27 Eylül 2013 Cuma

TÜRK HÜCUMBOTU 'TCG POYRAZ' ZİYARETE AÇILDI


Preveze Deniz Zaferi'nin 475. yıl dönümünü ve Deniz Kuvvetleri Günü dolayısıyla TCG Poyraz hücumbotu Marmaris'te vatandaşların ve turistlerin ziyaretine açıldı.

Preveze Deniz Zaferi'nin 475. yıl dönümünü ve Deniz Kuvvetleri Günü dolayısıyla TCG Poyraz hücumbotu Marmaris'te vatandaşların ve turistlerin ziyaretine açıldı.


Kutlamalar kapsamında Marmaris'e gelen Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlı "TCG Poyraz" hücumbotu, Marmaris Liman Başkanlığı karşısındaki Eski Gümrük İskelesi'ne yanaştı. Bayraklarla süslenen "TCG Poyraz"hücumbotu, sabah saatlerinden itibaren ziyarete açıldı.

İskele girişinde oluşturulan kontrol noktasından geçen ziyaretçiler, görevli askeri personeller nezaretinde hücumbotu gezdi. Gezilerde, ziyaretçilere Preveze Deniz Zaferi ve hücumbot hakkında bilgiler verildiği belirtildi. "TCG Poyraz"hücumbotuna vatandaşların yanı sıra, turistler de yoğun ilgi gösterdi. Turistler hücumbot etrafında bol bol hatıra fotoğrafı çektirirken Türk komutanlardan hücumbot hakkında bilgi aldı.

"TCG Poyraz" hücumbotunun saat 16:30'a kadar ziyaretçi kabul edeceği bildirildi.

Asker ‘irtica’dan neden vazgeçti? / Mümtazer Türköne

Zaman’ın dünkü manşeti, önemli bir gazetecilik dikkatini yansıtıyor. Fotoğrafa bakıp, eksik olan parçayı buluyorsunuz. Bu eksik parça, diğer bütün unsurlar onun üzerine inşa edildiği için yaşananların temel gerekçesini oluşturuyor.

28 Şubat sürecinin gerekçesini “irtica tehdidi” oluşturmuştu. Bu “tehdit”i, askerimiz,  -Emniyet ve MİT’e güvenmediği için- koskoca Genelkurmay İstihbarat Teşkilatı’nı (tam adı “Genelkurmay İstihbarata Karşı Koyma ve Güvenlik Dairesi)  devreye sokarak tespit etmiş ve bulgularını uzun bir görsel malzeme ile destekleyerek 9 saatlik meşhur toplantıda MGK üyelerine sunmuştu. MİT’in ayrıca yaptığı sunum da dahil, her şey devlet ciddiyeti ile kayıt altına alınmış, tutanaklarda yer almış; ama, “askerin irtica sunumu” ortalıkta yok. Bu gaybubet halinin kendisi bile, o dönemi aydınlatacak çok kritik bir pencere açıyor.

    28 Şubat 1997’deki MGK toplantısında Fevzi Türkeri’nin yaptığı “askerin irtica sunumu” hakkında detaylı bilgim var. Toplantıda yer alan bir hükümet üyesinden, dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener’den hemen ertesi günü uzun uzun dinlemiştim. Akşener’in fotoğraf hafızası çok kuvvetli, detay dikkati çok iyidir. Ayrıca bu sunum, Genelkurmay salonlarında yargı mensuplarına ve üniversite hocalarına aynı içerikle tekrarlandığı için kamuoyu tarafından da yeterince biliniyor. Kısaca mızrağı çuvala sığdırmak imkânsız. “Peki, o zaman neden tutanaklarda yer almıyor; yani ortadan kaybediliyor?” sorusunun cevabı, bu sunumun içeriğinde saklı. O gün, yoğun sermaye ve medya desteği ile üstü örtülen ciddiyetsizliği ve sahteliği bugün saklamak mümkün değil. O sunum bulunsa ve seyretme imkânı olsa, laiklik hassasiyeti olanlar bile saçını başını yolar.

    Askerin MGK’daki “irtica sunumu” gazete kupürlerinden ve Fatih’in Çarşamba semtinde çekilmiş sokak fotoğraflarından meydana geliyordu. Çarşaflı, başörtülü kadınlar, sakallı ve takkeli erkekler fotoğraflarla gelişigüzel tespit edilmişti. Bugün bu fotoğrafların aynısını “ne renkli ülkemiz var” diye kullanabilirsiniz. Çünkü aynı fotoğraf karelerinde yan yana her kıyafetten insanlar bulunuyordu. Gazete kupürleri elbette biraz daha profesyoneldi;  ama psikolojik harekâtın parçası olarak manşetleriyle birlikte bu sunuma malzeme oluşturmak için hazırlandıkları belliydi. Aynı teknik, AK Parti’yi kapatma davasında savcılığın iddianamesindeki gazete kupürleri ile tekrarlandı. Ergenekon davasında açığa çıkan,  psikolojik harekât kapsamında siparişle kitap yazdırma ve yazılan kitabı delil olarak kullanma tekniği bu irtica sunumunda bol bol kullanılmıştır. Söylenti, dedikodu düzeyinde sonsuz sayıda çoğaltılabilecek entrikalar, irtica tehdidinin delili olarak boy gösterdi. Ceketin mendil cebine girecek boyutlarda, Genelkurmay tarafından bastırılan “Siyasal İslam’ın Yayılması” başlıklı broşür, bu dedikodu bolluğu içinde rastlayabileceğiniz en ciddi kaynaktır. Sosyal bilimcileri, kendi mesleklerinden soğutacak çapta “ciddi” olan bu metin, milli gelirden pay alanların gelir dilimlerine göre yüzdeleri ile imam-hatip ve Kur’an kurslarında okuyan öğrencilerin kümülatif toplamları arasında mekanik bir ilişki kuruyor ve Millî Görüş’ün, önlem alınmazsa 2006 yılında tek başına iktidara geleceğini iddia ediyordu.

    Bu sunumdan sıradan bir kare; başı yarı kapalı bir ev kadını pazarda alışveriş ediyor ve bu fotoğraf “irtica tehdidi”nin delili olarak kullanılıyor. İçeriği tahmin etmeniz çok zor değil. 28 Şubat davasının görüldüğü mahkemeye ulaşan tutanaklar, bu sunumun içeriğini gözünüzde canlandırmanıza yetebilir. Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya -muhtemelen eşinin pastalı-börekli “altın günü”nde duyduğu- bir dedikoduyu, işte bu çok “ciddi” sunumun arkasını doldurmak için tekrarlıyor. Şu para alıp, Atatürk Bulvarı’nda tenezzühe çıkan mütesettir hanımlar hikâyesi.

    28 Şubat’ta MGK’da askerlerin sunumu, bugün televizyonda yayınlansa ordumuzun  “ciddiyeti” konusunda giderilmesi çok güç endişeler ortaya çıkaracağı için kayıp olmasın?

ERDOĞAN FÜZEDE NEDEN ÇİN'İ TERCİH ETTİ?

Savunma sistemi ihalesini Çin'in kazandığı bilgisinin ardından, Türkiye'nin füze alımına karar verme süreci ve sonrasında yaşanan gelişmeler ile ilgili önemli bilgiler...

Uzun menzilli hava ve füze savunma sistemi projesi ihalesi sonuçlanmış ve füze ve sistemlerinin, Çinli CPMIEC kuruluşu ile Türkiye'de ortak üretilmesi amacıyla sözleşme görüşmelerine başlanmasına karar verilmişti.
Taraf'tan Lale Kemal, Türkiye'nin “İran’ın nükleer silah tehdidine karşı acil ihtiyaç var.” gerekçesiyle başlattığı füze macerasını köşesine taşıdı.

İşte, Lale Kemal'in analizi:

Türkiye’nin füze macerası

Başbakan Erdoğan’ın nihai karar verici olduğu ve silah alımlarının tartışıldığı savunma sanayii icra komitesi, dün, “İran’ın nükleer silah tehdidine karşı acil ihtiyaç var.” deyip altı yıl önce ihaleye çıkılan uzun menzilli füze ve hava savunma sistemiyle ilgili alacağı kararı görüşmek üzere toplandı.

İHALEYE KİMLER KATILDI
Projede, Amerikan Lockheed Martin ve Raytheon Patriot sistemleri, Rusya’nın Rosoboronexport firması S-300’ler, Çin FD-2000 ile Fransız-İtalyan ortaklığındaki Eurosam firmaları.. yani dünya devleri yarışıyor.
İşin içine devler girince bu dört milyar dolarlık yerden havaya fırlatılan uzun menzilli 12 adet ateşleme ünitesinin satın alınması süreci de acil denirken sürüncemeye girmiş bulunuyor.

Türkiye, resmen açıklamasa da İran’ın nükleer enerji kapasitesini geliştirme adı altında nükleer füze geliştirebileceği ihtimaline karşı Mart 2007 yılında uzun menzilli füzeleri ulusal yollardan edinmek için ihaleye çıktı. Savunma sanayiinde yüzde 80’lerdeki yabancı teknolojilere bağımlılığı azaltmak için kolları sıvayan AK Parti hükümeti, firmaların yerli sanayiye iş payı katkılarını artırmaları ve fiyatı düşürmelerini sağlamak için füze ihalesini sonuçlandırmayı sürekli erteledi.
Türkiye’nin o dönem ilişkilerini geliştirdiği ve hatta dünya ile yaşadığı nükleer anlaşmazlığını gidermek için arabuluculuk bile yapan hükümetin, Tahran’ı ürkütmemek istemesinin de projenin ertelenmesinde rol oynadığı tahmin ediliyor.

POLİTİK YÖNÜ AĞIR BASAN PROJE

Uzun menzilli füze ihalesine Rusya ve Çin gibi NATO dışı ülkelerin de katılıyor olması ister istemez projeyi politik kılmış ve Ankara uzunca bir süre başta ABD- NATO’nun, ittifak dışı sistemlere itibar etmemesi gerektiği yolundaki telkinlerine maruz kalmıştı. ABD Mart 2008’de Ankara’daki elçiliği aracılığıyla yaptığı açıklamada, Türkiye’nin füze alımında NATO ile koordineli çalışması gerektiğini ısrarla dile getirmişti.

Rusya ise S-300’lerini ihaleye katılmadan Türkiye’ye doğrudan satmak için bastırdı. Çin, teklifini cazip kılmak için ihalede üç milyar doların altı ile en düşük teklifi veren ülke oldu.

NATO PATRİOTLARI REHAVET GETİRDİ

Ocak 2013 tarihli icra komitesi toplantısında, Türkiye’nin ilk başta acil deyip bugünlere kadar sürüncemede bıraktığı uzun menzilli füze projesinde kazanan firmanın açıklanması beklenirken yine erteleme geldi ve tatmin edici bir gerekçe açıklanmadı. Ancak, Başbakan Erdoğan’ın, bu füzelerin, bir yandan satın alınırken diğer yandan Türkiye’de kazanacak firma ile ortaklaşa üretilmesi çalışmasının yapılmasını istediği basına yansıdı.

Başbakan Erdoğan’ın, NATO Patriotlarının Suriye’den gelebilecek olası bir balistik füze saldırısına karşı Türkiye topraklarında konuşlandırılması kararının icra komitesi toplantısından önce Kasım 2012’de verilmiş olmasıyla rahatladığı, dolayısıyla projeyi sonuçlandırmayı aceleye getirmek istemediği yorumları yapıldı.

NİHAİ AMAÇ PATRİOTLARIN HİBE EDİLMESİ Mİ?

Başbakan Erdoğan’ın aklında, ekim ayında bir yıllığına Türkiye’de kalma sürelerinin uzatılmasını isteyeceği NATO Patriotlarının nihayetinde Türkiye’ye hibe edilmesi fikrinin yattığı da Ankara kulislerinde konuşuluyor. Ama bu fikir, Türkiye’nin ihale yoluyla uzun menzilli füze alımından vazgeçeceği anlamına gelmiyor.

BU FÜZELERE İHTİYAÇ VAR MI?

Türkiye’nin gerektiğinde şimdi olduğu gibi NATO’dan olası balistik füze saldırılarını caydıracak uzun menzilli füzeleri aldığı, dolayısıyla bu pahalı füzeleri satın almasına gerek olmadığı şeklindeki argümanlar halen yanıt bulmuş değil. Diğer yandan, madem İran’dan gelebilecek tehdit algılaması gerekçe gösterilerek altı yıl önce füze alımı için ihaleye çıkıldı, neden halen sonuçlandırılmadı gibi sorular da cevaplandırılmaya muhtaç.
Türkiye’nin yukarıdaki sorulara şeffaf biçimde yanıt verecek bir mekanizması olsa belki de bu pahalı füzelerin ulusal yollarla edinilmesi gerektiği ortaya çıkacak.

KOÇ'UN ALDIĞI İHALE İPTAL EDİLDİ

Koç Grubu'na ait RMK Marine şirketinin ihalesini kazandığı MİLGEM projesi ihalesi iptal oldu.

Başbakan Erdoğan'ın katıldığı toplantıda ihalenin yenilenmesine karar verildi.
Milli Gemi Projesi (MİLGEM) kapsamında açılan ihaleye giremeyen firmalar Başbakanlık Teftiş Kurulu’na şikayette bulunmuştu. Savunma Sanaayi Müsteşarlığı’na gelen müfettişler tüm ihale dosyalarını tek tek inceledi.
Milli Gemi Projesi kapsamında Heybeliada ve Büyükada adlı savaş gemileri tamamlandı. Koç grubuna ait RMK Marine, bunlara ek olarak kazandığı ihale diğer gemileri yapacaktı. Firmaların şikayetleri ve müfettiş raporları üzerine Başbakan Erdoğan son noktayı koydu ve toplantıdan “ihalenin yenilenmesi” kararı çıktı.

BİRAND'IN ÇEVİK BİR'E ETTİĞİ BÜYÜK OYUN!

Habertürk TV'de Balçiçek İlter'e konuk olan Cemre Birand, Mehmet Ali Birand'ın 28 Şubat günlerini anlattı.

Habertürk’te Balçiçek İlter’in sunduğu Söz Sende programına katılan Cemre Birand, eşi Mehmet Ali Birand’ı anlattı. Özellikle 28 Şubat sürecinde yaşananların altını çizen Birand, Çevik Bir’in şu anda içeride olmasından memnun olduğunu dile getirdi.
ÇEVİK BİR’İN İÇERİDE OLMASINDAN MEMNUNUM
Cemre Birand şöyle konuştu: Bugün Allah affetsin ama, Çevik Bir’in orda olmasından memnunum. Erol Özkasnak’ın da orada olmasından memnunum. Çünkü bizim hayatımızı mahvettiler.

Karanlıklar içinde geçirttiler o dönemi bize. Tehditler, kıyametler, o karakışlarda telefonlar edip “hala mı 32. Gün var, kaldırın o adamı, ne işi var orda, gitsin…” gibi sözler söylendi.

BİRAND BİLEREK MİKROFONU AÇIK BIRAKTI
Cemre Birand, eşinin Çevik Bir’i 32. Gün’e çıkarmasına ilk başta tepki gösterdiğini belirtirken, o programdaki ilginç bir detayı da anlattı:
Mehmet Ali çıkardı sonra Çevik Bir’i programa. Çıkardı ama ne yaptı biliyor musunuz? O sırada Cumhurbaşkanı olmak istiyordu Çevik Bir. Çıkardı onu. Mikrofonu açık bıraktı. Maksatlı yaptı onu. “Mehmet Ali Bey ben iyi miydim?” diye soru sordu. O da çıktı tabi. Geldi evde kıkırdayarak güldü. Kıkırdayarak da anlattı. Ben halen “o adamı niye çıkarıyorsun” diye söyleniyordum.

25 Eylül 2013 Çarşamba

TSK'yı harekete geçiren cisim!

İçinde ne olduğu belli oldu...

İçinde ne olduğu belli oldu...

Kayseri'de ele geçirilen roket başlığına benzer maddenin içindeki sıvı Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nun da aralarında bulunduğu 6 kurum tarafından incelendi. Esrarengiz maddenin içindeki sıvı, dünyada ender bulunan litresi 1 milyon dolara satılan kırmızı cıva çıktı.

LİTRESİ 1 MİLYON DOLAR

Kayseri'de polisin bir araçta ele geçirdiği roket başlığı ve içerisindeki sıvıyla ilgili inceleme tamamlandı. Roket başlığındaki sıvının litresi 1 milyon dolara satılan kırmızı cıva olduğu öğrenildi. Ural dağlarının yüksek noktalarında bulunan ender bir madde olan kırmızı cıvanın patlama şiddetinin çok güçlü olduğu kaydedildi.

6 KURUM İNCELEDİ

Söz konusu başlık ve sıvıyla ilgili olarak Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) başta olmak üzere 6 kurum tarafından inceleme yapıldı. Bugün'ün haberine göre, yapılan incelemelerin ardından cismin, roket başlığı içerisindeki sıvının kırmızı cıva olduğu öğrenildi. Öte yandan yapılan incelemelerin ardından otomobilde bulunan biri Suriye uyruklu 3 kişinin dolandırıcı çıktığı, araçta roket başlığı ve yabancı cisim bulundurdukları gerekçesiyle tutuklandıkları belirtildi.

FÜZEDE KULLANILIYOR

Kırmızı cıva, füze başlıkları veya kıtalar arası roket sistemlerinde dengeleyici olarak kullanılıyor. Hidrojen bombalarının, atoma gerek olmadan kırmızı cıva ile patlatılabileceği belirtiliyor.

OLAYIN GEÇMİŞİ

21 Eylül Cumartesi günü Kayseri polisinin Kayseri-Malatya Karayolu'nda yaptığı kontrol sırasında durumundan şüphelenilen bir araç durduruldu. Araçta bulunan üç kişinin kimlik sorgusunu yapan ekipler, birinin Suriye vatandaşı olması üzerine şahıslardan şüphelendi. Bunun üzerine araçta arama yapıldı. İçerisinde sıvı olduğu belirlenen roket başlığına benzeyen cisim bulundu.

SIVININ NE OLDUĞU TESPİT EDİLEMEDİ

Polisin cisimden şüphelenmesi üzerine ilk olarak olay yerine Kayseri İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü ekipleri çağrıldı. Ekipler ilk incelemede cismin içindeki sıvının ne olduğunu tespit edemedi. Daha sonra Kayseri'ye gelen Ankara İl Afet ve Acil Yardım Müdürlüğü ekipleri cisim üzerinde radyoaktif ölçüm yaptı. Her hangi bir radyasyon bulgusuna rastlamadı.

TÜRKİYE ATOM ENERJİSİ KURUMU'NDAN EKİP İSTENDİ

Sıvının tespiti amacıyla İçişleri Bakanlığı'na yapılan bilgilendirme ile birlikte Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'ndan ekip istendi. Kurum yetkilisi Dr. Halil Demirel inceleme yaptı. Demirel, incelemede cisimle ilgili olarak radyoaktif veya nükleer bir bulguya rastlamadıklarını, yapılan ölçümlerde de bunun tespit edildiğini duyurdu.

GENELKURMAY BAŞKANLIĞI'NDAN DA UZMAN EKİP ÇAĞIRILDI

Son olarak Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı kimyasal ve biyolojik silahlarla ilgili konularından uzman ekip çağrıldı. Genelkurmay Başkanlığına bağlı, 6 ilden gelen 10 kişilik ekip, gece geç saatlerde Kayseri'de toplandı. Özel kıyafetler giyen ekip, araçtaki cisimle ilgili inceleme yaptı. Cismin Ankara'ya götürülmesi noktasında bazı testler yapıldı. Su içerisinde bekletilen, röntgeni çekilen, x-ray cihazından geçirilen ve bomba olup olmadığı ile ilgili incelemeler yapan ekip, cismin taşınmasından dolayı bir sorun olmayacağı kararına vardı.

Genelkurmay Başkanlığı'ndan gelen ekibin incelemesi tamamlandıktan sonra cisim Türkiye Atom Enerjisi Kurumu yetkilisi Dr. Halil Demirel'e teslim edildi. Demirel, cismi önce sızdırmaz naylon poşet ve sonrasında özel kabın içerisine koydu. Aracın bagajına yerleştirilen cisim, Kayseri Emniyet Müdürlüğü tarafından tahsis edilen özel eskort araçla birlikte Ankara'ya gönderildi.

BİRİ SURİYELİ 3 ZANLI, NÖBETÇİ MAHKEMECE TUTUKLANDI

Kayseri'de polisin durdurduğu araçta metal cisim bulunmasına ilişkin gözaltına alınan biri Suriyeli 3 kişi, çıkarıldıkları nöbetçi mahkemece tutuklandı.
Kayseri-Malatya karayolunun 25. kilometresinde önceki gün uygulama yapan polis ekiplerince durdurulan hafif ticari araçta metal bir cisim bulunması üzerine gözaltına alınan A.Ç, F.T. ve Suriyeli A.S, savcılıktaki ifadelerinin ardından "kaçakçılık ile tehlikeli ve yasak madde bulundurmak" suçundan nöbetçi mahkemeye sevk edildi. Zanlılar, çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.

TSK'DAKİ İHALE VURGUNU DHKP-C'YE UZANDI

TSK ihalelerine fesat karıştırıldığı iddiasıyla başlatılan araştırma derinleştikçe, büyük bir vurgun ve ihalelerin terör örgütü ile bağlantısı gün yüzüne çıktı.

Terör örgütü üyelerine yönelik teknik takip, TSK'daki ihale vurgununa uzandı. DHKP-C ile bağlantılı kişilerin askerî birliklere gıda sattığı ortaya çıktı.

Usulsüzlükten tutuklanan TSK mensuplarının, farkında olmadan terör örgütüyle bağlantılı kişilere ihale verdiği belirlendi. İstanbul'da, TSK'ya gıda alımı ihalelerine fesat karıştırıldığı iddiasıyla başlatılan operasyondan şok bir ayrıntı çıktı. 4'ü albay, 9 muvazzaf askerin de aralarında bulunduğu 22 kişinin tutuklandığı soruşturmada; polisin ihale vurgununu, terör örgütü DHKP-C'ye yönelik teknik takip sırasında ortaya çıkardığı belirlendi. Örgüt üyelerinin telefon konuşmalarını dinlemeye alan ekipler, söz konusu şahısların irtibat kurdukları bazı isimlerin TSK ihaleleri ile de bağlantılı olduklarını tespit etti. Araştırmayı derinleştiren güvenlik birimleri, hem çok büyük bir vurgunu, hem de usulsüz ihalelerin terör örgütü ile bağlantısını gün yüzüne çıkardı. 23. Motorlu Piyade Alay Komutanlığı, Tuzla Piyade Okul Komutanlığı, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, İkmal Maliye Okulu, Merkez Komutanlığı ve 65. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı tarafından yapılan gıda alım ihalelerine fesat karıştırıldığı belirlendi. 15 ay süren takipte 43 ihaleye fesat karıştırıldığı, 16 farklı rüşvet eyleminin gerçekleştirildiği bilgisine ulaşıldı.

Türkiye'nin haberine göre, soruşturmada elde edilen bilgilere göre vurgun şöyle gerçekleşti: İstanbul'daki askeri birliklerle irtibata geçen terör örgütü ile bağlantılı kişilerin içinde bulunduğu 4 firma, bu birliklere yönelik gıda alımlarının altına imza atan yetkililerle ilişkisini geliştirdi. Ardından ihalelere sadece önceden anlaşılan firmanın girmesi sağlandı. Böylece söz konusu firma istediği fiyattan ürünü satabildi. Üstelik satılan ürünlerin gramajıyla da oynandı. İhale şartnamesini anlaştıkları firmayı işaret edecek şekilde hazırlayan askeri yetkililerin, para ve fuhuş karşılığında trilyonluk ihalelere fesat karıştırdıkları iddia edildi. Söz konusu askeri birliklerde ihalelerin çoğunlukla bu yönde sonuçlandığı, rekabet şartının ortadan kaldırıldığı belirlendi. Mehmetçik'e yedirilen gıdaların kalitesiz olduğu ve gıda alım şartnamesine uymayan nitelikte olduğu iddia edildi. Birliklerdeki ihale yolsuzluğuna karışan askerlerle siviller arsındaki para trafiğinin 'bardak', 'patates', 'karef' gibi şifreli kelimelerle gerçekleştirildiği de teknik takipte ortaya çıktı. Delillerin toplanmasının ardından düğmeye basan soruşturma birimleri, 4'ü albay 9 muvazzaf askerin yer aldığı 59 kişi gözaltına alındı. Mahkemeye sevk edilen 59 kişiden 22'si tutuklandı. Soruşturma kapsamında firari 5 asker hakkında da yakalama kararı çıkarıldı.

MEHMETÇİĞİN YEMEĞİNE FESAT BULAŞMIŞ
Askerî birliklerle irtibata geçen örgütle bağlantılı kişilerin, gıda alımlarının altına imza atan yetkililerle ilişkisini geliştirdiği ve ihalelere sadece önceden anlaşılan firmaların girmesini sağladığı belirlendi. 15 ay süren takipte 43 ihaleye fesat karıştırıldığı, 16 farklı rüşvet eyleminin gerçekleştirildiği anlaşıldı.

BÇG belgelerini bugün olsa yine imzalarım


28 Şubat postmodern askeri darbesiyle ilgili davaya devam edildi. Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dün görülen duruşmada tutuklu sanıklardan dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir ile Harekât Başkanı Çetin Doğan savunma yaptı.
Doğan ifadesinde, 10 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu (BÇG) konulu belgeyi kendisinin hazırladığını ve bugün olsa yine altına imza atacağını söyledi. Çevik Bir ise 28 Şubat sürecinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nce verilen brifinglerle ilgili olarak, “TSK eğer ülkede bir tehdit varsa bunu anlatır. Bu dönemde de irtica tehdidi vardı.” iddiasında bulundu.
28 Şubat davasının dünkü duruşmasında, dönemin Harekat Daire Başkanı ve Balyoz hükümlüsü Çetin Doğan çarpıcı ifadelerde bulundu. Eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ile çalışmanın ayrı bir gurur olduğunu söyleyen Doğan, BÇG’nin yasal bir yapılanma olduğunu iddia etti. Davada sunulan delillerin yasal nitelik taşımadığını öne sürerken, “İrtica deyince akla hükümet geliyorsa bu düşünce hastalığıdır.” diyerek hükümetle bir sorunlarının olmadığını kaydetti. 28 Şubat davasının, Ergenekon ve Balyoz’dan farklı olmadığını savunan Çetin Doğan’ın savcılık makamını itham etmesi üzerine duruşma savcısı  Kemal Çetin’le aralarında kısa bir tartışma yaşandı. Doğan, BÇG’nin kurulmasıyla ilgili, “BÇG 14 Mart 1997 tarihli talimattan bir ay sonra kurulmuştur. Benim aklımda kaldığına göre 3 Nisan’da toplantı yapıldı. 14 Nisan’da yapılan irtica ile mücadele için tüm kurumların harekete geçtiği, bizim de neler yapmamız gerektiği tartışılmıştır. Bir çalışma grubu oluşturulmuştur. 7 Nisan 1997 tarihli irticaya karşı alınacak tedbirler konulu toplantıya dair fotokopi belge uydurmadır.” ifadelerini kullandı. Doğan, BÇG’nin faaliyetleri konulu belge için “Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ne inanarak bu belgeyi kalem aldım. Bugün bile imzalarım. Yasaları çiğnemekse bugün yine çiğnemeye hazırım.” sözlerini sarf etti.
BİR: İRTİCA TEHDİDİ VARDI, BRİFİNGLERDE ANLATTIK
Önceki gün Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde savunmasını yapan Çevik Bir ise dün mağdur ve sanık avukatlarının sorularını cevapladı. Bir, sanık avukatlarından Müçteba Aydın’ın, “Tansu Çiller’in ‘şerefsiz onbaşı’ lafı üzerine Genelkurmay Adli Müşavirliği, savcılığa suç duyurusunda bulunmuştur. Bu emri siz mi verdiniz?” sorusu üzerine, “Ben böyle bir emir verdiğimi hatırlamıyorum. Böyle bir şeyden haberdar değilim.” cevabını verdi. Çevik Bir, müşteki avukatlarından Enis Günay’ın, “28 Şubat döneminde başı kapalı olanlarla ilgili işlem yapılması telkininde bulundunuz mu? Milli Eğitim Bakanlığı’na bir brifinginiz var mı? Böyle bir göreviniz var mı?” sorusu üzerine de şöyle konuştu: “Brifingler bilgilendirme maksadıyla yapılmıştır. Böyle spesifik konularla ilgisi yok. Türk Silahlı Kuvvetleri eğer ülkede bir tehdit varsa bunu anlatır. Bu dönemde de irtica tehdidi vardı.”

Askerin MGK’da yaptığı irtica sunumu, tutanaklarda neden yok? / ALİ AKKUŞ

Naip hakimler, her şeyin kayıt altına alındığı MGK’da, 28 Şubat 1997’de Tümg. Fevzi Türkeri’nin yaptığı sunumu bulamıyor. Erbakan ve Çiller, kamuoyuna yansıyan konuşmalarını bu sunum üzerine yapıyor. Ancak toplantının gündemini oluşturan sunumun metin ve belgeleri ortada yok.
Naip hakimlerin 28 Şubat 1997 tarihinde toplanan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tutanakları üzerinde yaptığı inceleme; yüz binlerce insanın hayatını karartan o meşhur toplantıda neler konuşulduğunu ikinci elden de olsa kısmen deşifre etti. Hakimlerin incelemesinde görülen o ki, 28 Şubatçılar darbe faaliyetlerini MGK eliyle hukuk zırhına almak için iz bırakmamaya çalışmış. Kamuoyuna MGK konuşmaları diye yansıyan ifadelerin tamamı Genelkurmay’ın MGK’ya sunduğu bir çalışma üzerine yapılıyor. Sunumu yapan isim, üye olmamasına rağmen salona alınan Tümgeneral Fevzi Türkeri... Türkeri, iki konuda sunum yapıyor; biri irtica diğeri PKK terörüyle ilgili. Naip hakimlerin tespitine göre, Türkeri’nin terör konusundaki 9 sayfalık sunumu MGK tutanaklarında yer alırken irtica ile ilgili yaptığı sunumun metni ve belgelerine rastlanamıyor. MİT’in irtica konusunda yaptığı 31 sayfalık sunum MGK tutanaklarına geçirilirken, Türkeri’nin ağır tedbirler içeren irtica sunumunun kayıt altına alınmaması araştırılmaya değer.
28 Şubat’taki o meşhur toplantıda önce MİT Müsteşarı Sönmez Köksal “irtica tehdidinin boyutları ve bunlara karşı alınması gereken tedbirler” konusunda sunum yapıyor. Naip hakimler, 31 sayfadan ibaret olan bu sunumda “devam eden yargılama konusuyla doğrudan ilgi” görmediklerini belirtiyor. Mahkemeye ulaşan tespitlere göre dönemin Genelkurmay Başkanı İ.Hakkı Karadayı, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den söz alarak kendilerinin de bir sunum yapmak istediklerini belirtiyor. Demirel’in izniyle Genelkurmay İstihbarata Karşı Koyma ve Güvenlik Dairesi Başkanı Fevzi Türkeri salona alınıyor. MGK tutanaklarında  “Türkeri’nin salona alındığı, takdimini yaptığı ve müzakerelere geçildiği” ifade edilirken, konuşmanın içeriğinde ne olduğuna yönelik tek bir kayda ve belgeye yer verilmiyor. Hakimler, bunu şu cümle ile kayıtlara geçiriyor: “Tutanakta Fevzi Türkeri’nin yaptığı belirtilen irtica ile ilgili takdimin metni olmadığından konusunun dava dosyamızla ilgili olup olmadığı belirlenememiş, buna ilişkin herhangi bir ifadeye ve belgeye rastlanmamış. Sadece Türkeri’nin terör tehdidine yönelik olarak yaptığı 9 sayfalık sunuma ilişkin tutanakların olduğu görülmüştür.”
Her şeyin kayıt altına alındığı MGK’da, Fevzi Türkeri’nin irtica ile ilgili sunumu neden kayıt dışında tutuluyor? 28 Şubat postmodern darbesinin zihin yapısını ortaya koyacak bu sunum bilerek mi kaydedilmedi, yoksa kayıtlar sonradan mı kaybedildi? Bu soruların cevabı, yargının alanıyla ilgili. Ancak o sunumda neler olduğunu anlamak için sivillerin konuşmalarına bakmak yeterli. Müzakere sırasında laik kimliğinden kuşku duyulmayacak biri olan dönemin Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan bile askerlerin istekleri karşısında, “İrtica konusunda tedbirler alınırken samimi dindar kesim incitilmemelidir.” deme ihtiyacı duyuyor.

24 Eylül 2013 Salı

KARA KUVVETLERİ KOMUTANI ORGENERAL AKAR, ERZURUM’DA

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar, Erzurum Valisi Ahmet Altıparmak’ı makamında ziyaret etti.

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar, Erzurum Valisi Ahmet Altıparmak’ı makamında ziyaret etti.


Erzurum Valiliği girişinde Vali Ahmet Altıparmak tarafından karşılanan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar, çevik kuvvet mangasını selamladı. Şeref defterini imzalayan Orgeneral Akar, Vali Altıparmak ile basına kapalı olarak görüştü.

Ziyaret çıkışında Valilik önünde gaziler tarafından önü kesilen Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar, Türkiye Harp Malulü Gaziler, Şehit Dul ve Yetimleri Derneği Erzurum Şube Başkanı Recep Akgül ile hatıra fotoğrafı çekildi.

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar’ın, Erzurum’da bir dizi denetimlerde bulunacağı ve akşam saatlerine kadar kentte kalacağı öğrenildi.

16 yıllık sır tutanaklar açıldı

28 Şubat 1997’de yapılan ünlü MGK toplantısının tutanakları mahkemeye ulaştı. Tutanaklar içinde konuşulanlar da var, bildirinin imza süreci de.



28 Şubat 1997'deki tarihi Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, neler konuşuldu. 16 yıllık bu sır 28 Şubat davasıyla gün yüzüne çıktı.
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, mahkemenin talebi üzerine tutanakları gönderdi.
Cumhurbaşkanı, başbakan ve asker üyelerinin katıldığı dar kapsamlı oturum, irtica tehdidinin boyutları ve alınması gereken önlemler başlığını taşıyor.

Önce Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller söz alıyor:
"Çare demokrasidedir. Biz hükümet olarak çıkardığımız kanun ve kararnamelerde hükümet protokolüne uyduk laiklik aleyhine hiçbir kanun ve kararname çıkarmadık. Dinin siyasallaşmasını yanlış buluyorum. Bunun üzerinden oy avcılığı yapmak ülkeyi böler."
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de görüşlerini aktarıyor:
"Bu takdimde Genelkurmay'ın iddiası çok önemli bir beyandır. İrticanın, Cumhuriyet'in kurulduğundan beri en büyük tehlike halini aldığını belirtiyor. Genelkurmay Başkanlığı takdiminde tedbirler de sıralanıyor. Şimdi bu tedbirler arasında hassas bir konu var. O da kamuoyunda kuran kursları, imam hatip okulları kapatılıyor imajı yaratılmamalı."
Dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı da "Laiklik ilkesi Türkçe ezandan vazgeçilmesiyle başladı" diyor. 1960 ve 1980 darbelerini önceden tahmin ettiğini hatırlatıyor:
"Laiklik olmazsa demokrasi olmaz. Şeriat şimdi küçük görülmemeli eğitim ve öğretim Atatürk İlke ve İnkılapları doğrultusunda çağdaş, devletin kontrolünde olmalı. Bunlara çare bulmak lazım, ülke güvenliği ve selameti açısından bu şarttır."
Eleştirilerin ardından bu kez söz sırası dönemin başbakanı Necmettin Erbakan'a geliyor:
"Halk bir şeye karar vermişse ona güvenmeliyiz, onun kararına saygı duymalıyız. Laiklik Müslümanlığa en uygun bir kuraldır. Demokrasi ve laikliği korumak için tedbirleri almalıyız. Basına verilecek bildiriyi dikkatle hazırlayalım. Millete, Avrupa'da, dışarıda endişe uyandıracak bir hava vermeyelim."
Toplantının sonuna doğru 18 maddelik kararların nasıl açıklanacağı tartışması yaşanıyor.
Başbakan Necmettin Erbakan, “Kararları önlerine koydular imzaladılar olmasın, biz bunları bir inceleyelim” yorumunu yapıyor.
Cumhurbaşkanı Demirel de Erbakan'a destek veriyor.

23 Eylül 2013 Pazartesi

28 ŞUBAT DAVASI'NIN 16. DURUŞMASI BAŞLADI

"Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak" suçundan açılan 28 Şubat davasının 16. duruşması başladı.

28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanık hakkında açılan dava, Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki görülüyor. Duruşmaya, tutuklu ve tutuksuz sanıklar, sanık yakınları ve avukatlar katıldı.
Mahkemeye üyelerinden Süleyman Köksaldı, yoklamayı aldı.
Duruşma, 10. ve 11. Ağır Ceza Mahkemelerinin arasındaki duvar yıkılarak yapılan geniş salonun, 11. Ağır Ceza bölümünde yapılıyor.
Adliye önünde basın açıklaması yaptıktan sonra duruşmaya katılan müştekilerin bir bölümü ayakta kaldı.
Mahkeme Başkanı Tayyar Köksal, müştekilerin oturması için, sanık yakınları ve izleyicilerin duruşmadan çıkmasını istedi. Bunun üzerine, bazı izleyici ve sanık yakınlarının duruşmadan çıktığı görüldü.
Duruşmada, sanıklar savunmalarını yapacak.

Davanın Takipçisi Olacağız
Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Hacımustafaoğlu, 28 Şubat davasının takipçisi olacaklarını söyledi.

Ankara Adliyesi önünde toplanan ASDER üyeleri,  açtıkları pankartlar ve attıkları sloganlarla 28 Şubat sürecine tepki gösterdi.
Grup adına basın açıklaması yapan ASDER Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Hacımustafaoğlu, 28 Şubat sürecini özetleyerek, darbecilerin hukuksuz, anti demokratik uygulamalarla  ülkenin geleceğine siyasal, sosyal ve ekonomik yönden ağır zararlar verdiğini  ileri sürdü.
28 Şubat sürecinde en ağır mağduriyeti ASDER üyelerinin yaşadığını öne süren Hacımustafaoğlu, davaya müdahil olduklarını söyledi.
Hacımustafaoğlu, "28 Şubat davasına kamuoyunun dikkatini çekmek, elimizdeki bilgi ve belgeleri mahkemeye iletmek ve dava dosyasının suç tanımı kısmında  belirtilen 'Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye, devirmeye iştikal etmek'ten  yargılanlanların mevcut hukuk sistemi içinde suç oluşturan eylemlerinin cezalandırılmasının takipçisi olacağız" dedi.
Bu arada, Adliye önünde toplanan Resen Emekliler Derneği Platformu üyeleri ise görülmekte olan 28 Şubat davasına tepki gösterdi.

TSK'da ihaleye fesat şoku

4'ü üst düzey 21 tutuklama

TSK’ya bağlı bazı birliklerin gıda ihalelerine fesat karıştırıldığı iddiasıyla gözaltına alınan 61 kişiden 9’u asker, 21 kişi tutuklandı.

İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde gözaltına alınan ve aralarında gıda firmalarının yöneticileri, çalışanları ile gıda kontrol uzmanlarının da yer aldığı 61 şüpheli dün sabah saatlerinde Anadolu Adalet Sarayı’na sevk edildi. Gözaltına alınan 61 kişi Cumhuriyet Savcısı Ömer Solmaz’a 24 saat ifade verdi. İfadelerinin ardından 34 kişi tutuklanması istemiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildi.

TUTUKLANANLARDAN 9’U ASKER
Nöbetçi mahkemeye çıkarılan 34 kişiden 9’u asker 21 kişi, "Çıkar amaçlı örgüt kurmak ve üye olmak", "İhaleye fesat karıştırmak", "Edimin ifasına fesat karıştırmak" ve "Rüşvet almak ve vermek" suçlarından tutuklandı. Tutuklanan 4 albay ve 5 astsubay Maltepe 2. Sınıf Askeri Ceza ve Tutukevi’ne, 12 sivil ise Maltepe Cezaevi’ne gönderildi. Kartal Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla harekete geçen İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, TSK’ya bağlı bazı birliklerin gıda ihalelerine fesat karıştırdıkları iddia edilen ve aralarında muvazzaf

Suriye helikopterini düşüren ekibe ödül

Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın zirve isimleri Diyarbakır’da bir araya geldi. Toplantıda önemli bir tören de gerçekleştirildi.
Geçen hafta sınırı ihlal eden ve defalarca uyarıldığı halde Türk hava sahasını terk etmeyen Suriye helikopterine yönelik angajman kurallarını başarıyla uygulayan personel, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in takdirleriyle ödüllendirildi. Personel, ödülünü Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk’ün elinden aldı. 21 Eylül günü, 2’nci Hava Kuvveti Komutanlığı’nda ve Akın Öztürk başkanlığında icra edilen komutanlar toplantısında bölgedeki gelişmelerin değerlendirildiği belirtildi. Hava Kuvvetleri’nin ‘kıtasında etkin, bölgesinde lider, hava, uzay ve bilgi gücü’ hedefine uygun yürütülen projelerin gözden geçirilerek kısa, orta ve uzun vadeli konuların masaya yatırıldığı ifade edildi.

20 Eylül 2013 Cuma

El Nusra’nın kimyasal ilişkileri





El Kaide’yle ilişkili olan Suriye’deki Ahrar-ı Şam ve El Nusra Cephesi’ne kimyasal silah yapımında kullanılan madde temin etmekle suçlanan Suriyeli Hytham Qassap ile ona yardım ettiği ileri sürülen beş Türk hakkındaki iddianameye Taraf ulaştı.

İddianamede yer alan telefon görüşmeleri ve savcılığın tespitleri neticesinde şüphelilerin, sarin gazı üretmek için gerekli maddelerin bir kısmını Makine Kimya Endüstrisi’nden temin etmeye çalıştığı anlaşıldı. Telefon görüşmelerinde sarin gazı yapımında kullanılan ve devlet kontrolünde verilen maddelere rahatlıkla ulaşan sanıklar, ödemeleri ise Arabistan üzerinden yapıyor. Sanıkların sadece kimyasal madde değil, havan topu yapılmak üzere krom boru siparişi verdikleri de ortaya çıktı. Adana’da yaptırılan havan topu borularının El Kaide’ye bağlı örgütlere gönderildiği iddia edildi. Ayrıca telefon görüşmelerinde, tutuklu tek sanık olan Hytham Qassap’ın, Suriye’den gelen “beyaz fosfor” siparişi üzerine, Çukurova Üniversitesi Kimya bölümünde asistan olarak görev yapan B. A. ile görüştüğü anlışıldı. İddianamede kimyager B.A’nın talep edilen maddelerin bomba yapımında kullanılabileceğini söyleyerek örgüt üyeleriyle irtibatı kestiği belirtiliyor. Bunun yanında örgüt elemanlarının, tek solumada iç organları yakan ve ölüme neden olan “beyaz fosfor” temini için de irtibat kurduğu iddianamede yer aldı.

Adana Cumhuriyet Savcısı Mehmet Arıkan tarafından hazırlanan iddianame mahkeme tarafından kabul edildi. İlk duruşması 30 Ekim’de yapılacak soruşturmada savcı Mehmet Arıkan, tutuklu sanık “Abu Salah” kod adlı Suriyeli Hytham Qassap hakkında “silahlı terör örgütüne üye olma” ve “silahlı terör örgütüne silah sağlamaya teşebbüs” suçlarından 25 yıla kadar, 52 yaşındaki Halit Usta, 47 yaşındaki Halit Ünalkaya ve 50 yaşındaki İbrahim Akça, Bekir Karaoğlan hakkında ise “silahlı terör örgütüne silah sağlamaya teşebbüs” suçundan 15’er yıla kadar hapis cezası istendi. Soruşturma kapsamında gözaltına alınan Salem Faraj Amari, Zafer Gök, Burak Ay, Mohamad Hussam Macharka, Osama Qassab, Nasır Erdoğan ve Şahin Özkaya hakkında ise “silahlı terör örgütlerine silah sağlama” suçundan takipsizlik verildi.


“ÜLKEMİZDEN GEÇİYORLAR”

El Kaide örgütünün ve Türkiye’de yaptığı eylemlerin uzun uzun anlatıldığı iddianamede, şu ifadeler kullanıldı: “Gerek ülkemizden gerekse ülkemiz üzerinden transit geçiş yapan örgüt mensubu birçok şahsın örgüt liderinin çağrısı/talimatı doğrultusunda Suriye’deki El Kaide terör örgütü saflarına katıldıkları, bu bağlamda katılımlar sağlanması amacıyla propagandif faaliyetler yürüttükleri ve yeni kazanımlar için hız verdikleri, Suriye ülkesindeki mensuplarının iaşe ve silah, mühimmat sağlamak amacıyla nakdi yardımlar topladıkları değerlendirilmektedir.”

EL KAİDE’YE BAĞLI

İddianamede Suriye’de El Kaide adına savaşan örgütlerin isimlerine de tek tek yer verildi. Savcı söz konusu isimleri ise örgüt tarafından yapılan şu açıklamaya dayandırıyor: “Nusret Cephesi önderliğindeki konsey üyeleri: 1. Nusret Cephesi, 2. El Ensar Tugayları, 3. El Abbas Tugayları, 4. La İlahe İllallah Taburu, 5. El Hamza Tugayı, 6. El Sa’qah Tugayı, 7. Jund el Aziz Tugayı, 8. Izzeddin el Kassam Tugayı, 9. Ebu el Kassam Tugayı, 10. Davet ve Cihad Cephesi Tugayı.”

“SARİN’LE BAĞLANTILI”

Savcı, iddianamenin devamında Suriye’de El Kaide’ye bağlı faaliyet gösteren Ahrar-ı Şam ve Nusret Cephesi örgütleriyle bağlantılı “Abu Salah” kod isimli Haytham Qassab’ın Türkiye’den kimyasal madde temin etmeye çalıştığını anlatıyor. Soruşturmada tek tutuklu sanık olan Qassab hakkında şu bilgilere yer veriliyor: “Söz konusu kimyasalları Adam Mokram Ajaweed isimli şahıs adına temin ettiği, Mokram Ajaweed’in ise el yapımı patlayıcı elde etmeye çalıştığı, Khalid OUSTA’nın Zirve İhracat isimli şirkette çalışan Halit ÜNALKAYA isimli şahıstan kimyasal maddeler için fiyat listesi talep ettiği, Halit ÜNALKAYA’nın ödeme yapılır yapılmaz fiyat listesinin yanı sıra nakliye yerlerini de bildirdiği, detayları aşağıda belirtilen kimyasalların sinir gazı (sarin) üretimi ile bağlantılı oldukları, Haytham QASSAB’ın ‘isopropanolamine’ yerine sinir gazı ara maddesi ‘isopropylamine’ talep etmiş olabileceği, ‘Thionylchloride’nin ise yakıcı kimyasal madde ve sinir gazı üretiminde kullanılabilen bir madde olduğu...”

“SURİYE’YE ASKERİ MALZEME GÖNDERİYORUM”

Sanık Haytham Qassab, emniyette ve savcılıkta verdiği ifadelerinde Ahrar-ı Şam ile irtibatlı olduğunu El Nusra örgütüne de yakın olduğunu ve Türkiye’den askeri malzemeleri bu örgütlere gönderdiğini kabul ediyor. Qassab’ın emniyette verdiği ifade iddianamede şu şekilde yer alıyor: “Suriye’de silahlı faaliyet yürüten Ahrar-ı Şam üst düzey yetkililerinden Ebu Velid isimli şahıs ile tanıştığını, daha sonra 2012 Mayıs ayında İstanbul’a geldiğini, İstanbul’da yaklaşık bir ay kaldığını, bu zaman zarfında buradaki insanların Suriye ile ilgili yaptıkları işlerin kendisini tatmin etmediğini, Ahrar-ı Şam yetkililerinden Ebul Hasan ve TAMMAM isimli şahıslarla tanıştığını, şahısların yönlendirmesi üzerine Antakya’ya gelerek ev kiraladığını, Suriye’de savaşan çeşitli gruplara mensup birçok şahsın kendisiyle irtibata geçtiğini, bunlardan kimisinin insani konularda bazı malzemeler istediğini, bazılarının ise askerî anlamda bazı malzemeler talep ettiklerini, askerî malzeme talep edenlerden EBU UKBA’nın Antakya’da yanına gelerek patlayıcı maddelerde kullanılmak üzere entegre türü bazı malzemeler bulmasını istediğini, bu malzemelerle ilgili kâğıt üzerine elektronik devrelerle ilgili bazı çizimler ve şemalar çizdiğini, bu dokümanların evinde yapılan aramada elde edilen dokümanlar olduğunu, söz konusu malzemeleri Antakya’da bulduğunu ve komşusu Recep ile birlikte bu malzemelerden 30-40 tane kadar alarak Ebu UKBA’ya Antakya’da hastane civarında teslim ettiğini, bu malzemelere patlayıcı bağlayarak zırhlı araçlara yönelik kullanacaklarını bildiğini...”

“KİMYASAL MADDELER, SARİN GAZI BİLEŞENLERİ”

Savcı, iddianamede Türkiye’den temin edilen kimyasal maddelerin Suriye’ye gönderilmek istendiğinden de söz etti: “Suriye’deki silahlı faaliyet yürüten bu gruplardan birçok şahsın kendisiyle (Qassab) irtibata geçerek talep ettikleri her türlü malzemeleri temin ederek Suriye’ye gönderdiği, bu bağlamda Saniyelik fitil, Havan Topu yapılmak üzere krom boru ve en önemlisi; “Thionyl Chloride(SOCl2), Potassium Fluoride(KF), Methanol(CH3OH), Isopropanol(C3H8O), Isopropanolamine(C3H9NO), White Phosphorus(P4), Medical Glikoz, Boksit gibi kimyasal maddeler temin etmeye çalıştığı tespit edilmiştir. Söz konusu kimyasal maddeler, Adana Kriminal Polis Laboratuarına gönderilerek konuyla ilgili inceleme yapılması talep edilmiştir. Alınan cevabi yazıda; bahsi geçen diğer maddeler uygun koşullar altında birleştirildiğinde sarin gazının oluşturulması muhtemeldir.”


HAVAN TOPU SİPARİŞİ VERİLMİŞ

İddianamede sanıkların kimyasal silahların yanında havan topu silahı için “krom boru” arayışına girdikleri de belirtildi. İddianamede savcılık şu bilgilere yer verdi: “Şüpheli Hytham QASSAP’ın Havan Topu yapılması amacıyla Suriye’ye göndermek amacıyla araştırdığı Krom Boruları Metal Sanayi’de bulunan Yepar Makine dışında, Teknikmetal isimli iş yerinden de araştırdığı görülmektedir” dendi. Tutuklu sanık Hytham Qassap ile ilgili şu kısım ise dikkat çekti: “Suriye Humus’ta faaliyet yürüten Livail HAK (HAK TUGAYI)’ndan olduğunu bildiği Ebu Muhammed isimli şahsın kendisini arayarak Havan Topu yapmak amacıyla 5-10 tane 1.75 cm uzunluğunda, 20 cm çapında ve 2 cm kalınlığında Krom boru istediğini, bu borular ile ilgili Raif AY’dan yardım istediğini, Raif AY’a bu boruları Libya’dan bir arkadaşının istediğini söylediğini, Raif AY’ın üniversitede çalışan amcasının oğlu Burak’ı arayarak bu tür boruları nereden bulabileceklerini sorduğunu, Burak’ın da kendilerini Adana’da Metal Sanayi’de bulunan Yepar Makine isimli işyerinde çalışan Ferhat... isimli şahsa yönlendirdiğini...”


MKE’den temin edilmeye çalışılmış

İDDİANAMEDE örgüt üyelerinin yaptığı telefon görüşmelerine de geniş yer verildi. Bu kayıtlara göre sanıklar, bulunması zor olan ve devlet kontrolünde verilen bazı kimyasal maddeleri Makine Kimya Endüstri’sinden (MKE) temin etmenin yollarını aramışlar. Bunun yanında soruşturmadaki tek tutuklu sanık Haytham Qassab, Suriye’den gelen “beyaz fosfor” talebi üzerine Çukurova Üniversitesi Kimya Bölümü asistanlarından B.A. ile irtibata geçiyor. Qassab ile bir defa görüşen B.A, söz konusu maddeler ile bomba yapıldığını fark ettikten sonra örgüt üyeleri ile irtibatına son veriyor. Daha sonra örgütün diğer elemanları ise bu maddeyi bulmak için irtibatlar arıyor. İddianamede yer alan telefon görüşmeleri ise şöyle:


-21.05.2013 günü saat:18.07’de şüpheli Halit USTA (Khalit OUSTO) ile 0 535 336 37 11 numaralı telefonu kullanan Bekir isimli şahısla yaptığı telefon görüşmesi şöyle:


Bekir KARAOĞLAN:
Bak bu sefer ben aradım seni rahatsız ettim bak

İbrahim AKÇA: Ya seni biliyorum kusura bakma da ithalatçı beni arayınca ben seni arıyorum napayım

Bekir KARAOĞLAN: E abi ne yapacaksın mecburen yüzer kilo alacaz abi

İbrahim AKÇA: Tamam gülüm ama o bir tonla elli kilodan 200’lük ambalajlar nasıl olacak peki

Bekir KARAOĞLAN: O 200’lük ambalaj var ya bir tane

İbrahim AKÇA : Tamam oldu çünkü beyaz fosfor 800 kilo var bir daha Türkiye’ye zor girer makine kimyanın malı çünkü

Bekir KARAOĞLAN: He anladım abi

İbrahim AKÇA: Kendisi getirttiriyor

Bekir KARAOĞLAN: Anladım abi ...

İbrahim AKÇA: Yalnız bana kaparo çıkartmam lazım ayırtayım Erzincan’daki malı getirtirecem fosfor İzmir’de beyaz fosfor 200 kiloluk bi ambalaj

Bekir KARAOĞLAN: Zaten yarın abi biz geleceğiz oraya

İbrahim AKÇA : Tamam ...


-İddianamede yer alan, 23.05.2013 tarihinde şüpheli Bekir Karaoğlan ile Tuncel isimli kişi arasında şu konuşmalar geçiyor:


TUNCEL:
Görüşebildin mi şey yaptım ya

BEKİR KARAOĞLAN: Yok görüşemedim abi şimdi arkadaş arayacak da görüşemedim yani

TUNCEL: Vermiyor abi faturayı bozamam diyor, Makine Kimya Endüstrisi resmi kurum biliyorsun bir de oraya kaybedersem bir kilo için değmez diyor buradaki işimi bozmaya değmez diyor

BEKİR KARAOĞLAN: Evet abi

TUNCEL : O da haklı kendi açısından, yıllardır mal verdiği yer, ithalatçısı oranın, bir kilo sana vereceğim bunu getirmek en az 4-6 hafta, 6 hafta ben bekle diyemem ki MKE ye

BEKİR KARAOĞLAN: Evet abi, tamam abi bir görüşeyim de abi

19 Eylül 2013 Perşembe

ŞEMDİNLİ'DE KARAKOL İNŞAATINDA PATLAMA

Hakkari'nin Şemdinli ilçesinde yapımı devam eden karakol inşaatında el yapımı olduğu tahmin edilen patlayıcı, infilak etti.

Hakkari'nin Şemdinli ilçesinde yapımı devam eden karakol inşaatında meydana gelen patlamada ölen ya da yaralanan olmazken, maddi zarar meydana geldi.
Edinilen bilgiye göre patlama, dün gece ilçeye bağlı Kuzey Irak sınırı yakınlarında, Yeşilova köyü civarında inşaatı devan eden karakolda meydana geldi. El yapımı olduğu tahmin edilen patlayıcının infilak etmesi sonucu karakol şantiyesinde bulunan bir beton mikseri ile inşaat yapımında kullanılan tahta kalıplar yandı.
Olay sonrası bölgeye giden jandarma, inş

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNDEN HABERLER

16 Eylül 2013, Pazartesi

Türkiye-KKTC SAT/Özel Harekât Tatbikatı, Türkiye’nin ev sahipliğinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Sualtı Taarruz (SAT) Timleri ile KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı Özel Harekât Timlerinin katılımıyla, 16-27 Eylül 2013 tarihleri arasında Anadolu Kavağı/İstanbul’da icra edilecektir.
Tatbikatın amacı; Türkiye ve KKTC SAT/Özel Harekât Timleri arasında karşılıklı çalışabilirliği sağlamak ve KKTC ile askerî alanlarda iş birliğini geliştirmektir.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tatbikata, bir SAT timi ile iştirak etmektedir.
 
Karadeniz Güven Tatbikatı (Confidence Annual Naval Exercise-CANE), Türkiye’nin ev sahipliğinde, Bulgaristan, Romanya, Rusya Federasyonu ve Ukrayna’dan gözlemci personelin katılımıyla, 18-21 Eylül 2013 tarihleri arasında Karadeniz Ereğli’de icra edilecektir.
Tatbikatın amacı; Karadeniz’de deniz güvenliği alanında iş birliğini arttırmak, ülkeler arasında karşılıklı güveni geliştirmek maksadıyla, sahildar ülkelerden gözlemcilerin katılımı ile müşterek eğitimler icra etmektir.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tatbikata; bir firkateyn, bir akaryakıt gemisi, bir açık deniz römorkörü, bir helikopter ve bir Sualtı Taarruz Timi (SAT) ile iştirak edecektir.
 
Ramstein Guard 7 Tatbikatı, 16-20 Eylül 2013 tarihleri arasında Hava Kuvvetleri Komutanlığı koordinatörlüğünde Orta Anadolu ve Akdeniz'de icra edilecektir.
Tatbikatın amacı; Entegre NATO Hava Savunma Sistemleri ile Milli Hava Savunma, Muhabere Sistemleri ve platformların Elektronik Harp (EH) ortamında çalışabilirliğini denemek, çeşitli EH taktik ve tekniklerinin gerçek EH ortamında uygulanması, EH teçhizatının kullanılması usul ve teknikleri ile NATO Standart Raporlaşma Usulleri konularında personeli eğitmektir.
Tatbikata; Kara Kuvvetleri Komutanlığı iki adet S-70 Sikorsky helikopteri ile Alçak İrtifa Hava Savunma ve Elektronik Harp Sistemleri, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bir adet fırkateyn ve bir adet hücumbot, Hava Kuvvetleri Komutanlığı 8 adet F-4E 2020, 2 adet RF-4E , 8 adet F-16 uçağı ve Kontrol İhbar Radarları ile katılacaktır.
İzmir’in Düşman İşgalinden Kurtuluşunun 91’inci yıl dönümü kapsamında; Türk Yıldızları tarafından, 9 Eylül 2013 Pazartesi günü İzmir’de gösteri uçuşu icra edilmiştir.
Güneydoğu Avrupa Tugay (SEEBRIG) Komutanlığı Devir Teslim Töreni, 11 Eylül 2013 tarihinde SEEBRIG Karargâhının konuşlu bulunduğu Larissa/Yunanistan’da icra edilmiştir.
Bu kapsamda Tuğgeneral Zdravko POPOVSKI (Makedonya), SEEBRIG Komutanlığı görevini Tuğgeneral Hakan ESER’e (Türkiye) devretmiştir.
Törene, Türk Silahlı Kuvvetlerini temsilen Genelkurmay Personel Başkanı Korgeneral Metin İYİDİL katılmıştır. Heyet, aynı zamanda Atatürk’ün Selânik’teki evini de ziyaret etmiştir.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL, 13-15 Eylül 2013 tarihleri arasında Budapeşte/Macaristan’da icra edilen NATO Askerî Komite Toplantısına katılmıştır.

İşte TSK'nın yeni silahı!

TÜBİTAK Savunma Sanayi Geliştirme Enstitüsü (SAGE) tarafından üzerinde yıllardır büyük bir gizlilikle çalışılan sığınak ve mağara delici bombanın yeni görüntüleri yayınlandı.

Nüfuz Edici Bomba (NEB) testlerde hedefleri başarıyla vurarak, yapay veya mağara gibi doğal sığınakları yok edebiliyor. 2,5 metre boyunda 870 kilogram ağırlığındaki bomba, TSK envanterindeki savaş uçaklarının tümüne takılabiliyor. Yeni yayınlanan görüntülerde ilk kez sistemin nasıl çalıştığı ortaya konuldu.

Bombanın seri üretimi Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKEK) tesislerinde yapılıyor.

Kamu kurumlarına gıda alımı yolsuzluğu

İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından kamu kurumlarına gıda alımı ihalesinde yapılan bir yolsuzlukla ilgili 17'si asker 48 kişi gözaltına alındı.

Anadolu Yakası'ndaki askeri birliklerin gıda ihalelerinde yolsuzluk yapıldığına dair cumhuriyet savcılığına yapılan bir şikayet üzerine, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlendirildi.
Bunun üzerine teknik ve fiziki takipler yapan mali polis, konuyla ilgili Kadıköy, Kartal, Maltepe'de bulunan adreslere bu sabah baskın düzenlendi. Merkez Komutanlığı'na bağlı ekiplerin de katıldığı baskınlarda 17'si asker 48 kişi gözaltına alındı.

Gözaltına alınan 31 kişi İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne getirilirken aralarında yüksek rütbeli bir subayında bulunduğu 17 asker sorgulanmak üzere Merkez Komutanlığı'na götürüldü.

Onlar düşünsünler

Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç, Ergenekon davası hükümlüsü eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ Silivri Cezaevi'nde ziyaret etti. Ziyaretinin ardından Türenç bir yazı kaleme aldı.
Türenç'in yazısı;

"Zaman ne de çabuk geçiyor. " Orta Mahalle" ye gideli , iki yıl olmuş.

Hesap etmeli mi, etmemeli mi? Kaç bahar geçmiş üzerinden. Kaç yaz, kaç kış..

5 Ağustos'ta, müebbetle sonuçlanan davada, Silivri ceza infaz kurumunun 'Orta Mahallesi'ndeki 5 No'lu cezaevinin bir hücresine gireli iki yılı devirmiş bile..

Genel Kurmay eski Başkanı, Orgeneral İlker Başbuğ'la konuşmak için yollardaydık bu kez. Basın Konseyi heyeti olarak ziyaret edeceğimiz Başbuğ'un yanına yine uzun üst ve göz taramalarından geçip gittik.

Gardiyanların arasında aşağıdaki hücresinden üst kattaki açık görüş salonuna geldiğinde Başbuğ, her zamanki titiz görümü ile karşımızdaydı.

"Hoş geldiniz" dedi ve önceden hazırlanmış görüş masasına davet etti.

Açık bej pantolonunu , gömleğinin üstüne giydiği aynı renkteki süveteri tamamlıyordu.

Oysa hava iyi sıcaktı. Silivri kırsalının "orta mahallesi" ise daha da sıcaktı.

"Hoş geldiniz. İlk kez bir gazeteci ile açık görüş yapıyorum. İlk kez siz bir basın kurumu olarak ziyarete geldiniz." dedi ve "Nasılsınız?" sorumuzu beklemeden, cezaevi koşullarını anlatmaya başladı:

"Neticede burası bir cezaevi. Şartları belli. Başkasını aramak yanlış olur. Mutlu değiliz tabii. Cezaevi koşulları kötü. Saçma sapan uyduruk bir davayla getirildik buraya. Kaç ay oldu, kaç gün oldu saymıyorum. Şaka gibi.. İki yıl oldu bile.. Arkadaşlarım 2011 de alınmıştı. Benden önce girenlerden bile rahatsızlık duydum. Şimdi ise kendimi vicdanen hür hissediyorum. Emrinizdeki arkadaşlar tutuklu iken siz dışarıdaysanız rahatsız oluyorsunuz."

Başbuğ, hücre koşullarını anlatmaya devam ederken, kendisiyle fotoğraf çektirmek istediğimizi söyledim. İtiraz etti. "Hayır hayır" dedi. "Fotoğraf çekilmesini istemiyorum. Buradan geriye hiçbir şey kalmasın. İstemiyorum."

Ve yeniden kaldığı yerden anlatmayı sürdürdü:

"Burada önemli olan sağlığınız. Hasta olamayacaksınız. Cezaevinde en sıkıntılı konu doktor meselesi. Şimdi revir oldu ama dikkat etmek zorundasınız. Bunun için de fiziki ve ruhsal sağlığınızı korumanız gerek."

Masanın üstüne iki elini açtı. Baş parmakları ile işaret parmaklarını üçgen şeklinde birleştirdi.

" İşte bu üçgen önemli. Üçgenin bir kenarı davalar, ikinci kenarı gazeteler üçüncüsü televizyonlar. Üçünün içine hapsolursanız gidersiniz. Bozulursunuz. Onun için kendimi okumaya ve yazmaya verdim. 2 ciltlik Atatürk kitabımı yazdım. Bir yıl uğraştım. Terör kitabım da çok iyi oldu. Şimdi Atatürk kitabımı İngilizceye çeviriyoruz. Çok iyi bir referans kitabı olduğunu düşünüyorum. 2. bölümü daha analitik oldu. Atatürk'ü doğru bilmiyoruz. Tam öğrenmemiz lazım. Ben bile kitap araştırmalarımda çok yeni boyutlarını öğrendim."

Hücresinde Tolon paşa ve Tuncer Kılınç paşa ile kaldığını, haftada bir saat masa tenisi sporu yaptığını söylerken, "biraz kilo da vermişsiniz.." dedim.

"Hayır hayır vermedim. Keşke verebilsem." diye yanıtladı. Oysa solgundu, zayıflamış bir hali vardı.

Havalandırma bölümünün nasıl olduğunu sorduğumuzda ise, şöyle anlattı:

"Hücrenin önünde bir havalandırma kısmı var. Boyutu, 6-7 metrelik bir boş havuz kadar. bir boş beton havuz hayal edin. İşte tüm hava alma yerimiz burası."

Özel koşulları, insani boyutları dile getirmekten hep kaçındı. Özlemlerini, ailesini, yaşamsal isteklerini anlatmak istemedi. Aklı fikri davadaydı, adalet sistemindeydi..

"Hiç kötümser olmadım." diye süreci anlatmaya başladı;

"Beni tanıyanlar bilir, kötümser hiç olmadım. Çünkü ciddi suç işlediğimi hiç düşünmedim. Düşünürseniz kötümser olursunuz. Suçlu olan kötümser olur. Kendimize güveniyoruz. Mücadeleye devam edeceğiz. Adalet mülkün temeli diyorsanız sokaktaki insan bir gün bana da lazım diyorsa ve bu adalet sisteminden bugün şüphe duyuyorsa, bu iş bitmiş demektir. Bence bu kanaat yüzde 50'nin üstünde. Bu boyutta bir güvensizlik varsa o ülkede başka konunun konuşulması boş. Şimdi ülke bu noktada.."

5 ağustos karar duruşması sonrasında rahat uyuyup uymadığını sorduğumuzda da şöyle yanıtladı Başbuğ:

"Ben, rahat ve normal uyudum. Acaba hakimler uyudular mı? 2 yedek üye uyuduk diye konuşmuşlar. Böyle bir şey olabilir mi? Benim son sözümü bile almadılar. Oysa 2-3 dakikada anlatacaktım. Bu mu adalet? Ben Genel Kurmay Başkanıyım. Hükümetin görevini engellemekle suçlanıyorum. Hiç mi sizin kadrolarınız niyetleri hissetmediler? Çağır, sor. Gerek bile duymadım diyor mahkeme. Esas ve usul açısından felaket bir durum. Tutulacak noktası yok. Bunları, bilerek mi yapıyorlar anlamıyorum. Esas ve usul açısından adalet yok."

İlker Başbuğ'la konuşmamız uzayınca yemek saati de geldi. Başbuğ'a " yemekleri yiyebiliyor musunuz. On bin kişiye pişen yemeklerden şikayetler var. Yemekleri nasıl hücreye veriyorlar?" diye sorduğumda, güldü:

" Kapıyı açıp veriyorlar. Verilen yemeği de yemeye gayret ediyoruz. Biz cezaevi koşullarını kabul edip yaşıyoruz. Yemekleri bazen yağdan arındırıyorum ,bazen de kantinden alıyorum. " dedi.

Sonra ikram edilen çayları yudumlamaya devam ederken, içindeki duyguları, kafasını kemiren konuları anlatmayı sürdürdü:

" Bir senaryo yazılıyor. Senaryoda adı geçenlere rol veriliyor. Önce aleyhte haberler çıkmaya başlıyor. Sonra sizi ifadeye çağırıyorlar. İfade tutanakları gazetelerde çıkıyor. Korkunç bombardımana giriyorsunuz. İddianame çıkmadan bombardıman başlıyor. Damgalıyorlar.Medya da bilerek bilmeyerek buna alet oluyor. İddianameleri de kimse okumuyor.39 sayfalık iddianamenin 30 sayfası boş laf, 9 sayfası ise abuk sabuk iddialarla dolu. İnternet andıcı dediler. Abuk sabuk. Kara propagandayı nasıl yapmışım o zaman. 4 internet sitesini açmadan kapatmışız. Kapatmasaydınız yapacaktınız o zaman diyorlar. Buna da adil yargılama diyorlar. Suçum, 312'den hükümeti devirmekmiş. Başbakan ise, biz iyi çalıştık diyor. O zaman suç nerede? Hiyerarşik yapıda örgüt yapılanması olamaz. Devlet yok olur zira. Biz 7 yıl bu hükümetle çalıştık. Örgüte sızmakla suçlanırken, adalet bu işin neresinde? Suçlamaların hepsi abuk-sabuk. Akıl alır gibi değil. Hem canavarsınız,hem devlet çalışanı, hem terörist. Dr. JEKYLL ile Mr. HYDE benzetmesi gibi. Olabilir mi?"

Ergenekon'dan yargılananların iki kategoriye ayrıldığını da söyleyen Başbuğ şöyle devam etti:

"314/ 2 den suçlananlara 7-8 yıl verildi. Çoğu da Allah'a şükür çıktılar. İkinci kategoriye konulanlar, 314/1'den yöneticiliğe sokuldular. Kalıp bu oldu. Sonuç müebbet."

"Bundan sonra ne bekliyorsunuz" sorumuza yanıtı kısa oldu:

"Hiçbir şey. Onlar düşünsünler. Bunun altında ezilirler. Çok ciddi haksızlık var."

1995 yılında Kuzey Irak harekatında Çukurca bölgesinde O bir odada harekatı izlerken, ben de haber peşinde, Saddam'ın yazlık sarayında konuşlanan Türk birliklerinin yanında olayları izlemek istemiştim. O günlerden bu günlere geldiğimizde, gelinen son durumu da paylaşmak istedim Başbuğ ile. Günceli konuşmaktı amacım. PKK-Kandil-İmralı görüşmeleri ve gelişmeler konusunda ne düşünüyordu acaba orta mahallede. Kısaca yanıtladı Başbuğ:

"Öncelikle, görüşmeler kesinlikle silahların koşulsuz bırakılması amacıyla yapılmalı. Birincisi bu. İkincisi siyasi sorumluluk alınmalı. Üçüncüsü gizli olmalı. Dördüncüsü görüşmeler kesilmemeli. Terörde 1993-1995 dönemi çok önemlidir.Çok zor bir dönemdi. Şimdi PKK strateji değiştirdi. Siyasi alandaki mücadele de zordur.94'deki başarı olmasaydı, şimdi ne olurdu? Çukurca-Yüksekova üçgeninin koparılması engellenmiştir. Bugün farklı boyuttayız. Unutmamak lazım, lider kadro varken örgüt de bitmez. Kandil önemli. Umarım barış olur.."

Konuşmamızın tamamlandığını işaret eden görevlilere "tamam" diyerek bizimle vedalaşan Başbuğ'la vedadan sonra, arkamıza bakmadan açık görüş salonundan çıktık. Genel Kurmay eski Başkanı da gardiyanların arasında yeniden alt hücresindeki kitaplarına döndü."

Ortadoğu ve füzeler / Fikret Ertan

Yakın askeri tarihe baktığımızda Ortadoğu’nun ilk savaşlarında tanklar ve savaş uçaklarının önemli roller oynadığı, bunların performanslarının bu savaşların kazanılma ya da kaybedilmesini büyük ölçüde belirlediği açıkça görülür.

İsrail ve komşuları arasındaki bugünkü stratejik statükonun ortaya çıkmasına yol açan 1967 Arap-İsrail Savaşı adeta tanklar-toplar ve uçaklar arasında cereyan etmiş, sonuç da bunların performanslarına göre tezahür etmişti. İsrail ile Mısır ve Suriye arasındaki 1973 Ramazan Savaşı da benzer mecrada gelişmiş ve sonuçlanmıştı. İsrail’in 1982 Lübnan işgali de tanklar ve uçakların yolu açmasıyla gerçekleşmişti.

1990’lara gelindiğinde söz konusu stratejik statükoda ilk değişim işaretleri ortaya çıkmaya başlamış, 1991 Körfez Savaşı’nda statükoya füze unsuru da belirgin bir tarzda dâhil olmuştu. Bu savaşta Saddam rejimi İsrail’i 39 Scud füzesi ile ilk defa kendi topraklarında vurmayı başarırken İsrail, bu füzelere karşı anlamlı bir karşı tedbir de alamamıştı. Böylece balistik füzeler, İsrail ile yakın ve uzak komşuları arasındaki stratejik statüko ve dengede önemli bir değişken unsur olarak sahneye giriş yapmıştı.

Bu savaştan sonra çıkan 2006’daki 2. Lübnan Savaşı’nda da füzeler umulmadık rol oynamış, Hizbullah bu savaşta İsrail’e 4.000 civarında kısa ve orta menzilli füze atmış, İsrail bunları durdurmada yine büyük ölçüde başarılı olamamıştı. 2008-2009 Gazze Savaşı’nda da Hamas ve diğer gruplar füzelerle İsrail’i vurabilmişlerdi. Esasen her iki savaş da füzeler yüzünden çıkmıştı. Son olarak İsrail’in geçen yıl Gazze’ye yaptığı saldırı da Hamas’ın füzelerine karşılıktı. O zaman Hamas, İsrail’e 1.500 kadar çeşitli füze ve roket atabilmişti.
İsrail, son savaşlarda balistik füzelerin kazandığı bu vurucu güç yüzünden caydırıcılık ve saldırı kabiliyetlerine öncelik veren klasik askeri doktrinine füze tehdidi ve buna karşı alınacak tedbirleri de yeni bir unsur olarak eklemek zorunda kalmıştı. Bugün bu yüzden füze tehdidi bu doktrinin temel ayaklarından birisi haline de gelmiş bulunuyor.

Bu gelişmelerde şüphesiz komşularının balistik füze potansiyelinin yanı sıra İran’ın da son dönemde önemli bir füze gücü olarak ortaya çıkması belirleyici rol oynamış bulunuyor. İsrail bugün Hamas, Hizbullah ve Suriye kaynaklı balistik füzelere ek olarak İran füzelerini de mutlaka dikkate almak zorunluluğunu duyuyor, belki de başkalarından çok bu tehdidi en önemli tehdit olarak görüyor.

Nükleer programı dolayısıyla, kendini Amerikan ve İsrail askeri tehdidi altında hisseden İran da bu ülkelere karşı koymanın, onları muhtemel saldırılardan caydırmanın en önemli unsuru olarak kendi füzelerini görüyor ve buna göre de davranıyor, bunu da açıkça ortaya koyuyor. Bu sebeple uzun ve olağanüstü çabaları sayesinde de hasımlarının çok dikkate aldığı bir füze altyapısı ve gücü meydana getirmiş bulunuyor.
Kısacası, balistik füzeler, bunlara karşı alınacak tedbirler bugün Ortadoğu savaş ikliminin en son ve en yeni unsuru olarak işte böyle ortaya çıkmış bulunuyor. Suriye meselesi de bu konuya yeni bir unsur olarak girmiş oluyor elbette. Nitekim bugün Türkiye, Esed rejiminin elindeki önemli füze potansiyeli ve bunun ortaya çıkardığı tehdit yüzünden sınıra yakın yerlere NATO çerçevesinde Hollanda, Amerika ve Almanya’nın sağladığı Patriot füzesavar bataryalarını çoktandır konuşlandırmış, muhtemel bir tehlikeye karşı tedbir almış ve doğru kararı almış bulunuyor.

Esasen gönül, NATO’ya muhtaç olmadan kendi imkânlarımızla bu konuda tedbir alabilmiş olmamızı isterdi. Ancak saldırı mahiyetli balistik füzelerde son yıllarda önemli gelişmeler kaydeden Türkiye, füzesavar sistemler bakımından hareket etmede bize göre biraz geç kalmış görünüyor.

Bunu da bir an önce daha da fazla gecikmeden kendi imkânlarımızla ve kimseye güvenmeden mutlaka telafi etmemiz gerekiyor. Bugün Suriye’den, yarın ise başka bir yerden füze tehdidinin çıkmayacağının garantisi var mı? Ortadoğu’daki bundan sonraki muhtemel ihtilaflarda, savaşlarda füzeler ve karşı koyma sistemlerinin çok önemli rol oynayacağı artık apaçık bir gerçek olarak ortada duruyor.

PYD, Ceylanpınar sınırında mevzileniyor

Bu Türkiye'ye bir tuzak!

Sınırdaki Rasulayn kasabasında Suriyeli muhaliflerin saldırılarına karşı hazırlanan PKK’nın  Suriye kolu PYD, muhtemel çatışmalar sırasında roket ve kurşunların Ceylanpınar’a isabet etmesini sağlayacak şekilde mevziler kuruyor. Hedef, Türk tarafında meydana gelecek can kayıplarıyla muhaliflere tepki gösterilmesini sağlamak.
Türk jetlerinin hafta başında Suriye askeri helikopterini düşürmesinin ardından tansiyonun yükseldiği sınır bölgesinde önümüzdeki günlerde muhalifler ile terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD (Demokratik Birlik Partisi) arasında şiddetli çatışmalar bekleniyor. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi, PYD’nin temmuz ayında ele geçirdiği Ceylanpınar’a komşu Rasulayn’ı geri almak için hazırlık yapıyor. ÖSO, arabulucularla gönderdiği ‘kasabadan çekilin’ çağrısına ret cevabının gelmesinin ardından nihai taarruz için mevzilerini takviye ediyor. PYD ise saldırılara karşı hazırlıklar çerçevesinde Ceylanpınarlıların hayatını tehlikeye atacak bir taktiği uygulamaya sokmuş durumda. Bölgeden gelen bilgilere göre PKK-PYD militanları, muhtemel çatışmalar sırasında muhaliflerin roket ve kurşunlarının Ceylanpınar’a isabet etmesini sağlayacak şekilde mevzileri yüksek ve açık noktalara kuruyor. Bu sayede muhtemel bir çatışmada roket ve mermilerin, ilçede ölümlere neden olarak muhaliflere karşı tepki dalgası oluşturulması hedefleniyor. Rasulayn kasabasında muhalifler ile PYD güçleri arasında çıkan çatışmalarda şimdiye dek seken kurşunlar ve ilçeye düşen havan topları sınırın karşı tarafındaki Ceylanpınar’da birçok ölüm ve yaralanmalara yol açmıştı. İlçede tedirginliğe yol açan kurşunlara Türk ordusu da değişen angajman kuralları gereği ateşle karşılık vermişti.
Çatışmaların düşük yoğunlukta devam ettiği bölgedeki son duruma ilişkin bilgi veren ÖSO komutanlarından Ahmed Abu Kaddur, “PYD terör grupları mevzilerini arkalarında Türk tarafındaki evleri görecek şekilde yapıyor. Buradaki amaçları mevzileri geçen kurşunların Türkiye tarafındaki insanları öldürmesini sağlamak. Biz Türkiye’nin kılına zarar gelmesini istemeyiz. Bir kurşunun bile Türkiye’ye gitmesini istemeyiz. O nedenle Rasulayn’ın merkezine saldırmıyoruz. Ancak bizi yoğun top atışına tuttukları zaman Rasulayn’ın doğusundaki daha açık ve düzlük alanlardan karşılık veriyoruz. Bu nedenle de daha fazla kayıplar veriyoruz.” diye konuştu.
Suriyeli muhaliflerin, Rasulayn’ın güneybatısında kasaba merkezine yakın Tel Halaf, Asfar Neccar ve Mişrata köylerinde üslendikleri öğrenilirken PYD ile işbirliği yapan Esed rejiminin ise bu örgüte askeri destek sağladığı kaydediliyor. İstihbarat bilgilerine göre rejimin, Kamışlı ve Deyr ez Zor şehirlerindeki askeri birliklerden geçtiğimiz hafta PYD militanlarına 30 ağır makineli silah Doçka, 5 tank, 10 zırhlı araç ve çok sayıda mühimmat gönderdi. Gerektiği takdirde Rasulayn’a Hizbullah militanlarının da sevk edilebileceği öne sürülüyor.

Son dönemde Türkiye’de gerçekleştirilen bazı kanlı eylemlerin faili olan Marksist Leninist Komünist Partisi (MLKP) ve DHKP/C gibi yasa dışı örgütlerin de Esed rejimi saflarında bölgede Suriyeli muhaliflere karşı savaştığı belirtiliyor. PKK’nın yayın organı Fırat Haber Ajansı, MLKP üyesi Serkan Tosun’un 14 Eylül’de Rasulayn’daki bir çatışmada öldürüldüğünü duyurdu. Suriye’de iç savaşın başlamasından bu yana konjonktüre göre hareket eden PYD, Suriye’de Kuzey Irak’takine benzer bir Kürt özerk bölgesi için savaşıyor.

YALMAN: HAYATA DÖNÜŞ TALİMATINI VERDİM

Dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman'dan, 12 kişinin öldüğü 'Hayata Dönüş' operasyonu ile ilgili çarpıcı itiraflar...

Hayata Dönüş davasında tanık olarak dinlenen emekli Orgeneral Yalman “Ben operasyonda görev alan kişilerin özverili ve insan haklarına saygılı bir şekilde görev yaptıklarını düşünüyorum” dedi.

AYTAÇ YALMAN 12 KİŞİNİN ÖLDÜĞÜ ‘HAYATA DÖNÜŞ’Ü SAVUNDU
12 kişinin ölümüne sebep olan Hayata Dönüş Operasyonu davası kapsamında ‘tanık’ olarak ifadesine başvurulan dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman, operasyonu savundu. Star'ın haberine göre Yalman, “Ben operasyonda görev alan kişilerin özverili ve insan haklarına saygılı bir şekilde görev yaptıklarını düşüyorum” dedi. Yalman, operasyon sırasında kullanılan silahların tutukluların direncini kıracak şekilde kullanıldığını belirtti.

Görevliler özverili davrandı
Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce yürütülen davada, tanık olarak dinlenilmesine karar verilen Yalman’ın, Muğla’nın Bodrum ilçesinde ikamet ettiği için talimatla Bodrum 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nce ifadesi alındı. Adalet, Sağlık ve İçisleri Bakanlığının koordinasyonu ve MGK kararı ile operasyon yapılmasına karar verildiğini belirten Yalman şok sözler sarfetti:

“Benim görevim sadece operasyonun sınırları maksadını mekan ve zamanını koordine etmekti. Operasyonun başında bizzat bulunmadım. Bölge komutanlıklarına talimatları verdim, operasyon komutanlıklar tarafından yapıldı. Biz olayı raporlarla takip ettik. Operasyonda ölenlere rahmet diliyorum. O dönemde cezaevlerinde sık sık problem yaşanıyordu. 17 cezaevinde ölüm oruçlarının olduğu bana bildirildi. Üç defa koordinasyon toplantısı yapıldı ve ortak karar ile yirmi cezaevine operasyon yapıldı. Amaç ölümlere mani olmaktı. Tutuklu ve hükümlüler direnişte bulunmuşlar. Yapılan operasyon devlet kararıdır. Ben operasyonda görev alan kişilerin özverili ve insan haklarına saygılı bir şekilde görev yaptıklarını düşüyorum.”

Direnci kıracak kadar silah

“Tutukluların direncini kıracak şekilde gerekli silah kullanılmıştır. Bu operasyonların sonucunda on yıldır gerilemeyen cezaevlerine ilk defa girilebilmiş, iç disiplin sağlanmış, cezaevinde ateşli ve kesici alet bulunduğu rapor edilmiştir. Müdahale cezaevi savcısının kararıyla tutukluların gösterdiği direnç üzerine gerçekleşmiştir. Operasyonun Ferzan Çitici’nin bilgisi dahilinde olduğunu düşünüyorum. Operasyonlar illerdeki jandarma bölge Komutanlığı’nda koordine edildi. Kullanılacak silahlar konusunda bir bilgim yoktu.”