Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un dün İstanbul'da, Harp Akademileri Komutanlığı'nda yaptığı yıllık değerlendirme toplantısını ilginç kılan, iki hayati konuda takındığı birbirine zıt tavırlardı. Bunlardan ilki PKK ve Kürt meselesi.
***
Başbuğ, Atatürk'ün 'Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir' sözüne atıf yaptı örneğin. Böylece milletin etnik temele dayalı olmayan bir anlayış üzerine kurulduğunu vurguladı. Bu sözleri Kürtlere yönelik söyledi. Türkler ve Kürtlerin ortak noktalarının farklı noktalarından daha fazla olduğunu dile getirdi. Ve ısrarla Türkiye'de hiçbir zaman asimilasyon politikaları uygulanmadığını, buna karşılık entegrasyona ihtiyaç duyulduğunu belirtti.
***
Kısacası Kürt meselesinde bütünleştirici ve ortak paydaları vurgulayıcı bir tavır koydu Genelkurmay Başkanı. Bu tavrı, ülkedeki kamplaşma ve kültürel kimlik tartışmalarına bir reaksiyondu. 'Biz' ve 'onlar'ı ortadan kaldırmaya yönelik bir gayret içeriyordu.
***
Tabii bu gayretin Başbuğ'un söylediği gibi gösterilmesi ne kadar doğru meselesi ayrı bir tartışma konusu. Özellikle de ''Vatandaşa düşen ülkesini sevmektir' sözü. O söz 'vatandaş devlet için var' anlayışının bir uzantısı olarak yorumlanabilir pekala.
***
Kürt meselesi ve PKK konusunda takındığı tavra zıt olan ise din ve cemaatler konusunda sergilediği tutumdu. Orada uzlaştırıcı üslup bir anda 180 derece döndü.
***
'Bugün bazı cemaatler öncelikle bir ekonomik güç olmaya ve daha sonra da sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir tek tip yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar' diyerek doğrudan Gülen Cemaati'ni hedef aldı Genelkurmay Başkanı. Ve 'Bu cemaatler hedeflerine ulaşmanın önünde TSK'yı en büyük engel olarak görüyorlar' sözleriyle keskin bir şekilde 'biz' ve 'onlar' ayrımına gitti.
***
Kısacası Kürt konusunda sergilediği bütünleştirici ve kampları yok edici üsluba karşılık cemaat ve laiklik konusunda ayrıştırıcı ve düşman tanımlayıcı bir tavır takındı. Gülen Cemaati'ne 'Bu yapılanlara karşı hukuk devleti kapsamında TSK'nın tepkisiz ve etkisiz kalacağını düşünmek büyük yanılgıdır' diyerek açıkça meydan okudu. Bu meydan okumanın alt metninde hükümete de uyarı vardı elbet.
***
Konuşmanın ana hatlarına baktığımızda ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Ordu, kültürel kimlik tartışmalarında 'koruyup kollayıcı ve bütünleştirici bir yaklaşım'ı uygun buluyor. Bir nevi 'Büyük Abi'yi oynayarak 'Kürtlerin içine düştüğü kimlik yanılsamasına çare bulurum' diyor.
***
Ancak iş din tartışmasına gelince 'Büyük Abi'liği bir kenara koyuyor. Belli ki onun için cemaat muhatap aldığı bir düşman. Ve o düşman ile mücadele için gerekirse açık taraf olacak ve savaşacak.
***
Başbuğ'un konuşması önümüzdeki dönemde laiklik ve muhafazakarlık eksenindeki bölünmede bir azalma olmayacağının sinyalini veriyor.
Testesteron hakimiyeti
Nedense bu ülkede tüm ciddi ortamlar feci halde 'erkek'tir. O ortamlarda bulunan kadınlar da mecburen erkekleşir. Sözlerini dinletebilmek için bol miktarda testesteron yutmak zorunda kalırlar.
***
Bu nedenle dün İstanbul Harp Akademileri Komutanlığı'ndan içeri girdiğimde kendimi bir anda acayip yalnız hissettim. Genelkurmay Başkanı'nın yapacağı yıllık değerlendirme toplantısına davet edilme şerefine erişmiştim ama bu şerefe erişenlerin yüzde 95'i erkekti. Geri kalan yüzde 5'in bir kısmı 'biz de bu yollardan geçtik. Yakında alışırsın' bakışları atıyorlardı. Ancak birkaçı benim gibi 'sudan çıkmış balık'tı.
***
O manzarayı görünce kadınların belki de doğaları gereği erkekler kadar 'tek tip' ve 'ağırbaşlı' görünemeyeceklerini düşündüm. Yani dünya tersine dönse ve o salon tıklım tıklım kadın dolu olsa orada kesin çok daha fazla öznellik, hareket ve fırtına olurdu. Yaşam daha çetrefil ama kesinlikle daha renkli hale gelirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder