Ergenekon
davasının 281. duruşmasında üç savcı tarafından hazırlanan esas
hakkındaki mütalaada, iki husus öne çıkıyor: 1. Ergenekon diye bir terör
örgütü var. 2. Bu örgüt, hükümete yönelik bir darbe teşebbüsü içinde
olmuştur. Suçlama bu olunca, ilgili kanun maddesi (312) gereği pek çok
sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor.
Balyoz
ve Ergenekon davaları, darbeye teşebbüs davaları olarak yeni bir dönemi
anlatıyor. Ancak eski dönemin sona erdiğini söyleyemeyiz.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucuna kadar Türkiye’yi çetin günler
bekliyor…
Bu davalardan rahatsız olanlar, 12 Eylül 2010’daki referandumda “hayır” oyu verenlerin çoğunluğunu teşkil ediyordu. Yüzde 42’lik o “hayır” küçümsenmemelidir. Ancak yüzde 42, demokrasiye geçişi istemeyenler olarak algılanmamalıdır. O zaman bu yüksek oranın izahı nedir?
Benim cevabım, siyaset ve medyada, vesayet dediğimiz yüz yıllık statükoya sahip çıkan güçlü bir odağın olmasıdır. Şöyle söyleyeyim; eğer CHP, MHP ve kamuoyunu, gazete ve televizyonlarıyla çok ciddi şekilde etkileyen medya gücü olmasaydı, yüzde 42 hayır, asla olmazdı. CHP ve MHP, Balyoz ve Ergenekon sanıklarını, seçilecek yerlerden milletvekili adayı yaparak, demokratikleşmeye karşı net tavır aldılar. Dolayısıyla Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun partilerinin grup toplantılarında savcıları suçlamaları, hiç şaşırtıcı değil.
Vesayetçiler, davalar başladıktan sonra hiçbir zaman demokratikleşmeye karşıdan cephe almadılar. Belli bir strateji ile zihinleri bulandırmaya, davaları özünden uzaklaştırarak sulandırmaya ve itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Bu strateji, iki cepheden yürütüldü. Birincisi, AK Parti düşmanlığı üzerinden. AK Parti, her seçimde oylarını biraz daha artırdığı ve siyaseten buna karşılık veremedikleri için şunu ileri sürdüler: “AK Parti, askerî vesayeti bitirdiğini söylüyor ama kendi vesayetini kuruyor. Askerî vesayet kötü ama sivil vesayet daha mı iyi? AK Parti’nin yargıyı ele geçirerek kurmaya çalıştığı bu vesayeti önlemeliyiz…” İkincisi, “AK Parti, devam eden yargılamalarla aslında TSK’yı hedef almıştır. Çözüm süreci denilerek İmralı canisiyle muhabbet kurulurken, paşalar cezalandırılmaktadır. TSK içinde tasfiye yapılmaktadır…”
Ergenekon davasında mahkemenin ne karar vereceğini bilmiyoruz. Şu anda iki senaryo konuşuluyor. Temyizde bu karar mutlaka bozulur diyenler var. Bozulunca tekrar bir yargılama safhası başlayacak. Kararda ısrar edilirse yeniden yüksek yargıya gidecek. O karar ne olur? Sonuçta AİHM’ye gitme ihtimali var. Kısacası bu süreçte, hapiste geçen tutukluluk süreleri, hükümlülerin salıverilmesini getirebilir. İkinci senaryo da şu: AK Parti kendi anayasa teklifini referandumda kabul ettirebilmek için başta KCK ve darbe teşebbüsü mahkûmları olmak üzere genel bir af teklifini de anayasa paketi içine yerleştirecek. Bu arada çözüm sürecinde de belli bir sonuç alınacağı için referandumdan AK Parti’nin istediği doğrultuda evet çıkacak…
Toparlarsak, aslında şunu konuşuyoruz: Türkiye’de demokratikleşme yönünde bir zihniyet değişimi olacak mı, olmayacak mı? Dikkat edilsin, yargılananların hiçbirinde pişmanlık ifadesi yok… İstenen müebbet cezaları, caydırıcılık adına bir şey ifade etmedi. Önemli olan, vesayet zihniyetinin müebbet cezası almasıdır. Yani artık bu ülkede hükümetleri askerî darbelerle devirmek, akıllardan bile geçmemeli, geçememelidir. Bunun için yeni sivil demokrat bir anayasa yapılması hayati önemdedir…
Bu davalardan rahatsız olanlar, 12 Eylül 2010’daki referandumda “hayır” oyu verenlerin çoğunluğunu teşkil ediyordu. Yüzde 42’lik o “hayır” küçümsenmemelidir. Ancak yüzde 42, demokrasiye geçişi istemeyenler olarak algılanmamalıdır. O zaman bu yüksek oranın izahı nedir?
Benim cevabım, siyaset ve medyada, vesayet dediğimiz yüz yıllık statükoya sahip çıkan güçlü bir odağın olmasıdır. Şöyle söyleyeyim; eğer CHP, MHP ve kamuoyunu, gazete ve televizyonlarıyla çok ciddi şekilde etkileyen medya gücü olmasaydı, yüzde 42 hayır, asla olmazdı. CHP ve MHP, Balyoz ve Ergenekon sanıklarını, seçilecek yerlerden milletvekili adayı yaparak, demokratikleşmeye karşı net tavır aldılar. Dolayısıyla Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun partilerinin grup toplantılarında savcıları suçlamaları, hiç şaşırtıcı değil.
Vesayetçiler, davalar başladıktan sonra hiçbir zaman demokratikleşmeye karşıdan cephe almadılar. Belli bir strateji ile zihinleri bulandırmaya, davaları özünden uzaklaştırarak sulandırmaya ve itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Bu strateji, iki cepheden yürütüldü. Birincisi, AK Parti düşmanlığı üzerinden. AK Parti, her seçimde oylarını biraz daha artırdığı ve siyaseten buna karşılık veremedikleri için şunu ileri sürdüler: “AK Parti, askerî vesayeti bitirdiğini söylüyor ama kendi vesayetini kuruyor. Askerî vesayet kötü ama sivil vesayet daha mı iyi? AK Parti’nin yargıyı ele geçirerek kurmaya çalıştığı bu vesayeti önlemeliyiz…” İkincisi, “AK Parti, devam eden yargılamalarla aslında TSK’yı hedef almıştır. Çözüm süreci denilerek İmralı canisiyle muhabbet kurulurken, paşalar cezalandırılmaktadır. TSK içinde tasfiye yapılmaktadır…”
Ergenekon davasında mahkemenin ne karar vereceğini bilmiyoruz. Şu anda iki senaryo konuşuluyor. Temyizde bu karar mutlaka bozulur diyenler var. Bozulunca tekrar bir yargılama safhası başlayacak. Kararda ısrar edilirse yeniden yüksek yargıya gidecek. O karar ne olur? Sonuçta AİHM’ye gitme ihtimali var. Kısacası bu süreçte, hapiste geçen tutukluluk süreleri, hükümlülerin salıverilmesini getirebilir. İkinci senaryo da şu: AK Parti kendi anayasa teklifini referandumda kabul ettirebilmek için başta KCK ve darbe teşebbüsü mahkûmları olmak üzere genel bir af teklifini de anayasa paketi içine yerleştirecek. Bu arada çözüm sürecinde de belli bir sonuç alınacağı için referandumdan AK Parti’nin istediği doğrultuda evet çıkacak…
Toparlarsak, aslında şunu konuşuyoruz: Türkiye’de demokratikleşme yönünde bir zihniyet değişimi olacak mı, olmayacak mı? Dikkat edilsin, yargılananların hiçbirinde pişmanlık ifadesi yok… İstenen müebbet cezaları, caydırıcılık adına bir şey ifade etmedi. Önemli olan, vesayet zihniyetinin müebbet cezası almasıdır. Yani artık bu ülkede hükümetleri askerî darbelerle devirmek, akıllardan bile geçmemeli, geçememelidir. Bunun için yeni sivil demokrat bir anayasa yapılması hayati önemdedir…