TSK’ya bir şekilde bulaşmış suçlular ve suçlar gündeme getirilip sorgulandığında, konunun aydınlatılması ve problemin üzerine gidilmesi yerine birileri; “TSK yıpratılıyor!” diye feveran ediyor. Ama aynı kesimler muhtıralar verilirken, seçilmiş hükümetler alaşağı edilirken “demokrasi yıpratılıyor!” demiyor, diyemiyor…
Bir siyasinin, bir sivil bürokratın sakatatları, itirafları ortalığa saçıldığında bu kesimler “vay be! Neler çevirmişler!” diye taaccübünü belirtiyor, ama dökülenler bir askerden, TSK’den olunca askerler yıpratılıyor, ordumuz yıpratılıyor diye basıyorlar vaveylayı…
28 Şubat’ın yıldönümünde emekli paşalardan yeni yeni inciler dökülmeye başladı. “Merdi Kıpti şecaat arz ederken sirkatin söylermiş” misali darbelerin, muhtıraların, olağanüstü hallerin, millete yapılan operasyonların kahramanları(!) içlerinde tutamayıp kahramanlık hikâyelerini bir şekilde anlatıyorlar…
Ama postaldan nemalanan, süngünün gölgesinde hayatlarını devam ettirenler kendilerinin veya karılarının, çocuklarının itiraf ettiği gerçekleri göremezden gelip “ordumuz yıpratılıyor!” diye hemen savunma vaziyeti alıyorlar.
Milletin teveccühünü kazanmış, pek çok kahramanlıklara imza atmış Türk ordusu son yıllarda güven erozyonu yaşamaktadır. Siyasetçilerin arasında geçmesi gereken rekabetlerde, çekişmelerde taraf olması TSK’yi güncel tartışmaların odağına oturtmuştur. Harcı âlem konularda bile açıklamalar yapılması Ordunun vakur duruşuna ve tarafsızlığına halel getirmektedir. Son birkaç yılda yaşanan olaylar ve açığa çıkan bazı gerçekler TSK’nin TBMM’ye, siyasete, yargıya müdahale ettiği kanaatini pekiştirmiştir.
Derin her olayın içinden, her çetenin arkasından bir subayın veya emeklinin çıkması ordu mensuplarını yasadışı ve karmaşık ilişkilerin ağında göstermektedir. Toplum yaşanan hukuk fecaatlerinin sorumlusu olarak yargıdan öte TSK’yi görmektedir. Suç örgütlerine karışan askerlerin cezalandırılmasında gösterilen isteksizlik, yargılananların GATA-gullilerle kurtarılması çabaları TSK’yi zan altında bırakmaktadır.
Toplum değişmekte, nesiller, zihniyetler, algılamalar değişmekte, ancak TSK’ye bu gün hükmedenler, yön verenler onu Tek Parti dönemindeki haliyle tutmakta ısrar etmektedirler. Oysa aradan çok yıllar geçmiştir; başka bir asra geçilmiş, çağ değişmiştir.
Türkiye’de TSK’nin, dine ve mukaddesata tavırlı olduğunu düşünen azımsanmayacak bir kesim vardır. Tarihi boyunca motivasyonunda hep dini unsurları kullanmış, “şehitlik”, “gazilik”, “gaza” gibi din kaynaklı pek çok kavrama sahip Türk Ordusu, dindar vatandaşlara karşı mesafesini, katılığını korumaktadır. Kürt kökenli vatandaşlar öteden beri askere karşı korkuyla karışık bir çekingenlik içindedirler. Liberal, özgürlükçü kesimler ve aşırı sol guruplar genel olarak militarist etkilerden hoşlanmazlar. TSK geldiğimiz noktada toplumun sadece %25-30’luk bir dilimini kendine yakın görmekte, %70’lik dilimi bir şekilde tehdit alanı içinde kabul etmektedir. Vatandaşların sadece %30’unu akredite kabul eden, %70’ine güvensiz yaklaşan bir ordunun toplumla barışık olduğundan söz edilemez. Böyle bir ordunun savaş halinde veya kendisine ihtiyaç duyulan olağanüstü hallerde başarılı olması, toplumun desteğini alabilmesi imkân dâhilinde değildir. TSK toplumun farklı kesimleriyle bir şekilde barışmalıdır. Ama birileri kendi hedefleri ve beklentileri için Türk Ordusunun, Türk milletinin önemli bir kısmıyla kavgalı olmasını arzu etmekte ve TSK’yi kavgaya zorlamaktadır.
Çeteleşmeler karşısında sergilenen yetersiz tepki, tehdit içerikli açıklamalar, sadece bazı siyasi ve sosyal gurupların arkasında durmalar, Türk ordusunu dar bir açı içine hapsetmekte, toplumu oluşturan ana unsurlardan uzaklaştırmaktadır. Türk ordusunun sosyoloji biliminden yararlanarak topluma yaklaşmaya ve Türk toplumunu daha iyi okumaya ihtiyacı vardır. 1930’lu yılların devrimci kalıpları ile topluma ve devlete yön vermeye çalışmak TSK’yi yıpratmaktadır.
TSK, defalarca seçimle gelmiş meşru hükümetlere müdahale ederek demokratik süreci kesintiye uğratmış, demokrasinin kurumsallaşmasına engel olmuştur. Bunun yanında emekli veya muvazzaf paşaların demokrasi ölçülerine sığmayan beyanatları, sıkça dışa vuran darbe hevesleri, yasal olmayan yöntemleri kullanma eğilimleri, sivil yönetimleri ve siyasetçileri tahkir eden söylemleri “Demokrasiye Tahammülsüz Ordu” intibalarını pekiştirmektedir.
TSK, yargıya müdahale eden, milli iradeye taş koyan, çeteleşmeler içinde, maneviyata ve dini değerlere uzak, siyasi kamplaşmalara ve gerginliklere taraf, kendi milletine mühendislik projeleriyle yaklaşan bir konumda algılanmaktadır. TSK’yi toplumla problemli hale getirmek, başta Türk milletine, sonra orduya zarar vermektedir. Bu durum ordunun savaşma kabiliyetini, bütünlüğünü ve disiplinini bozmaktadır. Türk’ün binlerce yıllık kurumunun milletle açı yapması kimseye yarar getirmemektedir. TSK’nin sorumluluğunu taşıyan komutanlarımızın bazı meseleleri masaya yatırıp bütün yönleriyle mütalaa etmesine, özeleştiride bulunmasına ihtiyaç vardır.
Bölgemizin yeniden yapılandırıldığı, toplumun ekonomik-siyasi-sosyolojik dönüşüm geçirdiği, bir dönemde devletin organlarının birbiriyle didişmesi, çözüm yollarının tıkanması sadece milli mukavemetimizi kıracak, bütünlüğümüzü zedeleyecektir….
TSK, hukuka müdahale etmemeli, siyasete bulaşmamalı, demokrasiye olan inancını deklere etmelidir. Milletin tepesinde demir yumruk gibi görülmekten, çetelerle anılmaktan, toplumu oluşturan kesimler arasında taraf olmaktan çekinmelidir. İçeriye değil dışarıya korku vermeli, muharebe yeteneğini güçlendirmelidir.
TSK’yi yıpratanlar, eleştirenler değil; eleştiri konularını halının altına süpürenlerdir. Problemlere mercek tutma cesaretini gösteremeyenlerdir. TSK’yi yıpratanlar, silahlı kuvvetler üzerinden rakiplerini alt etmeye, siyasi-ticari nüfuz elde etmeye, ayrıcalıklarını korumaya çalışanlardır.
TSK’ye en büyük kötülüğü yapanlar bu kurumu milleten ve değerlerinden uzaklaştıranlardır.
TSK’yi yıpratanlar; 28 Şubatı yapanlar, E-muhtırayı verenler, milleti silahla dönüştürmeye çalışanlardır.
Ortalığa saçılan ses kayıtlarına, evraklara, dokümanlara sert tepki vererek hırsızı aramak yerine “sızdıranı” arayanlar biraz muhasebe yapmalılar, kendi hatalarına bakmalılar…
Bir siyasinin, bir sivil bürokratın sakatatları, itirafları ortalığa saçıldığında bu kesimler “vay be! Neler çevirmişler!” diye taaccübünü belirtiyor, ama dökülenler bir askerden, TSK’den olunca askerler yıpratılıyor, ordumuz yıpratılıyor diye basıyorlar vaveylayı…
28 Şubat’ın yıldönümünde emekli paşalardan yeni yeni inciler dökülmeye başladı. “Merdi Kıpti şecaat arz ederken sirkatin söylermiş” misali darbelerin, muhtıraların, olağanüstü hallerin, millete yapılan operasyonların kahramanları(!) içlerinde tutamayıp kahramanlık hikâyelerini bir şekilde anlatıyorlar…
Ama postaldan nemalanan, süngünün gölgesinde hayatlarını devam ettirenler kendilerinin veya karılarının, çocuklarının itiraf ettiği gerçekleri göremezden gelip “ordumuz yıpratılıyor!” diye hemen savunma vaziyeti alıyorlar.
Milletin teveccühünü kazanmış, pek çok kahramanlıklara imza atmış Türk ordusu son yıllarda güven erozyonu yaşamaktadır. Siyasetçilerin arasında geçmesi gereken rekabetlerde, çekişmelerde taraf olması TSK’yi güncel tartışmaların odağına oturtmuştur. Harcı âlem konularda bile açıklamalar yapılması Ordunun vakur duruşuna ve tarafsızlığına halel getirmektedir. Son birkaç yılda yaşanan olaylar ve açığa çıkan bazı gerçekler TSK’nin TBMM’ye, siyasete, yargıya müdahale ettiği kanaatini pekiştirmiştir.
Derin her olayın içinden, her çetenin arkasından bir subayın veya emeklinin çıkması ordu mensuplarını yasadışı ve karmaşık ilişkilerin ağında göstermektedir. Toplum yaşanan hukuk fecaatlerinin sorumlusu olarak yargıdan öte TSK’yi görmektedir. Suç örgütlerine karışan askerlerin cezalandırılmasında gösterilen isteksizlik, yargılananların GATA-gullilerle kurtarılması çabaları TSK’yi zan altında bırakmaktadır.
Toplum değişmekte, nesiller, zihniyetler, algılamalar değişmekte, ancak TSK’ye bu gün hükmedenler, yön verenler onu Tek Parti dönemindeki haliyle tutmakta ısrar etmektedirler. Oysa aradan çok yıllar geçmiştir; başka bir asra geçilmiş, çağ değişmiştir.
Türkiye’de TSK’nin, dine ve mukaddesata tavırlı olduğunu düşünen azımsanmayacak bir kesim vardır. Tarihi boyunca motivasyonunda hep dini unsurları kullanmış, “şehitlik”, “gazilik”, “gaza” gibi din kaynaklı pek çok kavrama sahip Türk Ordusu, dindar vatandaşlara karşı mesafesini, katılığını korumaktadır. Kürt kökenli vatandaşlar öteden beri askere karşı korkuyla karışık bir çekingenlik içindedirler. Liberal, özgürlükçü kesimler ve aşırı sol guruplar genel olarak militarist etkilerden hoşlanmazlar. TSK geldiğimiz noktada toplumun sadece %25-30’luk bir dilimini kendine yakın görmekte, %70’lik dilimi bir şekilde tehdit alanı içinde kabul etmektedir. Vatandaşların sadece %30’unu akredite kabul eden, %70’ine güvensiz yaklaşan bir ordunun toplumla barışık olduğundan söz edilemez. Böyle bir ordunun savaş halinde veya kendisine ihtiyaç duyulan olağanüstü hallerde başarılı olması, toplumun desteğini alabilmesi imkân dâhilinde değildir. TSK toplumun farklı kesimleriyle bir şekilde barışmalıdır. Ama birileri kendi hedefleri ve beklentileri için Türk Ordusunun, Türk milletinin önemli bir kısmıyla kavgalı olmasını arzu etmekte ve TSK’yi kavgaya zorlamaktadır.
Çeteleşmeler karşısında sergilenen yetersiz tepki, tehdit içerikli açıklamalar, sadece bazı siyasi ve sosyal gurupların arkasında durmalar, Türk ordusunu dar bir açı içine hapsetmekte, toplumu oluşturan ana unsurlardan uzaklaştırmaktadır. Türk ordusunun sosyoloji biliminden yararlanarak topluma yaklaşmaya ve Türk toplumunu daha iyi okumaya ihtiyacı vardır. 1930’lu yılların devrimci kalıpları ile topluma ve devlete yön vermeye çalışmak TSK’yi yıpratmaktadır.
TSK, defalarca seçimle gelmiş meşru hükümetlere müdahale ederek demokratik süreci kesintiye uğratmış, demokrasinin kurumsallaşmasına engel olmuştur. Bunun yanında emekli veya muvazzaf paşaların demokrasi ölçülerine sığmayan beyanatları, sıkça dışa vuran darbe hevesleri, yasal olmayan yöntemleri kullanma eğilimleri, sivil yönetimleri ve siyasetçileri tahkir eden söylemleri “Demokrasiye Tahammülsüz Ordu” intibalarını pekiştirmektedir.
TSK, yargıya müdahale eden, milli iradeye taş koyan, çeteleşmeler içinde, maneviyata ve dini değerlere uzak, siyasi kamplaşmalara ve gerginliklere taraf, kendi milletine mühendislik projeleriyle yaklaşan bir konumda algılanmaktadır. TSK’yi toplumla problemli hale getirmek, başta Türk milletine, sonra orduya zarar vermektedir. Bu durum ordunun savaşma kabiliyetini, bütünlüğünü ve disiplinini bozmaktadır. Türk’ün binlerce yıllık kurumunun milletle açı yapması kimseye yarar getirmemektedir. TSK’nin sorumluluğunu taşıyan komutanlarımızın bazı meseleleri masaya yatırıp bütün yönleriyle mütalaa etmesine, özeleştiride bulunmasına ihtiyaç vardır.
Bölgemizin yeniden yapılandırıldığı, toplumun ekonomik-siyasi-sosyolojik dönüşüm geçirdiği, bir dönemde devletin organlarının birbiriyle didişmesi, çözüm yollarının tıkanması sadece milli mukavemetimizi kıracak, bütünlüğümüzü zedeleyecektir….
TSK, hukuka müdahale etmemeli, siyasete bulaşmamalı, demokrasiye olan inancını deklere etmelidir. Milletin tepesinde demir yumruk gibi görülmekten, çetelerle anılmaktan, toplumu oluşturan kesimler arasında taraf olmaktan çekinmelidir. İçeriye değil dışarıya korku vermeli, muharebe yeteneğini güçlendirmelidir.
TSK’yi yıpratanlar, eleştirenler değil; eleştiri konularını halının altına süpürenlerdir. Problemlere mercek tutma cesaretini gösteremeyenlerdir. TSK’yi yıpratanlar, silahlı kuvvetler üzerinden rakiplerini alt etmeye, siyasi-ticari nüfuz elde etmeye, ayrıcalıklarını korumaya çalışanlardır.
TSK’ye en büyük kötülüğü yapanlar bu kurumu milleten ve değerlerinden uzaklaştıranlardır.
TSK’yi yıpratanlar; 28 Şubatı yapanlar, E-muhtırayı verenler, milleti silahla dönüştürmeye çalışanlardır.
Ortalığa saçılan ses kayıtlarına, evraklara, dokümanlara sert tepki vererek hırsızı aramak yerine “sızdıranı” arayanlar biraz muhasebe yapmalılar, kendi hatalarına bakmalılar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder