Hüseyin
Avni, Sultan Abdülaziz döneminin paşalarından biriydi. Başarılı askerî
hizmetleri esnasında gösterdiği ahlakî zaaftan dolayı sürgüne yollanmış,
akabinde gittiği Avrupa’da hem tedavi görmüş hem de intikam aşkıyla
keskinleşmişti. Türk tarihinin ilk organize darbesini (Mayıs-1876)
kurgularken halkın ve iktidarın tüm zaaflarını çok iyi bilmesinin
başarısındaki etkisi büyüktü.
Talebelerin
yürütülmesi, gazetelerin bilinçli dezenformasyon ile sarayı
itibarsızlaştırması işini Mithat Paşa ile beraber ustaca yapıyordu.
Avrupalı dostlarıyla oluşturduğu Mahmut Nedim Paşa’ya ‘Nedimof’ algısı kısa sürede işe yaramış, Sultan Aziz, önce kabineyi değiştirmek durumunda kalmış, ardından Hüseyin Avni Paşa’yı tekrar Seraskerlik (Genelkurmay Başkanı) makamına getirmek zorunda kalmıştı.
Bütün bu tavizler de işe yaramamış ve sonu kanlı biten bir darbe sürecinin başkahramanı olmuştu Hüseyin Avni Paşa. Sultan Abdülaziz’in elbette kendi dünyasında bir tasavvuru vardı ve donanmayı güçlendirerek başta Avrupa olmak üzere Rusya’ya karşı ağırlığı olan bir devlet pozisyonunda tutmayı amaçlıyordu. İktidarı devirme planlarını yaparken, büyük tartışmalar yaşanıyor ve kapalı kapılar ardında alternatif yeni yönetimler hesaplanıyordu. İşte bu tartışmaların birinde amacın sadece özgürlük olduğunu düşünen ve buna samimi olarak inanan Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, meşrutiyetin yeterli bir amaç olduğunu ileri sürüp, kanlı entrikaların devlet ve idareci ahlakıyla bağdaşmayacağını ileri sürdüğünde, belindeki silahına davranan Avni Paşa, o meşhur repliği patlatacaktı: Ahlak zaaftır paşa!
Ahlak… Önemli bir kavram. En ahlak dışı yöntemlerin, yönetimlerin, sistemlerin bile kendi içinde bir ahlakı olması zaruri. Beğenin-beğenmeyin, katılın ya da reddedin her şeyin bir ahlakı olmak zorunda. İsyanın bile!
Ülkemizde son iki haftadır yaşananlara bakıldığında, bugüne kadar sadece simülasyon olarak test edebildiğimiz özgürlük ve demokrasi kavramlarının en büyük gediği ahlak duvarında verdiğini görüyoruz. Özellikle sosyal medyanın ahlakı bir zaaf olarak algılayanların eline düştüğünde ne mene bir silaha dönüştüğünü de görüyoruz ne yazık ki! Üstelik bu bahsini ettiğimiz ahlakın iman, inanç ya da inançsızlık ile doğrudan bir ilişkisi yok. Kendilerini İslam ve iman şemsiyesi altında ifade eden birtakım zevatın dahi ahlakı bir kenara bırakıp, menfaat devşirmeye çabaladıklarına şahit oluyoruz.
Siyasi bir görüşün güdümünde olan televizyon, radyo, dijital ya da yazılı medya mecralarının bu eksiklik ile hareket ettiklerinde korkutucu bir canavara dönüşebildiklerini görmek mümkün.
Bu anlamda sayısız örneği buraya sıralayabiliriz. İster eylemcileri desteklesin, ister iktidar kanadını, içinden ahlakın çekip alındığı her hareket, davranış ve hamlenin aynı vicdansız pozisyona geldiği aşikâr.
Önceki gün Taksim Meydanı’na yapılan operasyonda (bir gün sonra siyasilerin eylemciler ile görüşeceği kesinleşmişken, niye böyle bir operasyon yapılır onun da mantığını anlamadık ama…) özellikle sosyal medyada yapılan ahlaksızlıkları (şüphesiz klasik edepsizlikten bahsetmiyorum) gördükçe, bu ülkenin işinin çok zor olduğuna inanmaya başladım.
Meydanda polise molotof atanları ‘Aha işte bunlar polis, oynanan da tiyatro’ diyerek algı oluşturmaya çabalamalarını bu cümleden addediyorum. O kadar ki, bu müzevirliği yapanların bazılarının dağıttıkları fotoğrafın kime ait olduğunu aslında bildikleri halde bunu yapmaları hakikaten dehşet vericiydi. Meselenin hakaret, küfür, aşağılama kısımları bir yana ahlakı zaaf olarak görenlerin nefretinden sakınmak lazım.
Avrupalı dostlarıyla oluşturduğu Mahmut Nedim Paşa’ya ‘Nedimof’ algısı kısa sürede işe yaramış, Sultan Aziz, önce kabineyi değiştirmek durumunda kalmış, ardından Hüseyin Avni Paşa’yı tekrar Seraskerlik (Genelkurmay Başkanı) makamına getirmek zorunda kalmıştı.
Bütün bu tavizler de işe yaramamış ve sonu kanlı biten bir darbe sürecinin başkahramanı olmuştu Hüseyin Avni Paşa. Sultan Abdülaziz’in elbette kendi dünyasında bir tasavvuru vardı ve donanmayı güçlendirerek başta Avrupa olmak üzere Rusya’ya karşı ağırlığı olan bir devlet pozisyonunda tutmayı amaçlıyordu. İktidarı devirme planlarını yaparken, büyük tartışmalar yaşanıyor ve kapalı kapılar ardında alternatif yeni yönetimler hesaplanıyordu. İşte bu tartışmaların birinde amacın sadece özgürlük olduğunu düşünen ve buna samimi olarak inanan Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, meşrutiyetin yeterli bir amaç olduğunu ileri sürüp, kanlı entrikaların devlet ve idareci ahlakıyla bağdaşmayacağını ileri sürdüğünde, belindeki silahına davranan Avni Paşa, o meşhur repliği patlatacaktı: Ahlak zaaftır paşa!
Ahlak… Önemli bir kavram. En ahlak dışı yöntemlerin, yönetimlerin, sistemlerin bile kendi içinde bir ahlakı olması zaruri. Beğenin-beğenmeyin, katılın ya da reddedin her şeyin bir ahlakı olmak zorunda. İsyanın bile!
Ülkemizde son iki haftadır yaşananlara bakıldığında, bugüne kadar sadece simülasyon olarak test edebildiğimiz özgürlük ve demokrasi kavramlarının en büyük gediği ahlak duvarında verdiğini görüyoruz. Özellikle sosyal medyanın ahlakı bir zaaf olarak algılayanların eline düştüğünde ne mene bir silaha dönüştüğünü de görüyoruz ne yazık ki! Üstelik bu bahsini ettiğimiz ahlakın iman, inanç ya da inançsızlık ile doğrudan bir ilişkisi yok. Kendilerini İslam ve iman şemsiyesi altında ifade eden birtakım zevatın dahi ahlakı bir kenara bırakıp, menfaat devşirmeye çabaladıklarına şahit oluyoruz.
Siyasi bir görüşün güdümünde olan televizyon, radyo, dijital ya da yazılı medya mecralarının bu eksiklik ile hareket ettiklerinde korkutucu bir canavara dönüşebildiklerini görmek mümkün.
Bu anlamda sayısız örneği buraya sıralayabiliriz. İster eylemcileri desteklesin, ister iktidar kanadını, içinden ahlakın çekip alındığı her hareket, davranış ve hamlenin aynı vicdansız pozisyona geldiği aşikâr.
Önceki gün Taksim Meydanı’na yapılan operasyonda (bir gün sonra siyasilerin eylemciler ile görüşeceği kesinleşmişken, niye böyle bir operasyon yapılır onun da mantığını anlamadık ama…) özellikle sosyal medyada yapılan ahlaksızlıkları (şüphesiz klasik edepsizlikten bahsetmiyorum) gördükçe, bu ülkenin işinin çok zor olduğuna inanmaya başladım.
Meydanda polise molotof atanları ‘Aha işte bunlar polis, oynanan da tiyatro’ diyerek algı oluşturmaya çabalamalarını bu cümleden addediyorum. O kadar ki, bu müzevirliği yapanların bazılarının dağıttıkları fotoğrafın kime ait olduğunu aslında bildikleri halde bunu yapmaları hakikaten dehşet vericiydi. Meselenin hakaret, küfür, aşağılama kısımları bir yana ahlakı zaaf olarak görenlerin nefretinden sakınmak lazım.