15 Nisan 2015 Çarşamba

Palavra bazen merhametsizliğin daniskasıdır! / Umur Talu

Her kuşağa düşen bir iş de, “palavralar”la yüzleşip çocuklara daha fazla hakikati miras bırakabilmek olmalı.
Kuşak kuşak palavra aktarımı sadece tarihi çarpıtmıyor; milyonlarca insanın, özellikle en güçsüzlerin, en yoksulların hayatını gasp ediyor.

***

Palavralar tarih yazımından haber yazımına kadar yaygın.
Bir kısmı da “Mehmetçik”e verilen değer üzerine.
Sivil ve üniformalı büyükler, her fırsatta bu konuda nutuk atma becerisiyle doğmuş sanki.
Oysa fiilen ne değer verdikleri, kolayca ölüme fırlatılan gençlerden, intihara sürüklenen çocuklardan, baskı-tehdit altındaki binlerce profesyonel askerden belli.
Sadece üniformalı büyüklerin suçu değil; ellerinde “gelmiş geçmiş en sivil iktidar”ın verdiği gelmiş geçmiş en otoriter “Askeri Disiplin Kanunu” var.
Askeri vesayeti kaldırdığını söyleyenlerin, askeri esareti nasıl kalkındırdığının…
Esaret altında cesaret bekleyenlerin ikiyüzlülüğünün ispatı!
O Disiplin Kanunu, bütün memleket ve milletin “militarize iç güvenlik kutusu”na nasıl paketlemek istendiğinin de işaret fişeğiymiş meğerse; veya paketin ilham kaynağı!

***

Palavra”nın en sakil döküldüğü meselelerden biri “Teröristlerin kaçırdığı Mehmetçikler!”
Ülkede kaç kişi, “PKK’nın kaçırıp serbest bıraktığı profesyonel askerler”in ordudan kovulduğunu biliyor, bilmiyorum!
Terörist diye çoluk çocuk katırlı kaçakçı bombalamak, bombalatmak” sorunsuz ve herkes sorumsuz ilan edilirken, Musul Konsolosluğu’nun direnmeden teslimi tepeden emredilirken; “kaçak” kovaladığı sıra Işid’e rehin düşen astsubayın “Direnmediği için devlet ve TSK itibarını küçük düşürmek”ten ordudan atılmak istendiğini kaç kişi biliyor?
Sadece komutanların değil, sivil paşaların da bu hoyratlığı umursamadığını kaç “Mehmetçik anası, babası, yavuklusu” biliyor?
Askerlikten soğutma davası”yla yazarların, çizerlerin, herkesin üzerine yürüyen büyük devletin; on binlerce askerin hakaret, eziyet, şiddet ve intiharla askerlikten çoktan soğutulmasının baş sorumlusu olduğunu kim biliyor?

***

Şimdi aktaracağım olayı hatırlayacaksınız:
Büyük Süleyman Şah Saygı Karakolu Operasyonu!
Çatışma olmaksızın verilen tek şehit” Astsubay Halit Avcı’ydı.
Önce “tank kapağına başını çarptı” dendi; ailenin, avukatının çabaları, burada aktarılan gerçeklerle “Zırhlıda operasyonu filme alırken yandan geçen tankın namlusunun çarptığı” ortaya çıktı.
Bakın, 21 Şubat’taki operasyon için daha Ocak’ta “şehit” nasıl görevlendirilmiş:
Faaliyet sırasında bir savaş muhabirinin konvoya dahil edilmesi güvenlik mülahazaları nedeniyle kabul edilmemiş, TSK Foto Film Merkezi Komutanlığından bir fotoğrafçı ve bir kameramanın konvoya dahil edilmesi, elde edilen görüntülerin kurgulanması ve onaylanmasını müteakip basınla paylaşılması direktifi alınmıştır.”
Kurgu”daki “güvenlik mülahazası” neticesini de, “film çektiği için kompozit başlık takamayan” o “Kameralı Astsubay”ın güvenliğinden ve kafası parçalanarak ölümünden anlıyoruz!

***

Bir önemli ayrıntı ise “Operasyonda Kobani’de PYD yardımı almadık” palavrasına dair.
Hakim Teğmen” Savcının aldığı tanık ifadelerinden:
İntikal sırasında hem karşı şeritten hem yanımızdan çok sayıda sivil araç geçti.
Harekât öncesinde sivil araçlara dair bilgilendirme yapılmadı.
Hatırladığım kadarıyla sivil bir pikap da konvoyla birlikte hareket etti.
Türkiye topraklarında iken üsteğmen, yüzbaşıya sivil bir şahsın tercüman olarak kendini tanıttığını, tanka bineceğini anons geçti. Yüzbaşı beklemesini söyledi. Tahminim Tabur komutanına danıştı. ‘Alabilirsin’ diye anons geçti.
İntikal süresince sivil araçlara dair uyarı veya bilgi verilmedi.
Suriye topraklarına girdiğimizde önümüzde sivil bir pikabın bizimle aynı hızda ilerlediğini görünce bölük komutanına haber verdim. Gözetlemeye devam et, olumsuz bir durum olursa haber ver, gerekli önlemleri al dedi.”
Tanık ifadeleri “çok sayıda sivil araç yüzünden” sebebini bilmeden durduklarını, o ışıkların göz aldığını da belirtiyor.
Kobani’de sivil araçlar”la “işbirliği”, ne bileyim askerleri, tankları şaşırtan “araç trafiği”ni yoğunlaştıran “rehberlik, tercümanlık hizmetleri” gizlenecek bir ayıpsa…
Yalan daha da ayıp!
Hem “şehit”in nasıl verildiğine dair ilk yalanlar; hem de her türlü “kurgu.”

***

Kendi beyanlarına göre Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı’nın her birinin bizzat komuta ettiği, “Sabaha kadar ışıkları yanan harekat merkezi”nden yönetilen büyük tahliye operasyonundaki “tek şehit”in sorumlusuna gelince iş; ortada hiçbir asker-sivil büyük kalmıyor, sorumluluk ve “bilinçli taksirle ölüme sebebiyet suçu”, bir astsubay ile bir uzman çavuşa yıkılmak üzere!
Yani bir palavra sadece palavra değil…
Aynı zamanda merhametsizliğin daniskası!




HÜRREM, ZELİŞ, RÜYA, ESMERALDA, BARAN...  TSK’NIN ATLARI…

7 Nisan’da buradaki ikinci bir yazıda “Genelkurmay, Özel kurmay” başlığı altında bir mevzuda yazarken, nereden aklıma geldiyse, birden “TSK’nın atları”nı sormuştum.
Genelkurmay Başkanlığı (Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı ve Daire Başkanı Tuğg. Ertuğrulgazi Özkürkçü) çok özenli ve ayrıntılı bir “bilgi notu” iletti:
Aktarayım:
1. TSK’da atlar; konkur müsabakaları, tören, devriye, eğitim, rehabilitasyon ve damızlık olarak yetiştirilip kullanılıyor.
2. Kara Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde 157 konkur, 41 binek, 25 koşum, 18 damızlık toplam 241 at, Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde asayiş görevlerinde kullanılmak üzere 52 adet at ordu hizmet hayvanı olarak görev yapıyor.
3. TSK’nın yurtdışına bağımlılığını azaltmak ve nitelikli spor ve tören atı ihtiyacını karşılamak maksadıyla son 10 yılda 8 damızlık atın alımı yapıldı:
Merve (2006) 45bin 300 TL; Hürrem (2006) 63 bin; Zeliş (2006) 63 bin; Ecem (2006) 45 bin 300; Buket 2 (2006) 45 bin 300; Gökçen (2006) 45 bin 300; Esmeralda (2008) 127 bin; Topina (2008) 127 bin TL.
4. Kara Gücü Binicilik Ekibinin ulusal, uluslararası yarışmalarda başarılı olması maksadıyla nitelikli konkur atı tedarik faaliyetlerine 2006’da başlanmıştır.
5. Atlı Spor ve Eğitim Merkezi Komutanlığında son 10 yılda yurtdışından 6 at satın alındı. Envanterindeki 113 at TSK üretimi taylar. Satın alınan 6 at: Pınar (2008) 275 bin TL (sakatlık nedeniyle 2014’te damızlık olarak Gemlik’e tertip edildi); Rüya (2008) 270 bin; Akın (2011) 729 bin; Baran (2011) 626 bin 400; Yıldırım (2011) 729 bin; Zirve (2011) 723 bin 60 TL.
6. Jandarma’da spor müsabakalı atı bulunmuyor. At ve Köpek Eğitim Merkezi son 10 yılda 27 at satın aldı. 2005’te 156 bin 600TL, 2007’de 117 bin 450, 2008’de 32 bin 320 TL, 2009’da 224 bin 290, 2010’da 352 bin 350, 2013’de 210 bin 600 TL’lik alım yapıldı.
7. Satın alınan atların tedarik faaliyetleri KKK’nın talebi üzerine Milli Savunma Bakanlığı tarafından yapıldı.
8. Son 5 yılda Pınar 16, Rüya 15, Akın 10, Yıldırım 8 birincilik aldı; Baran’ın 4 ikinciliği var.

***
Açıkçası kasalar, kutular, sıfırlar için tek kelime açıklamanın yapılmadığı memlekette TSK’nın atlar için yaptığı açıklama çok ayrıntılı; kuruşu kuruşuna.
Atlara elbet hiç diyeceğim yok…
İnsanlar çok kolay harcanmasa!
Bu açıklamalı yazıyı da o soruları sorduğum önceki yazı gibi bitireyim:
Tabii ki bunlar olabilir ama o vakit “yoksulluğun katırları”nı öldürmek daha tuhaf kaçıyor işte!

***

Bitireyim dedim ama kolay bitmiyor:
Atlar tek tek açıklanabilirken, 34 insanı katırlarıyla öldüren bir bombardıman, 25 askeri umutlarıyla parçalayan bir cephanelik patlaması da açıklanabilseydi!
Çocukların ismi unutulmasın diye, Şair Baran (İbrahim Halil) bir dize yazmıştı, “Katır sırtında taşınan ölüler… Unutursam kalbim kurusun” diye; ama çocuklar katırlara da isim vermiş miydi, onların da birer adı var mıydı, aklımıza bile gelmediydi!
Ne yapayım:

Sıfatsız katırların vurulduğu, sıvasız hanelerden asker çocukların kendini vurduğu ülkede, yarışmacı atlara başarılar dilerim!