Türkiye, tekmili birden 'öğrenci evi' tartışmasına kapılıp giderken çok önemli gündemler gözden kaçıyor.
Uluslararası telekulak skandalı gibi bugüne ait dosyaların yanı sıra Tuğgeneral Bahtiyar Aydın suikastı gibi dünün önemli başlıkları da gündemde kendine yer bulamadı.
Oysaki bu başlıkların tamamı 'öğrenci evi' tartışmasından çok daha önemli.
Dün kısmen medyaya yansıdı.
22 Ekim 1993'teki meşhur Lice olayları sırasında aralarında Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın da bulunduğu 2'si asker 16 kişinin ölümüyle ilgili iddianamede şok detaylar var.
Bunca yıldır komutanın 'PKK'lılarla girilen şiddetli çatışma sonucunda şehit olduğu'söyleniyordu.
Delil olarak da dere yatağındaki silahlar gösterilmişti.
Ancak kriminal kayıtlar 'durumun öyle olmayabileceğini' ortaya koydu.
Söz konusu ağır makineli silahın yanındaki 640 kovan 9 farklı silahtan çıkmış. Kalaşnikof'un yanındaki 301 kovan ise 29 ayrı silahta kullanılmış.
Yani elde 2 silah var ama kovanlar 39 ayrı silahta kullanılmış.
İddianamede başka 'tuhaflıklar' da var.
Mesela 'şiddetli çatışma olmasına rağmen' hiçbir teröristin ölü ya da yaralı yakalanamaması,izine dahi rastlanamaması dikkat çekiyor.
Olayda yaralanan askerlerin ifadeleri alınmamış. Ayrıca 'temiz' bir Kalaşnikof PKK'ya kayıtlı bir silahla yer değiştirilmiş.
İddianamede başka 'tuhaflıklar' da sıralanıyor.
İşin tuhafı Lice bu konuda tek örnek değil. Benzeri çok fazla olay var.
Mesela, 15 Kasım 2000'de Cizre'de Hizbullah'a yönelik bir operasyon yapıldı.
O dönemin askeri kanat sorumlusunun evine gizlenmiş cephanelikte 99 adet uzun namlulu silah çıktı.
Aralarında ağır makineli ve suikast silahları da vardı.
Silahlar özenle sökülmüş, yağlanmış ve 'talimata uygun olarak' depolanmıştı. Evin sahibi silahları sahiplenmedi.
Fakat 28 Ağustos 2001 tarihli kriminal rapor şok gerçeği ortaya koydu.
Söz konusu silahların bazıları kayıtlara PKK saldırısı olarak geçmiş baskınlarda kullanılmıştı.
Raporda hangi seri numaralı silahın nerede kullanıldığı madde madde sıralandı.
Benzer bir örnek daha...
2001 Ocak başında yine 'Hizbullah'a yönelik' İdil ve kırsalında operasyon yapıldı.
Kimin eli kimin cebinde belli değil
Çok sayıda silah ele geçti.
Fakat köylüler silahların kendilerine ait olmadığını iddia etti. Kriminal incelemede ele geçen 43 Kalaşnikof, 13 RPG ve 4 LAW silahından 2'sinin Şırnak Jandarma Envanteri'ne kayıtlı olduğu anlaşıldı.
İşin tuhafı söz konusu baskınla ilgili Diyarbakır 3. Nolu DGM'de görülen davada jandarma 'o silahlar bizim' dedi.
Daha da tuhafı silahların iadesine yönelik talebin bulunduğu resmi yazı mahkeme dosyasından 'uçtu.'
Benzeri örnekleri uzatmak mümkün.
Bu örneklerle bir örgütü aklama ya da diğerini suçlama amacında değilim. O dönem PKK'nın, Hizbullah'ın, Ergenekon'un birbirine karıştığı, kimin kim olduğunun anlaşılamadığı yıllardı.
1990'lar, özellikle de 1993 çok karanlık bir yıl oldu.
Bir başka ifadeyle adı konmamış bir darbe gerçekleşti. Fakat o karanlık dönemin dosyaları hâlâ aydınlatılamadı.
Gerçi Ergenekon davasında Levent Ersöz, Atilla Uğur ve Veli Küçük gibi isimler yargılandı.
Ancak daha ötesine gidilemedi.
Bu açıdan Bahtiyar Aydın dosyası bir fırsat olabilir. Bir türlü 'Fırat'ın öte yakasına geçemeyen' Ergenekon'un izini sürmek şart.
Kendine devlet süsü veren çetelerin kirli düzenleri ortaya dökülemez, hesabı sorulamazsa Ergenekon dosyası eksik kalmış olacaktır.
Ayrıca, bu tip yapıların uygun zemin ve atmosfer bulunca hemen ayağa kalktığını da unutmamak gerekir.
Uluslararası telekulak skandalı gibi bugüne ait dosyaların yanı sıra Tuğgeneral Bahtiyar Aydın suikastı gibi dünün önemli başlıkları da gündemde kendine yer bulamadı.
Oysaki bu başlıkların tamamı 'öğrenci evi' tartışmasından çok daha önemli.
Dün kısmen medyaya yansıdı.
22 Ekim 1993'teki meşhur Lice olayları sırasında aralarında Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın da bulunduğu 2'si asker 16 kişinin ölümüyle ilgili iddianamede şok detaylar var.
Bunca yıldır komutanın 'PKK'lılarla girilen şiddetli çatışma sonucunda şehit olduğu'söyleniyordu.
Delil olarak da dere yatağındaki silahlar gösterilmişti.
Ancak kriminal kayıtlar 'durumun öyle olmayabileceğini' ortaya koydu.
Söz konusu ağır makineli silahın yanındaki 640 kovan 9 farklı silahtan çıkmış. Kalaşnikof'un yanındaki 301 kovan ise 29 ayrı silahta kullanılmış.
Yani elde 2 silah var ama kovanlar 39 ayrı silahta kullanılmış.
İddianamede başka 'tuhaflıklar' da var.
Mesela 'şiddetli çatışma olmasına rağmen' hiçbir teröristin ölü ya da yaralı yakalanamaması,izine dahi rastlanamaması dikkat çekiyor.
Olayda yaralanan askerlerin ifadeleri alınmamış. Ayrıca 'temiz' bir Kalaşnikof PKK'ya kayıtlı bir silahla yer değiştirilmiş.
İddianamede başka 'tuhaflıklar' da sıralanıyor.
İşin tuhafı Lice bu konuda tek örnek değil. Benzeri çok fazla olay var.
Mesela, 15 Kasım 2000'de Cizre'de Hizbullah'a yönelik bir operasyon yapıldı.
O dönemin askeri kanat sorumlusunun evine gizlenmiş cephanelikte 99 adet uzun namlulu silah çıktı.
Aralarında ağır makineli ve suikast silahları da vardı.
Silahlar özenle sökülmüş, yağlanmış ve 'talimata uygun olarak' depolanmıştı. Evin sahibi silahları sahiplenmedi.
Fakat 28 Ağustos 2001 tarihli kriminal rapor şok gerçeği ortaya koydu.
Söz konusu silahların bazıları kayıtlara PKK saldırısı olarak geçmiş baskınlarda kullanılmıştı.
Raporda hangi seri numaralı silahın nerede kullanıldığı madde madde sıralandı.
Benzer bir örnek daha...
2001 Ocak başında yine 'Hizbullah'a yönelik' İdil ve kırsalında operasyon yapıldı.
Kimin eli kimin cebinde belli değil
Çok sayıda silah ele geçti.
Fakat köylüler silahların kendilerine ait olmadığını iddia etti. Kriminal incelemede ele geçen 43 Kalaşnikof, 13 RPG ve 4 LAW silahından 2'sinin Şırnak Jandarma Envanteri'ne kayıtlı olduğu anlaşıldı.
İşin tuhafı söz konusu baskınla ilgili Diyarbakır 3. Nolu DGM'de görülen davada jandarma 'o silahlar bizim' dedi.
Daha da tuhafı silahların iadesine yönelik talebin bulunduğu resmi yazı mahkeme dosyasından 'uçtu.'
Benzeri örnekleri uzatmak mümkün.
Bu örneklerle bir örgütü aklama ya da diğerini suçlama amacında değilim. O dönem PKK'nın, Hizbullah'ın, Ergenekon'un birbirine karıştığı, kimin kim olduğunun anlaşılamadığı yıllardı.
1990'lar, özellikle de 1993 çok karanlık bir yıl oldu.
Bir başka ifadeyle adı konmamış bir darbe gerçekleşti. Fakat o karanlık dönemin dosyaları hâlâ aydınlatılamadı.
Gerçi Ergenekon davasında Levent Ersöz, Atilla Uğur ve Veli Küçük gibi isimler yargılandı.
Ancak daha ötesine gidilemedi.
Bu açıdan Bahtiyar Aydın dosyası bir fırsat olabilir. Bir türlü 'Fırat'ın öte yakasına geçemeyen' Ergenekon'un izini sürmek şart.
Kendine devlet süsü veren çetelerin kirli düzenleri ortaya dökülemez, hesabı sorulamazsa Ergenekon dosyası eksik kalmış olacaktır.
Ayrıca, bu tip yapıların uygun zemin ve atmosfer bulunca hemen ayağa kalktığını da unutmamak gerekir.