Çocukluğum, her yaz kuzenlerimle buluşacağım İstanbul tatillerini iple çekerek geçti. Bir erkek, üç kız çocuğunu hem eğlendirmek hem de disipline etmek için dedemizin bulduğu formül, 'dede okulu' kavramını yaratmak oldu. Bu 'okul'da herkesin rütbesi vardı. Her yıl, askerlikteki bir sonraki rütbeye terfi ederek gurulanmayı daha 6 yaşında evcilik oynarken öğrendik. Böylelikle çavuştan sonra teğmen gelir, albay nedir, kurmay nedir, tüm terfi sistemine çaktırmadan hakim olduk. En son hangi rütbeye geldiğimde bu askercilik oyununu bıraktık bilmiyorum, herhalde albaydım. Dede okulu sadece rütbelerle sınırlı değildi, tek sıra halinde dizilip dedeye tekmil verdiğimizi, 'uygun adım'la öğle uykusuna yollandığımızı da hatırlıyorum. Tüm marşları o yaşımda sular seller gibi ezberledim, bunları yaparken de eğlendim.İşin garibi, dedem asker değildi. Hatta 60'lı yıllarda Adalet Partisi saflarına katılıp sırf ezan okundu diye miting konuşmasını 'Gözleriminin içine bakın, ne dediğimi anlarsınız' diyerek yarıda kestiği için gözaltına alınmıştı!
Elbette bu hikayeyi ancak büyüdüğümüzde öğrendik...Çocukluğuma dair askerlik nostaljimi tetikleyen haber, Pazar günü Akşam'da yayınlandı: 44 yıl önce askeri kurallara göre belirlenen okulların merasim geçişleri yönetmeliği 'sivilleştirilmiş'ti, artık 'komutan' ve 'manga' ifadeleri kullanılmayacaktı. Ancak 'Hazır ol, yerinde say, marş' gibi komutlar yine de verilecekti. Tek fark, bu görevi tören yöneticisinin değil beden öğretmeninin devralması!
UYGUN ADIM, MARŞ MARŞ!
İlkokula Almanya'da başladım, üçüncü sınıftan itibaren Türkiye'de, Ankara'da okudum. Bazı sınıf arkadaşlarımın arkamdan 'gavur' dediği, beslenme çantasına muz koymanın ayıp olduğu, kendimi diğerlerine benzetmek için kıvrandığım günlerdi. Dede okulundan şerbetliydim, evet. Ancak hiçbir şey beni milli bayramlarda kurulan askeri düzene hazırlayamazdı. 'Tüfek om'za!' komutunda elim ayağım birbirine karışırdı. 23 Nisan'da 'Atam sen kalk ben yatam' diye koskoca okulun önünde ağlayarak şiir okuyan çocukların performansına imrendim. Bu görev bana verilecek olsa herhalde ilk dizeleri unutur, komutu şaşırırsam diye düşünüp içimi rahatlatırdım. Bir kez sancağı tutma görevi verildi diye pek sevinmiştim. Bugün, 7-8 yaşındakilerin nispeten daha sivil sayılabilecek bir tören düzeneğine geçmesini sevindirici bulmak bile tuhaf. Oysa yetişkinler halen garnizon komutanlığı alışkanlığıyla 'Mustafa Kemal'in askerleriyiz' diye slogan atıyor. Tarık Akan gibi sanatçılar, 'ordumuz tek gücümüzdür' diyebiliyor. Yani ne sanat, ne bilim, ne spor, ne ticaret ne de düşün gücümüzün esamisi okunuyor, sadece askeri güçten ibaret Türk milleti! Galiba 'Mustafa Kemal'in öğrencisiyiz' diyebildiğimiz güne kadar sivil olmayı da, sivil düşünmeyi de öğrenemeyeceğiz. 'Muasır medeniyet seviyesi'ne de ulaşmak bu şartlarda ancak hayal.
GÜNAY'IN BAKANLIĞI TEHLİKEDE Mİ?
GÜNAY'IN BAKANLIĞI TEHLİKEDE Mİ?
KÜLTÜR Bakanı Ertuğrul Günay, bir kez daha 'ilginç' çıkış yaptı ve 12. dalga gözaltıları üzerine '12 Mart günleri' benzetmesinde bulunup, AKP'nin bu süreçte yıpranacağını söyledi. Hemen ertesi gün de 'Ergenekon'un aslından sapmaması' yolunda bir açıklamayla sözlerine ince ayar yaptı.Acaba bu 'mini isyan' ve düzeltmenin içinde, Menderes Türel'in yeni Kültür ve Turizm Bakanı olacağı söylentileri mi yatıyor? Antalya'da belediye başkanlığını CHP'ye kaptıran Türel'in, Başbakan'ın tatili sırasında 4 saatlik görüşme yapması bile Günay'ın canını sıkmış olmalı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder