“Merkez Şubeler tarafından sivildeki meslekleri marangozluk ve kerestecilik olarak tesbit edilen erlerin dağıtımları, aciliyetlerine binaen Kolordu Destek Kıtalar Komutanlıklarına vakit geçirmeksizin yapılarak...” Acaba böylesi bir telâşın mı içerisindedir, ilgililer?
“Falanca albayın emrine verilmiş bulunan marangozhanelerin ihtiyacı olan, ebatları aşağıda gösterilen tabut örtüsü bayrakların ve kırmızı başlıklı raptiyelerin ikmâlleri, Malî Şube Saymanlıklarınca piyasadan pazarlık usulü ile tedarik edilmek suretiyle...”Hummalı çalışmalar bu tarz yazışmalara mı yol açıyordur, karşılıklı?
Ya da meselâ ast birlikler, “Defaatle arz etmemize rağmen, tarafımıza yapılan ikmâller ihtiyacı karşılayacak miktarlara ulaşmadığı için, Levazım Müdürlüklerimiz muharip unsurların tabut sıkıntılarını giderememektedirler” diye mi yakınmaktadırlar, yukarıdakilere?
Yahut, “İtâ Amirleri, birinci hat bölüklerinin elleri altında her an için şu kadar sayıda tabut, tabut örtüsü bayrak ve yeteri metrajda kefenlik patiska bulunacak şekilde, Mal Müdürlüklerinin falanca harcama kaleminden karşılanmak üzere...” diye fokurdayan öfkeli emirler mi yağdırılıyordur sağa sola, bir taraftan da?
Sektörel gelişme o raddeye varmış ki, iş bununla bitmiyor, anlaşılan. Cenaze töreni eğitimleri de ihmâl edilmiyor birliklerin belli ki. Literatürde, “yanaşık düzen talimnamesi”ne girmeye hak kazanmış yeni komutlar dahi türetilmiştir, bana sorarsanız.
“Tabut başına!..
Tabut alınacaaak... Aaalll!..
Musalla taşında... Sağa- sola dön!..
Tabut bıraaakkk!..
Şehit mangası... Tören adımı... Marşşş!”
Ya generaller? Onlar Cumhuriyet balolarında tango yapmaya daha bir yatkın olduklarına cenaze namazı ritüellerini pek bilmeyecekleri için, giderek sıklaşan şehit cenazelerinde göz ucuyla sağı solu kollayarak mahcup olmaktansa; acaba kendilerine “...başparmak uçları kulak memelerine değecek şekilde açılmış olan eller göbek hizasında kavuşturulup birbirine kenetlendikten ve dudaklarla da belli belirsiz kıpırtılarla sanki içinden dua ediyormuş gibi izlenimler verildikten sonra...” tarzında bir bilgi notu mu yayınlanıyordur; yahut kestirmeden olsun diye böylelerine “on derste namaz hocası” mı dağıtılıyordur?
En zoru da, şehit yakınlarını teskine görevli olarak seçilmek olsa gerek. “...Son zamanlarda kimi subay ve astsubayların şehit yakınlarını teskin etme hususunda görevden kaçınma eğilimi gösterdikleri, cenaze evine gitmemek için bin dereden su getirdikleri mazeretlere sığınarak izin almaya çalıştıkları müşahede edilmektedir...”
Çünkü koca bir yalanı, kolay değil tabii oynamak. Krema tabakası çocuklarının netice olarak turp gibi kalabildiği bu savaşta, ne kadar yoksul ve gariban varsa ne hikmettir ki sadece onların canlarından et kopmakta olduğunu, insan olan utanır da kendisine bile anlatamaz, çoğu zaman.
Kadın astsubaylar şehit analarının şehit eşlerinin boyunlarına sarılacaklar; yüksek rütbeli subaylar şehit babalarının şehit amcalarının kollarına girerek, sair zamanlarda yanlarına salavatla bile yanaşamayacak olan Haso’larla Memo’ların bir namazlık bu saltanatlarına katlanacaklardır.
Bütün bu acılarda büyük payı olması bakımından, Çukurca yolu Zap Suyu kenarındaki o karakolu tv’lerde görünce, ne öyle karakol olacağını ne de oraya karakol yapılacağını anlamak için allâme olmak gerekiyor.
Pekiyi, neden var o zaman orada o karakol?
Çünkü siz, kimi darbeci generalleri her şeyi biliyorlardı ve meselelere vâkıflardı sanıyordunuz da ondan var! Bazılarıyla oturup şöyle birazcık hasbıhâl etseniz, analar neler doğuruyor diye şaşacaksınız oysa.
Meselâ bazen haberlerde, içinde birkaç erin yuvalanmış olduğu ve etrafı kayalarla çevrili bir mevzi görüyor, doğrusu üzülüyorum. Belli ki buraya kameraman uğramış ama bir subay dahi uğramamış diyorum. Çünkü basit bir nedeni var. Eğer mevziinizin önünü olabildiğince sıkıştırılmış toprak yerine taşla döşerseniz, kendinizi emniyetli bir sütrenin gerisinde tutmuş olmazsınız. İsabet etmese bile, size doğru atılıp seken mermi çekirdeklerinin saçacağı parçacıklar ya gözünüzü çıkaracak, ya da yüzünüzü yaralayarak sizi muharebe dışı bırakacaktır. Bunu dahi öğrenememiş o çocukların ne iş var orada Allah aşkına?
Başbakan, buralara TOKİ’yle MOKİ’yle falan, çekidüzen verecekti güya. Ama öncelik tanıdığı Somali’yi imar etmeyi “Allah rızası için” üstlenmiş olduğundan ve şimdi de, haritadaki yerini bulmakta zorlanacakları Myanmar Müslümanlarını kurtarmayı kafaya taktığından, buna pek fırsatları olamadı sanırım.
Nitekim, bu bir yıl zarfında İslâm âlemine sadece devlet kesesinden yapılan yardımların miktarı bir milyar üç yüz milyon doların üzerindeymiş. Buna, Erdoğan’ın bir parmak oynatmasıyla harekete geçen hem emrindeki hem de korumasındaki iş dünyasını da eklerseniz, varın siz hesap edin aslında kendisi yoksul ve düşkün olan bu halka rağmen ölçüsü kaçmış hovardalıkları.
Ama fukara halk çocuklarının ölmemesi için asıl çözüm, terörün bitirilmesidir tabii ki.
PKK terör örgütünü besleyen ise, her şeyden önce “devlet aklı”dır. Diğer bütün besin kaynakları bundan sonra gelmektedir.