İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde tanık olduğumuz olayın önemini,
gazetecilik dilinde itibarı tüketilmiş bu sıfattan başka anlatabilecek
bir kelime bulamıyorum; tarihî.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tarihinde komuta kademesinde görüş
ayrılıkları ve hesaplaşmalar hep oldu. Hatta 1960 darbesini yapanlar,
darbeye karşı çıkan Genelkurmay Başkanı'nın (Rüşdü Erdelhun) rütbelerini
söküp, komutanlarını hapsettiler!
Ancak bunlar, askerin kendi içinde yaptığı hesaplaşmaların sonucuydu.
Bugün bir Genelkurmay Başkanı, ilk kez, sivil bir mahkemede, sivil
otoriteyi hedef alan generaller için ve onların aleyhinde tanıklık
yapıyor.
Özkök neden 'özel durum arz'ı yaptı?
AKP 3 Kasım 2002 seçimlerinde iktidara geldiğinde Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda yaklaşık dört ay önce bu göreve atanan Hilmi Özkök
oturuyordu. Özkök'ün 2006 yılına kadar bulunduğu bu görevde, silahlı
kuvvetlerde hükümete müdahale eğilimlerine karşı ciddi bir mücadele
verdiğini gösteren bazı bilgilere sahibiz. Hatta Özkök'ün, İstanbul 13.
Ağır Ceza Mahkemesi'nde “tanık” olarak ifade verirken bu noktaya özel
bir ifadeyle vurgu yaptığını söylemek yanlış olmaz. Zira Özkök, hem
“hükümete muhtıra”nın konuşulduğundan, hem de “darbe planlarının
kendisine gönderildiğinden” söz ederken, zihinlerde “Genelkurmay Başkanı
olarak neden bir soruşturma yaptırmadığı sorusunu” da uyandırdığını
biliyor. Özkök'ün, mahkemede yaptığı şu vurguyu, zihinlerdeki o soruyu
da dikkate alarak okumak gerekiyor:
"Hakkımda büyük yıpratma kampanyası yapıldı. Bu kampanyalar sadece
basının kafasından uydurduğu şeyler değildi belli mihraklar tarafından
kurgulandığını düşünüyorum. Burada çok karmaşık bir şey vardı.
Mahkemenize bunu özellikle arz ediyorum."
Özkök'ün “çok karmaşık bir şey” olurken kendisini tehdit altında
hissettiği bir dönemde görev yaptığını “mahkemeye özellikle arz ederken”
ne demek istediği sorusuna, benim verdiğim cevaplardan biri bu; ihtimal
Özkök “ne soruşturacak gücüm ve olanağım, ne de öyle bir zemin ve ortam
vardı” demek istiyor.
'Darbe girişimi' suçlamasına kuvvetli dayanak
Bu durumun idari sorumluluk açısından ne derece hukuki bir değeri olduğu ayrı bir konu.
Peki ilk bakışta Özkök'ün ifadeleri, ne gibi sonuçlar doğurmaya aday görünüyor?
Birkaç unsurdan oluşan cevap, “muhtıra” meselesiyle başlıyor. Önce avukat Celal Ülgen'in,
televizyonlara yansıyan haberlerin aksine, Hilmi Özkök'ün, görüş olarak
bile astlarının 'muhtıra'yı dile getirmediğini söylediğini iddia
ettiğini not edelim. Ancak davayı izleyen gazetecilerin verdiği
haberlere göre, Özkök “Genelkurmay Başkanı” olarak tanıklığını mahkemede
paylaşırken bazı generallerin hükümete muhtıra vermekten söz ettiğini
ilk kez açıkladı. Anadolu Ajansı'nın da geçtiği aynı doğrultudaki
haberleri esas alarak analizimizi sürdürelim.
Askeri geleneklere göre bu görüşün “resmî bir teklif değil, beyin
fırtınasında dile getirilmiş bir hareket tarzı” olduğunu anlatan
Özkök'ün üslubu, açıklamalarının olası hukuki sonuçları üzerinde çok
ayrıntılı düşündüğünü ve uzman görüşleri aldığını ortaya koyuyor.
Örneğin Özkök, “Resmî bir teklif değildi” sözleriyle bir yandan
“muhtıra” isteyenlere neden bir soruşturma başlatmadığı yolundaki olası
sorulara bir ön karşılık verirken, diğer yandan bazı tutuklu generaller
aleyhinde kesin sonuç doğuracak tanıklığını, bir denge gözeterek inşa
etmeye çalışıyor.
Ancak ne olursa olsun; Hilmi Özkök'ün “Genelkurmay Başkanı” olarak
muhtıra isteyen general veya genareller olduğunu açıklaması, “darbe
girişimi” suçlamasına çok kuvvetli bir dayanak sunmuş bulunuyor.
Böylece, sanık generaller cephesinde “darbe planlarının hayal ürünü”
olduğu doğrultusunda odaklanan savunmalar üzerinde dönemin Genelkurmay
Başkanı tarafından önemli bir gedik açılmış olduğunu söyleyebiliriz.
Bu durum, elbette, örneğin “Balyoz darbe planı” için öne sürülen bazı
belgelerdeki somut tutarsızlıkları ortadan kaldırmıyor. Ancak dönemin
Genelkurmay Başkanı, dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in bugüne kadar reddettiği “darbe günlükleri”ni de, CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay'ın notlarındaki bazı ilişkileri en kritik noktada doğrulamış bulunuyor.
İfadenin üç önemli sonucu
Özkök'ün tanıklığı, “darbe girişimi” tespiti için kuvvetli bir dayanak
oluşturduğuna göre, davanın devam edecek aşamasında bu açıdan üç nokta
öne çıkacak. Birincisi; hangi generallerin hükümete muhtıra verilmesini
istedikleri? İkincisi; Özkök'ün ifadesiyle “beyin fırtınası”nda muhtıra
istemenin hangi derecede suç sayılacağı, “darbe teşebbüsü” mü, “darbeye
nakıs teşebbüs” mü olarak görüleceği? Üçüncü noktaya yukarıda değindik;
hükümete müdahale eğilimlerine kesin olarak karşı çıktığı açık olan
Özkök'ün, neden idari bir soruşturma başlatmadığı ya da başlatamadığı?
Hatırlayacaksınız; Özkök'ün mahkemede tanıklık yapması, tutuklu
askerlerin ailelerinin de sık yineledikleri bir talepti. Hilmi Özkök'ün
anlattıkları ve bu ifadelerin üzerinden yaklaşılacak gerçekler, “suçun
şahsiliği” ışığında kurunun yanında yanabilecek yaşların ayırt
edilmesini sağlayabilir.
Muhtıra konuşmaları nasıl yapıldı?
Bu ilk notları düştükten sonra, Özkök'ün nasıl bir döneme dair tanıklık
ettiğine ilişkin bazı hatırlatmalar yapabiliriz. Kaynağımız, çok sayıda
meslektaşının elinde bulunmasına rağmen sadece Alper Görmüş'ün, Genel yayın Yönetmeni olarak Nokta dergisinde yayımlamaya cesaret ettiği Darbe Günlükleri.
Ancak günlüklere geçmeden önce, "muhtıra-ihtilal" meselesi için birkaç
hatırlatma önemli. Zira bu hatırlatmalar, doğrulukları yargı kararıyla
kesinleşecek dokümanlar bir yana, komuta kademesinde neler olduğu
konusunda kuvvetli fikirler veren açıklamaları içeriyor. Örneğin; Balyoz
davasına konu olan 5-7 Mart 2003'teki plan seminerine 1. Ordu Komutanı
olarak ev sahipliği yapan Çetin Doğan, Nisan 2010'da
önemli bir açıklama yapmıştı. Doğan, "2003 yılının Mayıs ayının son
haftasında Hilmi Özkök'ün kendisini özel bir görüşmeye davet ederek 1.
Ordu içinde bazı emekli orgeneraller ile bazı sivillerin de bulunduğu
bir grup tarafından ihtilal hazırlığı yapıldığı yolunda bilgiler
bulunduğunu, kendisine bunun doğru olup olmadığını sorduğunu"
açıklamıştı. Doğan, bu sorusu üzerine Özkök'e "nezaket sınırını aşarak
yanıt verdiğini" duyurmuştu.
Diğer hatırlatma, Mustafa Balbay'ın günlüklerinden. 30 Mayıs 2003 tarihli günlükte, dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun,
Balbay'ın "Genç subaylar tedirgin" başlığıyla yayımlanan yazısının
kaynağını sorarken ilginç bir bilgi paylaşıyor. Balbay'ın notlarına göre
Atasagun, "1. Ordu'dan gelen mektuplara bakarsanız, 1. Ordu'da her şey
hazır, ihtilale hazırlanıyorlar" diyor.
Bir hatırlatma da, Hilmi Özkök'ten. Özkök 9 Temmuz 2008'de Fikret Bila'nın köşesinde yayımlanan açıklamasında yer alan "Darbe girişimi var da demem, yok da demem" sözleriyle dikkat çekmişti.
Nihayet Özkök, hemen ardından Hürriyet'ten Metehan Demir'e,
Çetin Doğan'ın Balyoz davasına konu olan seminerde yaptığı konuşmayı
değerlendirmişti. Kaset kayıtları olan o konuşmada Çetin Doğan,
"seminerde ele alınan senaryonun güncel gelişmelere uyduğunu,
Genelkurmay Başkanı'nın Meclis ve hükümete ültimatom vererek 'Bu işin
sonu boktur' demesini beklediğini, kendisinin bu doğrultuda teklifte de
bulunduğunu ve bir milli mutabakat hükümeti kurulması gerektiğini"
söylemişti. Özkök, işte bu konuşmaya işaret etmiş ve bakın neler
söylemişti:
"Çetin Doğan Paşa televizyonda çıkıp, ses kaydıyla ilgili olarak
'Evet bu konuşmayı ben yaptım' demedi mi? Böyle bir konuşmayı yapan
insan, altındaki personelin bundan motive olarak olumsuz şeylere yol
açabileceğini düşünmez mi?"
Evet, bu hatırlatmalardan sonra Darbe Günlükleri'ne dönebiliriz.
Nokta dergisinin 2007 yılının 29 Mart-4 Nisan sayısında özetlenen Darbe
Günlükleri, halen tutuklu olarak yargılanan dönemin Deniz Kuvvetleri
Komutanı Özden Örnek'in bilgisayarında bulunmuştu. Özden Örnek, içeriği
birçok gelişmenin yanı sıra Özkök'ün ifadeleri bağlamında da doğrulanan
bu günlükleri tuttuğunu bugüne kadar hep reddetti.
Günlükler, AKP'nin 3 Kasım 2002'de iktidara gelmesinin hemen ardından
TSK'nın komuta kademesinde ciddi bir kıpırdanma başladığını gösteriyor.
Ancak “Ben akla itaat eden bir neslin komutanıyım” diyen, Genelkurmay
Başkanlığı sitesindeki özgeçmişine “Başbakan'a karşı sorumlu olduğunu”
yazdırtan Özkök'ün, müdahale eğilimlerine karşı ciddi bir mücadele
verdiğini, bu arada “internet andıcı” nedeniyle tutuklanan İlker Başbuğ'dan da destek gördüğünü gösteriyor.
Ergenekon davasındaki darbe girişimi suçlaması için önem taşıyan
muhtıra konuşmaları, günlüklerde birçok yerde dikkat çekiyor. Bu
konuşmalar, AKP iktidarının birinci yıldönümüne rastlayan Aralık
2003'teki Yüksek Askeri Şura (YAŞ) sürecinde hükümete nasıl ayar
verileceği üzerinde odaklanıyor.
Özkök'ün bahsettiği “muhtıra”nın konuşulduğu toplantı da, YAŞ
toplantısından hemen önce YAŞ üyesi bütün orgeneral ve oramirallerin
Özkök başkanlığında yaptıkları toplantı. 3 Aralık 2003 tarihli
günlükteki notlarda öne sürülen iddiaya göre, bu toplantıda “muhtıra”
sözünü eden isim, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman.
Dönemin komuta kademesi içinde tutuklanmayan tek isim olan Yalman,
aşağıda tam metnini vereceğim toplantı notlarına göre, şunları söylüyor:
“Söylenecekler söylendi. Kendimi suçlu hissediyorum (Genelkurmay
Başkanı bu söz üzerine "neden kendini yalnız sorumlu hissediyorsun" diye
sordu). Yalnız kendim değil, siz de benim kadar sorumlusunuz. Buradaki
diğer arkadaşların sorumluluğu bizden sonra gelir. Zamanı boşuna
geçirdik. Benim önerim hemen ve gecikmesiz eylem planına başlamak.
Seçimden önce muhtıra vermeliyiz.”
Yalman'ın bu sözlerinden sonra noktayı koyan Özkök'ün yanıtına gelince... Onu da hatırlayalım:
“Teşekkür ederim, herkesin aynı fikirde olması güzel. Ben yüzde
sekseni ile aynı fikirdeyim. Ama katılmadığım noktalar var. Açık
konuştuğunuz için hepinize teşekkür ederim. Muhtıra vermeye niyetim yok.
Bu hükümet gitmelidir. Demokratik yollardan bu işi halledeceğiz.
Yapabileceğimiz birçok şeyin olduğuna da inanıyorum.”
YAŞ öncesindeki bu toplantıya ilişkin olarak Özden Örnek'in değerlendirmesi de, günlüklere şöyle yansıyor:
“Bu toplantı bence tarihi bir toplantıydı. Bir yıldır ilk defa
yapılıyordu. Genelkurmay Başkanı'na onunla aynı fikirde olmadığımız
mesajı verildi. O da kendinin yalnız kaldığını anladı. Görüntüye rağmen
direnmekte devam ediyor. Ama artık çok geç. Zira yasal olarak kendisi de
geri dönemeyecek bir yola girdi.”
Günlüklerde geçen tek “muhtıra” diyaloğu bu değil. Dönemin komutanları
tarafından “hükümetin adamı, korkak, dinci” gibi ifadelerle anılan
Özkök, “kendisini çekilmeye de zorlamayı” düşünen ekibin “muhtıra”
talebiyle birkaç kez karşılaşıyor. Örneğin 26 Eylül 2003 tarihli
günlükte, “tüm ordu ve kuvvet komutanlarının fikirlerini yansıtan
çalışmanın Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman tarafından Genelkurmay
Başkanı Özkök'e verileceğini” kaydeden Örnek, “Çalışma biraz muhtırayı
andırıyor ama Kara Kuvvetleri Komutanı'na onu yumuşatarak vermesini
söyledik” diyor.
Peki Özkök muhtırayı reddederse? “Eğer” diyor Örnek, “Genkur. Bşk.
Onaylamazsa problem o zaman başlayacak. Ya o gider ya da biz gideriz.
Ama ülkenin gidişi çok kötü ve birilerinin buna dur demesi lazım. Aksi
halde kısa sürede İran'a döneceğiz.”
15 Kasım 2003 tarihli günlükte de “muhtıra” var. Notlarda, kuvvet
komutanları ve diğer orgenerallerin önerileri ile Genelkurmay
karargâhında hazırlanacak metnin birleştirileceği, önce
Cumhurbaşkanı'na, ardından da Genelkurmay'a davet edilecek Başbakan'a
verileceği anlatılıyor. Ve “Yani sonuçta bir nevi 'mıhtıra' olacak”
deniyor.
35. maddeyi işletme talebi
1 Aralık 2003 tarihli günlüğe göre, komutanların Genelkurmay
Başkanlığı'nda yaptığı toplantı gergin geçiyor. Özden Örnek, bu
toplantıda Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun, “orduyu
cumhuriyeti kollamak ve korumak”la görevlendiren 35. maddesi
doğrultusunda adım atılmasını istiyor. Yalman'dan sonra söz alan
Örnek'in günlükteki sözlerini okuyalım:
“(Özkök) Bana söz verdiğinde 'Mademki hepimiz bu hükümetin
anayasaya aykırı hareket ettiğine eminiz, o halde 35. madde gereğince
anayasayı da korumak bizim görevimizdir. Eğer bir eylem planı
yapılacaksa bu planın ne maksatla yapıldığının bilinmesi lazım. Bu
nedenle burada bir karar vermemiz gerekiyor."
Özkök'ün cevabını da hatırlatarak noktalayalım:
“Her ikiniz de açıkça konuşmadınız ama söylemek istediğiniz şey
olamaz ve bize çok zemin kaybettirir. Yapacağımız başka şeyler var.”
Günlüklerde “Kıbrıs'ı, istediğimiz şekilde çözümsüz olarak
bırakmalıyız” notları da var, Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecine
vurulması düşünülen “darbe” planları da...
Silivri'de paralel bir devlet yargılanıyor...