Yakın
askeri tarihe baktığımızda Ortadoğu’nun ilk savaşlarında tanklar ve
savaş uçaklarının önemli roller oynadığı, bunların performanslarının bu
savaşların kazanılma ya da kaybedilmesini büyük ölçüde belirlediği
açıkça görülür.
1990’lara gelindiğinde söz konusu stratejik statükoda ilk değişim işaretleri ortaya çıkmaya başlamış, 1991 Körfez Savaşı’nda statükoya füze unsuru da belirgin bir tarzda dâhil olmuştu. Bu savaşta Saddam rejimi İsrail’i 39 Scud füzesi ile ilk defa kendi topraklarında vurmayı başarırken İsrail, bu füzelere karşı anlamlı bir karşı tedbir de alamamıştı. Böylece balistik füzeler, İsrail ile yakın ve uzak komşuları arasındaki stratejik statüko ve dengede önemli bir değişken unsur olarak sahneye giriş yapmıştı.
Bu savaştan sonra çıkan 2006’daki 2. Lübnan Savaşı’nda da füzeler umulmadık rol oynamış, Hizbullah bu savaşta İsrail’e 4.000 civarında kısa ve orta menzilli füze atmış, İsrail bunları durdurmada yine büyük ölçüde başarılı olamamıştı. 2008-2009 Gazze Savaşı’nda da Hamas ve diğer gruplar füzelerle İsrail’i vurabilmişlerdi. Esasen her iki savaş da füzeler yüzünden çıkmıştı. Son olarak İsrail’in geçen yıl Gazze’ye yaptığı saldırı da Hamas’ın füzelerine karşılıktı. O zaman Hamas, İsrail’e 1.500 kadar çeşitli füze ve roket atabilmişti.
İsrail, son savaşlarda balistik füzelerin kazandığı bu vurucu güç yüzünden caydırıcılık ve saldırı kabiliyetlerine öncelik veren klasik askeri doktrinine füze tehdidi ve buna karşı alınacak tedbirleri de yeni bir unsur olarak eklemek zorunda kalmıştı. Bugün bu yüzden füze tehdidi bu doktrinin temel ayaklarından birisi haline de gelmiş bulunuyor.
Bu gelişmelerde şüphesiz komşularının balistik füze potansiyelinin yanı sıra İran’ın da son dönemde önemli bir füze gücü olarak ortaya çıkması belirleyici rol oynamış bulunuyor. İsrail bugün Hamas, Hizbullah ve Suriye kaynaklı balistik füzelere ek olarak İran füzelerini de mutlaka dikkate almak zorunluluğunu duyuyor, belki de başkalarından çok bu tehdidi en önemli tehdit olarak görüyor.
Nükleer programı dolayısıyla, kendini Amerikan ve İsrail askeri tehdidi altında hisseden İran da bu ülkelere karşı koymanın, onları muhtemel saldırılardan caydırmanın en önemli unsuru olarak kendi füzelerini görüyor ve buna göre de davranıyor, bunu da açıkça ortaya koyuyor. Bu sebeple uzun ve olağanüstü çabaları sayesinde de hasımlarının çok dikkate aldığı bir füze altyapısı ve gücü meydana getirmiş bulunuyor.
Kısacası, balistik füzeler, bunlara karşı alınacak tedbirler bugün Ortadoğu savaş ikliminin en son ve en yeni unsuru olarak işte böyle ortaya çıkmış bulunuyor. Suriye meselesi de bu konuya yeni bir unsur olarak girmiş oluyor elbette. Nitekim bugün Türkiye, Esed rejiminin elindeki önemli füze potansiyeli ve bunun ortaya çıkardığı tehdit yüzünden sınıra yakın yerlere NATO çerçevesinde Hollanda, Amerika ve Almanya’nın sağladığı Patriot füzesavar bataryalarını çoktandır konuşlandırmış, muhtemel bir tehlikeye karşı tedbir almış ve doğru kararı almış bulunuyor.
Esasen gönül, NATO’ya muhtaç olmadan kendi imkânlarımızla bu konuda tedbir alabilmiş olmamızı isterdi. Ancak saldırı mahiyetli balistik füzelerde son yıllarda önemli gelişmeler kaydeden Türkiye, füzesavar sistemler bakımından hareket etmede bize göre biraz geç kalmış görünüyor.
Bunu da bir an önce daha da fazla gecikmeden kendi imkânlarımızla ve kimseye güvenmeden mutlaka telafi etmemiz gerekiyor. Bugün Suriye’den, yarın ise başka bir yerden füze tehdidinin çıkmayacağının garantisi var mı? Ortadoğu’daki bundan sonraki muhtemel ihtilaflarda, savaşlarda füzeler ve karşı koyma sistemlerinin çok önemli rol oynayacağı artık apaçık bir gerçek olarak ortada duruyor.