3 Mart 2009 Salı

Yabancısı olduğumuz bir kavram: Darbe suçları - 2 / Dr. Ümit Kardaş

12 Mart'tan sonra ordu içinde yapılan tasfiyelere rağmen devrimci sol düşüncedeki genç radikal subaylar varlıklarını sürdürüyorlar, meydana gelebilecek ordu içi çatışmalar ve bölünmelerden komutanların sorumlu olacağını ihtar edebiliyorlardı.
Üst komuta kademelerinde de sosyal ve ekonomik reformların gerçekleştirilmemesi nedeniyle hayal kırıklığı yaşanıyordu. Bazı generallerde, doğrudan yönetimi ele almak konusunda kanaatler oluşmaya başlamıştı. 1973-1980 arası ideolojik kutuplaşmanın ve şiddetin artması, ülkeyi hiyerarşi içinde gerçekleştirilecek 12 Eylül 1980 askerî darbesine taşıyacaktı. 12 Mart muhtırası, 27 Mayıs ile 12 Eylül arasında radikal genç subayların üst yönetim için tehdit oluşturmaları bakımından bir geçiş niteliği taşımaktadır. Artık 12 Eylül'e gelindiğinde askerî darbe hiyerarşi dışılıktan arınıp emir komuta zinciri içine girmiş olacaktır. Kuşkusuz 12 Eylül askerî yönetimi de bir kısım genç subayları tasfiye etmekten geri kalmayacaktır. 12 Eylül 1980 askerî darbesi antidemokratik anayasal ve yasal düzenlemeleri, hukuk dışı uygulamaları, Kürt milliyetçiliğini güçlendiren gözaltı merkezlerinde ve cezaevlerindeki işkence ve öldürme eylemleriyle etkileri bugüne kadar uzanan bir süreci başlatmıştır.
12 Eylül askerî darbesini yapanlar eski TCK'nın 146. maddesindeki TC Anayasası'nın tamamını ilga etmek, Parlamento'yu da ıskat etmek suçlarını işlemişlerdir. (TCK 309, 311) Ancak bu suçları işleyenler Anayasa'nın geçici 15. maddesi öne sürülerek yargılanamamışlardır. Geçici 15. maddede Milli Güvenlik Konseyi'nin, Konsey yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, Danışma Meclisi'nin, 12 Eylül 1980 tarihinden ilk genel seçimler sonucu toplanacak TBMM'nin Başkanlık Divanı'nı oluşturuncaya kadar geçecek süre içindeki her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemeyeceği ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamayacağı belirtilmiştir. Bu düzenlemenin 12 Eylül 1980 askerî darbesini yapanlar açısından bir koruma getirmediği kanısındayım. Her ne kadar askerî darbe 12 Eylül 1980'de yapılarak eski TCK 146. maddede düzenlenen suç tamamlanmış ise de bu suçun teşebbüs oluşturan tüm eylemleri 12 Eylül 1980'den öne gerçekleşmiştir. Eski TCK 146. maddeye ve yeni TCK 309. ve 311. maddelere göre de darbe yapmaya yönelik her türlü hazırlık oluşturan hareket (mesela darbe kararı için toplantılar yapma, başka kişileri ikna etme gibi) gerçekleştiğinde suç tamamlanmış sayıldığından 12 Eylül 1980'den önce işlenmiş suç bakımından geçici 15. maddenin herhangi bir hukukî koruma sağlamadığı açıktır.
TCK 311: Yasama organına karşı suç
Eski TCK 146. maddede düzenlenen bu suç, yeni TCK'da bazı değişikliklerle müstakil bir madde olarak kabul edilmiştir. Madde içinde iki ayrı suç düzenlenmiştir. Birinci suç cebir ve şiddet kullanarak TBMM'yi ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek, ikinci suç ise aynı şekilde TBMM'nin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs etmektir. Bu düzenlemenin amacı, devletin egemenlik unsurunun oluşturduğu üç güçten birini yasama gücünü oluşturan TBMM' nin anayasa kurallarına uygun bir biçimde görevlerini yerine getirebilmesi yeteneğini ve dolayısıyla demokrasiyi korumaktır.
27.4.2007 tarihinde internette yayımlanan Genelkurmay Başkanlığı muhtırası, anayasal rejime doğrudan bir askerî müdahaledir. Bu müdahale ile askerî güç cumhurbaşkanlığı seçimini yönlendirmeye çalışarak, TBMM'nin görevini yapmasını, elindeki silah gücünden yararlanarak tehditle engellemeye teşebbüs etmiştir. Sonuç olarak suç, muhtıranın yayımlanmasıyla oluşmuştur. Hatta bu tehdidin sonucu Parlamento, cumhurbaşkanını seçemeyerek erken seçime gitmek zorunda kalmıştır. Böylece suç, teşebbüsün ötesine geçerek sonucu da meydana getirmiştir. Muhtırayı veren asker kişiler, cebir ve şiddet kullanarak TBMM'nin görevini yapmasını engellemişlerdir. Ancak bu kadar ağır bir suçu işleyen kişiler yargılanamamışlardır. Bu durum, demokrasinin, hak ve özgürlüklerin, hukukun üstünlüğünün, ifade özgürlüğünün yok edilmesine, ülkenin ve insanlarının her alanda ilerlemesinin önünün tıkanmasına neden olmaktadır.
TCK 312: Hükümete karşı suç
Eski TCK 147. maddede düzenlenen bu suç, yeni TCK'da önemli değişikliklerle yeniden düzenlenmiştir. Eski TCK 147. maddede hükümeti ıskat etmek veya vazife görmekten cebren men etmek eylemleri cezalandırılmış, böylece suçun teşebbüs halinde cezalandırılması öngörülmemiş, suçun tamamlanmış olması aranmıştır. Bu durum eski TCK'da aynı önemdeki siyasî temel kuruluşları koruma amacını güden maddeler arasında tutarsızlık meydana getiriyordu. Yeni TCK'da hükümete karşı suçu düzenleyen bu maddede de teşebbüs hali cezalandırılarak bu tutarsızlık giderilmiştir. Bu maddedeki düzenlemenin gerekçesi TCK 311. maddedeki gerekçenin aynısıdır. Bu maddede kanunen korunan güç hükümettir. Kuşkusuz bu maddenin düzenlenmesindeki amaç, hükümetin anayasa kuralları içinde görevini yerine getirebilmesini, dolayısıyla demokrasiyi korumaktır. 28 Şubat 1997 postmodern askerî müdahalesini yapanlar da hükümeti cebir yoluyla ıskat etmişler, görevini yapamaz duruma getirmişlerdir. Suçun işlendiği tarihte eski TCK 147. madde yürürlükteydi. Bu madde, suçun tamamlanmış olmasını aramaktaydı. 28 Şubat, hükümetin istifası sonucunu doğurmuş bulunduğundan suç da tamamlanmıştı. Yeni TCK 312. madde ise suçun tamamlanmış olmasını yani sonucun meydana getirilmesini gerekli görmemiş ve teşebbüs halini dahi cezalandırmıştır.
Her suçun müşterek özellikleri
1- Her üç suçta da cebir ve şiddet aranmıştır: Cebir ve şiddetten maksat, maddelerde öngörülen gayelerden birini sağlamak üzere hukuk dışı, meşru olmayan vasıtaların kullanılmasıdır. Bu vasıtalar maddî cebir, manevî cebir, hile, tehdit, keyfîlik ve benzeri şekillerde ortaya çıkabilir. Cebir, suçun unsuru değil, suçun niteliğidir. Cebir ve şiddet, failin eyleminde aranmaz, bu nitelik meydana gelen hukuk dışılıktadır. Cebir ve şiddet, istenilen gayeyi gerçekleştirmeye yönelik gerek maddî ve gerekse manevî her türlü vasıtanın kullanılmasını ifade eder. Kullanılan cebir ve şiddetin neticeyi elde etmeye elverişli olup olmadığını hakim takdir edecektir.
2- Her üç suçta da teşebbüs cezalandırılmıştır: Her üç suç, demokrasi açısından tehlike suçu kabul edilerek cezalandırma için suçun tamamlanmış olması aranmamış, suçun işlenmesine yönelinmesi cezalandırma için yeterli görülmüştür. Söz konusu maddelerdeki teşebbüs, suçun maddî unsurunu meydana getiren fiilleri işlemeye yönelme anlamında olup TCK 35. madde anlamında suça teşebbüs değildir. TCK genel olarak işlenmiş olan ya da işlenmeye başlanmış olup kişinin elinde olmayan nedenlerle tamamlayamadığı fiilleri (teşebbüs) cezalandırır. Ancak her üç suç da demokrasinin ve hukuk devletinin varlığı için tehlike yaratan, toplumun geleceği açısından önemi ve özelliği bulunan suçlardan oldukları için teşebbüs dışındaki aşama tehlikenin ilk doğduğu andaki girişimler söz konusu olduğunda teşebbüs oluşmuş kabul edilmektedir. Bu aşamada söz konusu olan, suçun işlenmesine yönelme anlamındaki eylemlerdir. Mesela gayeye yönelik eylemlerin nasıl yapılacağına ilişkin olarak toplanmak, görüş alışverişinde bulunmak, suçun işlenmesine yardımcı olacak kişileri aramak, bu kişileri ikna etmeye çalışmak, bu gayelere yönelik taslak hazırlamak, isim listesi düzenlemek, bu gayeleri gerçekleştirebilmeyi kolaylaştırmak için bunun zeminini yaratmaya yönelik olarak ilişkiler kurmak gibi. Bu durumlardan biri veya birkaçı gerçekleştiğinde demokrasiyi, hukuk devletini, toplumun geleceğini tehlikeye düşürecek suçu işlemeye yönelik teşebbüs gerçekleşmiştir. Suçun işlenmesine yönelik herhangi bir hareket yeterlidir.
3- Her üç suçun da cezası, ağırlaştırılmış müebbet hapistir: Kimsenin demokrasiyi ve hukuk devletini hafifsemek hakkı bulunmamaktadır. TCK'daki düzenlemeler, demokrasiye ve hukuk devletine yan gözle bakan her konumdaki insanı en ağır cezalarla cezalandırmayı öngörmektedir. Değil darbeyi gerçekleştirmek, darbeye niyetlenenlere karşı TCK'da gerekli önlemler bulunmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder