12 Ekim 2012 Cuma

Türkiye deliriyor mu / Ahmet Altan


Allah benzerinden saklasın ama bu savaş çığlıkları bana 93 Osmanlı-Rus savaşı öncesi ortalığı kaplayan histeri krizini hatırlatıyor.

O zaman da bazı din adamları “rüyamda Moskova’da namaz kıldığımızı gördüm” tarzında açıklamalar yapıyordu.

Rüyasında Moskova’da namaz kıldığını görenler, uyandıklarında Rus ordusunu Yeşilköy’de buldular.

Öylesine korkunç bir yenilgiydi ki gerçeği biraz olsun saklayabilmek için Cumhuriyet’in tarih kitaplarına bile “Yeşilköy” diye değil “Ayastefanos” olarak yazıldı.

Savaşa gitmeyecek olanların “savaş” çığlıklarına aldırmayın siz, evinde oturacak adam, başkasının ölümüne rahat karar verir.

Ben askerliğimi Kıbrıs’ta cephede yaptım.

Cephede bir tek askerden, bir tek subaydan, bugün sivillerden duyduğuma benzer bir “savaşçı” nutuk dinlemedim.

Ölümün kapısında duranlar, evlerinde oturanlardan çok daha soğukkanlı ve gerçekçiydi.

Geceleyin mevzilerde olası bir saldırıyı bekleyerek yatan askerlerle subaylar, kendisi evine saklanıp askere başkalarını gönderenlerin insafsız rahatlığına hiçbir zaman sahip değildi.

Savaşın ne olduğunu, makineli tüfeğe sarılıp ıslak toprakta yatarak, saldırı bekleyenler biliyor.

İnsanlar ölür savaşta.

Böyle bir felaketi göze alabilmek için başka hiçbir çarenin kalmaması gerekir.

Türkiye’nin Suriye konusunda “çocuklarını savaşa gönderme” dışında başka hiçbir çaresi yok mu?

Biz niye mecburuz Suriye ile savaşmaya?

Suriye’ye demokrasi getirmek için mi?

Avrupa Birliği’nin, “senin demokrasin eksik” dediği, demokrasisi eksik olduğu için çocukları otuz yıldır bir iç savaşta ölen bir ülkenin, “Suriye’ye demokrasi gelmezse dayanamam, oraya demokrasi getirmek için ben kendi çocuklarımı ölüme göndereceğim” demesi ne kadar inandırıcı?

Demokrasiye “ölecek” kadar âşık bir ülke, demokrasiyi önce kendi ülkesine getirmez mi?

Demokrasi için canını veren bir ülke Sudan’ın kanlı diktatörüyle “askerî anlaşma” imzalar mı?

Suriye meselesindeki “savaşçılığımızı” demokrasi ile açıklamak pek mümkün gözükmüyor bana.

Asıl neden her ne ise onu halktan gizlediklerini düşünüyorum.

O “gizlenen” neden yüzünden son olarak Moskova’dan Şam’a giden bir uçağı indirip Rusya’yı da karşımıza aldık.

Şu anda yeryüzünde, aynı anda İran, Rusya, İsrail, Irak ve Suriye ile çekişen başka hiçbir ülke yok, zaten aklı başında hiçbir devlet bu kadar çok ülkeyi aynı anda karşısına almaz.

Diplomasi, böyle korkunç bir düşman kalabalığını karşında biriktirmemek için vardır zaten.

Biz ise aklımızı kaybetmiş gibi davranıyoruz.

Zaten iktidar kanadından gelen açıklamalar da pek akla uygun gözükmüyor, AB Bakanı’yla AKP Gaziantep milletvekiline bakarsanız “ordu üç saatte Şam’a girmek için” bütün hazırlıklarını yapmış.

Haritaya baktım, Kilis’ten giren ordu Halep’i, Hama’yı, Humus’u geçecek ve dört yüz küsur kilometre ötedeki Şam’a üç saatte varacak.

Böyle bir ordu daha icat edilmedi.

Deyin ki Türk ordusu “kırmızı çizmeli kedinin” çizmelerini giydi ve üç saatte Şam’a kadar geldi.

Peki sonra?

Şam’da öğle namazını da kıldık.

Sonra ne yapacağız?

Neşe Düzel’e Suriye ile ilgili gerçekleri çok çarpıcı ve net biçimde anlatan Kaan Dilek’in sözünü ettiği “cihadcılarla, El Kaide’cilere” mi teslim edeceğiz Suriye’yi?

Demokrasiyi onlar mı getirecek?

Onlara teslim etmeyeceksek kime teslim edeceğiz?

Davutoğlu’nun pek beğendiği Faruk Şara’ya mı?

Demokrasiyi o mu getirecek?

Birbirlerini öldüren Sünnilerle Şiilerden hangisini seçeceğiz demokrasiyi getirmesi için?

Ya da orada biz mi kalacağız?

Biz oradayken Suriye ordusu ne yapacak, İsrail ordusunu durduracak kadar güçlü Hizbullah ne yapacak, Irak’taki silahlı Şii örgütleri ne yapacak, İran ve Rusya ne yapacak, Irak ne yapacak, Suriye’nin Kürtleri ne yapacak, PKK ne yapacak?

“Üç saatte Şam’a gideceğimizi” hesaplayıp bunu AKP milletvekillerine anlatan “muhteşem kurmaylar” bunun planını da yapmışlar mı?

Bu, Şam’a kadar gidersek neler olacağı, bir de gidemediğimizi düşünün.

Muhaliflerini Türkiye sınırına kadar süren Suriye ordusunun ciddi bir biçimde karşılık verdiğini ve koltuğunu kurtarmak için dünyayı yakmaya hazır olan Suriye diktatörünün elindeki kimyasal silahları Hatay’a, Antep’e, Urfa’ya, Mardin’e attığını düşünürsek, bu olasılığın cevabı ne?

Terörün büyük şehirleri hedef alıp bombalı saldırıları çoğaltması ihtimalinin önlemi ne olacak peki?

Türkiye savaşa girerse, Şam’a gitse de, gitmese de ülke cehenneme döner.

Esed’in devrilmesi için çaba harcamak, Suriye halkının bu boyunduruktan kurtulmasına yardımcı olmak herkesin görevi, bu görevi dünyanın diğer ülkeleriyle paylaşmak, birlikte hareket etmek de en doğru yol bence.

Bir ülkenin “iç sorunlarının” çözümünü “dışarıda” araması daima büyük bela getirir.

Şu anda delirmişe benzeyen iktidarın dış politikasının bir savaşa yol açmaması için uğraşmak sanırım bu ülkeye en büyük hizmet olur.