlı çalıştığı anlaşılıyor.
Yassıada’nın bir elden sevk ve idaresi sorumluluğunun 1 Eylül 1960 tarihinden itibaren İrtibat Bürosu’na geçeceğini de kayıt altına alan Ada Planı kitabı, MBK İrtibat Bürosu’nun ‘darbe sonrası faaliyetlerin beyni’ olduğunu ortaya koyuyor.
Ada Planı, 1 Ağustos 1960 tarihinde basılmış; ama 1958 tarihli Yassıada Planı da gösterdiği gibi içindeki bazı belgeler 27 Mayıs’tan önce hazırlanmış.
Adaya gidecek kordiplomatların dahi ‘hissettirilmeden’ araştırılmasının istendiği bir ortamda İrtibat Bürosu, dönemin basın mensuplarını da fişlemiş. 27 Mayıs 1960 darbesine ışık tutacak daha pek çok detay içeren Ada Planı kitabı, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nden akademisyen Rasim Koç’un doktora çalışmasının konusu şu anda. 1970 Trabzon doğumlu Koç, Ötüken Yayınları’ndan kitaplaştırılan İdam Sehpasındaki Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu tezinin de hazırlayıcısı. MBK İrtibat Bürosu Ada Planı’nı konuştuğumuz Koç’un üzerinde çalıştığı önemli bir konu da Yassıada’da, yargılamalar sırasında özel bir düzenek kurularak DP’lilerin hem kendi aralarındaki konuşmalarının hem de avukatları ile yaptıkları görüşmelerin kayıt altına alınması. Bu şekilde sanıkların kuracağı savunmalar önceden öğrenilip etkisiz hale getirilmeye çalışılmış. Koç’un çalışmasının tarihe ışık tutacağını umuyoruz.
-27 Mayıs sürecinde Seferberlik Tetkik Kuru-lu’nun izine rastladınız mı?
27 Mayıs sürecinde hayır. Aksine, 27 Mayısçılar, Seferberlik Tetkik Kurulu’nun komünizm işgali karşısında halkın direnişini örgütlemek için silah ve mühimmatın (hatta bazılarının Kıbrıs’a gönderilmesi için) belli bölgelerde saklanmasını Yassıada Mahkemesi’nde ‘iktidarın DP’lileri silahlandırması’ gibi göstererek ayrıca mahkûm etmeye çalışmış. Aslında böyle bir şey yok. Ama burada bir şey karşımıza çıkıyor. Seferberlik Tetkik Kurulu’nun değil de Amerika’ya, NATO’ya gitmiş 18 kurmay subayın bir kısmının 27 Mayıs’ı gerçekleştiren Millî Birlik Komitesi’nin (MBK) içinde yer aldığını görüyoruz.
-Biri Alparslan Türkeş…
Evet, ama kendi anılarından hareket edersek Türkeş, gelmekte olan bir darbeyi gördüğünü, bu darbenin de CHP’nin etkisi altında olacağını söylüyor. Ve bu 18 subay NATO sonrasında geliştirilen bir kavram olan psikolojik harp tetkikleri üzerinde çalışma yapmak üzere giden subaylar. Sadece kurmay olarak değil. Özel, spesifik bir alanda çalışma yapmak için gidenler de var. Biz 1952’de girdik NATO’ya ama 1948’den, İnönü döneminden itibaren eğitim amaçlı yurtdışına asker gönderiyoruz. Kanada’ya, işte Avrupa’da veya Amerika’da, kıta olarak, birçok ülkeye gönderiyoruz. Dolayısıyla 1948’den beri sizin ordunuz, ekonominiz Amerika ile iç içe gelmiş. 1960’da Türk ordusunun bir modernizasyonu varsa bu Amerika ve NATO eliyle olmuş. Şunu da göz ardı etmemek lazım. Sovyetler Birliği’nin özellikle 1957’den sonra, Stalin dönemindeki o şiddete dayalı yayılmacı politikasından uzaklaşarak daha hümanist bir rejim ihracına girişmesinin etkisinden de bahsedilebilir. Bu yumuşak tavırdan ordu içindeki genç subaylar da etkilenmiş. Bu noktada bir rahatsızlık var. Darbeyi gerçekleştirenlerin NATO ile Amerika ile ilişkilerini nasıl düşündüklerini hesap etmek zor olsa gerek.
Yani 48’de 18 kişi gönderilmiş galiba.
-Kim onlar?
Türkeş var, Ahmet Yıldız var. Millî Savunma Bakanlığı’nda (MSB) ya yok ya da var da vermiyor, bilmiyorum nedenini. Önemli isimlerden biri de Namık Kemal Ersun. Ben bu isim üzerinde çok durdum.
-Neden?
27 Mayıs olduğu zaman göz önünde bulundurulan hep MBK. Ama MBK Ankara’da. Yassıada Mahkemesi İstanbul’da. Bir de kafamızda Yassıada Garnizon Komutanı Tarık Güryay var. Araştırmalar neticesinde Güryay’ın etkisiz eleman olduğunu gördüm. Ve nitekim yarbayken Yassıada’daki görevine başlıyor, albayken emekli oluyor. Bunun vazifesi orada koruma, kollama. Olanı biteni bir yerlere aktarma. Bizim en çok atladığımız nokta, Yassıada Garnizon Komutanlığı’nda yoğunlaşırken İstanbul’da MBK İrtibat Bürosu diye bir büronun varlığını biliyoruz; ama bu büronun ne yaptığını bilmiyoruz. Yani kısmen biliyoruz. Ama neticede görüyoruz ki bütün darbe sürecinin propagandasını, psikolojik harp dediğimiz o kamuoyunun oluşturulması ve yönlendirmesini, hep bu İrtibat Bürosu yapmış
-Kim var başında?
Kurmay Albay Namık Kemal Ersun. Ersun’un, kurmay albay ve komutan olduğu bu İrtibat Bürosu’yla, kendi imzasıyla yaptığı bir çalışma var. Bu, sanıkların adaya gönderilmesiyle ilgili kararın verildiği andan itibaren adada neler yapılması gerektiğini, sanıkların korunması, yargılanması sürecinin dışında 27 Mayıs darbesinin Türk toplumu tarafından nasıl kabul edilmesi gerektiğinin de altyapısını hazırlıyor. Üzerinde 1 Ağustos 1960 tarihi var, 27 Mayıs’tan sonra kitap haline getiriliyor ama 1958’den birtakım evraklar da var içinde. 58 yılında da bu işin olduğunu gösteriyor. Demek ki o tarihte de bu işin içinde kendisi. Çünkü 1958’de 9 Subay Olayı ortaya çıktığında, 1954’ten beri cunta komiteleri olduğunu biliyoruz. Yani Konya’da, Ankara’da, İstanbul’da, Erzurum’da cunta komiteleri var ve dağınık şekilde insanlar bir araya geliyor. Bir darbe fikri etrafında düşünüyorlar ama bunların hepsinin bir araya gelip bütünleşmesi 1960, 27 Mayıs. 9 Subay Olayı bu işin ilk provası.
Tek önemli olan o. Onunla beraber Yassıada’da olan, Tarık Güryay’a yakın olduğu söylenen ama aslında Ersun’a yakın bir kişi var; Teoman Koman. Darbe sonrasında tevkif müzekkeresi hazırlanıyor, bunlar sanıklara tebliğ ediliyor, sanıklar imza sonrası tutuklanıyor. Koman, topçu üsteğmen. Tutuklamayı yapan grubun başındaki subay.
Bu Ersun’a daha sonra ne olduğuna baktım. 1962’de tuğgeneral olmuş. Ardından korgeneral ve orgeneralliğe yükselmiş. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, Yüksek Askerî Şûra üyeliği, MGK Genel Sekreterliği yapmış. Kanlı 1 Mayıs (1977) olayları sırasında Kara Kuvvetleri Komutanı. 1 Mayıs sonrasında 200 subayla beraber darbe girişimi yapacağı şüphesiyle dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından re’sen emekliliğe sevk edildi. İşin daha enteresan tarafı, kendisi emekliliğe sevk edildikten 3 ay sonra yerine gelen Kenan Evren, Ersun’un yarım bıraktığı işi 3 yıl sonra tamamlıyor. Yani her yerde karşıma çıktı Ersun.
-Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görev almış mı?
Yani Seferberlik Tetkik Kurulu deyince 1950-60 arasındaki anlamından çıkıyor o. Çünkü 50-60 arasında Seferberlik Tetkik Kurulu’nun amacı belli. Ama 60’tan sonra farklı bir misyonla hayatına devam ediyor
-Nasıl mesela?
Amaç değişiyor. Soğuk savaş döneminin şartları değişiyor. Aslında 27 Mayıs darbesi sadece Türk ordusu içinde bir örgütlenmeyi beraberinde getirmiyor. Türk yargısında, üniversitede, her yerde bir örgütlenmeyi de beraberinde getiriyor. DP ile CHP’nin demokrasi anlayışı arasındaki en büyük fark; biri kurumlara dayalı demokrasiyi temsil ediyor, diğeri halka dayalı demokrasiyi. 27 Mayıs, 10 yıl boyunca yitirilmiş olan kurumlara dayalı demokrasi anlayışını tekrar hayata geçiriyor.
-Ne diyor?
Çok önemli. Mesela İrtibat Bürosu Komutanının emrine verilen birimler. 1. Ordu psikolojik harp birliği. Şimdi bu tanım aslında pek çok şeyi çözüyor. Bu bize yabancı bir tanım. Türk ordusunun NATO’ya girdikten sonra karşı karşıya kaldığı bir tanım. Oraya giden subaylarımızın, bu mesele üzerinde eğitim alanların bileceği bir konu. Zaten ipucu buradaydı benim için. Ayrıca gidenlerin çoğu psikolojik harp tekniklerini almak üzere gitmiş. Yani bu Ada Planı’nın benim için çok heyecan verici kısmı psikolojik harpten bahsediyor olması.
-O zaman neden Ada Planı denmiş?
Çünkü her şey adadaki yargılamaların şemsiyesi altında yapılıyor. Adanın, gemilerin güvenliği ama öbür taraftan dönüyor bakıyorsunuz halkın algıları ile ilgili birtakım manipülasyonları orada görüyorsunuz. Yani film merkezleri, film çekmek, fotoğraflar, kitaplar, karikatürler, yayınlar, özellikle 15 ilde panolar, bu panolara DP’nin aleyhinde, onları halkın gözünden düşüren birtakım fotoğrafları sunarken aslında kendi iktidarlarını meşrulaştırıyor, kendi yerlerini sağlamlaştırmayı amaçlıyorlar. Çünkü darbe başarıya ulaşmış, iktidar tutuklanmış, Yassıada’ya götürülmüş. Sonra halktan bir tepki de gelmemiş. Halk sokaklara çıkıp ordu aleyhinde konuşmamış, yürümemiş.
-Bu kanaati pekiştiren ne?
Zaten MBK içindeki hiçbir subayın 1960’tan sonra ne siyasi hayatımızda ne ordu içinde çok fazla etkinliği oldu. Çünkü o adamlar artık emekli olup, doğal senatör olup ordunun dışına çıktı. Ama bir şekilde 27 Mayıs darbesinin zihniyeti, düşüncesi birileri tarafından böyle bir bayrak yarışı gibi elden ele aktarıldı. Ve bunların dışında kalan ve kendini bir şekilde göstermeyen bir grup ordu içinde etkinliğini sistematik olarak artırdı. Mesela Namık Kemal Ersun, kurmay albay. Şimdi Teoman Koman’a bakıyorsunuz üsteğmen. Hep böyle teğmen, üsteğmen. İçinde yüzbaşının bile fazla olmadığı bir grup genç subayın bir şekilde önü açılıyor. Zaten yapılanma 27 Mayıs’tan sonra kendi içinde kendi insanlarını yetiştiriyor.
Mesela Ersun ile ilgili bir şey daha buldum. Yüksek Soruşturma Kurulu Başkanı Hayrettin Şakir Perk, İstanbul’-daki İrtibat Bürosu başkanlığına bir konu hakkında bilgi veriyor ve bilgi istiyor. Ama yazıyı ‘arz olunur’ şeklinde bitiriyor.
-Hukuki bir kurum aslında.
Üçer kişilik, yedişer kişilik gruplar halinde çalışıyor. Mesela Egesel (Altay) de soruşturma grubunda. Savcıların tamamı da Yüksek Soruşturma Kurulu’nda. Ve Yüksek Soruşturma Kurulu’ndan savcılığa getiriliyorlar.
Ve bir şey daha dikkatimi çekti. Darbe sonrası, o günkü adıyla Millî Emniyet Hizmetleri (MAH) Reisi Ziya Selışık da İrtibat Bürosu’na çok gizli adı altında bir yazı gönderiyor. Bu yazı da MAH’a vekalet eden önceki başkan Salih Korur ile ilgili. Bu da yine ‘bilgi edinilmesini saygı ile arz ve rica ederim’ diye yazıyor.
-O da İrtibat Bürosu’na bağlı çalışıyor…
Yani bütün yazışmaların buranın üzerinden gittiğini görüyoruz. Sonra Ada Komutanı Tarık Güryay’ın yazdığı bütün yazışmalara baktığımızda ve daha sonra yine İçişleri’ne bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü’nün, basın yayın, bütün kurumların hepsinin buraya gönderdiği yazılarda, bilgilerde de hep ‘arz ederim’ deniyor.
-Ada Planı başka ne içeriyor?
Direkt bağlı olanlara bakıldığında İstanbul’daki ‘1. Ordu Komutanlığı, valilik, emniyet müdürlüğü, Boğazlar ve Marmara Deniz Kolordu Kumandanlığı, Yassıada Garnizon Kumandanlığı, Bakanlıklar ve bunlara bağlı teşekküller, Kara, Deniz, Hava Kuvveti Kumandanlıkları ve kuruluşlarında bulunan birlik ve tesisler planın yürütülmesi ile ilgili faaliyetlerin öncelik ve süratle neticelenmesini sağlayacaklardır’ deniyor. Yani ne kadar mülkî ve askerî birim varsa buranın nerdeyse emrine verilmiş. Şimdi burada bir kurmay albay var, İstanbul’da bir koca orgeneral var.
-Yani kilit Namık Kemal Ersun’da!
Ersun’da. Bu çok enteresan. Bunu çözmekte biraz zorlandım ama… Yassıada Halihazır İskan Durumu. Haritalandırılmış; ama enteresan kısmı 1958 yılı. O yıl ada ile ilgili bir plan hazırlanmış. Mesela zaten adada Deniz Kuvvetleri’ne ait bir birlik var fakat enteresan kısmı işte mahkeme salonu.
-O zamana kadar mahkûm kimse var mı orada?
Yok. Bayar ile Menderes İstanbul’a geldiklerinde burada kalmış, iki kez. Haritada da gösterilen nokta tamamen boş ve mahkeme salonu diye ayrılmış. Bu beni çok düşündürdü. Yassıada Planı, 1958’de yapılmış. Yani kafalarından birçok şeyi geçirmişler. Yani bu darbe akşamdan sabaha böyle pişirilmiş, hazırlanmış bir şey değil. Sadece darbeyi amaçlayan değil, darbe sonrasındaki süreci de çok iyi hesap eden bir planlama.
İhtiyaçlar ve iş çizelgesi çıkarılmış. 18 sivil polis, ayrıca 14 sivil elbiseli subay isteniyor. Yassıada Broşürü’nün hazırlanması da İrtibat Bürosu’nun fikri. Radyolarda Yassıada Saati’nin ihdasına karar veren bu. Şuna benziyor; DP döneminde Vatan Cephesi diye radyolardan yaptığı propagandadan başbakan ve bakanlar mahkûm edilmiş. Ama kendileri de Yassıada Saati ile ilgili bir program yaparak, radyodan milleti manipüle etmeye çalışmış.
-Ada Planı’nı kim hazırlamış?
İrtibat Bürosu ama bütün planlarda Ersun’un imzası var. Yeri Beşiktaş’taki Deniz Askerî Müzesi’nde. Çevresi tamamen kapatılıyor. Askerler tarafından güvenlik çemberine alınıyor. Yakınında park eden araçların dahi oradan kaldırılması ile ilgili talimat yayımlanıyor.
Mesela, Heybeliada’da Yüksek Adalet Divanı için kira tahsisatı yapılıyor, çünkü Yassıada’da görevli hâkim ve savcılar Heybeliada’da bir otelde kalacak. Basında yayımlanacak fotoğraflar ordu film merkezince bir elden çekilecek ve uygun görülenler basılacak deniyor mesela. Yargılama safahatında çekilen fotoğraf ve filmlerin muhakkak surette MBK’dan ve İrtibat Bürosu’ndan bir heyet tarafından sansür edileceği de açıkça yazıyor. Ayrıca naklen radyo yayınlarına müsaade edilmeyecek, buna mukabil duruşmalar teybe alınarak lüzumlu görülen kısımları akşam Yassıada Saati’nde yayımlanacak.
-Cımbızlanacak yani…
Evet. Ayrıca emniyetle ilgili, Yassıada’da herhangi bir gizli faaliyet mevcut mudur, yok mudur, MAH yani MİT’in bu konu ile ilgili İstanbul genelinde sahada çalışma yapması gerektiğinin talimatını veriyor. Hani bazı kahvehanelerde ‘tünel açalım, Yassıada’daki sanıkları kaçıralım’ tarzında konuşmalarından dolayı insanlar yargılanmıştı. O istihbarat talimatı buradan gidiyor.
Duruşmalara illerden üniversitelere ne kadar kontenjan ayrıldığına yine Büro karar veriyor. Üniversiteler içinde en fazla payı İstanbul Üniversitesi almış. Çünkü darbeye tam destek verenlerden İstanbul ve Ankara üniversiteleri. 490 sanıklı bir davaya sanık yakınları için annesi, babası, karısı, kardeşi, çocukları, şahitler ve müdafi avukatlar da dâhil olmak üzere sadece 50 kişi ayrılmış.
Bir film, fotoğraf ve teyp arşivinin meydana getirilmesi de isteniyor. Maksat, 27 Mayıs inkılap hareketinin tarihinin hazırlanmasında, müteakip yıllarda 27 Mayıs’ın anılmasında müracaat edilecek bir tarihî arşivin temin edilmesi. Bütün duruşmalar bittikten sonra tabii büyük bir arşiv oluşmuş. Bunların hepsi kayıt altına geçmiş. Ve bu kayıtların ne yapılması gerektiği hususunda MBK İrtibat Bürosu bununla da meşgul olmuş. Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nden uzmanlar çağrılarak buradaki arşivin nasıl değerlendirilmesi gerektiği hususunda profesyonel destek almışlar. Bir rapor hazırlanmış uzmanlar tarafından.
-Sonuç ne olmuş?
Yani bu arşivin hangi amaçla olması gerektiğini rapor etmiş uzmanlar. Araştırmacılara açık olup olmaması, nerede saklanması gerektiği üzerine çalışılmış.
-Uygulanmış mı bu?
Tabii. Bunun neticesinde tutanakların bir kısmı yayımlandı ama delillerin ve sanıkların söylediklerinin hiçbiri yayımlananlarda yoktu tabii.
İnkılap isimli hazırlanmakta olan filmlerden de bahsediliyor. Bu arada diyor ‘6-7 Eylül’de nezaret altına alınan 9 subayımıza reva görülen muamele mukayeseli olarak gösterilecek.’ Şimdi aslında işin rengi burada ortaya çıkıyor.
27 Nisan öğrenci olayları ile ilgili film dokümanı ellerinde yok mesela. Ayrıca Taksim’de, Beyazıt’ta, Kadıköy’de orduya şükran mitinglerinin filme alınıp belli başlı illerde gösterilmesi planlanmış. Özellikle milletvekilleri ile ilgili elde olmayan görüntülerin tekrar çekimi isteniyor. Hatta bundan bir tanesinde Celal Bayar film çekilirken çok ağrına gidiyor. Bir hareketi tekrar etmeleri isteniyor. Bunun da hangi amaca yönelik olduğunu Bayar anlıyor ve çok kızıyor.
Ayrıca yargılamalar başlamadan önce DP’lilerin yaptıklarını anlatmak ve acıma hissini kaldırmak amacıyla film çekme ve gösterimi isteniyor. Filmlerden biri de darbeden bir ay önce 27-28 Nisan’da ölen öğrencilerle ilgili. Hürriyet Şehitleri diye anılıyor ve cenazeleri mezarlarından çıkarılıp Cemal Gürsel’in de eşlik ettiği merasimle Anıtkabir’e defnediliyor.
-Sonra Anıtkabir’den çıkarılıyorlar mı?
Evet, ‘Biz ne yaptık?’ diyorlar. Defin sırasında bayrakları bile yarıya indiriyorlar. Hâlbuki bayrağın ne zaman yarıya indirileceği konusu bellidir ve en çok onların hassas olması gerekir bu konuda.
MBK için ses arşivi konusu da ele alınıyor. ‘Basın yayın radyo servisi ile birlikte foto film merkezi bütün safahatı teybe alacaktır’ deniyor. Bütün safahat dediği koğuşlardan yargılama sürecine kadar… Bu maksatla Bayar, Menderes, bakanlar ve milletvekilleri kaldıkları koğuşlarda dinleniyor.
İrtibat Bürosu ayrıca Cumhuriyet gazetesi karikatüristi Ali Ulvi’ye para ile halkın gözünde DP’nin yaptıklarını küçük göstermek için karikatür çizdirtiyor. Metinler, kendileri tarafından hazır veriliyor. Ve bunların hepsi adaya giden gemilerde ve savcı tarafından mahkeme heyetine ve salondakilere gösteriliyor.Vapurlarda satılacak suyun, ekmeğin fiyatı bile belirlenmiş burada. Ekmek 25 kuruş, çay 50 kuruş. Kahve 100 kuruş. Pilav 700 kuruş.
-Her şey en ince detayına kadar düşünülmüş.
İki helikopterli bir filo da ayrılmış. Bu helikopterler 31 Aralık 1960 yılbaşı akşamı Heybeliada’ya gidiyor, hâkimleri ve savcıları alıyor, Yeşilköy’e getiriyor. Oradan Türk Hava Kuvvetleri’nin tahsis ettiği bir özel uçakla yılbaşını geçirmek üzere Ankara’ya götürüyorlar.
İşin ilginç yanı örtülü ödenek davasında Menderes’i ‘evine üzüm götürdü, şunu bunu aldı’ diye suçlu bulan hâkim ve savcıları devletin uçakları, helikopterleri ile alıp bir yerden bir yere götürecek kadar işi abartmışlar. Ondan daha kötüsü belki, duruşmalar bittikten sonra Savarona gemisi Heybeliada’ya yanaşıyor. Hâkim ve savcıları alıyor ve Marmara’da bir Boğaz turuna çıkarıyor.
Planda muhaberat konusunda Yassıada ile İrtibat Bürosu arasında irtibatın nasıl sağlanacağı da belirlenmiş. Özel hatlar kurulmuş. Deniz altından hat döşenmiş.
Başbakanlık’la direkt telsiz çevrimiçi kurulmuş. Yassıada’daki sakıt hükümet erkânının durumlarını bildirmek için adayla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Ankara arasında irtibat temin edilmiş. Nitekim Menderes’in idamının durdurulması ile ilgili Devlet Başkanı Cemal Gürsel’in Ankara’dan yaptığı direkt telefon araması var. Telefona irtibat bürosundan bir binbaşı çıkıyor. Tam o anda İrtibat Bürosu Komutanı Ersun orada. Ve Cemal Gürsel’in, Menderes’in idamının durdurulması yönündeki devlet başkanı kararını bildireceği sırada, İrtibat Bürosu Komutanı -ki bütün her şeyden sorumlu- Ersun, orada olmadığını söyletiyor. Ersun ayrıca, o binbaşıya, -ismini vermek istemiyorum-, ‘Sen bu emri duymadın, bana da söylememişsin’ diyor.
-Yaşıyor mu binbaşı?
Yakın bir zamanda vefat etti. Cemal Gürsel daha sonra 1. Ordu Komutanı’nı arıyor, Ersun’a ulaşamadığı için. Bütün kararı MBK adına bu veriyor. 1. Ordu Komutanı da ‘yapabileceği hiçbir şey olmadığını’ söylüyor. Ve idam öyle gerçekleşiyor zaten.
Şimdi 14’ler olayında da enteresan bir durum var. Orhan Erkanlı, yurtdışına giderken Yassıada Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol’a mektup yazma ihtiyacı hissediyor. Ve burada kendisinin bu mahkeme kurulurken Salim Başol’un mahkeme reisi olarak seçilmesinde etken olduğunu anlatıyor. Bu, şunu gösteriyor. Bu mahkemenin bir şekilde kendilerini de yargılayacağını düşünüyor.
Herkesin var ama adaya duruşmaları izlemek için başvuran bütün gazetecilerin, vatandaşların, bütün hepsinin soy geçmişini araştırmışlar. Hatta kordiplomatların bile gizli tetkikinin yapılmasını kitapçıkta söylüyor. ‘Onlara sezdirilmeden kordiplomatlarla ilgili istihbarat çalışması yapılması.’ diyor.
-Yasak aslında.
Tabii. Kordiplomatların istihbarat çalışmasını nasıl yapacaksın! Şimdi gazetecilerle ilgili istihbari bilgiler… Mesela Çetin Altan, Abdi İpekçi, Vasfiye Özkoçak, haklarında ‘mahzur görülmemektedir’ deniyor. Hakkı Devrim, Yeni Sabah adına gitmiş Yassıada’ya, mahzur görülmemiş.
Mesela Mardiros Kaçunyan, Jamanak diye bir gazete çıkıyor o zaman. ‘Kaçunyan, Hınçak Komitesi’ne mensup iken mütareke yıllarında serbest olarak Bulgaristan’a gidip kaçak olarak avdet etmiş, Ermenistan’ın kalkınması için yazılar yazmış ve Ermeni cemaati işleriyle yakinen ilgilenen bir kimsedir. Mahzur görülmüştür’ diyor. Bunlar aslında, 27 Mayıs sonrasında Türkiye’de gazetecilik yapan herkesin Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri fişlendiğini, birileri hakkında birtakım kayıtlar tutulduğunu, bu kayıtların da 27 Mayıs’ta güncellendiğini gösteriyor. Ve geçmişteki bu arşiv üzerinden gazetecilerin akredite edilmesini sağlıyor. İşte akredite meselesi…
-Selahattin Selek de var listede…
Evet. Mahzur görülmemektedir. Adnan Veli Kanık, Orhan Veli’nin kardeşi. 1941 yılında Alman ve İtalyanlar lehine casusluk yaptığından dolayı 30 seneye mahkûm edilmiş. Tahliye olmuş. İşte takdirine bırakıyor. İlhan Bardakçı, ‘Mahzur görülmemiştir.’ Edip Akın, Yelpaze diye yayın var. ‘Siyasi mahiyette olmadığından duruşmaları takibinde fayda görülmemektedir’ deniyor. Çetin Emeç, ‘mahzur görülmemektedir.’ Buraya giden gazetecilerin çoğu Türk basın hayatında daha sonra çok önemli görevlere gelmiş.
Sadık Kemal Gökçeli, yani Yaşar Kemal. Mahzurlu. Sebebi de; ‘Tanınmış komünistler ile temas ettiğinden komünistliğinden şüphe edilmektedir.’
-MAH iyi çalışmış demek ki!
Aziz Nesin. ‘1941-44 yılları arasında Kars Mevki Kıtası’nda üsteğmen olarak çalışmış ve bu semtin savunma planlarının büyük bir kısmının krokilerini yapmıştır. Orduda hırsızlık yapıp mahkûm edilmiş olduğundan ihraç edilmiştir. Tanınmış bazı komünistlerle teması vardır. Solcu olarak tanınmaktadır. Mahzurlu’ diye devam ediyor.
Nizamettin Nazif Tepedelenli. 1922’den almışlar mesela. Komünist Partisi murahhas üyesi. Nizam Payzın, Faiz Turhan, Falih Rıfkı Atay, Metin Toker, Emin Karakuş’un isimleri var. Falih Rıfkı Atay, ‘52 senesinde hükümetin manevi şahsiyetini tahkir ettiği iddiası ile adliyeye verilmiştir, deniyor.
Yine enteresan bir de şey yapmışlar. 27 Mayıs’tan sonra Türkiye’deki, onlara göre özgürlükçü ortamdan faydalanarak kurulan partilerin fazlalığından şikâyet ederek, onla ilgili bir rapor hazırlamışlar. Partiler, kurucuları ve amaçları ve gazetelerin davranışlarını raporlamışlar. Ve basına birazcık da şikâyet mahiyetinde eleştiriler yapmışlar.
-Neden bu yola başvuruyorlar?
Kendi aralarındaki konuşmalarda yanlışlara vurgu yapılarak oradan alınacak malzemeler iddia makamının yani savcının önüne gelecek. Savcı da buna göre yeni bir iddia hazırlayacak. Nitekim Celal Bayar ile avukatı hazırladıkları müdafaanın ruhunu kendi aralarında konuşuyorlar. Menderes de konuşuyor. Ve bu müdafaaların bütün ruhunu orada dinliyorlar. Bunun çözülüp kime gittiği belli. Nitekim Bayar’ın, avukatı ile yapmış olduğu anayasayı ihlal davasıyla ilgili savunma stratejisini iddia makamı haziran ayındaki iddiasında tersinden koyuyor.
Dinlemelerin bir amacı da kendi aralarında bir çözülme yaşanıp yaşanmayacağı. Mesela milletvekili Abdullah Aker’in Zorlu hakkında yaptığı her konuşmayı savcı mahkemede çıkarıyor. Ama burada kişisel ilişkilerden kaynaklanan bir husumet de var.
Menderes’le Bayar koğuşlarda tek. Diğerleri 4’lü, 8’li, 16’lı koğuşlarda kalıyor.
-Kimi dinliyorlar en çok?
Bayar’ı.
-Neler konuşmuş Bayar mesela?
Burada Bayar’ın yeni bir şeyler de söylediğini görüyoruz. Özellikle Atatürk dönemi ile ilgili. Şimdi mahkeme heyeti DP’lileri, yani Bayar’ı, Menderes’i mahkeme boyunca aslında tek bir suçla itham ediyor. Dikta rejimine gitmek ve diktatör olmak. Onun dışındakiler hep biraz kafa karışıklığı ile konuyu farklı mecralara çekmek, oradan da bir şey çıkar mı diye düşünmek. Mesela Bebek davasında bile dikta ve diktatörlüğü görüyorsunuz. Ve bunu destekleyecek, mantığa, akla yatan, yatmayan her şeyi kullanmışlar. Çünkü bir şey çıkmıyor. Yok.
Mesela Bayar bu dinlemelerde diyor ki, ‘1937’nin sonu 38’in başı galiba, Atatürk, Recep Peker ve Yunus Nadi eliyle cumhurbaşkanına Meclis’i feshetme yetkisinin verilmesini istedi. Ben buna karşı çıktım. Eğer dikta rejimine gitmek istemiş olsam Atatürk’ün böyle bir isteğine karşı çıkmazdım. Bu Meclis’e aittir dedik.’
Tabii dikta rejimine gitmekte en önemli şeylerden biri de Tahkikat Komisyonu’nun kurulması. Köşk’te yapılan ve Ali Fuat Başgil’in de katıldığı bir toplantı var. Avukatı, Bayar’a, Başgil’le yapılan o toplantıda neler görüşüldüğünü sormuş. Bayar da anlatmış. Daha sonra Başgil, şahitliğe çağrılmış. Köşk’te yapılan bir toplantıyı, Egesel, Anayasayı İhlal Davası’nda Bayar’ın karşısına çıkarıyor.
Ondan sonra Bayar, ‘savcının benimle ilgili birtakım ithamları var. Benim bunlara cevap verebilmem için birtakım belgelere ulaşmam lazım’ diyor. Avukatı bir başka ziyaretinde belgelerin gelip gelmediğini soruyor. Göndermiyorlar yine. Avukatı diyor ki ‘Ben belgeleri gönderirim ama gözleriniz rahatsız, okumakta çok zorlanırsınız.’ İrtibat Bürosu’ndan Yassıada’da görevli biriyle yaptığım bir röportajda ‘biz dönem dönem özellikle akşamları koğuşların ışıklarını azaltırdık’ demişti.
-Menderes’le ilgili neler var?
Menderes ile de avukatını dinlemişler. Duruşmalarla ilgili konular üzerinde konuşulurken kayda alındığını, kaydın çözümlenmesinde voltaj düşüklüğü nedeniyle seslerin tam anlaşılmadığını işaret ediyor. Bazen voltaj düşüklüğünden bazen de pencereler açık olduğundan martı seslerinden konuşmalar anlaşılmıyor diyor.
-Başka neler konuşulmuş?
İnönü üzerinde çok konuşulmuş. Bu işin (darbe) arkasında İnönü’nün etkisinin çok net bir şekilde ortada olduğu fikri DP’lilerin hepsinde hâkim. Abdullah Aker, Celal Yardımcı, Hadi Hüsman, Kemal Çakın, İsmet İnönü hakkında konuşuyorlar. Yardımcı, İnönü’den ‘abdülharis’ diye bahsediyor. Aker, 1937’den sonra İnönü’nün ufkunun daraldığını ve Atatürk’ün kendisine bir iktidar teslim etmediğini ve Mareşal’in (Fevzi Çakmak) sayesinde iktidara geldiğini fakat İnönü’nün, Mareşal’e ve Atatürk’e yaptıklarını hatırlatıyor. Yine aralarında İnönü üzerinde görüşürlerken biri, ‘yaşı 70’lere geldi. Artık siyaseti bırakır.’ diyor. Yardımcı da ‘İsmet Paşa canı çıkar siyasetten çıkmaz’ diyor. Cemal Gürsel için de İsmet Paşa’nın güdümlü demokrasisinin figüranı olduğunu söylüyor. Yine Yardımcı, politika için ‘Samimi söyleyeyim, Allah düşmanımın başına vermesin. Bu memlekette politika yapılmaz.’ diyor.
Rulo No: 62 (üst) başlıklı ve 18 Mart 1961 tarihli, bayramın birinci günü, sabah notu düşülen konuşma deşifresinde de yine bu dörtlü aralarında konuşuyor. Deşifre edenin kaleminden aynen şöyle aktarılıyor bu bölüm: “Savcının ve hâkimlerin makul olmadıklarından ve nasıl olsa kendilerini mahkûm edeceklerinden çok kısa bahis ediyorlar. Hedefsiz gelişigüzel mevzulardan konuştular. Celal Yardımcı, Spor Toto’yu nasıl kabul ettirdiğini anlatıyor.”
Celal Yardımcı ile Abdullah Aker, sohbet ediyor. Yardımcı, ‘Kansız ihtilal dendi, şu dendi, bu dendi. En kansız ihtilal diye tarihe geçmek istiyorlar. En asil ihtilali bu olursa bundan ötesini siz düşünün’ diyor. Bazen de kendi aralarında davaları da değerlendiriyorlar. İzzet Akçal başsavcının İpar Davası’nda ‘şapa oturduğunu’ söylüyor.
Burada enteresan, gazeteleri takip ettiklerini görüyoruz. Yine belki açık verirler düşüncesiyle hatıra ve günlük yazmalarına da göz yumuluyor.
Samet Ağaoğlu, Hayrettin Erkmen, Mehmet Atıf Benderlioğlu, Nedim Ökmen gazete okuyor ve Cemal Gürsel’in reis-i cumhur olmasını temenni ediyorlar. Yani içerde bile İsmet Paşa’nın olaylara o kadar hâkim olduğu izlenimi ve intibaı var ki bu psikoloji ile darbeyi gerçekleştiren Cemal Gürsel’in cumhurbaşkanı olması onların yüreğine su serpiyor. Bu psikolojiyi anlamak çok zor.
MBK İrtibat Bürosu ordu içerisinde öyle bir istihbarat ağı kurmuş ki Devlet ve Hükümet Başkanı Cemal Gürsel’in oğlu Özdemir Gürsel bile 8 Haziran 1961’de Balıkesir ve İzmir orduevlerine yaptığı ziyarette bizzat arkadaşı tarafından İrtibat Bürosu Başkanlığı’na raporlanıyor.
Başkanı Kurmay Albay Namık Kemal Ersun olan MBK İrtibat Bürosu, bugüne kadar ‘derin’ yapı diye eleştirilen ve faaliyetleri ile hep dikkatleri üzerine çekmiş Özel Harp Dairesi gibi çalışmış. Aslında yargılamaların yapılacağı Yassıada’ya yönelik güvenlik önlemlerini içermesi beklenen; ancak güvenlik planlarının yanında, başarıya ulaşmış bir darbenin etkisinin uzun yıllar sürmesi için yapılacak ‘psikolojik harp’ esaslarının da kâğıda döküldüğü ‘çok gizli’ ibareli İrtibat Bürosu Ada Planı bu kanaati pekiştiriyor.
Namık Kemal Ersun ismini hatırlamayanlar için bir de hatırlatma yapalım. 12 Eylül 1980 darbesinin öncesinde, kanlı 1 Mayıs 1977 Taksim Olayları’ndan tam bir ay sonra, 1 Haziran’da, beraberindeki 200 askerle darbe yapacak diye dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından re’sen görevden alınan Kara Kuvvetleri Komutanı o. Ersun’un bir başka özelliği NATO subayı olarak bilinmesi. NATO subaylarının önemli bir vasfı yurtdışında ‘psikolojik harp’ eğitimi almış olmaları. Ersun, aynı zamanda Yassıada idamlarının durdurulmasını engelleyen isim.
80 sayfayı bulan Ada Planı’nda en can alıcı belgelerden biri 1958 tarihli Yassıada Planı adlı ada haritası. Üzerinde 1958 tarihi taşımasına rağmen mahkeme salonu ta o tarihte planda belirlenmiş. Bu darbecilerin 1960’tan çok önce darbeyi planlayıp kafalarına koyduklarının en büyük delili. Bu tarih muhtemelen 9 Subay Olayı olarak bilinen ve içlerinden Samet Kuşçu’nun itirafı ile ortaya çıkan 1957-58 yıllarındaki darbe hazırlığına işaret ediyor. Aralarındaki organik bağ, Kurmay Albay Ersun imzalı, her sayfası ayrı bir emir ve uygulama içeren, darbe sonrası süreçte yapılacakların planlandığı kitaba göre, ‘hazırlanacak İnkılap filminde 9 subayımıza reva görülen muamele mukayeseli olarak gösterilecek’ ifadesi ile ortaya çıkıyor.
Darbeye yönelik düzenlenen destek mitingleri ve gösteriler, Demokrat Partilileri küçük düşürmek için çekilen ve belli başlı illerde gösterilen film projeleri de bu birimin planı.
Zaten TBMM Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun, kontrgerilla faaliyetlerine karşı Millî Savunma Bakanlığı’ndan istediği bilgiler arasında Özel Harp Dairesi ile beraber MBK İrtibat Bürosu’nun adının geçmesi bu büro hakkında fikir veriyor.
Yargılamalar sırasında herkes, DP’lilere yönelik tavırlarıyla Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay’a odaklanmışken aslında onun Namık Kemal Ersun’a bağlı çalıştığı anlaşılıyor.
Yassıada’nın bir elden sevk ve idaresi sorumluluğunun 1 Eylül 1960 tarihinden itibaren İrtibat Bürosu’na geçeceğini de kayıt altına alan Ada Planı kitabı, MBK İrtibat Bürosu’nun ‘darbe sonrası faaliyetlerin beyni’ olduğunu ortaya koyuyor.
Ada Planı, 1 Ağustos 1960 tarihinde basılmış; ama 1958 tarihli Yassıada Planı da gösterdiği gibi içindeki bazı belgeler 27 Mayıs’tan önce hazırlanmış.
Adaya gidecek kordiplomatların dahi ‘hissettirilmeden’ araştırılmasının istendiği bir ortamda İrtibat Bürosu, dönemin basın mensuplarını da fişlemiş. 27 Mayıs 1960 darbesine ışık tutacak daha pek çok detay içeren Ada Planı kitabı, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nden akademisyen Rasim Koç’un doktora çalışmasının konusu şu anda. 1970 Trabzon doğumlu Koç, Ötüken Yayınları’ndan kitaplaştırılan İdam Sehpasındaki Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu tezinin de hazırlayıcısı. MBK İrtibat Bürosu Ada Planı’nı konuştuğumuz Koç’un üzerinde çalıştığı önemli bir konu da Yassıada’da, yargılamalar sırasında özel bir düzenek kurularak DP’lilerin hem kendi aralarındaki konuşmalarının hem de avukatları ile yaptıkları görüşmelerin kayıt altına alınması. Bu şekilde sanıkların kuracağı savunmalar önceden öğrenilip etkisiz hale getirilmeye çalışılmış. Koç’un çalışmasının tarihe ışık tutacağını umuyoruz.
-27 Mayıs sürecinde Seferberlik Tetkik Kuru-lu’nun izine rastladınız mı?
27 Mayıs sürecinde hayır. Aksine, 27 Mayısçılar, Seferberlik Tetkik Kurulu’nun komünizm işgali karşısında halkın direnişini örgütlemek için silah ve mühimmatın (hatta bazılarının Kıbrıs’a gönderilmesi için) belli bölgelerde saklanmasını Yassıada Mahkemesi’nde ‘iktidarın DP’lileri silahlandırması’ gibi göstererek ayrıca mahkûm etmeye çalışmış. Aslında böyle bir şey yok. Ama burada bir şey karşımıza çıkıyor. Seferberlik Tetkik Kurulu’nun değil de Amerika’ya, NATO’ya gitmiş 18 kurmay subayın bir kısmının 27 Mayıs’ı gerçekleştiren Millî Birlik Komitesi’nin (MBK) içinde yer aldığını görüyoruz.
-Biri Alparslan Türkeş…
Evet, ama kendi anılarından hareket edersek Türkeş, gelmekte olan bir darbeyi gördüğünü, bu darbenin de CHP’nin etkisi altında olacağını söylüyor. Ve bu 18 subay NATO sonrasında geliştirilen bir kavram olan psikolojik harp tetkikleri üzerinde çalışma yapmak üzere giden subaylar. Sadece kurmay olarak değil. Özel, spesifik bir alanda çalışma yapmak için gidenler de var. Biz 1952’de girdik NATO’ya ama 1948’den, İnönü döneminden itibaren eğitim amaçlı yurtdışına asker gönderiyoruz. Kanada’ya, işte Avrupa’da veya Amerika’da, kıta olarak, birçok ülkeye gönderiyoruz. Dolayısıyla 1948’den beri sizin ordunuz, ekonominiz Amerika ile iç içe gelmiş. 1960’da Türk ordusunun bir modernizasyonu varsa bu Amerika ve NATO eliyle olmuş. Şunu da göz ardı etmemek lazım. Sovyetler Birliği’nin özellikle 1957’den sonra, Stalin dönemindeki o şiddete dayalı yayılmacı politikasından uzaklaşarak daha hümanist bir rejim ihracına girişmesinin etkisinden de bahsedilebilir. Bu yumuşak tavırdan ordu içindeki genç subaylar da etkilenmiş. Bu noktada bir rahatsızlık var. Darbeyi gerçekleştirenlerin NATO ile Amerika ile ilişkilerini nasıl düşündüklerini hesap etmek zor olsa gerek.
Duruşma salonunda kadın kıyafetiyle istihbarat toplayan bir memur.
-NATO’da eğitim alan subaylar hususunda bir takibat yaptığınızda ne çıkıyor karşınıza?Yani 48’de 18 kişi gönderilmiş galiba.
-Kim onlar?
Türkeş var, Ahmet Yıldız var. Millî Savunma Bakanlığı’nda (MSB) ya yok ya da var da vermiyor, bilmiyorum nedenini. Önemli isimlerden biri de Namık Kemal Ersun. Ben bu isim üzerinde çok durdum.
-Neden?
27 Mayıs olduğu zaman göz önünde bulundurulan hep MBK. Ama MBK Ankara’da. Yassıada Mahkemesi İstanbul’da. Bir de kafamızda Yassıada Garnizon Komutanı Tarık Güryay var. Araştırmalar neticesinde Güryay’ın etkisiz eleman olduğunu gördüm. Ve nitekim yarbayken Yassıada’daki görevine başlıyor, albayken emekli oluyor. Bunun vazifesi orada koruma, kollama. Olanı biteni bir yerlere aktarma. Bizim en çok atladığımız nokta, Yassıada Garnizon Komutanlığı’nda yoğunlaşırken İstanbul’da MBK İrtibat Bürosu diye bir büronun varlığını biliyoruz; ama bu büronun ne yaptığını bilmiyoruz. Yani kısmen biliyoruz. Ama neticede görüyoruz ki bütün darbe sürecinin propagandasını, psikolojik harp dediğimiz o kamuoyunun oluşturulması ve yönlendirmesini, hep bu İrtibat Bürosu yapmış
-Kim var başında?
Kurmay Albay Namık Kemal Ersun. Ersun’un, kurmay albay ve komutan olduğu bu İrtibat Bürosu’yla, kendi imzasıyla yaptığı bir çalışma var. Bu, sanıkların adaya gönderilmesiyle ilgili kararın verildiği andan itibaren adada neler yapılması gerektiğini, sanıkların korunması, yargılanması sürecinin dışında 27 Mayıs darbesinin Türk toplumu tarafından nasıl kabul edilmesi gerektiğinin de altyapısını hazırlıyor. Üzerinde 1 Ağustos 1960 tarihi var, 27 Mayıs’tan sonra kitap haline getiriliyor ama 1958’den birtakım evraklar da var içinde. 58 yılında da bu işin olduğunu gösteriyor. Demek ki o tarihte de bu işin içinde kendisi. Çünkü 1958’de 9 Subay Olayı ortaya çıktığında, 1954’ten beri cunta komiteleri olduğunu biliyoruz. Yani Konya’da, Ankara’da, İstanbul’da, Erzurum’da cunta komiteleri var ve dağınık şekilde insanlar bir araya geliyor. Bir darbe fikri etrafında düşünüyorlar ama bunların hepsinin bir araya gelip bütünleşmesi 1960, 27 Mayıs. 9 Subay Olayı bu işin ilk provası.
Sanık avukatları, davaların bitmesinden sonra Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol ile hatıra fotoğrafı çektirmiş.
-İrtibat Bürosu’nda Ersun’dan başka kim var?Tek önemli olan o. Onunla beraber Yassıada’da olan, Tarık Güryay’a yakın olduğu söylenen ama aslında Ersun’a yakın bir kişi var; Teoman Koman. Darbe sonrasında tevkif müzekkeresi hazırlanıyor, bunlar sanıklara tebliğ ediliyor, sanıklar imza sonrası tutuklanıyor. Koman, topçu üsteğmen. Tutuklamayı yapan grubun başındaki subay.
Bu Ersun’a daha sonra ne olduğuna baktım. 1962’de tuğgeneral olmuş. Ardından korgeneral ve orgeneralliğe yükselmiş. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, Yüksek Askerî Şûra üyeliği, MGK Genel Sekreterliği yapmış. Kanlı 1 Mayıs (1977) olayları sırasında Kara Kuvvetleri Komutanı. 1 Mayıs sonrasında 200 subayla beraber darbe girişimi yapacağı şüphesiyle dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından re’sen emekliliğe sevk edildi. İşin daha enteresan tarafı, kendisi emekliliğe sevk edildikten 3 ay sonra yerine gelen Kenan Evren, Ersun’un yarım bıraktığı işi 3 yıl sonra tamamlıyor. Yani her yerde karşıma çıktı Ersun.
-Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görev almış mı?
Yani Seferberlik Tetkik Kurulu deyince 1950-60 arasındaki anlamından çıkıyor o. Çünkü 50-60 arasında Seferberlik Tetkik Kurulu’nun amacı belli. Ama 60’tan sonra farklı bir misyonla hayatına devam ediyor
-Nasıl mesela?
Amaç değişiyor. Soğuk savaş döneminin şartları değişiyor. Aslında 27 Mayıs darbesi sadece Türk ordusu içinde bir örgütlenmeyi beraberinde getirmiyor. Türk yargısında, üniversitede, her yerde bir örgütlenmeyi de beraberinde getiriyor. DP ile CHP’nin demokrasi anlayışı arasındaki en büyük fark; biri kurumlara dayalı demokrasiyi temsil ediyor, diğeri halka dayalı demokrasiyi. 27 Mayıs, 10 yıl boyunca yitirilmiş olan kurumlara dayalı demokrasi anlayışını tekrar hayata geçiriyor.
Aralarındaki konuşmaları kayda alınan sanıklara daha sonra bu konuşmaları mahkemede iddia olarak sorulmuş.
İrtibat Bürosu’nun hazırladığı kitapçıktan anlaşılan yargılamalarla
ilgili güvenliğin vs. ikinci planda olduğu. Birinci planda darbenin
kamuoyu tarafından nasıl sahiplenileceği ve zihinlere nasıl
yerleştirileceği hususunda propaganda yapmayı hedefliyor.-Ne diyor?
Çok önemli. Mesela İrtibat Bürosu Komutanının emrine verilen birimler. 1. Ordu psikolojik harp birliği. Şimdi bu tanım aslında pek çok şeyi çözüyor. Bu bize yabancı bir tanım. Türk ordusunun NATO’ya girdikten sonra karşı karşıya kaldığı bir tanım. Oraya giden subaylarımızın, bu mesele üzerinde eğitim alanların bileceği bir konu. Zaten ipucu buradaydı benim için. Ayrıca gidenlerin çoğu psikolojik harp tekniklerini almak üzere gitmiş. Yani bu Ada Planı’nın benim için çok heyecan verici kısmı psikolojik harpten bahsediyor olması.
-O zaman neden Ada Planı denmiş?
Çünkü her şey adadaki yargılamaların şemsiyesi altında yapılıyor. Adanın, gemilerin güvenliği ama öbür taraftan dönüyor bakıyorsunuz halkın algıları ile ilgili birtakım manipülasyonları orada görüyorsunuz. Yani film merkezleri, film çekmek, fotoğraflar, kitaplar, karikatürler, yayınlar, özellikle 15 ilde panolar, bu panolara DP’nin aleyhinde, onları halkın gözünden düşüren birtakım fotoğrafları sunarken aslında kendi iktidarlarını meşrulaştırıyor, kendi yerlerini sağlamlaştırmayı amaçlıyorlar. Çünkü darbe başarıya ulaşmış, iktidar tutuklanmış, Yassıada’ya götürülmüş. Sonra halktan bir tepki de gelmemiş. Halk sokaklara çıkıp ordu aleyhinde konuşmamış, yürümemiş.
-Bu kanaati pekiştiren ne?
Zaten MBK içindeki hiçbir subayın 1960’tan sonra ne siyasi hayatımızda ne ordu içinde çok fazla etkinliği oldu. Çünkü o adamlar artık emekli olup, doğal senatör olup ordunun dışına çıktı. Ama bir şekilde 27 Mayıs darbesinin zihniyeti, düşüncesi birileri tarafından böyle bir bayrak yarışı gibi elden ele aktarıldı. Ve bunların dışında kalan ve kendini bir şekilde göstermeyen bir grup ordu içinde etkinliğini sistematik olarak artırdı. Mesela Namık Kemal Ersun, kurmay albay. Şimdi Teoman Koman’a bakıyorsunuz üsteğmen. Hep böyle teğmen, üsteğmen. İçinde yüzbaşının bile fazla olmadığı bir grup genç subayın bir şekilde önü açılıyor. Zaten yapılanma 27 Mayıs’tan sonra kendi içinde kendi insanlarını yetiştiriyor.
Mesela Ersun ile ilgili bir şey daha buldum. Yüksek Soruşturma Kurulu Başkanı Hayrettin Şakir Perk, İstanbul’-daki İrtibat Bürosu başkanlığına bir konu hakkında bilgi veriyor ve bilgi istiyor. Ama yazıyı ‘arz olunur’ şeklinde bitiriyor.
-Hukuki bir kurum aslında.
Üçer kişilik, yedişer kişilik gruplar halinde çalışıyor. Mesela Egesel (Altay) de soruşturma grubunda. Savcıların tamamı da Yüksek Soruşturma Kurulu’nda. Ve Yüksek Soruşturma Kurulu’ndan savcılığa getiriliyorlar.
Ve bir şey daha dikkatimi çekti. Darbe sonrası, o günkü adıyla Millî Emniyet Hizmetleri (MAH) Reisi Ziya Selışık da İrtibat Bürosu’na çok gizli adı altında bir yazı gönderiyor. Bu yazı da MAH’a vekalet eden önceki başkan Salih Korur ile ilgili. Bu da yine ‘bilgi edinilmesini saygı ile arz ve rica ederim’ diye yazıyor.
-O da İrtibat Bürosu’na bağlı çalışıyor…
Yani bütün yazışmaların buranın üzerinden gittiğini görüyoruz. Sonra Ada Komutanı Tarık Güryay’ın yazdığı bütün yazışmalara baktığımızda ve daha sonra yine İçişleri’ne bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü’nün, basın yayın, bütün kurumların hepsinin buraya gönderdiği yazılarda, bilgilerde de hep ‘arz ederim’ deniyor.
-Ada Planı başka ne içeriyor?
Direkt bağlı olanlara bakıldığında İstanbul’daki ‘1. Ordu Komutanlığı, valilik, emniyet müdürlüğü, Boğazlar ve Marmara Deniz Kolordu Kumandanlığı, Yassıada Garnizon Kumandanlığı, Bakanlıklar ve bunlara bağlı teşekküller, Kara, Deniz, Hava Kuvveti Kumandanlıkları ve kuruluşlarında bulunan birlik ve tesisler planın yürütülmesi ile ilgili faaliyetlerin öncelik ve süratle neticelenmesini sağlayacaklardır’ deniyor. Yani ne kadar mülkî ve askerî birim varsa buranın nerdeyse emrine verilmiş. Şimdi burada bir kurmay albay var, İstanbul’da bir koca orgeneral var.
-Yani kilit Namık Kemal Ersun’da!
Ersun’da. Bu çok enteresan. Bunu çözmekte biraz zorlandım ama… Yassıada Halihazır İskan Durumu. Haritalandırılmış; ama enteresan kısmı 1958 yılı. O yıl ada ile ilgili bir plan hazırlanmış. Mesela zaten adada Deniz Kuvvetleri’ne ait bir birlik var fakat enteresan kısmı işte mahkeme salonu.
-O zamana kadar mahkûm kimse var mı orada?
Yok. Bayar ile Menderes İstanbul’a geldiklerinde burada kalmış, iki kez. Haritada da gösterilen nokta tamamen boş ve mahkeme salonu diye ayrılmış. Bu beni çok düşündürdü. Yassıada Planı, 1958’de yapılmış. Yani kafalarından birçok şeyi geçirmişler. Yani bu darbe akşamdan sabaha böyle pişirilmiş, hazırlanmış bir şey değil. Sadece darbeyi amaçlayan değil, darbe sonrasındaki süreci de çok iyi hesap eden bir planlama.
İhtiyaçlar ve iş çizelgesi çıkarılmış. 18 sivil polis, ayrıca 14 sivil elbiseli subay isteniyor. Yassıada Broşürü’nün hazırlanması da İrtibat Bürosu’nun fikri. Radyolarda Yassıada Saati’nin ihdasına karar veren bu. Şuna benziyor; DP döneminde Vatan Cephesi diye radyolardan yaptığı propagandadan başbakan ve bakanlar mahkûm edilmiş. Ama kendileri de Yassıada Saati ile ilgili bir program yaparak, radyodan milleti manipüle etmeye çalışmış.
-Ada Planı’nı kim hazırlamış?
İrtibat Bürosu ama bütün planlarda Ersun’un imzası var. Yeri Beşiktaş’taki Deniz Askerî Müzesi’nde. Çevresi tamamen kapatılıyor. Askerler tarafından güvenlik çemberine alınıyor. Yakınında park eden araçların dahi oradan kaldırılması ile ilgili talimat yayımlanıyor.
Mesela, Heybeliada’da Yüksek Adalet Divanı için kira tahsisatı yapılıyor, çünkü Yassıada’da görevli hâkim ve savcılar Heybeliada’da bir otelde kalacak. Basında yayımlanacak fotoğraflar ordu film merkezince bir elden çekilecek ve uygun görülenler basılacak deniyor mesela. Yargılama safahatında çekilen fotoğraf ve filmlerin muhakkak surette MBK’dan ve İrtibat Bürosu’ndan bir heyet tarafından sansür edileceği de açıkça yazıyor. Ayrıca naklen radyo yayınlarına müsaade edilmeyecek, buna mukabil duruşmalar teybe alınarak lüzumlu görülen kısımları akşam Yassıada Saati’nde yayımlanacak.
-Cımbızlanacak yani…
Evet. Ayrıca emniyetle ilgili, Yassıada’da herhangi bir gizli faaliyet mevcut mudur, yok mudur, MAH yani MİT’in bu konu ile ilgili İstanbul genelinde sahada çalışma yapması gerektiğinin talimatını veriyor. Hani bazı kahvehanelerde ‘tünel açalım, Yassıada’daki sanıkları kaçıralım’ tarzında konuşmalarından dolayı insanlar yargılanmıştı. O istihbarat talimatı buradan gidiyor.
Duruşmalara illerden üniversitelere ne kadar kontenjan ayrıldığına yine Büro karar veriyor. Üniversiteler içinde en fazla payı İstanbul Üniversitesi almış. Çünkü darbeye tam destek verenlerden İstanbul ve Ankara üniversiteleri. 490 sanıklı bir davaya sanık yakınları için annesi, babası, karısı, kardeşi, çocukları, şahitler ve müdafi avukatlar da dâhil olmak üzere sadece 50 kişi ayrılmış.
Bir film, fotoğraf ve teyp arşivinin meydana getirilmesi de isteniyor. Maksat, 27 Mayıs inkılap hareketinin tarihinin hazırlanmasında, müteakip yıllarda 27 Mayıs’ın anılmasında müracaat edilecek bir tarihî arşivin temin edilmesi. Bütün duruşmalar bittikten sonra tabii büyük bir arşiv oluşmuş. Bunların hepsi kayıt altına geçmiş. Ve bu kayıtların ne yapılması gerektiği hususunda MBK İrtibat Bürosu bununla da meşgul olmuş. Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nden uzmanlar çağrılarak buradaki arşivin nasıl değerlendirilmesi gerektiği hususunda profesyonel destek almışlar. Bir rapor hazırlanmış uzmanlar tarafından.
-Sonuç ne olmuş?
Yani bu arşivin hangi amaçla olması gerektiğini rapor etmiş uzmanlar. Araştırmacılara açık olup olmaması, nerede saklanması gerektiği üzerine çalışılmış.
-Uygulanmış mı bu?
Tabii. Bunun neticesinde tutanakların bir kısmı yayımlandı ama delillerin ve sanıkların söylediklerinin hiçbiri yayımlananlarda yoktu tabii.
İnkılap isimli hazırlanmakta olan filmlerden de bahsediliyor. Bu arada diyor ‘6-7 Eylül’de nezaret altına alınan 9 subayımıza reva görülen muamele mukayeseli olarak gösterilecek.’ Şimdi aslında işin rengi burada ortaya çıkıyor.
27 Nisan öğrenci olayları ile ilgili film dokümanı ellerinde yok mesela. Ayrıca Taksim’de, Beyazıt’ta, Kadıköy’de orduya şükran mitinglerinin filme alınıp belli başlı illerde gösterilmesi planlanmış. Özellikle milletvekilleri ile ilgili elde olmayan görüntülerin tekrar çekimi isteniyor. Hatta bundan bir tanesinde Celal Bayar film çekilirken çok ağrına gidiyor. Bir hareketi tekrar etmeleri isteniyor. Bunun da hangi amaca yönelik olduğunu Bayar anlıyor ve çok kızıyor.
Ayrıca yargılamalar başlamadan önce DP’lilerin yaptıklarını anlatmak ve acıma hissini kaldırmak amacıyla film çekme ve gösterimi isteniyor. Filmlerden biri de darbeden bir ay önce 27-28 Nisan’da ölen öğrencilerle ilgili. Hürriyet Şehitleri diye anılıyor ve cenazeleri mezarlarından çıkarılıp Cemal Gürsel’in de eşlik ettiği merasimle Anıtkabir’e defnediliyor.
-Sonra Anıtkabir’den çıkarılıyorlar mı?
Evet, ‘Biz ne yaptık?’ diyorlar. Defin sırasında bayrakları bile yarıya indiriyorlar. Hâlbuki bayrağın ne zaman yarıya indirileceği konusu bellidir ve en çok onların hassas olması gerekir bu konuda.
MBK için ses arşivi konusu da ele alınıyor. ‘Basın yayın radyo servisi ile birlikte foto film merkezi bütün safahatı teybe alacaktır’ deniyor. Bütün safahat dediği koğuşlardan yargılama sürecine kadar… Bu maksatla Bayar, Menderes, bakanlar ve milletvekilleri kaldıkları koğuşlarda dinleniyor.
İrtibat Bürosu ayrıca Cumhuriyet gazetesi karikatüristi Ali Ulvi’ye para ile halkın gözünde DP’nin yaptıklarını küçük göstermek için karikatür çizdirtiyor. Metinler, kendileri tarafından hazır veriliyor. Ve bunların hepsi adaya giden gemilerde ve savcı tarafından mahkeme heyetine ve salondakilere gösteriliyor.Vapurlarda satılacak suyun, ekmeğin fiyatı bile belirlenmiş burada. Ekmek 25 kuruş, çay 50 kuruş. Kahve 100 kuruş. Pilav 700 kuruş.
-Her şey en ince detayına kadar düşünülmüş.
İki helikopterli bir filo da ayrılmış. Bu helikopterler 31 Aralık 1960 yılbaşı akşamı Heybeliada’ya gidiyor, hâkimleri ve savcıları alıyor, Yeşilköy’e getiriyor. Oradan Türk Hava Kuvvetleri’nin tahsis ettiği bir özel uçakla yılbaşını geçirmek üzere Ankara’ya götürüyorlar.
İşin ilginç yanı örtülü ödenek davasında Menderes’i ‘evine üzüm götürdü, şunu bunu aldı’ diye suçlu bulan hâkim ve savcıları devletin uçakları, helikopterleri ile alıp bir yerden bir yere götürecek kadar işi abartmışlar. Ondan daha kötüsü belki, duruşmalar bittikten sonra Savarona gemisi Heybeliada’ya yanaşıyor. Hâkim ve savcıları alıyor ve Marmara’da bir Boğaz turuna çıkarıyor.
Planda muhaberat konusunda Yassıada ile İrtibat Bürosu arasında irtibatın nasıl sağlanacağı da belirlenmiş. Özel hatlar kurulmuş. Deniz altından hat döşenmiş.
Başbakanlık’la direkt telsiz çevrimiçi kurulmuş. Yassıada’daki sakıt hükümet erkânının durumlarını bildirmek için adayla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Ankara arasında irtibat temin edilmiş. Nitekim Menderes’in idamının durdurulması ile ilgili Devlet Başkanı Cemal Gürsel’in Ankara’dan yaptığı direkt telefon araması var. Telefona irtibat bürosundan bir binbaşı çıkıyor. Tam o anda İrtibat Bürosu Komutanı Ersun orada. Ve Cemal Gürsel’in, Menderes’in idamının durdurulması yönündeki devlet başkanı kararını bildireceği sırada, İrtibat Bürosu Komutanı -ki bütün her şeyden sorumlu- Ersun, orada olmadığını söyletiyor. Ersun ayrıca, o binbaşıya, -ismini vermek istemiyorum-, ‘Sen bu emri duymadın, bana da söylememişsin’ diyor.
-Yaşıyor mu binbaşı?
Yakın bir zamanda vefat etti. Cemal Gürsel daha sonra 1. Ordu Komutanı’nı arıyor, Ersun’a ulaşamadığı için. Bütün kararı MBK adına bu veriyor. 1. Ordu Komutanı da ‘yapabileceği hiçbir şey olmadığını’ söylüyor. Ve idam öyle gerçekleşiyor zaten.
Şimdi 14’ler olayında da enteresan bir durum var. Orhan Erkanlı, yurtdışına giderken Yassıada Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol’a mektup yazma ihtiyacı hissediyor. Ve burada kendisinin bu mahkeme kurulurken Salim Başol’un mahkeme reisi olarak seçilmesinde etken olduğunu anlatıyor. Bu, şunu gösteriyor. Bu mahkemenin bir şekilde kendilerini de yargılayacağını düşünüyor.
GAZETECİLERİ DE FİŞLEMİŞLER
-Kimleri fişlemişler?Herkesin var ama adaya duruşmaları izlemek için başvuran bütün gazetecilerin, vatandaşların, bütün hepsinin soy geçmişini araştırmışlar. Hatta kordiplomatların bile gizli tetkikinin yapılmasını kitapçıkta söylüyor. ‘Onlara sezdirilmeden kordiplomatlarla ilgili istihbarat çalışması yapılması.’ diyor.
-Yasak aslında.
Tabii. Kordiplomatların istihbarat çalışmasını nasıl yapacaksın! Şimdi gazetecilerle ilgili istihbari bilgiler… Mesela Çetin Altan, Abdi İpekçi, Vasfiye Özkoçak, haklarında ‘mahzur görülmemektedir’ deniyor. Hakkı Devrim, Yeni Sabah adına gitmiş Yassıada’ya, mahzur görülmemiş.
Mesela Mardiros Kaçunyan, Jamanak diye bir gazete çıkıyor o zaman. ‘Kaçunyan, Hınçak Komitesi’ne mensup iken mütareke yıllarında serbest olarak Bulgaristan’a gidip kaçak olarak avdet etmiş, Ermenistan’ın kalkınması için yazılar yazmış ve Ermeni cemaati işleriyle yakinen ilgilenen bir kimsedir. Mahzur görülmüştür’ diyor. Bunlar aslında, 27 Mayıs sonrasında Türkiye’de gazetecilik yapan herkesin Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri fişlendiğini, birileri hakkında birtakım kayıtlar tutulduğunu, bu kayıtların da 27 Mayıs’ta güncellendiğini gösteriyor. Ve geçmişteki bu arşiv üzerinden gazetecilerin akredite edilmesini sağlıyor. İşte akredite meselesi…
-Selahattin Selek de var listede…
Evet. Mahzur görülmemektedir. Adnan Veli Kanık, Orhan Veli’nin kardeşi. 1941 yılında Alman ve İtalyanlar lehine casusluk yaptığından dolayı 30 seneye mahkûm edilmiş. Tahliye olmuş. İşte takdirine bırakıyor. İlhan Bardakçı, ‘Mahzur görülmemiştir.’ Edip Akın, Yelpaze diye yayın var. ‘Siyasi mahiyette olmadığından duruşmaları takibinde fayda görülmemektedir’ deniyor. Çetin Emeç, ‘mahzur görülmemektedir.’ Buraya giden gazetecilerin çoğu Türk basın hayatında daha sonra çok önemli görevlere gelmiş.
Sadık Kemal Gökçeli, yani Yaşar Kemal. Mahzurlu. Sebebi de; ‘Tanınmış komünistler ile temas ettiğinden komünistliğinden şüphe edilmektedir.’
-MAH iyi çalışmış demek ki!
Aziz Nesin. ‘1941-44 yılları arasında Kars Mevki Kıtası’nda üsteğmen olarak çalışmış ve bu semtin savunma planlarının büyük bir kısmının krokilerini yapmıştır. Orduda hırsızlık yapıp mahkûm edilmiş olduğundan ihraç edilmiştir. Tanınmış bazı komünistlerle teması vardır. Solcu olarak tanınmaktadır. Mahzurlu’ diye devam ediyor.
Nizamettin Nazif Tepedelenli. 1922’den almışlar mesela. Komünist Partisi murahhas üyesi. Nizam Payzın, Faiz Turhan, Falih Rıfkı Atay, Metin Toker, Emin Karakuş’un isimleri var. Falih Rıfkı Atay, ‘52 senesinde hükümetin manevi şahsiyetini tahkir ettiği iddiası ile adliyeye verilmiştir, deniyor.
Yine enteresan bir de şey yapmışlar. 27 Mayıs’tan sonra Türkiye’deki, onlara göre özgürlükçü ortamdan faydalanarak kurulan partilerin fazlalığından şikâyet ederek, onla ilgili bir rapor hazırlamışlar. Partiler, kurucuları ve amaçları ve gazetelerin davranışlarını raporlamışlar. Ve basına birazcık da şikâyet mahiyetinde eleştiriler yapmışlar.
SAVCI VE HÂKİMLER MAKUL DEĞİL
Millî Birlik Komitesi İrtibat Bürosu’nun hazırladığı Ada Planı’nda MBK için bir ses arşivi oluşturulması isteniyor. Buna göre yargı safahatı dâhil bütün aşamalar yasa dışı olarak kayıt altına alınıyor. Bu şu demek, başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes olmak üzere DP’li bakan ve milletvekilleri hem kendi aralarındaki konuşmalarda hem de avukatları ve ziyaretçileri geldiğinde dinlenip kayda alınıyor.-Neden bu yola başvuruyorlar?
Kendi aralarındaki konuşmalarda yanlışlara vurgu yapılarak oradan alınacak malzemeler iddia makamının yani savcının önüne gelecek. Savcı da buna göre yeni bir iddia hazırlayacak. Nitekim Celal Bayar ile avukatı hazırladıkları müdafaanın ruhunu kendi aralarında konuşuyorlar. Menderes de konuşuyor. Ve bu müdafaaların bütün ruhunu orada dinliyorlar. Bunun çözülüp kime gittiği belli. Nitekim Bayar’ın, avukatı ile yapmış olduğu anayasayı ihlal davasıyla ilgili savunma stratejisini iddia makamı haziran ayındaki iddiasında tersinden koyuyor.
Dinlemelerin bir amacı da kendi aralarında bir çözülme yaşanıp yaşanmayacağı. Mesela milletvekili Abdullah Aker’in Zorlu hakkında yaptığı her konuşmayı savcı mahkemede çıkarıyor. Ama burada kişisel ilişkilerden kaynaklanan bir husumet de var.
Menderes’le Bayar koğuşlarda tek. Diğerleri 4’lü, 8’li, 16’lı koğuşlarda kalıyor.
-Kimi dinliyorlar en çok?
Bayar’ı.
-Neler konuşmuş Bayar mesela?
Burada Bayar’ın yeni bir şeyler de söylediğini görüyoruz. Özellikle Atatürk dönemi ile ilgili. Şimdi mahkeme heyeti DP’lileri, yani Bayar’ı, Menderes’i mahkeme boyunca aslında tek bir suçla itham ediyor. Dikta rejimine gitmek ve diktatör olmak. Onun dışındakiler hep biraz kafa karışıklığı ile konuyu farklı mecralara çekmek, oradan da bir şey çıkar mı diye düşünmek. Mesela Bebek davasında bile dikta ve diktatörlüğü görüyorsunuz. Ve bunu destekleyecek, mantığa, akla yatan, yatmayan her şeyi kullanmışlar. Çünkü bir şey çıkmıyor. Yok.
Mesela Bayar bu dinlemelerde diyor ki, ‘1937’nin sonu 38’in başı galiba, Atatürk, Recep Peker ve Yunus Nadi eliyle cumhurbaşkanına Meclis’i feshetme yetkisinin verilmesini istedi. Ben buna karşı çıktım. Eğer dikta rejimine gitmek istemiş olsam Atatürk’ün böyle bir isteğine karşı çıkmazdım. Bu Meclis’e aittir dedik.’
Tabii dikta rejimine gitmekte en önemli şeylerden biri de Tahkikat Komisyonu’nun kurulması. Köşk’te yapılan ve Ali Fuat Başgil’in de katıldığı bir toplantı var. Avukatı, Bayar’a, Başgil’le yapılan o toplantıda neler görüşüldüğünü sormuş. Bayar da anlatmış. Daha sonra Başgil, şahitliğe çağrılmış. Köşk’te yapılan bir toplantıyı, Egesel, Anayasayı İhlal Davası’nda Bayar’ın karşısına çıkarıyor.
Ondan sonra Bayar, ‘savcının benimle ilgili birtakım ithamları var. Benim bunlara cevap verebilmem için birtakım belgelere ulaşmam lazım’ diyor. Avukatı bir başka ziyaretinde belgelerin gelip gelmediğini soruyor. Göndermiyorlar yine. Avukatı diyor ki ‘Ben belgeleri gönderirim ama gözleriniz rahatsız, okumakta çok zorlanırsınız.’ İrtibat Bürosu’ndan Yassıada’da görevli biriyle yaptığım bir röportajda ‘biz dönem dönem özellikle akşamları koğuşların ışıklarını azaltırdık’ demişti.
-Menderes’le ilgili neler var?
Menderes ile de avukatını dinlemişler. Duruşmalarla ilgili konular üzerinde konuşulurken kayda alındığını, kaydın çözümlenmesinde voltaj düşüklüğü nedeniyle seslerin tam anlaşılmadığını işaret ediyor. Bazen voltaj düşüklüğünden bazen de pencereler açık olduğundan martı seslerinden konuşmalar anlaşılmıyor diyor.
-Başka neler konuşulmuş?
İnönü üzerinde çok konuşulmuş. Bu işin (darbe) arkasında İnönü’nün etkisinin çok net bir şekilde ortada olduğu fikri DP’lilerin hepsinde hâkim. Abdullah Aker, Celal Yardımcı, Hadi Hüsman, Kemal Çakın, İsmet İnönü hakkında konuşuyorlar. Yardımcı, İnönü’den ‘abdülharis’ diye bahsediyor. Aker, 1937’den sonra İnönü’nün ufkunun daraldığını ve Atatürk’ün kendisine bir iktidar teslim etmediğini ve Mareşal’in (Fevzi Çakmak) sayesinde iktidara geldiğini fakat İnönü’nün, Mareşal’e ve Atatürk’e yaptıklarını hatırlatıyor. Yine aralarında İnönü üzerinde görüşürlerken biri, ‘yaşı 70’lere geldi. Artık siyaseti bırakır.’ diyor. Yardımcı da ‘İsmet Paşa canı çıkar siyasetten çıkmaz’ diyor. Cemal Gürsel için de İsmet Paşa’nın güdümlü demokrasisinin figüranı olduğunu söylüyor. Yine Yardımcı, politika için ‘Samimi söyleyeyim, Allah düşmanımın başına vermesin. Bu memlekette politika yapılmaz.’ diyor.
Rulo No: 62 (üst) başlıklı ve 18 Mart 1961 tarihli, bayramın birinci günü, sabah notu düşülen konuşma deşifresinde de yine bu dörtlü aralarında konuşuyor. Deşifre edenin kaleminden aynen şöyle aktarılıyor bu bölüm: “Savcının ve hâkimlerin makul olmadıklarından ve nasıl olsa kendilerini mahkûm edeceklerinden çok kısa bahis ediyorlar. Hedefsiz gelişigüzel mevzulardan konuştular. Celal Yardımcı, Spor Toto’yu nasıl kabul ettirdiğini anlatıyor.”
Celal Yardımcı ile Abdullah Aker, sohbet ediyor. Yardımcı, ‘Kansız ihtilal dendi, şu dendi, bu dendi. En kansız ihtilal diye tarihe geçmek istiyorlar. En asil ihtilali bu olursa bundan ötesini siz düşünün’ diyor. Bazen de kendi aralarında davaları da değerlendiriyorlar. İzzet Akçal başsavcının İpar Davası’nda ‘şapa oturduğunu’ söylüyor.
Burada enteresan, gazeteleri takip ettiklerini görüyoruz. Yine belki açık verirler düşüncesiyle hatıra ve günlük yazmalarına da göz yumuluyor.
Samet Ağaoğlu, Hayrettin Erkmen, Mehmet Atıf Benderlioğlu, Nedim Ökmen gazete okuyor ve Cemal Gürsel’in reis-i cumhur olmasını temenni ediyorlar. Yani içerde bile İsmet Paşa’nın olaylara o kadar hâkim olduğu izlenimi ve intibaı var ki bu psikoloji ile darbeyi gerçekleştiren Cemal Gürsel’in cumhurbaşkanı olması onların yüreğine su serpiyor. Bu psikolojiyi anlamak çok zor.
MBK İrtibat Bürosu ordu içerisinde öyle bir istihbarat ağı kurmuş ki Devlet ve Hükümet Başkanı Cemal Gürsel’in oğlu Özdemir Gürsel bile 8 Haziran 1961’de Balıkesir ve İzmir orduevlerine yaptığı ziyarette bizzat arkadaşı tarafından İrtibat Bürosu Başkanlığı’na raporlanıyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)