Başbakan, 5 Ağustos günü, "İlker paşamıza yapılan benzetmeleri ve
yakıştırmaları asla doğru bulmuyorum. Yani bir örgütün mensubuymuş gibi
yaklaşımları kesinlikle çok çok çirkin buluyorum, tutuklu
yargılanmamalı" dedi.
Ertesi gün, tutuklu ilk eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğ,
avukatı aracılığı ile bir açıklama yaparak Başbakan'a teşekkür etti ve
dedi ki, "Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a 5 Ağustos 2012 günü
hakkımda yapmış oldukları samimi ve gerçekçi değerlendirmeleri için çok
teşekkür ederim. Görevimiz gereği oluşan mesai arkadaşlığı, birbirimizi
oldukça iyi tanıma olanağını da beraberinde getirmiştir. Bu nedenle
kendisinden de farklı bir şekilde davranması beklenilemezdi."
İlker Başbuğ, teşekkür jestiyle yetinmedi, Başbakan'ın ikinci defa, büyük şahsi risk alarak ve resmen yargıya müdahale gibi yorumlanabilecek sözlerinin fiili karşılığını da talep etti ve şöyle devam etti: "Sayın Başbakan, yapmış olduğu bu konuşmayla yalnız tutuksuz yargılanma konusuna değinmemiş, bir anlamda özel yetkili savcılar tarafından hazırlanan ve mahkeme tarafından da kabul edilen iddianameyle ileri sürülen suçlamaların 'Çok çirkin ve insafsız' olduğunu da açıkça söylemiştir. Kamuoyu ve medyanın büyük bölümünün de ilk günlerden beri aynı kanaatte olduğu da bilinmektedir. Şimdi bu durumda Sayın Başbakan'ın bu değerlendirmeleri ve geçtiğimiz hafta içinde tanık olarak mahkemeye gelen Genelkurmay eski Başkanı Sayın Hilmi Özkök'ün ifadeleri ışığında iddianameyi hazırlayan iddia makamıyla iddianameyi kabul eden mahkemenin nasıl bir tavır içine girecekleri ve ne yapacakları merakla beklenmektedir."
Araya Suriye'nin kuzeyindeki kargaşa ve Şemdinli'de PKK'nın intihar saldırısı girdiği için Başbakan'la İlker Başbuğ arasındaki bu ilginç mesaj trafiği fazla dikkat çekmedi. Bu manidar sessizliğin bir başka boyutu, Başbuğ'un açıklamasındaki tabirle "Kamuoyu ve medyanın büyük bölümü" tarafından zımnen tasvip görmesi olsa gerektir.
"Kamuoyu ve medyanın büyük bölümü" anahtar kavram! Bu kavramın ardında basını, bürokrasisi, iş çevreleri ve kanaat önderleri ile bizim dâhil olmadığımız güçlü, renkli ve egemen bir dünya var. Başbuğ'a ve onun açıklamasındaki imâya göre kamuoyu ve medyanın büyük bölümü de zaten ilk günden beri aynı kanaattedir, yani iddiaların "Çirkin ve insafsız" olduğunu düşünmektedirler; bu kadar güçlü bir kanaat koalisyonuna karşı çıkmayı kim düşünebilir? Nitekim İlker Paşa, o taşı da gediğine koymayı ihmâl etmemiş: mahkemenin nasıl bir tavır içine gireceği ve ne yapacağı merakla bekleniyormuş! Bence haklı, böyle güzel ortaya herkes çakar voleyi...
Başbuğ'a tutuklama kararının verildiği gün, bu kararı tasvib etmediğimizi, buna gerek olmadığını, böyle kararlarla sanık lehine haksız mağduriyet imajı inşa edildiğini belirtmiştim. Mesele Başbuğ'un tutukluluk hali ile ilgili değil.
Başbakan da o günlerde bu kararı beğenmemiş eleştirmişti, daha sonra 28 Şubat soruşturmasıyla ilgili tutuklamalara da tepki gösterdi, "Bu dalgalar böyle arka arkaya geldikçe, o dalgalarda kusura bakmasınlar ülke boğulur" diyerek, hazırlık safhasındaki soruşturmaya siyasi destek vermeyeceğini imâ etti; şimdi ise altını ve üstünü kalın harflerle çizercesine bu tavrını tekrar ediyor ve yaklaşımı ile yargıya "Ben sizin yaptığınız işlerden berî ve uzağım; bunu böyle biliniz" diyor.
2007'deki meşhur 367 krizinde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın Anayasa Mahkemesi'ni alenen tehdid eden sözlerini o gün eleştirmiştik, Sayın Baykal, "367'yi uygulamazsanız memlekette büyük kargaşa çıkar" dedi ve o günden beri o sözünün hesabını hâlâ vermedi. Ne ilginç bir benzerlik, İlker Paşa'nın tâbiriyle "Kamuoyu ve medyanın büyük bölümü" Baykal'ın anayasa suçu teşkil eden o sözlerini görmezden gelip tavanı seyretmeyi tercih etmişlerdi. Şimdi ne görüyoruz, "Kamuoyu ve medyanın büyük bölümü", aslında zerre kadar haz etmedikleri Başbakan'ın yargıya müdahale gibi anlaşılabilecek sözlerine karşı aynı tavrı sergiliyor, dudaklarında hafif bir melodi ile tavanı seyrediyorlar.
Kimdi o, "AK Parti devletleşiyor?" diyen çevreler, gidip ben de üye yazılayım bari!
İlker Başbuğ, teşekkür jestiyle yetinmedi, Başbakan'ın ikinci defa, büyük şahsi risk alarak ve resmen yargıya müdahale gibi yorumlanabilecek sözlerinin fiili karşılığını da talep etti ve şöyle devam etti: "Sayın Başbakan, yapmış olduğu bu konuşmayla yalnız tutuksuz yargılanma konusuna değinmemiş, bir anlamda özel yetkili savcılar tarafından hazırlanan ve mahkeme tarafından da kabul edilen iddianameyle ileri sürülen suçlamaların 'Çok çirkin ve insafsız' olduğunu da açıkça söylemiştir. Kamuoyu ve medyanın büyük bölümünün de ilk günlerden beri aynı kanaatte olduğu da bilinmektedir. Şimdi bu durumda Sayın Başbakan'ın bu değerlendirmeleri ve geçtiğimiz hafta içinde tanık olarak mahkemeye gelen Genelkurmay eski Başkanı Sayın Hilmi Özkök'ün ifadeleri ışığında iddianameyi hazırlayan iddia makamıyla iddianameyi kabul eden mahkemenin nasıl bir tavır içine girecekleri ve ne yapacakları merakla beklenmektedir."
Araya Suriye'nin kuzeyindeki kargaşa ve Şemdinli'de PKK'nın intihar saldırısı girdiği için Başbakan'la İlker Başbuğ arasındaki bu ilginç mesaj trafiği fazla dikkat çekmedi. Bu manidar sessizliğin bir başka boyutu, Başbuğ'un açıklamasındaki tabirle "Kamuoyu ve medyanın büyük bölümü" tarafından zımnen tasvip görmesi olsa gerektir.
"Kamuoyu ve medyanın büyük bölümü" anahtar kavram! Bu kavramın ardında basını, bürokrasisi, iş çevreleri ve kanaat önderleri ile bizim dâhil olmadığımız güçlü, renkli ve egemen bir dünya var. Başbuğ'a ve onun açıklamasındaki imâya göre kamuoyu ve medyanın büyük bölümü de zaten ilk günden beri aynı kanaattedir, yani iddiaların "Çirkin ve insafsız" olduğunu düşünmektedirler; bu kadar güçlü bir kanaat koalisyonuna karşı çıkmayı kim düşünebilir? Nitekim İlker Paşa, o taşı da gediğine koymayı ihmâl etmemiş: mahkemenin nasıl bir tavır içine gireceği ve ne yapacağı merakla bekleniyormuş! Bence haklı, böyle güzel ortaya herkes çakar voleyi...
Başbuğ'a tutuklama kararının verildiği gün, bu kararı tasvib etmediğimizi, buna gerek olmadığını, böyle kararlarla sanık lehine haksız mağduriyet imajı inşa edildiğini belirtmiştim. Mesele Başbuğ'un tutukluluk hali ile ilgili değil.
Başbakan da o günlerde bu kararı beğenmemiş eleştirmişti, daha sonra 28 Şubat soruşturmasıyla ilgili tutuklamalara da tepki gösterdi, "Bu dalgalar böyle arka arkaya geldikçe, o dalgalarda kusura bakmasınlar ülke boğulur" diyerek, hazırlık safhasındaki soruşturmaya siyasi destek vermeyeceğini imâ etti; şimdi ise altını ve üstünü kalın harflerle çizercesine bu tavrını tekrar ediyor ve yaklaşımı ile yargıya "Ben sizin yaptığınız işlerden berî ve uzağım; bunu böyle biliniz" diyor.
2007'deki meşhur 367 krizinde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın Anayasa Mahkemesi'ni alenen tehdid eden sözlerini o gün eleştirmiştik, Sayın Baykal, "367'yi uygulamazsanız memlekette büyük kargaşa çıkar" dedi ve o günden beri o sözünün hesabını hâlâ vermedi. Ne ilginç bir benzerlik, İlker Paşa'nın tâbiriyle "Kamuoyu ve medyanın büyük bölümü" Baykal'ın anayasa suçu teşkil eden o sözlerini görmezden gelip tavanı seyretmeyi tercih etmişlerdi. Şimdi ne görüyoruz, "Kamuoyu ve medyanın büyük bölümü", aslında zerre kadar haz etmedikleri Başbakan'ın yargıya müdahale gibi anlaşılabilecek sözlerine karşı aynı tavrı sergiliyor, dudaklarında hafif bir melodi ile tavanı seyrediyorlar.
Kimdi o, "AK Parti devletleşiyor?" diyen çevreler, gidip ben de üye yazılayım bari!