1 Temmuz 2013 Pazartesi

Askerî darbe birleştirir, yalanlar ayrıştırır / Ertan Altan



27 Nisan Muhtırası bir gece yarısı televizyonlardan okunduğunda Yeni Şafak gazetesinde muhabirdim. Dindarların kaygılarını, korkularını çok yakından gözlemleme fırsatı bulmuştum ve ben de gerçekten çok korkmuştum. Vesayet rejimi, 16 Mayıs 2007’de görev süresi dolacak olan Ahmet Necdet Sezer’in yerine Köşk’e Erdoğan, Gül ya da Arınç’ın çıkma ihtimaline karşı her şeyi yapmaya kararlı görünüyordu.
Daha sonra yaşananlar malumunuz. Bayrak mitingleri, Cumhuriyet mitingleri, AK Parti’ye yönelik kapatma davası hazırlıkları ve nihayet Ergenekon operasyonları...

Toplumun ve aydınların çok geniş bir kesimi, bir askerî darbeye zemin hazırlandığının farkındaydı. Bu atmosfer içinde soldan gelen pek çok yazar, gazeteci ve aydın vesayet rejiminin açık hedefi olan AK Parti ile ve dindar çevrelerle dayanışma içine girmekten çekinmedi.

Ergenekon operasyonları başladığında kamuoyunda en çok tartışma yaratan konulardan biri, sabah erken saatlerde bazı “hatırlı” kişilerin evlerine yapılan baskınlardı. Hem CHP’den hem de ulusalcı yazarlardan gelen “faşizm”, “diktatörlük” eleştirilerine rağmen, askerî vesayete karşı tutum alan liberal demokrat aydınlar bu koroya katılmadı. Ortada darbe örgütlenmesi olduğuna dair o denli güçlü bir kanı vardı ki, Balbay, Haberal gibi isimlerin durumu bir demokrasi faciası olarak algılanmadı.

Artık darbe yargılamalarının sonuna geldik. Balyoz’un ardından Ergenekon davasında da karar verilmek üzere.

Türkiye, askerî darbe defterini kapatırken başlayan Gezi Parkı eylemleri, vesayet rejimine karşı 2007’den beri birlikte tutum alan kesimleri ayrıştırdı. Hükümete yakın  gazeteler, Gezi Parkı eylemlerinin arkasında darbeci aramaya koyuldu. Olağan şüphelilerin hepsi Silivri’de olduğu için yaşananlar “sivil darbe girişimi” olarak tanımlandı. Bu oksimoron harekâtın tek delili ise geçmişte ulusalcılar söylediğinde çok dalga geçtiğimiz “zamanlama manidar” klişesi. Eylemler tam da çözüm süreci başlamışken patlak verdi. O hâlde hükümete ve çözüme karşı darbe hazırlanıyor.

Bütün o Sarıkız, Ayışığı sunumlarından, toprak altından çıkan silahlardan, ıslak imzalı eylem planlarından sonra yeni “sivil darbe”nin delilleri aşağı yukarı bundan ibaret. Cem Boyner’in çapulcu pankartını, Koç’un Divan Oteli’ni ve atılan tweetleri de unutmamak gerek.

Hükümete yakın gazetelerde yazan, birçoğu da dostum olan pek çok yazar şimdi yargının bu sivil darbe girişiminin üzerine şiddetle gitmesi gerektiğini yazıyor. Ergenekon davasına bakan savcılar da Gezi eylemlerini soruşturmaya başlamış bile.

Gezi bir milatmış, hiçbir şeyin eskisi gibi olmaması gerekiyormuş. Darbecilerin tuzağına düşen biz “samimi çevreciler” de darbenin delilleri ortaya çıktığında “Mustafa Kemal’in askerleri”yle birlikte çevre mücadelesi verdiğimiz için çok utanacakmışız.

Gelecekte utanmamamız için samimi çevreci ve demokratlara önerdikleri de hükümete karşı hiçbir surette sokağa çıkmamak. Demokrasi ancak böyle gerçekleşebilir.

Böyle olunca 2007’den beri birlikte davrananların ayrışması elbette kaçınılmazdı. Erasmus öğrencilerini yabancı ajan yapan, Twitter’dan örgüt çıkaran, polis şiddetini “elbette yanlış oldu”larla geçiştiren, sokağa çıkan herkesi terörist ilan edenlerle, asker ya  da sivil her türlü iktidarın vesayetine karşı çıkanlar nasıl birarada durabilirdi?

Ergenekon savcılarının soruşturduğu Gezi Parkı eylemleri, askerî vesayeti yıkan hükümetin şehirlerde müteahhit vesayetine geçmesi nedeniyle başladı. Çadırları yakılan, polis şiddetine maruz kalan “hipster” çocukların arkadaşları parka akın etti. Mimar ve şehir plancısı örgütlerinin Taksim’de yaptığı basın açıklaması görüşmemiş bir şiddet kullanılarak dağıtıldı. CHP, ana muhalefet partisi olduğu için hükümetin emrindeki polis şiddetine tepki verdi. Radikal sol örgütler, zaten radikal oldukları için hep yaptıkları gibi polisle çatıştı. Yenilmiş ulusalcılar hükümete karşı bir eylemi elbette kaçıracak değildi.

Zamanla İstiklal Caddesi’nin soğuk bira stoklarını bitiren eylemlerin bütün o şiddete rağmen eğlenceli geçtiğini duyanlar soluğu akşamları Taksim’de almaya başladı.

Nasıl, Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan el bombalarıyla başlayan sürece pek benzemiyor değil mi?