Türkiye'de askerlerin konuşması hoşa gitse de gitmese de bir hadisedir.Genelkurmay Başkanı'nın konuşmasını izleyen gazeteciler arasında yer aldım.Türkiye'nin dengeleri, yeni dönemin askeri cephe açısından işaretlerinin neler olabileceğini dikkate alarak dinledim Genelkurmay Başkanı'nı.Org. İlker Başbuğ "olumlu, uzlaşmacı, demokratik vurguları olan, hepsinden önemlisi askeri otoritenin doğal alanı dışına taşmayan, siyasi meselelere güvenlik üzerinden değinen" bir konuşma yaptı.En azından alışıldığı üzere askerin, cumhuriyeti koruma ve kollama işlevini diline dolamadı, bu açıdan iktidarı uyarma ya da dikkate davet etme işine girişmedi, özetle bir kriz konuşması yapmadı.Konuşmanın analizini nasıl yapmak gerek?İki soruya yanıt vermek önemli…Nelerin altını, nasıl çizdi Genelkurmay Başkanı?Bunun yeni döneme ilişkin anlamı ne?
Şifreler ilk soruda…Önce onu yanıtlamaya çalışalım.Genelkurmay Başkanı'nın konuşması "asker ile değişen dünya arasındaki ilişki"yi, bu çerçevede "askerin sistem içindeki yerini, sorunlara bakışını, tanımlarını, politikası"nı konu alıyordu. Konuşma bu açıdan bir yönüyle "değişim"e, diğer yönüyle asker gözünde "değişmezler"e işaret ediyordu.Bilançoyu her iki yöne bakarak çıkarmakta fayda var.Önce "değişmez"ler…
1. Genelkurmay Başkanı "değişmezler" açısından ilk önce askerin rolüne işaret etti. Ordunun sadece istişari bir kurum olmadığını, özellikle güvenlikle ilgili karar süreçlerinde sürekli olarak yer alan ve alması gereken bir yapı olduğu söylerken, sınır olarak yasaları gösteriyor, ancak bu sınırların her ülkenin kendisine özgü koşullarına göre değişebileceğini hatırlatıyordu.
2. Bu noktada en önemli vurgu askerin siyaset dışı kalabilmesi için kendisine yapılacak siyasi müdahalelerden uzak tutulması, kendi içinde ve işlerinde özerk olması gerektiğini söylemesiydi. Bu özerklik halinin madalyonun diğer yüzüne, yani askerin siyasete müdahalesine de kapı açtığı akla getirilirse, "bu değişmez"in anlamı daha iyi ortaya çıkar. Nitekim bu noktada Başbuğ, Genelkurmay Başkanı'nın sivil alanla kurduğu ilişkilerin, kamuoyuna dahil yaptığı açıklamaların görevinin bir parçası olduğunu hatırlattı.
3. Bir diğer "değişmez", "modernist devlet ve toplum anlayışı"nın tekrar tekrar vurgulanmasıydı. Özellikle Kürt sorunu konusunda Türkiye'de devlet yapısının ilk günden bu yana fırsat eşitliğini dikkate alan, etnik kurum yapılanmasını içermeyen, asimilasyoncu olmayan tavır içinde olduğunu, toplumsal düzeyde ise kültürel büyük ayrımlar barındırmadığını söylemesi buna bir örnekti. Diğer örnek tüm konuşmasına sinmiş, Aydınlanmacı felsefecilere referans vererek yaptığı halk, görev, sorumluluk, dayanışmacı toplum tanımlarıydı.
4. Güvenlik merkezli ele aldığı ülke sorunlarını ise her modernistin yaptığı gibi temel olarak yerel dirençlere, yerel inançlara, modernlik dışı dindar tutumlara ve bölücülüğe bağlıyordu Başbuğ… Ulus-devleti, milleti, bireysel hakları, siyaseti bu çerçeve içinde ele alıyordu Başbuğ.
Biraz vesayetçi, biraz modernist, ama yasalcı ve yumuşak…Değişime ve "değişenler"e gelince…Dört nokta dikkatimizi çekti.
1. Org. Başbuğ toplumda hem birincil kimlik, yani milli kimlik, hem ikincil kimlik, yani alt kimlik (Kürt, Arnavut, Arap, diğer) olduğunu kabul eden, bunu açıklıkla dile getiren ilk asker oluyordu. "Kürt ve Zaza kökenli vatandaş" ifadesini kullanması, 15 yıl önceki "Kart Kurt sesleri"nden ya da Ergenekoncu "Kürt yoktur Ermeni vardır" düsturundan nereye geldiğimizi gösteriyordu.
2. Milli kimlik ya da millet tanımı konuşmasının dikkat çekici yerlerindendi. Atatürk'ün "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk denir" tanımını veri alıyor, "Türkiye halkı" yerine "Türk" ibaresi olması halinde asimilasyoncu bir manzara ortaya çıkacağını söylüyordu. Kana bağlı olmayan milliyetçilik veya "Atatürk milliyetçiliği" yeni bir yaklaşım olmasa da, "Türkiye halkı" vurgusu önemliydi.
3. Başbuğ'un bütünlüğünün anahtarının ikincil kimlikleri yok etmeden birincil kimliğe daha çok önemsenmesi olduğunu vurgulaması ilginçti. Ama daha ilginç olan genelkurmay başkanının bireysel özgürlüklerin güç, güven, sadakat arttırıcı işlevinden söz etmesi, bireysel özgürlüklerin sorunları tahrik etmeyeceğinin, hatta azaltacağını söylemesiydi.
4. Sonuçta yukarıdaki üç unsuru da kuşatan, Genelkurmay Başkanı'nın cumhuriyeti demokrasiyle iç içe tanımlamaya özen göstermesi, "modern cumhuriyet ancak demokrasiyle gerçekleştirebilir" demesiydi ki, bu, Hilmi Özkök hattının devamı ve derinleşmesi olarak tanımlanabilir.Peki tüm bunların anlamı ne?
Ordu görece de olsa değişiyor, değişimin öznesi kadar nesnesi olmaya devam ediyor.Yeni karargâh politikası siyasi iktidarla çatışmayı veri almayan, imajını tamir etmeye yönelen, uzlaşmacı bir eğilim taşıyacak gibi görünüyor. Genelkurmay Başkanı'nın sıcak siyasi konularla ilgili yapacağı basın toplantısı bu açıdan tamamlayıcı ve belirleyici olacak. Ancak, ordunun kendi iç restorasyonu kadar yeni yapıya ayak uydurmaya çalışacağı gerçeğinin değişeceğini sanmıyoruz.Başbuğ'un iki kez Obama'yı zikretmesi bile, yeni dille kurduğu ilişkiyi açıklaması açısından anlamlıdır.
Ama şunu söylemekten geri kalmamak gerek:Demokratik ülkelerde Genelkurmay Başkanları bu tarz törensel, canlı yayınlanan konuşmalar yapmazlar. Genelkurmay Başkanları'nın konuşmaları tüm ülkeyi alarma geçirmez, kamuoyu bu konuşmalara dikkat kesilmez. Ve bu konuşmalar, içeriği, vurguları, hatta her hangi bir sözcüğüyle siyasi dengeler üzerinde etkili olmazlar.Durum, Türkiye'nin hala askeri rengi koyu bir cumhuriyet olduğunu gösteriyor.Umarız hızla değişiriz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder