10 Temmuz 2013 Çarşamba

Hükümet hata yaptıkça tuzağa düşüyor / Lale Kemal


Hükümet, önce Gezi Parkı olaylarını, antidemokratik unsurların tezgâhladığı duygusuna kapılarak yanlış okudu okumaya devam ediyor. Keza Mısır’da ilk kez demokratik seçimlerle işbaşına gelen Muhammed Mursi hükümetinin ordu tarafından devrilmesini, 28 Şubat post-modern darbesine benzetiyor olması yanlış bir okuma olduğu kadar tehlikeli bir ruh hâline de işaret ediyor. Niye derseniz, yanıtı basit; bu tür okumalar bir özgüven eksikliğine, dolayısıyla yanlış okumalara ve felaketlere ister istemez davetiye çıkartma riskini taşır.

Tamam, Türkiye’nin, bırakın uzak tarihini yakın tarihi de darbeler, mevcut hükümeti yargı marifetiyle görevden uzaklaşmaya zorlama, elektronik muhtıralarla Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini önleme, olmadı PKK üzerinden iktidarı zor durumda bırakma gibi ayak oyunlarına sahne oldu. Üstelik bu ayak oyunları, iktidarın, ilk döneminde askerî vesayeti bir ölçüde kıran reformlarına rağmen oynandı. AK Parti yakın tarihe kadar, bu entrikalara karşı ayakta kalma mücadelesi verdi ve başarılı çıktı. 

Ne var ki, AK Parti, iktidarının üçüncü döneminde, alkol satışlarına sınırlama getireyim derken Başbakan Erdoğan üzerinden alkol alanları alkolik sınıfına soktu, kürtajda devlet müdahalesini abarttı, nihayetinde kendisine oy vermeyenleri kendi muhafazakâr dünya görüşünün içine çekmek istedi, dışlanmışlık duygusunu derinleştirdi.

Türkiye gibi demokratik dinamikleri olan bir ülkeyi Mısır gibi otoriter, yönetim biçimi olarak çağın gerisinde kalmış bir ülke ile mukayese etmeyi bile kendime zül saymakla birlikte orduları bakımından kimi benzerliklerin olduğunu tesbit edip, Ankara’nın biran önce, ülke içinde ve yakın çevresinde meydana gelen gelişmeleri doğru okuyup toparlanması gerektiğini düşünüyorum.


TSK’ın imtiyazları duruyor


Financial Times
’ın yorumcusu David Gardner’ın, 4 temmuz tarihinde Mısır’daki ordu darbesini kaleme aldığı yazısındaki şu tesbitlerine Türkiye’nin kulak vermesi gerekiyor.

Türkiye’de, Recep Tayyip Erdoğan ve onun neo-İslamcı iktidar partisi, Atatürk’ün Cumhuriyeti’nde uzun süredir belirleyici olan ordunun, siyasi gücünü elinden aldı ama imtiyazlarını değil. Ancak generallerin gücünün azalması, arkalarına saklandıkları seküler politikacıların da etkisizliğini ortaya çıkarttı. Geniş çaplı protestolar (Gezi Parkı), Türkiye’nin kurumsal yoksulluğuna ve Sayın Erdoğan’ın otoriterliğine –ki bu da Türkiye’nin kazananın, tüm kurumları ele geçirme ve paketleme kültürünün bir parçasıdır bir yanıttır.

Hükümet, askerin, yaklaşık 28 firması ve bazı firmalarda iştirakleri bulunan OYAK üzerinden sürdürdüğü imtiyazlı yapısına dokunmadı.
Keza, 18’e yakın askerî firmada iştirakleri bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı, özerk yapısını sürdürüyor. Bu şirketlerin harcamaları denetlenmiyor.

İktidar, ordunun kimi sembolik jestleri karşılığında sanki TSK’nın imtiyazlı yapısına dokunmuyor.
Savunma Bakanı Yılmaz, vakıf firmaları sorununun özüne dokunmadan kimi askerî firmaların yönetim kurullarındaki emekli general sayısını azaltıp yerine sivilleri atamış. Bunu, yine de iyi bir haber olarak not etmekte yarar var. Bakan Yılmaz, uzun vadede, askerî firmaların kontrolünün siyasi iradeye geçmesini planlıyormuş.

Mısır Ordusu’nun imtiyazları yanında TSK’nın imtiyazları göreceli olarak solda sıfır kalmakla birlikte tamamlanmış olmaktan halen uzak olan askerî reformlara artık hız verilmesi zamanıdır, 28 Şubat gibi darbe endişelerini yaşamak yerine.

Türkiye’de sözde laik, kendine demokrat çevrelerin, hükümetin Gezi protestolarını ele alış biçimi ve sonrasında Mısır’daki darbe üzerinden AK Parti’ye aba altından sopa gösterip, nemalanma arayışlarını boşa çıkartacak adımlar; özgürlük alanlarının genişletilmesi, kurumsal zafiyetlerin ortadan kaldırılması, Kürt sorununun çözümüne cesaretle odaklanılması yani demokratik reformların hızlandırılması olarak özetlenebilir.