22 Nisan 2013 / İDRİS GÜRSOY
DYP’de bütün
baskılara rağmen Meclis’e giren Ümmet Kandoğan, Abdullah Gül’ü
seçtirmemek için Danıştay saldırısından Erdoğan Teçiz’e suikast
girişimine kadar pek çok eylemin müdahaleye zemin hazırlamak amacıyla
gerçekleştirildiğini söylüyor.
Türkiye, bundan 6 yıl önce en
sıcak nisan aylarından birini yaşıyordu. Hiçbir cumhurbaşkanı için
aranmayan 367 sınırı, Abdullah Gül’e şart koşuldu. CHP, DYP ve ANAP
milletvekillerinin oturumlara katılmaması için her türlü yöntem
kullanıldı. Ancak bir milletvekili kollarından tutulup dışarı
sürüklenmesine rağmen Meclis Genel Kurulu’na girdi. O kişi DYP Denizli
Milletvekili Ümmet Kandoğan’dı. O günleri anlatırken duygulanıyor ve
kendisine gelen destek mesajlarını telefonundan hâlâ silmediğini
söylüyor. Savcıların 27 Nisan’ı da dava konusu yapacaklarına inanıyor.
Bazıları bugün ‘27 Nisan darbe girişimi değildi’ görüşünü
seslendirirken, 2007 sürecinin bir numaralı tanığı öncesi ile sonrası
ile ‘en son darbe girişimini’ anlatıyor.
-Neye dayanarak “367 fikrini bir merkezde kararlaştırıp Sabih Kanadoğlu’na söylettiler.” diyorsunuz?
Kanadoğlu, 367 iddiasını ortaya attıktan sonra yüzde 99, Türkiye’de 367 şartının aranmaması gerektiği noktasında hemfikir oldu. Bütün geçmiş Meclis başkanları biri haricinde, bütün anayasa hukukçuları, aynı şeyi söyledi. Planlı bir şeydi, adım adım hayata geçirildi. Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu üzerinde yoğun baskılar, tertipler oluşturdular ve bunun neticesinde ikisi TBMM Genel Kurulu’na girmedi. 367 baştan itibaren bir dayatmaydı.
-Kim vardı merkezde?
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) merkezinde, Cumhuriyet Halk Partisi, Süleyman Demirel, YÖK, üniversiteler ve basının da içinde olduğu bir planlama bu.
-Ağar önce Meclis’e girme taraftarıydı, sonra neden fikir değiştirdi?
TSK, Mehmet Ağar üzerinde müthiş bir baskı uyguladı, aynı baskılar Erkan Mumcu için de söz konusuydu. Ağar bu baskılara direnemedi.
-“25 Nisan günü filmin koptuğu gündür.” diyorsunuz. Ne oldu o gün?
Genel İdare Kurulu (GİK) toplantımızı yaptık. Toplantıya girmeden önce bana dedi ki: ‘Ümmet Bey, sakın siz burada herhangi bir konuşma yapmayın.’ Niye? ‘Sizin görüşünüzü biliyoruz. Meclis’e girilmesi noktasında çok kararlısınız… Lütfen burada siz konuşmayın, hem GİK üyesi değilsiniz.’ Toplantı bittikten sonra Ağar’la odasında otururken bir alt yazı geçti televizyonlarda: ‘Erdoğan Teziç’e suikast teşebbüsü.’ O an Ağar’ın renginin solduğunu, ellerinin hafiften titrediğini, büyük bir endişe ve korku içine girdiğini gördüm. O tamamen uyduruk bir suikast teşebbüsüydü, ortamı germek istiyorlardı.
-Suikastın mesajı iki genel başkana mıydı?
Teziç’e suikast teşebbüsünden dolayı ikisi de panikledi. Ve son kırılma noktası bu teşebbüstür. Mumcu’yla beraber bir basın toplantısı yaptılar. Ne kadar mutlu ikisi. Yani gülerek, kahkahalar atarak iki genel başkan basın toplantısı yaptı, 25 Nisan’da. Teziç’e suikast teşebbüsüyle ve o ortak basın toplantısıyla beraber Türkiye’de her şey bir anda değişti ve artık geri dönülmeyen bir yola girildiğine inandılar.
-Ne zaman ‘Bu iş bitti’ dediniz?
27 Nisan günü Ağar beni odasına çağırdı. Dedim ki: ‘Sakın partiyi bağlayıcı bir şey söylemeyin, çünkü siz bunu millete anlatamazsınız’. “Sen hiç merak etme’ dedi, gitti basın toplantısına. Ağar’la belki 50 basın toplantısına çıktım. Hiçbirinde metin olmazdı. O gün elinde bir metin, kim nerede hazırlamış bilmiyorum. O metinden okudu ve sonra ‘Cumhurbaşkanlığı seçimine DYP olarak girmeyeceğiz’ dedi. Kaldı ki partiler bu konuda bağlayıcı karar alamıyorlar, Anayasa gereği.
-Siz ne yaptınız?
Ben daha basın toplantısı biter bitmez, ‘Gireceğim’ dedim. 14.30’da odama geçtim. Ağar odamda, Celal Adan, Timur Gürgan, Birol Özcan, Mehmet Eraslan odada. Yarım saat, içeride boğaz boğaza kavga ettik. Timur Gürgan, Genel Başkan Yardımcısı; Birol Özcan, Genel İdare Kurulu üyesi Meclis’in bahçesine kadar kollarımdan çekiştirerek beni geri çevirmeye zorladılar. Fiziki müdahaleydi.
-Bugün, “27 Nisan müdahale değildi” deniyor?
Muhtıra metninin son bölümünde, Kutlu Doğum Haftası’yla ilgili bir sürü şey sayılmış ve şöyle deniyor: ‘Bu durum, TSK tarafından endişeyle izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki TSK bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, TSK yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır. Gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmaması gerekir.’ Bir tek cümle eksiktir: TSK yönetime el koymuştur.’
-Bildiri neden 27 Nisan gecesi yayımlandı?
O gün, ilk etapta 367 sağlanamadı, ama tereddüt içerisindeler, acaba bir şey olur da Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilirse bütün hesaplar altüst olacaktı. Belirli yerlere mesaj için e-muhtırayı koydular. Anayasa Mahkemesi, DYP ve ANAP’a duruşunuzu koruyun, hükümetin düşmesine az kaldı dendi.
-28 Nisan olmasa süreç nereye giderdi?
Ortaya çıkmamış gerçekler var. Eğer 28 Nisan günü AK Parti o bildiriyi yayımlamamış olsaydı, Türkiye 28 Şubat’tan çok daha karanlık noktalara gidecekti. Bakın o dönemde Ahmet Necdet Sezer, görev süresi dolduğu hâlde, 146 oy alan biri yerine 95 oy alan Abdurrahman Yalçınkaya’yı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olarak atadı. Sandıkta AK Parti’yi uzaklaştıramayınca, aynı süreci kapatma davası açarak devam ettirmek istediler.
-Demirel’in adı 28 Şubat’ta aktör olarak geçiyor, siz 27 Nisan’da da aktördü diyorsunuz?
23 Nisan günü Celal Bayar Köşkü’nde Ağar’la otururken Süleyman Demirel aradı. Demirel bütün gücüyle Ağar’a baskı uyguluyor. Telefon görüşmesinden herhâlde tatmin olmadı ki 17.00’de Güniz Sokak’a randevu verdi. Nihai karar o gün orada alındı. Demirel, GİK üyeleri üzerinde de yoğun bir baskı uyguladı.
-Çok net konuşuyorsunuz?
Canlı tanığıyım. Orhan Keçeli, DYP’nin genel başkan yardımcısı. 24 Nisan gecesi beni aradı. Dedi ki, ‘Ümmet Bey, aman Meclis’e girelim, girmezsek bunu parti tabanına anlatamayız ve parti büyük darbe yer.’ Daha sonra Güniz Sokak’a uğradı ve GİK toplantısında Meclis’e girilmemesinin en büyük savunucularından birisi olur.
-Neye dayanarak “367 fikrini bir merkezde kararlaştırıp Sabih Kanadoğlu’na söylettiler.” diyorsunuz?
Kanadoğlu, 367 iddiasını ortaya attıktan sonra yüzde 99, Türkiye’de 367 şartının aranmaması gerektiği noktasında hemfikir oldu. Bütün geçmiş Meclis başkanları biri haricinde, bütün anayasa hukukçuları, aynı şeyi söyledi. Planlı bir şeydi, adım adım hayata geçirildi. Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu üzerinde yoğun baskılar, tertipler oluşturdular ve bunun neticesinde ikisi TBMM Genel Kurulu’na girmedi. 367 baştan itibaren bir dayatmaydı.
-Kim vardı merkezde?
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) merkezinde, Cumhuriyet Halk Partisi, Süleyman Demirel, YÖK, üniversiteler ve basının da içinde olduğu bir planlama bu.
-Ağar önce Meclis’e girme taraftarıydı, sonra neden fikir değiştirdi?
TSK, Mehmet Ağar üzerinde müthiş bir baskı uyguladı, aynı baskılar Erkan Mumcu için de söz konusuydu. Ağar bu baskılara direnemedi.
-“25 Nisan günü filmin koptuğu gündür.” diyorsunuz. Ne oldu o gün?
Genel İdare Kurulu (GİK) toplantımızı yaptık. Toplantıya girmeden önce bana dedi ki: ‘Ümmet Bey, sakın siz burada herhangi bir konuşma yapmayın.’ Niye? ‘Sizin görüşünüzü biliyoruz. Meclis’e girilmesi noktasında çok kararlısınız… Lütfen burada siz konuşmayın, hem GİK üyesi değilsiniz.’ Toplantı bittikten sonra Ağar’la odasında otururken bir alt yazı geçti televizyonlarda: ‘Erdoğan Teziç’e suikast teşebbüsü.’ O an Ağar’ın renginin solduğunu, ellerinin hafiften titrediğini, büyük bir endişe ve korku içine girdiğini gördüm. O tamamen uyduruk bir suikast teşebbüsüydü, ortamı germek istiyorlardı.
-Suikastın mesajı iki genel başkana mıydı?
Teziç’e suikast teşebbüsünden dolayı ikisi de panikledi. Ve son kırılma noktası bu teşebbüstür. Mumcu’yla beraber bir basın toplantısı yaptılar. Ne kadar mutlu ikisi. Yani gülerek, kahkahalar atarak iki genel başkan basın toplantısı yaptı, 25 Nisan’da. Teziç’e suikast teşebbüsüyle ve o ortak basın toplantısıyla beraber Türkiye’de her şey bir anda değişti ve artık geri dönülmeyen bir yola girildiğine inandılar.
-Ne zaman ‘Bu iş bitti’ dediniz?
27 Nisan günü Ağar beni odasına çağırdı. Dedim ki: ‘Sakın partiyi bağlayıcı bir şey söylemeyin, çünkü siz bunu millete anlatamazsınız’. “Sen hiç merak etme’ dedi, gitti basın toplantısına. Ağar’la belki 50 basın toplantısına çıktım. Hiçbirinde metin olmazdı. O gün elinde bir metin, kim nerede hazırlamış bilmiyorum. O metinden okudu ve sonra ‘Cumhurbaşkanlığı seçimine DYP olarak girmeyeceğiz’ dedi. Kaldı ki partiler bu konuda bağlayıcı karar alamıyorlar, Anayasa gereği.
-Siz ne yaptınız?
Ben daha basın toplantısı biter bitmez, ‘Gireceğim’ dedim. 14.30’da odama geçtim. Ağar odamda, Celal Adan, Timur Gürgan, Birol Özcan, Mehmet Eraslan odada. Yarım saat, içeride boğaz boğaza kavga ettik. Timur Gürgan, Genel Başkan Yardımcısı; Birol Özcan, Genel İdare Kurulu üyesi Meclis’in bahçesine kadar kollarımdan çekiştirerek beni geri çevirmeye zorladılar. Fiziki müdahaleydi.
-Bugün, “27 Nisan müdahale değildi” deniyor?
Muhtıra metninin son bölümünde, Kutlu Doğum Haftası’yla ilgili bir sürü şey sayılmış ve şöyle deniyor: ‘Bu durum, TSK tarafından endişeyle izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki TSK bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, TSK yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır. Gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmaması gerekir.’ Bir tek cümle eksiktir: TSK yönetime el koymuştur.’
-Bildiri neden 27 Nisan gecesi yayımlandı?
O gün, ilk etapta 367 sağlanamadı, ama tereddüt içerisindeler, acaba bir şey olur da Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilirse bütün hesaplar altüst olacaktı. Belirli yerlere mesaj için e-muhtırayı koydular. Anayasa Mahkemesi, DYP ve ANAP’a duruşunuzu koruyun, hükümetin düşmesine az kaldı dendi.
-28 Nisan olmasa süreç nereye giderdi?
Ortaya çıkmamış gerçekler var. Eğer 28 Nisan günü AK Parti o bildiriyi yayımlamamış olsaydı, Türkiye 28 Şubat’tan çok daha karanlık noktalara gidecekti. Bakın o dönemde Ahmet Necdet Sezer, görev süresi dolduğu hâlde, 146 oy alan biri yerine 95 oy alan Abdurrahman Yalçınkaya’yı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olarak atadı. Sandıkta AK Parti’yi uzaklaştıramayınca, aynı süreci kapatma davası açarak devam ettirmek istediler.
-Demirel’in adı 28 Şubat’ta aktör olarak geçiyor, siz 27 Nisan’da da aktördü diyorsunuz?
23 Nisan günü Celal Bayar Köşkü’nde Ağar’la otururken Süleyman Demirel aradı. Demirel bütün gücüyle Ağar’a baskı uyguluyor. Telefon görüşmesinden herhâlde tatmin olmadı ki 17.00’de Güniz Sokak’a randevu verdi. Nihai karar o gün orada alındı. Demirel, GİK üyeleri üzerinde de yoğun bir baskı uyguladı.
-Çok net konuşuyorsunuz?
Canlı tanığıyım. Orhan Keçeli, DYP’nin genel başkan yardımcısı. 24 Nisan gecesi beni aradı. Dedi ki, ‘Ümmet Bey, aman Meclis’e girelim, girmezsek bunu parti tabanına anlatamayız ve parti büyük darbe yer.’ Daha sonra Güniz Sokak’a uğradı ve GİK toplantısında Meclis’e girilmemesinin en büyük savunucularından birisi olur.