Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un 14 Nisan'da Harp Akademileri Komutanlığı'nda yaptığı konuşmadaki olumlu bulduğum yönlere 18 Nisan'da çıkan yazımda değindim.
Bu ve gelecek yazılarda Başbuğ'un görüşlerinde yanıltıcı ve eleştirilmeye muhtaç bulduğum yönlere değineceğim.
Sayın Başbuğ, demokrasilerde askerin sivil otoriteye bağlı olması gereğini kabul etmekle birlikte, "sivil-asker ilişkileri, ülkelerin kendilerine özgü şartları dikkate alınarak incelenmelidir" diyor. Hiç kuşku yok ki, sivil-asker ilişkileri ülkeden ülkeye farklılık gösterebilir. Ne var ki, Başbuğ'un esas aldığı anlaşılan liberal demokrasilerde bu ilişkinin, ülkelerin kendine özgü koşullarının üzerinde duran "olmazsa olmaz"ları var. Bunların ne olduğu, siyaset bilim öğrencileri için dahi çok açık ve nettir.
Sayın Başbuğ, konuşmasında akademik yazına atıfta bulundu. Ben de öyle yapayım. Önce Andrew Heywood'un Türkçeye çevrildiği için Türkiye üniversitelerinde de yaygın bir şekilde yararlanılan "Politics / Siyaset" adlı kitabına gönderme yapayım. Heywood, demokrasilerde sivil-asker ilişkilerinin silahlı kuvvetler üzerinde objektif ya da liberal sivil demokratik denetim esasına dayandığını belirttikten sonra, bunun temel ilkelerini şöyle açıklıyor: "Bu denetim biçiminin temel özelliği, siyasi ve askeri roller ve sorumluluklar arasında kesin bir ayrım yapılmasıdır, ki bu askerin tamamen siyasetin dışında kalması anlamına gelir. Bu çeşitli şekillerde sağlanır. Her şeyden önce askerler, parlamentoya ve halka karşı hesap vermek durumunda olan sivil liderlere tabidir. İkinci olarak, savunma ve askerlik dahil bütün alanlarda politika belirleme sorumluluğu sivil siyasilere aittir. Bu alanlarda dahi askerler sadece tavsiyelerde bulunabilir ve uygulamanın sorumluluğunu üstlenir. Askerler uygulamada oldukça büyük bir etki yapsalar da, bunda etkili olan çıkar gruplarından sadece birini oluşturur ve sivil yöneticilerin aldıkları kararları sorgulama yetkisine sahip değildir. Bu husus beraberinde üçüncü bir şartı getirir: İktidarda hangi parti ya da hükümet olursa olsun, silahlı kuvvetlerin siyasi bakımdan tam anlamıyla tarafsız olması gerekir." (Politics, s. 384-385.)
Bu bağlamda, otoriter rejimlerden demokrasiye geçiş konusunda uzman siyaset bilimciler arasında özel bir yeri olan Larry Diamond'a da atıfta bulunabilirim: "Tanım gereği, silahlı kuvvetler sivil denetime ve demokratik anayasal düzene sıkı sıkıya bağlanmadan demokrasi yerleşemez... Sivil otoritenin üstünlüğü, demokratik yoldan seçilmiş hükümetlerin, ulusal savunmanın hedeflerinin tanımlanması yanı sıra örgütlenmesinin ve uygulanmasının denetimi dahil bütün alanlarda izlenecek politikalarda tartışılmaz otoriteye sahip olması anlamına gelir. Askerin rolü, ulusal savunma ve uluslararası güvenlik ile sınırlıdır ve sivillerin, -iç güvenlikle ilgili bütün sorumluluklardan arındırılmış olan- ordu (ve istihbarat örgütleri) üzerinde etkin gözetim ve denetim kurmaları (sivil savunma bakanlığı gibi) yönetim organları tarafından sağlanır." (Consolidating the Third Wave Democracies, Johns Hopkins, 1997, s. xxvii.")
Asker üzerinde sivil demokratik denetim sağlanamazsa ne olur? Rejim liberal demokrasi olmadığı gibi, siyasi sorunlara çözüm de bulunamaz. Çünkü siyasi sorunları ancak siyasiler çözebilir. Siyasi sorunların çözümünü kısmen veya tamamen askerlere havale etmek, hastayı tedavi için doktora değil de mesela jeologa göndermeye benzer. Zira askerler siyasi sorunları çözmek için değil, gerektiğinde savaşmak için eğitilirler. Siyasiler de elbette sorunları çözmekte başarısız olabilirler. Ama demokrasi, sorunları çözemeyen siyasileri değiştirmek için vardır.
Eğer Türkiye siyasi sorunlarını çözme konusunda sürekli patinaj yapıyor ise, bunun temel nedeni siyasi konulara kısmen veya tamamen askerlerin müdahil olmalarından bir türlü kurtulamamış, asker üzerinde sivil demokratik denetim kuramamış olmamızdır.
Bu ve gelecek yazılarda Başbuğ'un görüşlerinde yanıltıcı ve eleştirilmeye muhtaç bulduğum yönlere değineceğim.
Sayın Başbuğ, demokrasilerde askerin sivil otoriteye bağlı olması gereğini kabul etmekle birlikte, "sivil-asker ilişkileri, ülkelerin kendilerine özgü şartları dikkate alınarak incelenmelidir" diyor. Hiç kuşku yok ki, sivil-asker ilişkileri ülkeden ülkeye farklılık gösterebilir. Ne var ki, Başbuğ'un esas aldığı anlaşılan liberal demokrasilerde bu ilişkinin, ülkelerin kendine özgü koşullarının üzerinde duran "olmazsa olmaz"ları var. Bunların ne olduğu, siyaset bilim öğrencileri için dahi çok açık ve nettir.
Sayın Başbuğ, konuşmasında akademik yazına atıfta bulundu. Ben de öyle yapayım. Önce Andrew Heywood'un Türkçeye çevrildiği için Türkiye üniversitelerinde de yaygın bir şekilde yararlanılan "Politics / Siyaset" adlı kitabına gönderme yapayım. Heywood, demokrasilerde sivil-asker ilişkilerinin silahlı kuvvetler üzerinde objektif ya da liberal sivil demokratik denetim esasına dayandığını belirttikten sonra, bunun temel ilkelerini şöyle açıklıyor: "Bu denetim biçiminin temel özelliği, siyasi ve askeri roller ve sorumluluklar arasında kesin bir ayrım yapılmasıdır, ki bu askerin tamamen siyasetin dışında kalması anlamına gelir. Bu çeşitli şekillerde sağlanır. Her şeyden önce askerler, parlamentoya ve halka karşı hesap vermek durumunda olan sivil liderlere tabidir. İkinci olarak, savunma ve askerlik dahil bütün alanlarda politika belirleme sorumluluğu sivil siyasilere aittir. Bu alanlarda dahi askerler sadece tavsiyelerde bulunabilir ve uygulamanın sorumluluğunu üstlenir. Askerler uygulamada oldukça büyük bir etki yapsalar da, bunda etkili olan çıkar gruplarından sadece birini oluşturur ve sivil yöneticilerin aldıkları kararları sorgulama yetkisine sahip değildir. Bu husus beraberinde üçüncü bir şartı getirir: İktidarda hangi parti ya da hükümet olursa olsun, silahlı kuvvetlerin siyasi bakımdan tam anlamıyla tarafsız olması gerekir." (Politics, s. 384-385.)
Bu bağlamda, otoriter rejimlerden demokrasiye geçiş konusunda uzman siyaset bilimciler arasında özel bir yeri olan Larry Diamond'a da atıfta bulunabilirim: "Tanım gereği, silahlı kuvvetler sivil denetime ve demokratik anayasal düzene sıkı sıkıya bağlanmadan demokrasi yerleşemez... Sivil otoritenin üstünlüğü, demokratik yoldan seçilmiş hükümetlerin, ulusal savunmanın hedeflerinin tanımlanması yanı sıra örgütlenmesinin ve uygulanmasının denetimi dahil bütün alanlarda izlenecek politikalarda tartışılmaz otoriteye sahip olması anlamına gelir. Askerin rolü, ulusal savunma ve uluslararası güvenlik ile sınırlıdır ve sivillerin, -iç güvenlikle ilgili bütün sorumluluklardan arındırılmış olan- ordu (ve istihbarat örgütleri) üzerinde etkin gözetim ve denetim kurmaları (sivil savunma bakanlığı gibi) yönetim organları tarafından sağlanır." (Consolidating the Third Wave Democracies, Johns Hopkins, 1997, s. xxvii.")
Asker üzerinde sivil demokratik denetim sağlanamazsa ne olur? Rejim liberal demokrasi olmadığı gibi, siyasi sorunlara çözüm de bulunamaz. Çünkü siyasi sorunları ancak siyasiler çözebilir. Siyasi sorunların çözümünü kısmen veya tamamen askerlere havale etmek, hastayı tedavi için doktora değil de mesela jeologa göndermeye benzer. Zira askerler siyasi sorunları çözmek için değil, gerektiğinde savaşmak için eğitilirler. Siyasiler de elbette sorunları çözmekte başarısız olabilirler. Ama demokrasi, sorunları çözemeyen siyasileri değiştirmek için vardır.
Eğer Türkiye siyasi sorunlarını çözme konusunda sürekli patinaj yapıyor ise, bunun temel nedeni siyasi konulara kısmen veya tamamen askerlerin müdahil olmalarından bir türlü kurtulamamış, asker üzerinde sivil demokratik denetim kuramamış olmamızdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder