Ne zaman asker, bir etkinliğine daha önce ambargo koyduğu gazetecileri çağırsa içim bir garip olur.
“TSK tabuları yıkıyor” diyenlerin aksine benim aklıma “acaba altında faklı bir şey mi var?” sorusu gelir. Bunun içinde haklı gerekçelerim var. İşte yine öyle bir toplantı.
14 Nisan’da Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, yıllık değerlendirme toplantısı yapıyor.
Yer İstanbul’da Harp Akademileri Komutanlığı.
Davetliler arasında uzun zamandır askerin ambargo koyduğu, akreditasyon uygulamasına takılan birçok ünlü isim de var.
Geçmişte de böyle bir etkinlik olmuştu.
Basın toplantısı değil bir geziydi.
Yıl 1997. O meşhur 28 şubat dönemi.
Genelkurmay, birçok ambargolu ve “sakıncalı” ismi bu geziye davet etmişti.
Mehmet Altan, Ali Bayramoğlu, Neşe Düzel, merhum Yavuz Gökmen ve hatta sonradan 312 generalin hakaret davasına muhatap olan Vakit'ten Abdurrahman Dilipak’ın da aralarında olduğu 30 kadar gazeteci... Güneydoğu politikasına muhalif isimler...
Genelkurmayın amacı ‘‘Bu konuda bizi eleştirenlerin, olayı bizzat yerinde görüp değerlendirmelerini istedik'' olarak açıklanmıştı.
Ancak sonradan öğreniyoruz ki aslında bu gezi muhalif isimleri susturma ve gözdağı verme girişimiymiş. Dönemin Genelkurmay ikinci başkanı Çevik Bir’in emriyle gazeteciler kasıtlı olarak çatışma bölgelerine götürülmüş ve karargahta kampetlerde yatırılmıştı.
Hatta Çevik Paşanın emriyle gece askerler havaya ateş açarak gazetecilerin gözleri korkutulmuş. Bindikleri helikopterlerde bile, füze hedefine girmiş gibi manevralar yaparak çatışma havası verilmiş.
Bu nedenle TSK ne zaman ambargo koyduğu gazetecileri bir toplantısına çağırsa “acaba?” diyorum...
Bence 14 Nisan tarihi, TSK-Basın ilişkileri açısından çok önem taşıyacak.
Fehmi Koru, Nazlı Ilıcak, Hasan Cemal,. Şamil Tayyar, Mehmet Altan gibi muhalif ve ambargolu isimlerde bu toplantıya davet edildi.
TSK basına koyduğu ambargoyu esnetmeye devam mı ediyor.?
Peki o toplantıda Başbuğ ne mesaj verecek?.
TSK’nın bazı isimlerinin yaptığı gibi geçmişte ki hatayı tekrar edecek mi?
Bir gözdağı ve uyarı mı olacak.?
Bu isimlere karşı Başbuğ, emir kipleri içeren ünlü konuşmalardan birini mi yapacak?
Eleştiri yapanları, “TSK yıpratılmaya çalışılıyor” gibi nereye çekileceği belli olmayan cümleler ile korkutmaya, uyarmaya mı çalışacak?
Yoksa sadece sivillerin değil, askerinde kendisini özeleştiriye tabi tutacağını bize gösterecek mi?
Türkiye’nin ve ordusunun çağdaş ve demokratik olabileceğini kanıtlayacak mı?
Bunları şimdiden söylemek zor.
Ama Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un bugüne kadar yaptığı açıklama ve hareketlerinden bu toplantının TSK adına önemli bir dönüm noktası taşıyacağını sanıyorum.
Acaba Başbuğ, sırtını askere dayamayı amaç edinmiş bazı köşe sahiplerinin beklentileri boşa çıkaracak mı?. Bilmiyorum.
Ama hala akreditasyon kurbanı olan ve TSK toplantılarından subaylar eşliğinde atılan biri olarak, askerin de demokratik olabileceğini umuyor olmam çok mu hayalcilik sizce?
“TSK tabuları yıkıyor” diyenlerin aksine benim aklıma “acaba altında faklı bir şey mi var?” sorusu gelir. Bunun içinde haklı gerekçelerim var. İşte yine öyle bir toplantı.
14 Nisan’da Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, yıllık değerlendirme toplantısı yapıyor.
Yer İstanbul’da Harp Akademileri Komutanlığı.
Davetliler arasında uzun zamandır askerin ambargo koyduğu, akreditasyon uygulamasına takılan birçok ünlü isim de var.
Geçmişte de böyle bir etkinlik olmuştu.
Basın toplantısı değil bir geziydi.
Yıl 1997. O meşhur 28 şubat dönemi.
Genelkurmay, birçok ambargolu ve “sakıncalı” ismi bu geziye davet etmişti.
Mehmet Altan, Ali Bayramoğlu, Neşe Düzel, merhum Yavuz Gökmen ve hatta sonradan 312 generalin hakaret davasına muhatap olan Vakit'ten Abdurrahman Dilipak’ın da aralarında olduğu 30 kadar gazeteci... Güneydoğu politikasına muhalif isimler...
Genelkurmayın amacı ‘‘Bu konuda bizi eleştirenlerin, olayı bizzat yerinde görüp değerlendirmelerini istedik'' olarak açıklanmıştı.
Ancak sonradan öğreniyoruz ki aslında bu gezi muhalif isimleri susturma ve gözdağı verme girişimiymiş. Dönemin Genelkurmay ikinci başkanı Çevik Bir’in emriyle gazeteciler kasıtlı olarak çatışma bölgelerine götürülmüş ve karargahta kampetlerde yatırılmıştı.
Hatta Çevik Paşanın emriyle gece askerler havaya ateş açarak gazetecilerin gözleri korkutulmuş. Bindikleri helikopterlerde bile, füze hedefine girmiş gibi manevralar yaparak çatışma havası verilmiş.
Bu nedenle TSK ne zaman ambargo koyduğu gazetecileri bir toplantısına çağırsa “acaba?” diyorum...
Bence 14 Nisan tarihi, TSK-Basın ilişkileri açısından çok önem taşıyacak.
Fehmi Koru, Nazlı Ilıcak, Hasan Cemal,. Şamil Tayyar, Mehmet Altan gibi muhalif ve ambargolu isimlerde bu toplantıya davet edildi.
TSK basına koyduğu ambargoyu esnetmeye devam mı ediyor.?
Peki o toplantıda Başbuğ ne mesaj verecek?.
TSK’nın bazı isimlerinin yaptığı gibi geçmişte ki hatayı tekrar edecek mi?
Bir gözdağı ve uyarı mı olacak.?
Bu isimlere karşı Başbuğ, emir kipleri içeren ünlü konuşmalardan birini mi yapacak?
Eleştiri yapanları, “TSK yıpratılmaya çalışılıyor” gibi nereye çekileceği belli olmayan cümleler ile korkutmaya, uyarmaya mı çalışacak?
Yoksa sadece sivillerin değil, askerinde kendisini özeleştiriye tabi tutacağını bize gösterecek mi?
Türkiye’nin ve ordusunun çağdaş ve demokratik olabileceğini kanıtlayacak mı?
Bunları şimdiden söylemek zor.
Ama Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un bugüne kadar yaptığı açıklama ve hareketlerinden bu toplantının TSK adına önemli bir dönüm noktası taşıyacağını sanıyorum.
Acaba Başbuğ, sırtını askere dayamayı amaç edinmiş bazı köşe sahiplerinin beklentileri boşa çıkaracak mı?. Bilmiyorum.
Ama hala akreditasyon kurbanı olan ve TSK toplantılarından subaylar eşliğinde atılan biri olarak, askerin de demokratik olabileceğini umuyor olmam çok mu hayalcilik sizce?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder