Konuşmaların ardından Tümamiral Uşaklıoğlu, Vali Aksoy'a Sahil Güvenlik Komutanlığı’nı simgeleyen bir şilt takdim etti.
Harbiye, askerlik, askeriye, savunma ile ilgili tüm gelişmeler, eleştiriler, asker-siyaset ilişkisi, askeri operasyonlar, gibi ve benzeri haberler, köşe yazıları, dosyalar buradan aktarılmaya çalışılacak.
30 Nisan 2013 Salı
Sahil Güvenlik Komutanı Samsun'da
Konuşmaların ardından Tümamiral Uşaklıoğlu, Vali Aksoy'a Sahil Güvenlik Komutanlığı’nı simgeleyen bir şilt takdim etti.
'Fırtına' üyelere tanıtıldı
Dün 16.30 sıralarında Adapazarı’na gelen Komisyon Başkanı Oğuz Kağan Köksal, Başkanvekili Şirin Ünal, komisyon üyeleri Ahmet Toptaş, Seyit Sertçelik, Arif Bulut, Fevai Arslan, Mehmet Süleyman Hamzaoğulları, Mehmet Ramazanoğlu, Osman Kahveci ve Halil Özcan'ı Kara Kuvvetleri Lojistik Komutanlığı’na bağlı Birinci Ana Bakım Merkezi Komutanlığı’nda Bakım Albay Ertuğrul Akkaya’ya karşıladı. Basına kapalı basın toplantısı sonrasında komisyon üyeleri 4 araç ile Fırtına Obüsünün imalatıyla ilgili fabrikada incelemelerde bulundular
Yaklaşık 2 saat süren ziyaret nedeniyle Fabrikada çalışanlarının fabrikadan ayrılmadığı ziyarette komisyon üyeleri Obüs’ün yapım aşamalarıyla ilgili olarak bölümleri gezdiler.
Ardından da komisyon üyeleri için fırtınanın gösterisi vardı. Test alanında yapılan yaklaşık 20 dakika süren gösteriyi komisyon üyeleri dikkatle izlerken gösteri sonrasında da Obüs’ü kullanan görevlilere teşekkür ettiler.
Komisyon Başkanı Köksal böylesine önemli bir silahı yapmak gücüne gelmiş olmanın gurur verici olduğunu söyleyerek konuşmasına söyle devam etti:
"Merkez komutanlığındaki çalışmaları dısarıdan bakıldığında küçük bir ünite imis gibi geliyor. Arabayla 2 saat dolaştık. Tesisin genişliği alan olarak ta degğl.Yapılan çalışmalar bizi büyüledi. Burada yapılan işin özelligi milli olmasıdır.Gördüğümüz kadarıyla da bir çok noktada ülkemiz imkanlarıyla yapılıyor. İzlemekte gurur duydugumuz Fırtına Obüsünün tamamı Türk tasarımcıları tarafından yapıldı. Motor dışındaki hepsi milli imkanlarla yapıldı. Böylesine önemli bir silahı yapmak gücüne gelmiş olmamız gurur vericidir.’dedi
TBMM Milli Savunma Komisyonu üyeleri daha sonra fabrikadan ayrıldılar.
Askeri Hakim Sicil Yönetmeliği, Resmi Gazete'de
Askeri Hakim Sicil Yönetmeliği, Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlandı.
Yönetmelik, askeri hakim subayların rütbe terfisi ve kıdemliliği, kademe ilerlemesi, birinci sınıfa ayrılma, birinci sınıf olma, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemlerine esas olacak general-amiral sicil belgesi, subay ve mesleki sicil belgelerinin şekil ve kapsamı ile düzenleme, gönderilme usulünü ve diğer hususlarda yapılacak işlemleri düzenliyor.
Askeri hakimlik, askeri savcılık, adli müşavirlik, disiplin subaylığı, Askeri Adalet İşleri Başkanlığı, Askeri Adalet Teftiş Kurulu Başkanlığı, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kadrolarında ve askeri yargı ile ilgili idari görevlerde bulunan askeri hakim subayları ve askeri hakim adaylarını kapsayan yönetmelikte hüküm bulunmayan konularda, Askeri Hakimler Kanunu ve bu yönetmeliğe aykırı olmamak şartıyla Subay Sicil Yönetmeliği hükümleri uygulanacak.
Askerî hâkimlerin rütbe terfii, rütbe kıdemliliği ve kademe ilerlemesi yapmalarını temin edecek yeterlilikleri sicil ile saptanacak. Sicil belgeleri; general-amiral sicil belgesi, subay (asteğmen-albay) sicil belgesi ve mesleki sicil belgesi olmak üzere üç çeşit olacak.
Yönetmelik, 31 Ağustos 2012 tarihinden itibaren geçerli olacak.
Yönetmelik, askeri hakim subayların rütbe terfisi ve kıdemliliği, kademe ilerlemesi, birinci sınıfa ayrılma, birinci sınıf olma, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemlerine esas olacak general-amiral sicil belgesi, subay ve mesleki sicil belgelerinin şekil ve kapsamı ile düzenleme, gönderilme usulünü ve diğer hususlarda yapılacak işlemleri düzenliyor.
Askeri hakimlik, askeri savcılık, adli müşavirlik, disiplin subaylığı, Askeri Adalet İşleri Başkanlığı, Askeri Adalet Teftiş Kurulu Başkanlığı, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kadrolarında ve askeri yargı ile ilgili idari görevlerde bulunan askeri hakim subayları ve askeri hakim adaylarını kapsayan yönetmelikte hüküm bulunmayan konularda, Askeri Hakimler Kanunu ve bu yönetmeliğe aykırı olmamak şartıyla Subay Sicil Yönetmeliği hükümleri uygulanacak.
Askerî hâkimlerin rütbe terfii, rütbe kıdemliliği ve kademe ilerlemesi yapmalarını temin edecek yeterlilikleri sicil ile saptanacak. Sicil belgeleri; general-amiral sicil belgesi, subay (asteğmen-albay) sicil belgesi ve mesleki sicil belgesi olmak üzere üç çeşit olacak.
Yönetmelik, 31 Ağustos 2012 tarihinden itibaren geçerli olacak.
Aselsan'dan dünyada bir ilk!
Olağandışı hareketleri izleyecek
Savunma sanayi kuruluşu ASELSAN, dünyanın ilk 'insansı kamerası'nı tasarlayacak. 2.7 milyar euro bütçeli ortak teknoloji girişimi ARTEMİS, ASELSAN'ın Bilişsel ve Algısal Kameralar (Cognitive and Perceptive Cameras) adlı projesini fonlamaya değer buldu. ARTEMİS fonundan, 1.2 milyon euro bütçeli proje ile yararlanacak ASELSAN, çok çekirdekli mikro işlemcileri içinde barındıracak dünyanın ilk insansı kamerasını üretecek.
ASELSAN Genel Müdür Yardımcısı Özcan Kahramangil, bu proje ile bilişsel ve algısal bir gözetim sisteminin geliştirilmesini amaçladıklarını belirterek, bu kapsamda karmaşık görüntü işleme algoritmalarını çok çekirdekli mikroişlemcilerle paralel olarak çok yüksek hızda çalıştırabilen bir kamera sistemi geliştireceklerini söyledi.
Birden çok kameranın konuşlandığı ortamlarda, bu kameraların birbirleriyle anlamlı bilgi alışverişinde bulunabileceğini ve ortamın özelliklerine göre işlevselliklerini dinamik olarak değiştirebileceğini ifade eden Kahramangil, şöyle konuştu: "Akıllı kamera sistemlerini bir adım ileriye götüren bu kameralar, akustik sensörlere entegre olarak yalnızca görüntü değil ses sinyallerini de değerlendirerek, ortama ilişkin durumsal farkındalık bilgisini otomatik olarak çıkarabilecek ve kullanıcılara sunabilecek. Hem hava hem de yerdeki hareketli platformlarda kullanılabilecek. Hem görünür ışık hem de kızılötesi sensörleri barındıran bu sisteme eşdeğer yeteneklere sahip bir kamera dünyada şu anda hiçbir ülkede bulunmuyor."
OLAĞANDIŞI HAREKETLERİ İZLEYECEK
Kahramangil, kameraların çalışma sistemleriyle ilgili şu bilgileri verdi: "Bilişsel ve algısal yeteneklerle şunu kastediyoruz; örneğin bir tesisin güvenliğini sağlamak istiyorsunuz. Gece kameralar etrafı gözetleyecek. Tesise yaklaşan bir kişi ya da araç algılarsa bunlara zoom yapacak veya hareketli platformlar aracılığıyla hedefe yönlendirilecek. Aracın türünü, markasını, plakasını tespit edecek. Plakasını okumaya zoomu yetmiyorsa çözünürlüğü artıracak. Bir güvenlik görevlisi nasıl, gördüğü şeylere bağlı olarak hareketini değiştirirse kamera da ortamın özelliklerine bağlı olarak kendi fonksiyonlarını değiştirebilecek. Yani güvenlik görevlisi gece etrafta bir hareket yoksa yerinde oturup etrafa bakmaya devam eder. Bir tehdit oluşursa bu durumu anlamak için kişileri takip eder, telefonu alıp başka görevlilere haber verir. Dolayısıyla o duruma adapte olması gerekecek. Aynı şekilde kameralar da oradaki duruma adapte olacak. Şu anda günümüzde bu adaptasyonu yapabilen teknolojiler mevcut değil Kameralar ses bilgisini de değerlendirebilecek. Kamera, ani bir ses duyduğunda açısını değiştirip sesin olduğu yere yönelecek ve o bölgeye odaklanacak."
NE ZAMAN HAZIR OACAK?
Güvenlik sistemlerinde, kameralara bağlı duvarda birçok ekranın bulunduğunu, bunları izleyen bir operatörün 10-15 dakika sonra dikkatinin dağıldığını belirten Kahramangil, geliştirecekleri sistemle artık izleme kısmını kameraların devralacağını, müdahale gerektiren bir durum tespit edilirse o zaman operatörün devreye gireceğini söyledi.
"Biz kameralardan insan gibi davranmasını isteyeceğiz" diyen Kahramangil, projenin 3 yıl süreceğini, kameranın ilk prototipinin 2016 yılında tamamlanacağını söyledi.
Genelkurmay Başkanı Özel Van'a gitti
Açıklama'da "Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL, Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı ile birlikte Bahar-Yaz 2013 tertiplenmesi kapsamında birlikleri yerinde görmek, denetlemelerde bulunmak ve personelle görüşmek üzere Van'a gitti." ifadeleri kullanıldı.
Başbakan Erdoğan'ın deyişiyle, tarih yazılırken... / Hasan Cemal
Herhalde farkındasınız, kaç aydır silahlar susmuş durumda, dağdan ölüm haberleri gelmiyor, analar ağlamıyor. Daha ne olsun?.. Oturup daha iyisini özgürce, serbestçe konuşmak, tartışmak için bundan daha iyi bir ortam olabilir mi?
Aman dikkat! Bugün Türkiye’de barış meselesi, ‘iktidar-muhalefet meselesi’ değildir, olmamalıdır da… Barış, bugün Türkiye’de herkesi, hepimizi doğrudan ilgilendiren ve iktidarla muhalefetin ortak sorumluluk duygusuyla birlikte sahip çıkmaları gereken yaşamsal bir konudur.
Diyarbakır, 21 Mart 1994.
Polis Evi’nin sekizinci katında upuzun bir masa, etrafında devlet sıralanmış:
Olağanüstü Hal Bölge Valisi Ünal Erkan, Diyarbakır Valisi İbrahim Şahin, Diyarbakır’ın SHP’li Belediye Başkanı Turgut Atalay, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, 7. Kolordu Komutanı Korgeneral Metin Sağlam, Jandarma Asayiş Komutanı Korgeneral Hasan Kundakçı, İkinci Taktik Hava Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Ergin Cilasun, bölge MİT başkanı, DGM savcıları, vali muavinleri...
Bir de ben, Sabah’ta yazan gazeteci.
Akşam yemeğindeyiz.
Dikdörtgen masanın iki ucunda iki televizyon. Bir yandan rakılar yudumlanıyor, bir yandan elde kumanda aleti değişik kanalların televizyon haberleri izleniyor.
Bir ara Mehmet Ağar telefonla Show TV’nin akşam haberlerine katılıyor. Almanya’da sürgünde yaşayan Kemal Burkay’la da bir konuşma. Üst düzeyde bir devlet yetkilisi öfkeleniyor, resmi görüşü belirtiyor:
“Bölücü örgütle mücadele edilirken böyle şeyler yapılamaz. Önce bu örgütü çökerteceksin, sonra başka şeyleri düşüneceksin. Ama bu aşamada yapmaya kalkarsan, sonu gelmez, çorap söküğü gibi gider. Önce terörle mücadele...”
Bir generalin devletten yana, devlete karşı güçler tahlili yaparken iki dudağının arasından çıkan şu cümlesi belleğime saplanıyor:
“Anladım onun Türk olduğunu... Çünkü dedim ki gözlerinden hıyanet okunmuyor!” (Hasan Cemal, Kürtler, s. 215-219)
Türklük ve hıyanet!
Aradan neredeyse yirmi yıl geçti.
Ama ben sivil ve asker bürokratlardan oluşan o ‘devlet sahnesi’yle, karşımda oturan o paşanın bana bakarak söylediği cümleyi hiç unutmadım.
“Türk olduğunu anladım, çünkü gözlerinden hıyanet okunmuyordu!”
Bu cümle, Türkiye’de bugünlere kadar yaşanmış olan büyük acıların şifresiydi çünkü…
Bu şifreyi bugünlere kadar doğru dürüst çözemediğimiz içindir ki, oluk gibi kan ve gözyaşıyla birlikte Kürt sorunu ve PKK sahneye çıkmıştır.
Müslüman olmayan herkesi Türkleştirmek, asimile etmek isteyen Türk milliyetçiliği anlayışı ve ‘devlet zihniyeti’dir, bu ülkede demokrasi ve hukuk devletini ikinci sınıflığa mahkum eden…
Çözüm ya da barış sürecini savunanların bugün hâlâ saldırıya uğramaları da, vatan hainliği ile suçlanmaları da, beyinlerde yer etmiş bu devlet zihniyetinden kaynaklanıyor.
Yine aynı milliyetçilik anlayışı, demokrasi ve barış açısından CHP’de de acıklı görüntülere yol açabiliyor.
Yazık!
Kürt sorununda ‘asker
tekeli’nden kurtulmak…
Türkiye’de devlet ve toplum düzeni bugün artık “Türk olduğunu anladım, çünkü gözlerinden hıyanet okunmuyordu!” zihniyetinden 2000’li yıllarda sıyrılmaya başladığı içindir ki, bugün barış ve demokrasinin kapısı aralanıyor.
Özellikle AK Parti döneminde, ‘askeri otorite’nin seçilmiş ‘sivil otorite’ye tabi kılınmaya başlaması bu yolu açmıştır.
Bu noktayı unutmamak lazım.
Asker bu ülkede Kürt sorununu Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren kendi tekeline almıştır. Bu konuda sivil siyasetçilere hiçbir zaman güvenmemiştir.
Kürt sorunu içinden çıkılmaz hale gelmişse, Türkiye bundan dolayı kanlı bir kısır döngünün kıskacında yıllar boyu cehennem azabı çekmişse, temelinde yatan gerçek neden ‘asker tekeli’dir.
İmralı’da askerden
sivile geçmenin önemi…
Örneğin, İmralı’da Öcalan 1999’la 2005 arasında ‘asker tekeli’nde tutulmuştur. Öcalan’ın MİT’in sivil kanadıyla bile görüşmesine izin vermemiştir Genelkurmay. Tek tük bazı görüşmeler de ancak ‘asker nezareti’nde mümkün olabilmiştir.
İmralı’nın sivile açılmaya başlaması, MİT’in inisiyatifi ve siyasal otoritenin, yani Başbakan Erdoğan’ın kararlılığıyla mümkün olabilmiştir.
Söylemek istediğim kısaca şu:
Askeri vesayet çözülemeseydi, Türkiye Kürt sorununda bugünkü çözüm süreci noktasına gelemezdi; Ankara-İmralı-Kandil üçgeninde bugün yaşanmakta olan barış trafiği hayal bile edilemezdi.
Elbette her şey bitmiş değil.
Henüz yapılan iyi bir başlangıç, o kadar.
Kalıcı ve gerçek bir barışa varmak için barışın altını demokrasi ve hukukla, insan hakları ve özgürlüklerle doldurmak gerekiyor.
‘Askeri vesayet’ten kurtulmak, bunu tek başına mümkün kılmıyor.
Bu bir süreç.
Sabır ve kararlılık gerektiren, inişli çıkışlı ve sancılı olabilecek uzunca bir sürece hazırlıklı olmalıyız. Her şeyin öyle tereyağından kıl çekercesine kolay olacağını sanmak gerçekçi bir beklenti değildir.
Analar ağlamıyor kaç aydır…
Herhalde farkındasınız.
Dört aydır dağlardan ölüm haberi gelmiyor. Kan ve gözyaşı akmıyor.
Klasik deyişle:
Analar ağlamıyor!
“Ne aldık, ne verdik?” tartışmaları yerine buna dikkat etmek gerekmiyor mu?
Analar ağlamıyor kaç aydır, insanlar ölmüyor dağlarda, bundan daha önemli ne olabilir ki Allah aşkına?..
Öcalan, artık “Silahlar değil fikirler konuşsun” dedi. Kandil ateşkes ilan etti, parmaklar tetikten çekildi. PKK’nın silahlı unsurlarının 8 Mayıs’tan itibaren sınır dışına doğru yola çıkacaklarını açıkladı Murat Karayılan.
Dudak bükülecek bir durum mu bu?
Tarihin eli ve barış…
Silahlar susmuş durumda!
Dağdan ölüm haberleri gelmiyor.
Analar ağlamıyor!
Daha ne olsun?..
Oturup daha iyisini özgürce, serbestçe konuşmak, tartışmak için bundan daha iyi bir ortam olabilir mi?
Hiç kuşkunuz olmasın, Türkiye tarihi bir dönemeçte. Başbakan Erdoğan “Tarih yazılıyor!” derken haksız değil.
Tarihin elini, barış konusunda samimi olan herkesin omuzunda hissetmesi gereken bir dönemden geçiyoruz.
Aman dikkat!
Bugün Türkiye’de barış meselesi, iktidar-muhalefet meselesi değildir, olmamalıdır da… Barış, bugün Türkiye’de herkesi, hepimizi doğrudan ilgilendiren ve iktidarla muhalefetin ortak sorumluluk duygusuyla birlikte sahip çıkmaları gereken yaşamsal bir konudur.
'Mis gibi' karşılama!
Cumhurbaşkanı Gül'ün karşılaşama kıtasında ilginç görüntüler
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, resmi ziyaret için Türkiye’ye gelen Kuveyt
Emiri Sabah El Ahmed El Cabir Es Sabah’ı Çankaya Köşkü’nde ağırladı.
Tören kıtasında görevli askerlere parfüm sıkılması da dikkat çekti.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, resmi ziyaret için Türkiye’ye gelen Kuveyt Emiri Sabah El Ahmed El Cabir Es Sabah’ı Çankaya Köşkü’nde resmi törenle karşıladı.
Tören sırasında basamakları çıkmakta ve inmekte zorlanan Emir Sabah’a Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de destek oldu. Gül, Emiri koluna girerek desteklerken korumalar da elinden tutarak basamaklarda yardım etti.
Hürriyet'ten Rıza Özel'in haberine göre, tören kıtasında görevli askerlere parfüm sıkıldı. Tören sırasında iki ülke milli marşları okunurken 21 pare de top atışı yapıldı. Emir Sabah Türkçe “Merhaba asker” diyerek, tören kıtasını selamladı.
Cumhurbaşkanı Gül ve Emir Sabah törenin ardından Şeref Kapısı’nın önünde foto muhabiri ve kameramanlara poz verdi. Gül akşam da Emir Sabah onuruna Çankaya Köşkü’nde yemek verdi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, resmi ziyaret için Türkiye’ye gelen Kuveyt Emiri Sabah El Ahmed El Cabir Es Sabah’ı Çankaya Köşkü’nde resmi törenle karşıladı.
Tören sırasında basamakları çıkmakta ve inmekte zorlanan Emir Sabah’a Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de destek oldu. Gül, Emiri koluna girerek desteklerken korumalar da elinden tutarak basamaklarda yardım etti.
Hürriyet'ten Rıza Özel'in haberine göre, tören kıtasında görevli askerlere parfüm sıkıldı. Tören sırasında iki ülke milli marşları okunurken 21 pare de top atışı yapıldı. Emir Sabah Türkçe “Merhaba asker” diyerek, tören kıtasını selamladı.
Cumhurbaşkanı Gül ve Emir Sabah törenin ardından Şeref Kapısı’nın önünde foto muhabiri ve kameramanlara poz verdi. Gül akşam da Emir Sabah onuruna Çankaya Köşkü’nde yemek verdi.
29 Nisan 2013 Pazartesi
"Gizli bilgi ve belge bulundurma" davası
İzmir'deki
"gizli bilgi ve belge bulundurma" davasında okunmasına devam edilen
iddianamede, suç örgütünün "Pandora" veri tabanında, Ortadoğu
ülkeleriyle ilgili bilgilerden, Dışişleri Bakanlığı'nın Uzanlar'ın Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) yaptığı başvurulara kadar bir çok belgelenin
arşivlediği bildirildi.
İzmir
12. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada, TRT spikerleri Murat Cancanbay ve
Oktay Durna tarafından iddianamenin okunmasına devam edildi. İddianamede,
örgütün veri tabanında ulaşılan belge ve bilgilerle ilgili bölümlerde,
"Orta Doğu'daki gelişmeler" klasöründe, Tunus, Mısır, Libya, Körfez, Bahreyn,
Yemen alt başlıklarından oluşan İngilizce düzenlenmiş bilgilerin yer aldığı
belgelerde, bu ülkelerle ilgili bilgilerin yer aldığı belirtildi.
Veri
tabanında "İranlı yetkililerle görüşmelerde kullanılmak üzere konuşma notu" , "Türkiye-Irak Yüksek
Düzeyde Stratejik İşbirliği Konseyi Toplantısı 15 Ekim 2009 Bağdat/konuşma
metni", "Sayın Başbakanımızın Suudi Arabistan veliaht prensi Sultan Bin
Abdülaziz Al Saud ile görüşmesinde istifade edebilecekleri konuşma notu"
dosyalarının yer aldığı bildirildi. Pandorada ayrıca, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan adıyla hazırlanmış 1, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan adıyla
hazırlanmış 2 sayfadan oluşan bilgiler ile MİLGEM Projesinin donanım ve tedarik
sözleşmesi, Savunma Sanayi Müsteşarlığı ile TUŞAS Türk Havacılık ve Uzay Sanayi
AŞ arasındaki ATAK Programı alt yüklenicilik sözleşmesi, hizmete özel gizlilik
dereceli mayın arama, mayın ve tuzaklar, terörist taktikleri, intikal konu
başlıkları altında belgelerin kayıt altında tutulduğu kaydedildi.
Dışişleri
Bakanlığı'na ait olduğu belirtilen İngilizce dosyada ise, "Kemal Uzan ve
Türkiye Cumhuriyeti arasındaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki (AİHM)
başvurular" başlıklı belgelerin bulunduğu bildirildi.
-Örgütün müşteki ve mağdurlara yönelik
eylemleri-
Örgüt
lideri olduğu ileri sürülen Bilgin Özkaynak'tan ele geçirilen "Pandora" veri tabanındaki
incelemede, suç örgütünün hedefine aldığı kişilerle yönelik sürdürdüğü çalışmalarla
ilgili bilgilerin de bulunduğu belirtildi. İddianamede, "Kadın zaafı"
tespit edilen kişilere örgüt adına faaliyet gösteren kadınların
yönlendirildiği, bu kişilerin ilişkilerinin gizli kamerayla kayıt altına
alındığı, bazı kişilerin takip ve hakkında bilgi toplamayla zaaflarının tespit
edildiği, "bilgi" ve "belge" temininin sağlanması için bu görüntü
ve bilgilerin şantaj malzemesi olarak kullanıldığı bildirildi. Mahkeme başkanı
Atilla Rahman, iddianamenin okunmasına yarın devam edileceğini belirterek
duruşmaya ara verdi.
Davutoğlu'ndan "Tezkere" açıklaması
Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlu, yurt dışına asker gönderilmesi durumunda TBMM
tezkeresine başvurulduğunu, Patriot konuşlandırılmasında ise,
Türkiye'nin asker gönderen değil, evsahibi ülke olduğuna işaret ederek
TBMM kararına gerek bulunmadığını söyledi.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, yurt dışına asker gönderilmesi durumunda TBMM tezkeresine başvurulduğunu, Patriot konuşlandırılmasında ise, Türkiye'nin asker gönderen değil, evsahibi ülke olduğuna işaret ederek TBMM kararına gerek bulunmadığını söyledi.
CHP Mersin Milletvekili İsa Gök'ün soru önergesini yanıtlayan Dışişleri Bakanı, Patriot konuşlandırılması konusunda müttefiklerin ulusal prosedürleri gereği farklı süreçler izlemelerinin doğal olduğunu ifade etti. Bu kararın, ABD açısından Kongre veya Senato onayı gerektirmediğini tamamen icra makamının direktifine bağlı yürütüldüğüne belirten Davutoğlu, "Hollanda ve Almanya ise yurt dışına asker gönderecekleri cihetle, konuyu parlamentolarına taşımışlardır" dedi.
Yurt dışına asker gönderilmesi durumlarında TBMM tezkeresine başvurulduğunu ifade eden Dışişleri Bakanı, "Patriot konuşlandırılmasında ise, Türkiye asker gönderen değil, evsahibi ülke olduğu; konuşlandırma talebimize binaen NATO kapsamında, tamamen savunma amaçlı ve geçici bir süre için yapıldığı cihetle, Anayasamızın ve kanunlarımızın ilgili maddeleri uyarınca, geçmiş uygulamalarla da paralel şekilde, TBMM kararı istihsaline gerek bulunmamaktadır" dedi.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, yurt dışına asker gönderilmesi durumunda TBMM tezkeresine başvurulduğunu, Patriot konuşlandırılmasında ise, Türkiye'nin asker gönderen değil, evsahibi ülke olduğuna işaret ederek TBMM kararına gerek bulunmadığını söyledi.
CHP Mersin Milletvekili İsa Gök'ün soru önergesini yanıtlayan Dışişleri Bakanı, Patriot konuşlandırılması konusunda müttefiklerin ulusal prosedürleri gereği farklı süreçler izlemelerinin doğal olduğunu ifade etti. Bu kararın, ABD açısından Kongre veya Senato onayı gerektirmediğini tamamen icra makamının direktifine bağlı yürütüldüğüne belirten Davutoğlu, "Hollanda ve Almanya ise yurt dışına asker gönderecekleri cihetle, konuyu parlamentolarına taşımışlardır" dedi.
Yurt dışına asker gönderilmesi durumlarında TBMM tezkeresine başvurulduğunu ifade eden Dışişleri Bakanı, "Patriot konuşlandırılmasında ise, Türkiye asker gönderen değil, evsahibi ülke olduğu; konuşlandırma talebimize binaen NATO kapsamında, tamamen savunma amaçlı ve geçici bir süre için yapıldığı cihetle, Anayasamızın ve kanunlarımızın ilgili maddeleri uyarınca, geçmiş uygulamalarla da paralel şekilde, TBMM kararı istihsaline gerek bulunmamaktadır" dedi.
Tuğgeneral Musa Çitil'in yargılanmasına, Çorum'da devam edildi
|
||||||
Mardin'in Derik ilçesinde 1993-1994 yılları arasında Jandarma
Komutanı olarak görev yaptığı dönemde 13 kişinin öldürülmesiyle ilgili
hakkında dava açılan Ankara Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Musa
Çitil'in yargılanmasına, Çorum'da devam edildi. Tuğgeneral Musa Çitil'in
13 kez ağırlaştırılmış hapis cezasıyla yargılandığı davanın 3'üncü
duruşmasına Çorum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam edildi. Davaya ölen 13 kişinin yakınları olduğu öğrenilen 20'ye yakın aile ile avukatlar katıldı. Musa Çitil ise 3. kez sağlık sorunlarını gerekçe gösteren mahkemeye rapor sundu ve davaya katılmadı. Müştekilerin avukatları davanın Çorum'a alınmasına tepki göstererek, JİTEM adı altında Çitil'i adam öldürmek ve işkence yapmakla suçladı. Avukatlar taleplerini mahkeme başkanına sundu. Ankara Jandarma Bölge Komutanı Musa Çitil'in mahkemeye gelmemek için her seferinde rapor aldığını savunan avukatlar, mahkeme başkanından Çitil'i tutuklama talebinde bulundu. Mahkeme başkanı ise Çitil'i tutuklama talebini reddetti. MÜŞTEKİLER BEYANDA BULUNMADI Musa Çitil'in duruşmaya katılmaması nedeniyle duruşmada müşteki sıfatıyla bulunan 12 kişinin, sanığın hazır edilmemesi nedeniyle beyanda bulunmak istemedikleri avukatlar tarafından mahkemeye bildirildi. Mahkeme başkanı bunun üzerine 'Desene dükkanı erken kapatıyoruz' demesi ile müşteki avukatları da evet dedi. Avukatlar ayrıca halen devlet görevinde bulunan Musa Çitil'in devlet görevinde bulunması nedeniyle güçlü olduğunu söyleyerek, sanığın derhal tutuklanması gerektiğini belirtti. YARGILAMA İŞLEMLERİ KÜRTÇE YAPILSIN TALEBİ Müşteki avukatlarının bazı vatandaşların Türkçe bilmediğini belirterek yargılamanın Kürtçe devam etmesi talebi ise yine mahkeme tarafından reddedildi. Duruşmanın ardından İnsan Hakları Derneği Çorum Temsilciliği tarafından müştekiler ve avukatları tarafından adliye önünde basın açıklaması yapıldı. Müşteki avukatlarından Erdal Kuzu, mahkeme çıkışı gazetecilere yaptığı açıklamada Tuğgeneral Musa Çitil'in Kürt coğrafyasında cumhuriyet kurduğunu iddia etti. Çitil'in 3'üncü mahkemeye de gelmediğini belirten Kuzu, ailelerin adalet arayışı olduğunu söyledi. Kuzu şöyle devam etti: ''Barış sürecini konuşuyoruz. Tamda bu süreçte ailelerin adalet arayışına bir cevap verilmesi gerekir. 90'lı yıllarda işlenmiş bütün cinayetlerin sistematik köy yakmaların, işkence ve kötü muamelelerin faillerinin hepsinin yargı önüne çıkartılması gerekir. Burada görülen duruşma Kürt coğrafyasındaki devlet adına hareket eden örgütlü yapının duruşmasıdır. Fakat mahkeme tarafından tüm taleplerimiz reddedildi. 3 celsedir mahkeme önüne çıkmayan gerçeklerden kaçan sanık hakkında bir tedbir kararına başvuru yapmadı. çok belliki sanığın taşımış olduğu apoletler kendisini koruyor. Sanığın şu anda bulunmuş olduğu görev onun yargı önünde dokunulmaz hale getiriyor. 700 kilometre öteden geldik. Bu mesafeyi biz ikinci defa da geleceğiz, üçüncü defa da geleceğiz. '' şeklinde konuştu. Ölen 13 kişiden birinin oğlu olan Yasin Avcı ise anayasa ve hukuka bir kez daha güvenlerinin sarsıldığını söyledi. Sanık Çitil'in 90'lı yıllarda bir çok katliam yaptığını savunan Avcı, aileler olarak mücadeleye devam edeceklerini kaydetti. "JİTEM ADI ALTINA YAPILAN CİNAYETLERİN HERKES TARAFINDAN BİLİNMESİNDE FAYDA VAR" Avukat Kuzu, JİTEM adı altında katliamlar yapıldığını savunarak bu katliamların herkes tarafından bilinmesinde fayda olduğunu söyledi. Hukusal mücadelelerinin devam edeceğini kaydeden Kuzu, ailelerin hukuk mücadelesinin devam edeceğini aktardı. DURUŞMA 1 TEMMUZ'A ERTELENDİ Sanık Musa Çitil'in Avukatı Yurdakan Yıldız ise iddianamenin çok özensiz hazırlandığını söyledi. Müvekkilinin görev yaptığı dönemde terör örgütüne büyük zarar verdiğini söyleyen Yurdakan, örgütün de, şimdi karşılığını almak istediğini beyan etti. |
Geri çekilme kimin işine yarar / Namık Çınar
Düşünmeye ve sorgulamaya karşı o denli şartlanmışsınız ki,
kanaatleriniz, olup bitenlerin analiz ve değerlendirmelerine dayanmıyor.
Başbakan’ın küçücük bir fiskesiyle, birbiri üzerine devrilen domino taşları gibisiniz.
Meselâ, şu sıralar herkesin sevinç halayları çektiği “geri çekilme” bahsi ile ilgili neler biliyorsunuz?
Takdir edersiniz ki, bu bir askerî kavramdır. Tıpkı Taarruz gibi, Savunma gibi, İntikâl gibi, bir“Muharebe Şekli”dir.
Pekiyi, bu konuda herhangi bir bilgiye, bir tecrübeye sahip misiniz?
Yoksa, internetten iddianame indirince nasıl ki hemen hukukçu kesiliyorsanız, burada da öyle alelacele“şiddet yöneticisi bir kurmay”a mı dönüşüyorsunuz?
Önce şunu sorayım size.
Henüz PKK ile savaş ilişkileri devam ediyor mu, etmiyor mu?
Eğer ediyorsa, ki bana göre ediyor ; o hâlde askerî literatürün taktik
ve tekniklerinin geçerliliği ve yürürlülüğü de sürüyor demektir; öyle
değil mi?
Muharebe etmenin temel kurallarından biri de, mücadele ettiğiniz mütecaviz ile somut olarak temas tesis etmenin yaşamsal gerekliliğidir.
Bu aynı, göz gözü görmeyen karanlık bir ortamda, herhangi bir cisme
çarpmak istemeyen bir kimsenin, tehlikelere karşı insiyakla, şeyleri ve
cisimleri yoklayarak ve onlara dokunarak, yerlerini ve durumlarını tayin
etmek suretiyle, kendini emniyette hissedeceği bir pozisyon almaya
çalışmasına benzer.
Gerilla taktiğinin icaplarına göre Oynak Muharebe Usûlleri uygulayarak size Taktik Akınlar düzenleyen muhatabınız PKK bakımından ise, bu temasın kaybedilmesi pırlanta değerindedir.
O yüzden, bundan önceki geri çekilmeleri bile değerlendirirken, meseleleri bu bağlamlarıyla da ele almamak, hata sayılmalıdır.
Yakında uygulamasına geçilecek olan geri çekilme, her iki taraftaki
gençlerin ölmelerini durduran eylemin esasını oluşturmamaktadır.
Zira bu vakte kadar bunu sağlamış görünen olgu, yalnızca varılmış olan “ateşkes anlaşması”dır. Geri çekilme ise, bu ateşkesin zorunlu bir sonucu değildir.
Esasen bu bir geri çekilme bile değildir. Daha çok, çembere
alınmışlıktan, hattâ muharebe dahi etmeden ve dolayısıyla zayiat da
vermeden kurtulmanın elde edildiği bir hâli andırmaktadır.
Askerî harekât mutlaka adam öldürmeyi gerektirmez. Hasmın iradesini
kırarak barışa zorlamak ve bunu sağlayacak koşulları yaratmak, en
uygarca ve insani olanıdır.
Ne ki, belki de her taraftan ablukaya alınmış iken, o çemberden
kurtulmanın fırsatını kolayca bulabilen savaş lordlarına kanarak
inisiyatif kaybetmek, esasen silah bırakmayı kolaylaştıran değil,
zorlaştıran bir etmendir.
Askerlik dışında her türlü dolapların çevrildiği darbecilik dönemleri
geride kaldığına ve şimdiki komuta kademesi, orduya nispi olarak daha
bir işlerlik kazandırdığına göre, ölümlerin azalmasını ve giderek yok
olmasını, bahşettiği lûtfuna bağladığınız PKK’nın, ne malûmdur bir
cendereye girmemiş olduğu?
Bu örgüt, imana mı geldi de barışçı kesildi birden bire?
Her tarafından sarılmış olup da, şimdi üzerine balıklama atladığı bu çekilme taktiği ile canını kurtarıyor olmasın sakın?
Ateşkese uyulduğu sürece, çekilmeselerdi, sizin rehineleriniz gibi olacaklardı oysa.
Hareket alanı daralan ve eylem yapamayan PKK çürür çünkü.
Siz ise, onların çekilmelerini isteyerek, bu zafiyetlerini giderdiniz.
O yüzden, siz söylemeseydiniz, zaten onlar muhakkak isterlerdi bu çekilmeyi.
Keşke bunu, harbin bitirilmesi koşullarından biri yapmayı becerebilseydiniz, hiç değilse.
Ama siz, rasyonellikleri bir yana bırakıp, popülist farfaralarla “ne dilersen kabulümüzdür, yeter ki canımızı alma!” diyerek hep bir ağızdan feryadı figan eylerseniz, iyice yılgınlaştığınıza kanaat getirip canınıza okurlar bunlar sizin.
Nitekim, bu çekilmeyi âdetâ kendilerinin yaptığı bir fedakârlık hamlesiymiş gibi gösterip “sıra sende”diyerek, bu kez ikinci hamleyi de tekrar sizden bekleyecekler, bir de üstelik.
Çekilme noktası olan Kandil, PKK’nın toplanma bölgesidir.
Toplanma Bölgesi, askerî bir unsurun genel bakıma girerek, idarî, malî, eğitsel, lojistik ve moral gibi hususlarda tüm hazırlıklarını yeni baştan tasarlayıp güçlendiği, yani check-up’tan geçmek suretiyle tertiplenip gürbüzleşerek muharebeye tekrardan hazır hâle getirildiği yere denir.
TSK bakımından ise, bütün istihbarat verileri sıfırlanacak; silah
sistemleri ve ateş idare merkezlerinin hedef analizleri bütünüyle
ıskartaya çıkacaktır.
Şimdi söyleyin bakalım, bu ilişkide kim avantajlıdır?
Ve... Meclis’le, orduyla değil de, MİT’le, gazeteci danışmanlarla ve
âkillerle götürülmek istenen bu meselelerin üzerinde bu tarz kafa
yormayı, savaşçılık zannedenler mi aymazdırlar, yoksa benim gibi barışı
sağlam kazığa bağlamak isteyenler mi?
PKK’nın kendisini lağvedeceğine değil de, sürdüreceğine dair işaretler gün gibi ortada iken, siz buna ne dersiniz?
Yarım asırlık Ergenekon raporunun hikâyesi / Ahmet Turan Alkan
DP
iktidarının ne kadar hain ve zalim bir yönetim olduğunu isbat etmek, 27
Mayıs’a “meşrû” bir gerekçe göstermek isteyenlerin tutunduğu ilk
bahane, şu meşhur “Tahkikat Komisyonu” efsânesi oldu yıllardır.
Konu
hakkında bilgi sahibi olmak isteyen bir öğrenci, arama çubuğuna
tahkikat komisyonu yazdığında karşısına çıkacak ilk bilgi kaynağı
Wikipedia’nın Türkçe sitesi oluyor ve orada özetle şunlar yazıyor: “DP
tarafından 18 Nisan 1960’ta kurulan 15 üyeli Meclis komisyonu, 7
Nisan’da DP Meclis Grubu’nun bir bildiri yayımlamasından sonra kurulan
muhalefet ve basının faaliyetlerinin tahkik edilmesi için kurulmuş bir
komisyondur. Komisyon sadece DP milletvekillerinden oluşmaktadır.
Komisyon bildirisinde ‘CHP’nin ülkedeki bütün yıkıcı grupları çevresinde
topladığı, halkı, orduyu iktidara karşı ayaklanmaya kışkırttığı’ öne
sürüldü. Komisyonun raporu doğrultusundaki önerge 27 Nisan 1960
tarihinde Meclis’te kabul edildi. Buna göre bir Tahkikat Komisyonu
oluşturulacak ve bu komisyon üç ay boyunca muhalefetin ve basının
eylemlerini soruşturacaktı.”
Bu kadar! 27 Mayıs’ın meşruluğunu yarım asır boyunca darbe destancıları bu gerekçeyle savundular. Komisyon, “Zalim” DP’liler tarafından 28 Nisan 1960’ta kanunlaştırılarak çalışmaya başlamış ama -bakınız şu tesadüfe!- aradan bir ay bile geçmeden şanlı 27 Mayıs darbesi ile kapatılıvermişti. Peki, neydi bu rapor, ne anlatıyordu; niçin bu kadar telâşlandırmıştı devrin Ergenekoncularını?
Tahkikat Komisyonu’nun ne idüğü hakkında, genellikle CHP ve darbe meddahı bilim ve hukuk çevreleri tarafından tekrarlanan bu izah tarzına, ilk defa Aksiyon Dergisi, çok dikkate değer bir yayıncılık çalışmasıyla yeni bir boyut, bilgi ve bakış açısı kazandırıyor. Bugün yayınlanan Aksiyon’da tecrübeli gazeteci arkadaşımız İdris Gürsoy’un hazırladığı dosya, haber olmanın ötesine geçerek yakın tarihimize çok değerli bir katkı yapıyor. Tarihi bir sayı, tarihi bir dosya! Gerçek bir gazetecilik başarısı...
Evvela sıkça gevelendiği için anlamı buharlaşmış bir noktayı aydınlatıyor dosya: Tahkikat Komisyonu, DP’nin keyfi bir baskı aracı filan değildi. Yürürlükteki 1924 Anayasası ve mevcut kanunlara göre kurulmuştu; ne var ki bu kadarı bile dönemin CHP yöneticilerini fena halde ürkütmüş olmalı: Aksiyon dergisinde aslının fotoğrafları yayınlanan komisyon raporunun detaylarını elbette okur, bilgi sahibi olursunuz. Şu kadarının altını çizmeme müsaade etmelisiniz ama: Tahkikat Komisyonu raporu, devleti pençesi altına gizli vesâyet egemenlerinin ruh ve akciğer röntgeni kabilinden bir niteliğe sahipti. Bir mânâda rapor, dönemin CHP’si ve onun etrafında birbirine tutunmuş bürokratik güçlerin gözüne güçlü bir ışık tutuyordu.
Ahmet Hamdi Sancar’ın başkanlığında hazırlanan ve bir süre önce gün yüzüne çıkan rapor, yarım asır geciktirilmiş bir Ergenekon belgeselini andırıyor. Alelacele komisyon raporunun buharlaşmasına sebep olan darbe, vesayet yönetiminin ömrünü elli yıl daha uzatmış! Ne rapormuş ama!
İnönü’nün konuşmalarından örnekler verilerek orduyu darbeye teşvik etmesi eleştirilirken şöyle deniliyor raporda: “CHP başlıca iki yol tutmuştur. Birincisi, halkın hissiyatını tahrik. İkincisi, yalan haberler uydurmak. Yalan haberlerin amacı halkın hükümete teveccühünü önlemek ve hükümete husumeti artırmaktır. Bir merkezden üretilen ve yayılan kışkırtıcı yalanlardan bazıları şöyle: “Hükümet, Amerikan yardımı alabilmek için Türk kızlarını Amerikalılara peşkeş çekiyor.’, ‘Hükümet, Amerikalılardan kan alarak milletin kanına zerk edip Amerikalılaştırıyor.’, ‘Hükümet memleketin en güzel yerlerini Amerikalılara satıyor.”
“Tahkikat komisyonu zulmü” efsânesini balon gibi söndüren bu tarih katkısından dolayı İdris Gürsoy’u ve Aksiyon dergisini kutluyorum. Ergenekon rezilliğinin ömrünü tam yarım asır uzatan raporun hikâyesi yürek sızlatıyor!
Bu kadar! 27 Mayıs’ın meşruluğunu yarım asır boyunca darbe destancıları bu gerekçeyle savundular. Komisyon, “Zalim” DP’liler tarafından 28 Nisan 1960’ta kanunlaştırılarak çalışmaya başlamış ama -bakınız şu tesadüfe!- aradan bir ay bile geçmeden şanlı 27 Mayıs darbesi ile kapatılıvermişti. Peki, neydi bu rapor, ne anlatıyordu; niçin bu kadar telâşlandırmıştı devrin Ergenekoncularını?
Tahkikat Komisyonu’nun ne idüğü hakkında, genellikle CHP ve darbe meddahı bilim ve hukuk çevreleri tarafından tekrarlanan bu izah tarzına, ilk defa Aksiyon Dergisi, çok dikkate değer bir yayıncılık çalışmasıyla yeni bir boyut, bilgi ve bakış açısı kazandırıyor. Bugün yayınlanan Aksiyon’da tecrübeli gazeteci arkadaşımız İdris Gürsoy’un hazırladığı dosya, haber olmanın ötesine geçerek yakın tarihimize çok değerli bir katkı yapıyor. Tarihi bir sayı, tarihi bir dosya! Gerçek bir gazetecilik başarısı...
Evvela sıkça gevelendiği için anlamı buharlaşmış bir noktayı aydınlatıyor dosya: Tahkikat Komisyonu, DP’nin keyfi bir baskı aracı filan değildi. Yürürlükteki 1924 Anayasası ve mevcut kanunlara göre kurulmuştu; ne var ki bu kadarı bile dönemin CHP yöneticilerini fena halde ürkütmüş olmalı: Aksiyon dergisinde aslının fotoğrafları yayınlanan komisyon raporunun detaylarını elbette okur, bilgi sahibi olursunuz. Şu kadarının altını çizmeme müsaade etmelisiniz ama: Tahkikat Komisyonu raporu, devleti pençesi altına gizli vesâyet egemenlerinin ruh ve akciğer röntgeni kabilinden bir niteliğe sahipti. Bir mânâda rapor, dönemin CHP’si ve onun etrafında birbirine tutunmuş bürokratik güçlerin gözüne güçlü bir ışık tutuyordu.
Ahmet Hamdi Sancar’ın başkanlığında hazırlanan ve bir süre önce gün yüzüne çıkan rapor, yarım asır geciktirilmiş bir Ergenekon belgeselini andırıyor. Alelacele komisyon raporunun buharlaşmasına sebep olan darbe, vesayet yönetiminin ömrünü elli yıl daha uzatmış! Ne rapormuş ama!
İnönü’nün konuşmalarından örnekler verilerek orduyu darbeye teşvik etmesi eleştirilirken şöyle deniliyor raporda: “CHP başlıca iki yol tutmuştur. Birincisi, halkın hissiyatını tahrik. İkincisi, yalan haberler uydurmak. Yalan haberlerin amacı halkın hükümete teveccühünü önlemek ve hükümete husumeti artırmaktır. Bir merkezden üretilen ve yayılan kışkırtıcı yalanlardan bazıları şöyle: “Hükümet, Amerikan yardımı alabilmek için Türk kızlarını Amerikalılara peşkeş çekiyor.’, ‘Hükümet, Amerikalılardan kan alarak milletin kanına zerk edip Amerikalılaştırıyor.’, ‘Hükümet memleketin en güzel yerlerini Amerikalılara satıyor.”
“Tahkikat komisyonu zulmü” efsânesini balon gibi söndüren bu tarih katkısından dolayı İdris Gürsoy’u ve Aksiyon dergisini kutluyorum. Ergenekon rezilliğinin ömrünü tam yarım asır uzatan raporun hikâyesi yürek sızlatıyor!
Mehmetçiğin yeni tüfeğinin üretimine başlanıyor!
Sır gibi saklanan yüzde 100 yerli Mehmetçik-1 adlı piyade tüfeği ile ilgili ayrıntılar ortaya çıktı.
İlk prototip tesleri olumlu olan yeni tüfekten bir set daha üretilerek test edilecek ve üretime başlanacak.
Sır gibi saklanan milli piyade tüfeği Mehmetçik-1, dünyada kullanılan 3. jenerasyon piyade tüfeklerinin en iyi özelliklerini üzerinde barındırıyor. 3 Temmuz 2011'de üretime başlandığı, 2012 yılı başlarında ise Mehmetçik tarafından kullanılmaya başlanacağı açıklanan ancak bu gerçekleşmediği için akıllarda soru işaretleri oluşturan tüfeğin, 7-10 Mayıs tarihleri arasında düzenlecek IDEF'13 Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı'nda sergilenmesi gündemde. Bu konuda son kararı ise Savunma Sanayii Müsteşarlığı verecek.
Benzerlik iddiaları
Yerli piyade tüfeği projesi gecikmeye uğrayınca, birçok iddia ortaya atıldı. Üç adet örneği üretilen tüfeğin "Alman malı HK-416"ya benzediği ve Alman Heckler & Koch firmasının konuya müdahil olarak bu konuda lisans alınması zorunluluğunu dile getirdiği" de bu iddialar arasındaydı. Savunma Sanayii Müsteşarı Murad Bayar, bu iddiaları yalanlayarak, "Şu anda tüfeğimiz bilinmiyor. Hiçbir yerde gösterilmedi. Bu iddialar doğru değil. Milli piyade tüfeğinde ilk prototiplerimizin testleri olumlu. Şimdi bir set daha tüfek üretiyoruz. Onları da bir teste tabi tutacağız. Onların da sonuçları olumlu çıkarsa üretime geçeceğiz" açıklaması yapmıştı.
İsteğe uygun
Mehmetçik-1 TSK istekleri esas alınarak geliştirildi. Tasarımdan itibaren tamamen özgün üç ayrı prototip 14 ay içinde MKE Kırıkkale Silah Fabrikası'nda üretildi. Tüfeğin üzerine gece görüş dürbünü, ışıldak, laser, bomba atar gibi aksesuarlar takılabilmesi öngörüldü.
400 metre menzilli
Vatan, sır gibi saklanan o tüfeğin hem görüntüsüne hem de teknik özelliklerine ulaştı. Ağırlığı 4.3 kilogram, mermi çapı 7.62, boyu: 88 cm, dipcik uzatılınca 105 cm (20 adet mermi alıyor), mermi çıkış hızı, saniyede 810 metre olan "Mehmetçik-1"in etkili menzili ise 400 metre. Tüfeğin, Mayıs-Haziran 2010 içinde ilgili kurumlardan uzman personelin de katılımıyla yapılan test ve atışları başarıyla tamamlanmıştı. G3'lerin yerini alacak tüfeği, dünyada kullanılan 3, jenerasyon piyade tüfeklerinin en iyi özelliklerini üzerinde topladı.
İlk prototip tesleri olumlu olan yeni tüfekten bir set daha üretilerek test edilecek ve üretime başlanacak.
Sır gibi saklanan milli piyade tüfeği Mehmetçik-1, dünyada kullanılan 3. jenerasyon piyade tüfeklerinin en iyi özelliklerini üzerinde barındırıyor. 3 Temmuz 2011'de üretime başlandığı, 2012 yılı başlarında ise Mehmetçik tarafından kullanılmaya başlanacağı açıklanan ancak bu gerçekleşmediği için akıllarda soru işaretleri oluşturan tüfeğin, 7-10 Mayıs tarihleri arasında düzenlecek IDEF'13 Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı'nda sergilenmesi gündemde. Bu konuda son kararı ise Savunma Sanayii Müsteşarlığı verecek.
Benzerlik iddiaları
Yerli piyade tüfeği projesi gecikmeye uğrayınca, birçok iddia ortaya atıldı. Üç adet örneği üretilen tüfeğin "Alman malı HK-416"ya benzediği ve Alman Heckler & Koch firmasının konuya müdahil olarak bu konuda lisans alınması zorunluluğunu dile getirdiği" de bu iddialar arasındaydı. Savunma Sanayii Müsteşarı Murad Bayar, bu iddiaları yalanlayarak, "Şu anda tüfeğimiz bilinmiyor. Hiçbir yerde gösterilmedi. Bu iddialar doğru değil. Milli piyade tüfeğinde ilk prototiplerimizin testleri olumlu. Şimdi bir set daha tüfek üretiyoruz. Onları da bir teste tabi tutacağız. Onların da sonuçları olumlu çıkarsa üretime geçeceğiz" açıklaması yapmıştı.
İsteğe uygun
Mehmetçik-1 TSK istekleri esas alınarak geliştirildi. Tasarımdan itibaren tamamen özgün üç ayrı prototip 14 ay içinde MKE Kırıkkale Silah Fabrikası'nda üretildi. Tüfeğin üzerine gece görüş dürbünü, ışıldak, laser, bomba atar gibi aksesuarlar takılabilmesi öngörüldü.
400 metre menzilli
Vatan, sır gibi saklanan o tüfeğin hem görüntüsüne hem de teknik özelliklerine ulaştı. Ağırlığı 4.3 kilogram, mermi çapı 7.62, boyu: 88 cm, dipcik uzatılınca 105 cm (20 adet mermi alıyor), mermi çıkış hızı, saniyede 810 metre olan "Mehmetçik-1"in etkili menzili ise 400 metre. Tüfeğin, Mayıs-Haziran 2010 içinde ilgili kurumlardan uzman personelin de katılımıyla yapılan test ve atışları başarıyla tamamlanmıştı. G3'lerin yerini alacak tüfeği, dünyada kullanılan 3, jenerasyon piyade tüfeklerinin en iyi özelliklerini üzerinde topladı.
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNDEN HABERLER
29 Nisan 2013, Pazartesi
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin önemli ve anlamlı günlerinden birisi
olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı münasebetiyle Sayın
TBMM Başkanının vermiş oldukları resepsiyona geçen yıl olduğu gibi bu
yıl da Türk Silahlı Kuvvetleri personeli millî iradeye olan saygısının
gereği olarak katılmıştır.
22-28 Nisan 2013 tarihleri arasında Anıtkabir'i 121.702 kişi ziyaret etmiştir.
1. Türk Silahlı Kuvvetlerinin terörle mücadeledeki görevi, 5442
sayılı İl İdaresi Kanununda belirlenmiştir. Kanun gereği; Valilerin
sorumluluk bölgesindeki en üst askerî makamdan kuvvet talep etmesi
halinde, kuvvetin istenen yerde bulundurulabilmesi ve talebi gerektiren
olayın sonuçlandırılabilmesi için yeterli kuvvet bölgede
konuşlandırılmıştır.
2. Bu kapsamda, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir kısmının bölgeden çekilmesi ve kuvvet azaltılması söz konusu değildir. Tehdit durumuna göre birliklerimizin konuş yerleri ve mevcutları her sene yaz ve kış tertiplenmesi kapsamında yeniden düzenlenmektedir.
2. Bu kapsamda, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir kısmının bölgeden çekilmesi ve kuvvet azaltılması söz konusu değildir. Tehdit durumuna göre birliklerimizin konuş yerleri ve mevcutları her sene yaz ve kış tertiplenmesi kapsamında yeniden düzenlenmektedir.
24 Nisan 2013 gecesi; Antalya Geyikpınar mevkiinde, Polonya
vatandaşı bir dağcının mahsur kaldığı Sahil Güvenlik Komutanlığına
bildirilmiş, Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından görevlendirilen bir
arama kurtarma helikopteri ile mahsur kalan şahıs 25 Nisan 2013 günü
saat 08.10 da kurtarılmıştır.
İran'dan PKK'ya 'çekilmeyin, askeri destek verelim' teklifi!
Kasım Süleymani'nin, Murat Karayılan ve PKK yöneticilerini çözüm
sürecinden vazgeçirmeye çalıştığı ve "silahlı mücadeleyi bırakmama"
telkininde bulunduğu öğrenildi
İran Devrim Muhafızları komutanlarından Kasım Süleymani’nin KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’la
gizli bir görüşme yaptığı ortaya çıktı. Görüşmede Süleymani
Karayılan’a, Türkiye’deki çözüm sürecinden vazgeçmeleri karşılığında
gerekli askeri yardım sözünü verdiği belirtildi.
Milliyet gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş, “İran’dan
Kandil’e çekilmeyin baskısı” başlığıyla yayımlanan (29 Nisan 2013)
yazısında, “Son dönemde Kandil’le gizli bir görüşme yapan İran
istihbaratı, PKK’yı çözüm sürecinden vazgeçirmeye çalışarak askeri
yardım teklifinde bulunduğu ortaya çıktı. En son Murat Karayılan’la
görüşen İran’ın ünlü istihbaratçısı Kasım Süleymani’nin savaşa devam
etmesi koşuluyla PKK’ya ‘ağır silah’ ve lojistik destek teklif ettiği
öğrenildi. PKK yönetimi İran’dan gelen teklifi reddetti” dedi.
Aslı Aydıntaşbaş’ın yazısının ilgili bölümü şöyle:
İran’dan Kandil’e çekilmeyin baskısı
İran’ın PKK’yı çözüm sürecinin ilk aşamasını tamamlayan ‘geri çekilme’
kararından vazgeçirmek için bir süredir Kandil nezdinde gizli bir
diplomasi yürüttüğü ortaya çıktı.
Son aylarda PKK’nın Kandil’deki yöneticileriyle temasa geçen İran
istihbarat ve Devrim Muhafızları ve istihbarat kadrolarının, PKK’ya
silahlı mücadeleye devam etmesi karşılığında lojistik ve askeri destek
önerdiği, ancak PKK yönetiminin bunu reddettiği öğrenildi.
Komutandan bizzat önerdi
Üst düzey bir hükümet yetkilisi ve Kuzey Irak’taki yerel hükümet
tarafından da doğrulanan bu bilgi, KCK lideri Murat Karayılan’ın
Kandil’de geçen hafta aralarında Milliyet’in de bulunduğu bir grup
gazeteciyle yaptığı sohbette kullandığı üstü kapalı ifadelere de açıklık
getirmiş oluyor. “Türkiye’deki süreç gelişmeseydi, olanaklarımız vardı
ve savaşı daha ileri düzeye taşıyabilirdik” diyen Karayılan, röportajda
şöyle devam etmişti:
“Biz buna açık olsak, bölgede Türkiye’ye karşı olan çok ülke var. Dış
destek sağlayabilirdik. O kapılar bize açıktı. Ama yapmadık. Bölgesel
güçlerin tümü Türkiye’ye karşı. Bir cephe var, isimlerini söylememe
gerek yok. Ama Türkiye de bu durumu fark etti. AKP’nin seçim benzeri
hesapları da olabilir ama bu süreç bir devlet kararının sonucudur.”
Karayılan’ın ima ettiği pratik ve etkin ‘destek’ teklifinde bulunan
gücün, birkaç kez Kandil’e heyet yollayan İran olduğu ortaya çıktı.
Tahran’ın en son teklifini, İran derin devletinin en önemli
isimlerinden Devrim Muhafızları komutanlarından Kasım Süleymani
tarafından doğrudan Murat Karayılan’a iletildiği öğrenildi. Doğrudan
İran’ın ruhani lideri Hamaney’e bağlı çalışan ve Tahran’ın tüm Irak ve
Kürt bölgelerindeki politikalarından sorumlu olan Süleymani’nin,
Karayılan ve PKK yöneticilerini çözüm sürecinden vazgeçirmeye çalıştığı
ve ‘silahlı mücadeleyi bırakmama’ telkininde bulunduğu öğrenildi.
İran’ın Kandil’le yaptığı görüşmeler çerçevesinde savaşa devam karşılığı
PKK’ya lojistik destek ve ‘ağır silah’ sözü verdiği bilgisi, hem
hükümet, hem de Kuzey Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi kaynakları
tarafından doğrulandı.
Tahran sürece ateş püskürüyor
Ancak PKK yönetimi, İmralı’da bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın da tavrını göz önüne alarak İran’ın teklifini reddetti.
Tahran rejimi ‘çözüm süreci’ konusundaki rahatsızlığını kamuoyundan
gizlemiyor. Hafta sonu PKK’nın geri çekilme kararına ve barış sürecine
ateş püsküren İran Devlet Radyosu, çözüm sürecinin “ABD ile gerçek
sömürgeci ve emperyalist Batılı güçlerle siyonist rejim lehine
Ortadoğu’yu parçalamaya” ve “Batılı İslam inanç sistemini Kürt
bölgelerinden silmeye, bölgedeki antiemperyalist ve antsiyonist direniş
mücadelesini imha etmeye çalıştığını” iddia etti. Batılı güçlerin İslam
inanç sistemini Kürt bölgelerinden silmeye, Türkiye’nin de Suriye
politikasındaki yenilgisini telafi etmeye çalıştığını öne süren
radyodaki yorum, “PKK, nasyonal sosyalist ve etnik milliyetçi, laik bir
ideolojiye sahiptir. Bu nedenle ABD ve AB tarafından desteklenmektedir.
PKK yetkilileri, daha önceleri de kendilerini desteklemeleri halinde
ABD’nin büyük Ortadoğu planına destek vereceklerini ilan etmişti. PKK
ile AKP uzlaşısında; ABD ve AB etkin bir rol oynadı” dendi.
Aynı yorum, Batılı güçlerin “Müslüman Kürt halkına PKK’yı dayatarak
İslam inanç sistemini Kürt bölgelerinden silmeye, bölgedeki
antiemperyalist ve antisiyonist direniş mücadelesini imha etmeye
çalıştığı” iddiasına da yer verdi.
İşte sır gibi saklanan O rapor
29 Nisan 2013 / İDRİS GÜRSOY
27 Mayıs 1960’ta
darbecilerin en önemli gerekçelerinden biri olan Tahkikat Komisyonu
raporu bugüne kadar hep sır olarak kaldı. Menderes’in avukatı Burhan
Apaydın’ın ölmeden önceki son arzusu, komisyon raporunun açıklanmasıydı.
180 sayfalık o rapora Aksiyon ulaştı.
Tahkikat Komisyonları kurulduğu
andan başlayarak günümüze kadar tartışma konusu oldu. Yassıada’da
üyelerin idamla yargılanma sebebi bu komisyonlardı. Ancak Demokrat
Partililerin defalarca ön raporun aynen okunması talebi Mahkeme Başkanı
Salim Başol tarafından reddedildi. Adnan Menderes ve Demokrat
Partililerle birlikte Tahkikat Komisyonu Başkanı Ahmet Hamdi Sancar ve
üyelerden bazılarını idamla yargılatan o rapor ve yazışmalar, Meclis’e
gönderilen gizli 27 Mayıs belgeleri arasındaydı. Aksiyon’un ulaştığı
raporda, CHP ve basının halkı, öğrencileri ve orduyu tahrik ederek
darbeye zemin hazırladığı öne sürülüyordu. Raporun teklifler bölümünde,
hükümet ve Meclis’in gerekli tedbirleri alması isteniyordu. “Polis
güçlendirilmeli, yalan haber üreten merkezler bitirilmelidir.”
deniyordu.
Önceki cumartesi 89 yaşında vefat eden Menderes’in avukatı Burhan Apaydın’ın da son arzusu raporun açıklanmasıydı. Ölümünden birkaç gün önce Meclis Başkanı Cemil Çiçek’e bir mektup yazarak bunu talep etmişti: “27 Mayıs hükümeti tarafından TBMM’de ‘Tahkikat Komisyonu’ adı ile geniş yetkilere sahip bir kuruluş meydana getirilmesi, Adnan Menderes’in Anayasa’yı çiğnediği ve vatan hainliği olarak tanımlanmıştır. Hâlbuki ‘Tahkikat Komisyonu’, darbeden önce Meclis Başkanı’na rapor vererek olayların Demokrat Parti ve CHP tarafından değil, dış etkilerle hazırlandığını, ülkenin karışıklığa götürülmek istendiğini tespit etmiştir. 27 Mayıs’tan önce Meclis’e verildiği hâlde darbeciler bu raporu milletten gizlemişler ve komisyonu Menderes’in hürriyeti kısıtlayıcı bir girişimi olarak tanımlamışlardır. Böylece 27 Mayıs darbesinin, hakikatleri ortaya koyucu değil de hakikatleri gizleyici bir yol izleyerek Türk milletini yanılgıya sürüklemek suretiyle yapıldığı ortaya çıkmıştır. Bu rapor hâlen TBMM Başkanlık Arşivi’nde bulunmaktadır. İşbu dilekçemle birlikte bu raporun derhâl Türk milletine açıklanması gerekmektedir.” Peki, 180 sayfalık bu raporda neler vardı?
Önceki cumartesi 89 yaşında vefat eden Menderes’in avukatı Burhan Apaydın’ın da son arzusu raporun açıklanmasıydı. Ölümünden birkaç gün önce Meclis Başkanı Cemil Çiçek’e bir mektup yazarak bunu talep etmişti: “27 Mayıs hükümeti tarafından TBMM’de ‘Tahkikat Komisyonu’ adı ile geniş yetkilere sahip bir kuruluş meydana getirilmesi, Adnan Menderes’in Anayasa’yı çiğnediği ve vatan hainliği olarak tanımlanmıştır. Hâlbuki ‘Tahkikat Komisyonu’, darbeden önce Meclis Başkanı’na rapor vererek olayların Demokrat Parti ve CHP tarafından değil, dış etkilerle hazırlandığını, ülkenin karışıklığa götürülmek istendiğini tespit etmiştir. 27 Mayıs’tan önce Meclis’e verildiği hâlde darbeciler bu raporu milletten gizlemişler ve komisyonu Menderes’in hürriyeti kısıtlayıcı bir girişimi olarak tanımlamışlardır. Böylece 27 Mayıs darbesinin, hakikatleri ortaya koyucu değil de hakikatleri gizleyici bir yol izleyerek Türk milletini yanılgıya sürüklemek suretiyle yapıldığı ortaya çıkmıştır. Bu rapor hâlen TBMM Başkanlık Arşivi’nde bulunmaktadır. İşbu dilekçemle birlikte bu raporun derhâl Türk milletine açıklanması gerekmektedir.” Peki, 180 sayfalık bu raporda neler vardı?
Raporun ilk bölümünde, 1946’dan itibaren CHP ve lideri İsmet
İnönü’nün muhalefet usulleri, detaylı bir şekilde anlatılıyor. CHP’nin
Meclis’in meşruiyetini tartışmaya açtığı, hükümet otoritesini tahrip
için çalıştığı örneklerle belirtiliyor. 1957 seçimlerinden sonra ana
muhalefet partisinin sandıksız iktidara gelme yolları aradığı
vurgulanıyor. “Hükümet otoritesini ne surette olursa olsun sarsmak
teşebbüsleri memleketin atisi bakımından büyük tehlikeler arz etmektedir
fakat maatteessüf içleri iktidar hırsı ile yanmakta olan bir avuç insan
her çareye başvuruyorlar.” deniyor. Zile, Geyikli, Ankara ve Uşak’ta
yıkıcı usuller kullanılarak, halkın kanunları çiğnemeye, polisle
çatışmaya zorlandığı ifade ediliyor.
İsmet İnönü’nün daha 4 Aralık 1957’de “Bir memlekette ihtilal nasıl olur?” diyerek darbe felsefesini propaganda sahasına sürdüğü belirtilen raporda “CHP’nin iktidara gelmesinin yegâne çaresi memlekette bir karışıklık çıkmasıdır.” deniyor. İnönü’nün konuşmalarından örnekler verilerek orduyu darbeye teşvik etmesi eleştiriliyor: “CHP başlıca iki yol tutmuştur. Birincisi, halkın hissiyatını tahrik. İkincisi, yalan haberler uydurmak.” Yalan haberlerin amacı halkın hükümete teveccühünü önlemek ve hükümete husumeti artırmaktır. Bir merkezden üretilen ve yayılan kışkırtıcı yalanlardan bazıları şöyle: “Hükümet, Amerikan yardımı alabilmek için Türk kızlarını Amerikalılara peşkeş çekiyor.”, “Hükümet, Amerikalılardan kan alarak milletin kanına zerk edip Amerikalılaştırıyor.”, “Hükümet memleketin en güzel yerlerini Amerikalılara satıyor.”…
“Talebeler tahrik edilmiştir”
Yalan haberlerin nasıl yayıldığı da şöyle anlatılıyor: “1-Parti liderlerinin konuşmalarıyla. 2- Tebliğ, bildiri ve broşürlerle. 3- CHP’li gazetelerle. 4- Kulak gazetesi adı altında kurulmuş hususi ve gizli teşkilatla. Kulak gazetesi, sadece İstanbul’da değil vilayetlerde de yapılanmış bir hücre teşkilatıdır. Gizli ve derin usullerle çalışmaktadır. Toplanan deliller yalan haberlerin bir merkezden çıkarıldığını açıkça ortaya koymaktadır.”
Komisyon üyeleri, İstanbul ve Ankara’da tanık ifadelerine başvurmuş, darbeye ortam hazırlamak için psikolojik savaş yürüten merkezin başında olduğu iddia edilen CHP’li emekli Albay Cemal Yıldırım’a da sorular sormuştu. Raporda, Cemal Yıldırım’ın egzantirik ve orijinal fikirlerinin ne olduğunun öğrenilemediğinin altı çiziliyor.
Tahkikat Komisyonu’nun raporu, yalan haberlerle ilgili örneklerle ihtilal şartlarının oluşturulduğunu açıkça ortaya koyuyor. Hiçbir ülkenin bu yıkıcı faaliyetlerden zarar görmeden kurtulmasının mümkün olmadığı dile getiriliyor. İnönü’nün beklediği ihtilalin bugüne kadar olmaması, halkın Demokrat Parti’ye olan güveni ile açıklanıyor.
Raporda, 1957’den 27 Mayıs 1960’a kadar meydana gelen Gaziantep, Kayseri Yeşilhisar, Ankara ve İstanbul olaylarının perde arkası da anlatılıyor. CHP’lilerin halkı güvenlik güçlerine karşı kışkırttıkları öne sürülüyor, bunu teyit eder nitelikte tanık ifadelerine yer veriliyor. İstanbul ve Ankara’da öğrencilerin, bazı hocalar ve CHP’liler tarafından yönlendirildiği ifade ediliyor: “İstanbul’da kanın gövdeyi götürdüğü, yüzlerce ölü ve yaralının olduğu şeklindeki haberlerin arkasında da yine aynı merkez var. Çok evvelden ve CHP mensupları tarafından yurtlar gezilmek sureti ile esasen alınmış olan ayaklanma tertipleri, bu yalan haberler sayesinde büsbütün genişlemiş ve bu defa Ankara’da ayaklanmalar görülmüştür. Bazı CHP mensuplarının talebe arasında bulundukları ve talebeyi tahrik ettikleri tespit edilmiştir. Bunlar Ordu mebusu Ferda Güley, Ankara mebusu Ahmet Üstün, Adana mebusu Melih Küçüktepepınar, Ahmet Fırat, Maslahattin Yılmaztepe’dir. CHP milletvekili Turhan Feyzioğlu’nun ise bir gece önce talebe yurtlarını bir arkadaşı ile dolaştığı tespit edilmiştir.”
“İhtilal bir gün vuku bulacak!”İsmet İnönü’nün daha 4 Aralık 1957’de “Bir memlekette ihtilal nasıl olur?” diyerek darbe felsefesini propaganda sahasına sürdüğü belirtilen raporda “CHP’nin iktidara gelmesinin yegâne çaresi memlekette bir karışıklık çıkmasıdır.” deniyor. İnönü’nün konuşmalarından örnekler verilerek orduyu darbeye teşvik etmesi eleştiriliyor: “CHP başlıca iki yol tutmuştur. Birincisi, halkın hissiyatını tahrik. İkincisi, yalan haberler uydurmak.” Yalan haberlerin amacı halkın hükümete teveccühünü önlemek ve hükümete husumeti artırmaktır. Bir merkezden üretilen ve yayılan kışkırtıcı yalanlardan bazıları şöyle: “Hükümet, Amerikan yardımı alabilmek için Türk kızlarını Amerikalılara peşkeş çekiyor.”, “Hükümet, Amerikalılardan kan alarak milletin kanına zerk edip Amerikalılaştırıyor.”, “Hükümet memleketin en güzel yerlerini Amerikalılara satıyor.”…
“Talebeler tahrik edilmiştir”
Yalan haberlerin nasıl yayıldığı da şöyle anlatılıyor: “1-Parti liderlerinin konuşmalarıyla. 2- Tebliğ, bildiri ve broşürlerle. 3- CHP’li gazetelerle. 4- Kulak gazetesi adı altında kurulmuş hususi ve gizli teşkilatla. Kulak gazetesi, sadece İstanbul’da değil vilayetlerde de yapılanmış bir hücre teşkilatıdır. Gizli ve derin usullerle çalışmaktadır. Toplanan deliller yalan haberlerin bir merkezden çıkarıldığını açıkça ortaya koymaktadır.”
Komisyon üyeleri, İstanbul ve Ankara’da tanık ifadelerine başvurmuş, darbeye ortam hazırlamak için psikolojik savaş yürüten merkezin başında olduğu iddia edilen CHP’li emekli Albay Cemal Yıldırım’a da sorular sormuştu. Raporda, Cemal Yıldırım’ın egzantirik ve orijinal fikirlerinin ne olduğunun öğrenilemediğinin altı çiziliyor.
Tahkikat Komisyonu’nun raporu, yalan haberlerle ilgili örneklerle ihtilal şartlarının oluşturulduğunu açıkça ortaya koyuyor. Hiçbir ülkenin bu yıkıcı faaliyetlerden zarar görmeden kurtulmasının mümkün olmadığı dile getiriliyor. İnönü’nün beklediği ihtilalin bugüne kadar olmaması, halkın Demokrat Parti’ye olan güveni ile açıklanıyor.
Raporda, 1957’den 27 Mayıs 1960’a kadar meydana gelen Gaziantep, Kayseri Yeşilhisar, Ankara ve İstanbul olaylarının perde arkası da anlatılıyor. CHP’lilerin halkı güvenlik güçlerine karşı kışkırttıkları öne sürülüyor, bunu teyit eder nitelikte tanık ifadelerine yer veriliyor. İstanbul ve Ankara’da öğrencilerin, bazı hocalar ve CHP’liler tarafından yönlendirildiği ifade ediliyor: “İstanbul’da kanın gövdeyi götürdüğü, yüzlerce ölü ve yaralının olduğu şeklindeki haberlerin arkasında da yine aynı merkez var. Çok evvelden ve CHP mensupları tarafından yurtlar gezilmek sureti ile esasen alınmış olan ayaklanma tertipleri, bu yalan haberler sayesinde büsbütün genişlemiş ve bu defa Ankara’da ayaklanmalar görülmüştür. Bazı CHP mensuplarının talebe arasında bulundukları ve talebeyi tahrik ettikleri tespit edilmiştir. Bunlar Ordu mebusu Ferda Güley, Ankara mebusu Ahmet Üstün, Adana mebusu Melih Küçüktepepınar, Ahmet Fırat, Maslahattin Yılmaztepe’dir. CHP milletvekili Turhan Feyzioğlu’nun ise bir gece önce talebe yurtlarını bir arkadaşı ile dolaştığı tespit edilmiştir.”
Raporda aynı yalan haberlerle ve yöntemlerle Harp Okulu
öğrencilerinin de sokağa döküldüğü ve gösterilerin, aynı yerlerde ve
saatlerde yapılmasının dikkat çekici olduğu belirtiliyor. “Tertipçiler
kim?” sorusuna şu cevap veriliyor: “Tahkikatımızda ayaklanma
hareketlerinin tertipçilerinin CHP idarecileri olduğunu gösteren delil
ve emareler bulunmuştur. Bütün bu hareketler, hükümet darbesi ve siyasi
suikast teşebbüsleridir. Bu teşebbüsler tam teşebbüs denilen irca-ı
safhaya kadar getirilmiştir. CHP liderleri bir ihtilal çıkması için
ellerinden geleni yapmışlar, her çareye başvurmuşlardır. İnönü, ‘şartlar
tamam olunca ihtilalin vuku bulacağını’ Meclis kürsüsünden ilan
etmiştir. Bildirilen neticenin istihsali için CHP Genel Merkezi ve
teşkilatı, talebeyi, halkı ve orduyu tahrik suretiyle şartları
hazırlamaya çalışmışlardır.”
15 kişiden oluşan komisyonun raporunun sonunda, darbenin önlenebilmesi için bazı öneriler ise şöyle sıralanıyor: “Ankara ve İstanbul’daki olaylar derhal durdurulmalıdır. Askerlerin siyasetle iştigali caiz değildir. Harp Okulu öğrencilerinin yürüyüşü tehlikeli bir teşebbüstür. Milli Emniyet Teşkilatı güçlendirilmeli, yalan haber yuvaları bulunup bertaraf edilmelidir. Zabıta kuvvetleri takviye edilmelidir. Yıkıcı neşriyatı takip için bir hukuk heyeti kurulmalıdır. Devlet ve amme müesseselerinin daha tesirli çalışması için tedbirler alınmalıdır. Basın yolu ile yalan haberlerin yayılması cezayi müeyyide altına alınmalı, cezalar artırılmalıdır. TBMM dahili nizamnamesinde değişiklik yapılarak gündem dışı söz talebi sağlam esaslara bağlanmalıdır. Ordunun siyasete alet edilmesine dalalet edecek neşriyat ve teşebbüsler ve hareketler sıkı müeyyide altına alınmalıdır.”
15 kişiden oluşan komisyonun raporunun sonunda, darbenin önlenebilmesi için bazı öneriler ise şöyle sıralanıyor: “Ankara ve İstanbul’daki olaylar derhal durdurulmalıdır. Askerlerin siyasetle iştigali caiz değildir. Harp Okulu öğrencilerinin yürüyüşü tehlikeli bir teşebbüstür. Milli Emniyet Teşkilatı güçlendirilmeli, yalan haber yuvaları bulunup bertaraf edilmelidir. Zabıta kuvvetleri takviye edilmelidir. Yıkıcı neşriyatı takip için bir hukuk heyeti kurulmalıdır. Devlet ve amme müesseselerinin daha tesirli çalışması için tedbirler alınmalıdır. Basın yolu ile yalan haberlerin yayılması cezayi müeyyide altına alınmalı, cezalar artırılmalıdır. TBMM dahili nizamnamesinde değişiklik yapılarak gündem dışı söz talebi sağlam esaslara bağlanmalıdır. Ordunun siyasete alet edilmesine dalalet edecek neşriyat ve teşebbüsler ve hareketler sıkı müeyyide altına alınmalıdır.”
26 Nisan 2013 Cuma
MGK Nisan Ayı Olağan Toplantısı Çankaya Köşkü’nde Gerçekleştirildi
Cumhurbaşkanı Gül’ün başkanlığında Çankaya Köşkü’nde gerçekleştirilen Millî Güvenlik Kurulu Nisan ayı olağan toplantısında, halkımızın huzur ve güvenliğini temin amacıyla yürütülen faaliyetlerin görüşüldüğü ve bu kapsamda sarf edilen çabaların kalıcı netice vermesi için alınması gerekli ilave tedbirlerin değerlendirildiği bildirildi. Toplantıda, ayrıca, Suriye ve Irak’taki son gelişmelerle Orta Doğu barış sürecine ilişkin hususlar ele alındı.
Millî Güvenlik Kurulu (MGK) Nisan ayı olağan toplantısı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başkanlığında Çankaya Köşkü’nde gerçekleştirildi.
TOPLUMUN HUZUR VE GÜVENLİĞİ İÇİN YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR
Toplantının ardından MGK Genel Sekreterliği’nce yapılan yazılı açıklamada, halkımızın huzur ve güvenliğini temin amacıyla yürütülen faaliyetlerin görüşüldüğü, bu kapsamda sarf edilen çabaların kalıcı netice vermesi için alınması gerekli ilave tedbirlerin değerlendirildiği ifade edilerek, tüm terör örgütleriyle mücadelede kararlılığımızın devamı, uluslararası toplumla koordinasyon ve iş birliğinin öneminin bir kez daha vurgulandığı belirtildi.
SURİYE’DEKİ GELİŞMELER TÜM BOYUTLARIYLA DEĞERLENDİRİLDİ
Suriye’deki gelişmelerin; insani boyutu, bölgesel güvenlik ve istikrara yönelik etkileri de dâhil olmak üzere tüm veçheleriyle ele alındığına dikkat çekilen bildiride, “Bu ülkede dökülen kanın bir an önce durdurulmasına yönelik uluslararası çözüm girişimlerinde gelinen aşama ve önümüzdeki dönemde atılması öngörülen adımlar değerlendirilmiştir. Ülkemizdeki barınma merkezlerinde misafir edilen ve sayıları iki yüz bine yaklaşan Suriyelilerin ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla yürütülen çalışmalar da gözden geçirilmiştir” denildi.
IRAK’TAKİ SON GELİŞMELER
Ayrıca, Irak’ta meydana gelen gelişmelerin görüşüldüğüne işaret edilerek, bu ülkede kalıcı istikrarın tesisine yönelik desteğimizin sürdürüleceğinin vurgulandığı, Türkiye-Irak ilişkilerinin her alanda geliştirilmesi yönündeki irademizin teyit edildiği dile getirildi.
ORTA DOĞU BARIŞ SÜRECİ
Bildiride, Orta Doğu barış sürecine ivme kazandırılması doğrultusundaki çabaların ve Filistinli gruplar arasındaki iç uzlaşı sürecinde meydana gelen gelişmelerin de değerlendirildiği kaydedildi.
MGK sonrası açıklama
Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından yayımlanan bildiride, terörle mücadele ve çözüm sürecine ilişkin ifadeler yer aldı.
Milli Güvenlik Kurulunun nisan ayı olağan toplantısı sona erdi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün başkanlığında Çankaya Köşkü'nde gerçekleşen toplantı, 4 saat sürdü.
Toplantı
sonrası yayımlanan bildiride, halkın huzur ve güvenliğini temin
amacıyla yürütülen faaliyetlerin görüşüldüğü, bu kapsamda sarf edilen
çabaların kalıcı netice vermesi için alınması gerekli ilave tedbirlerin
değerlendirildiği belirtildi.
Açıklamada
''Tüm terör örgütleriyle mücadelede kararlılığımızın devamı,
uluslararası toplumla koordinasyon ve işbirliğinin önemi bir kez daha
vurgulanmıştır'' ifadelerine yer verildi.
Toplantıda
Irak'ta yaşanan gelişmeler de ele alındı. Ülkede yaşanan şiddet
olaylarıyla ilgili ''Bu ülkede kalıcı istikrarın tesisine yönelik
desteğimizin sürdürüleceği vurgulanmış, Türkiye-Irak ilişkilerinin her
alanda geliştirilmesi yönündeki irademiz teyit edilmiştir'' denildi.
25 Nisan 2013 Perşembe
TARAF'TAN BÜYÜK YOLSUZLUĞA ÖRTBAS MANŞETİ
Taraf: Sayıştay, büyük yolsuzluk tesbit etti ama olay “milli gizlilik” denerek gizlendi. Denetçi, olayın üzerine gidince, Hürriyet'e haber yaptırıldı.
Sayıştay
denetçisi'nin, Hava Kuvvetleri Lojistik Komutanlığı’nda büyük yolsuzluk
tesbit ettiği ama karşısına “milli gizlilik” çıktığını,
denetçinin olayın üzerine gideceğinin anlaşılması üzerine de kamuoyu
yaratma adına 27 Şubat tarihinde Hürriyet gazetesine haber yaptırıldığı
iddia edildi.
İşte Taraf Gazetesi'nin o haberi:
Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nı inceleyen Sayıştay denetçisi, milyarlarca dolarlık usulsüzlük yapıldığını tesbit etti. Yetkililerden konuyla ilgili bilgi, belge ve savunma isteyen denetçiye, “konu mili gizlilik derecesinde” dendi ve belge, bilgi verilmeyerek gerçekler saklandı.
Taraf Sayıştay’dan saklanan gerçeklere ulaştı. Elimizdeki belgelere göre; milyarlarca dolarlık malzemeler depolarda çürümeye terk edilmiş. Parası ödenen bazı malzemeler devlet envanterine hiç girmemiş. “Ödünç” adı altında bazı firmalara malzemeler bedelsiz peşkeş çekilmiş. “Hibe” altında yine bazı firmalara bedelsiz verilen milyonlarca dolarlık malzemeler var. Hibe ve ödünç işleminde bakan imzası gerekirken, tüm bu işlemler bakanlığın imzası olmadan yapılmış. Sayıştay denetçisi bu hukuksuzluğu ve usulsüzlüğü ortaya çıkarınca, Hava Kuvvetleri bu kez kendi içinde geriye dönük, bakanlıktan imza alınması için planlama yapmış.
İşte “milli gizlilik derecesinde” denip, bilgi ve belge saklanarak kapatılmaya çalışılan milyar dolarlık skandalın perde arkası:
İşte Taraf Gazetesi'nin o haberi:
Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nı inceleyen Sayıştay denetçisi, milyarlarca dolarlık usulsüzlük yapıldığını tesbit etti. Yetkililerden konuyla ilgili bilgi, belge ve savunma isteyen denetçiye, “konu mili gizlilik derecesinde” dendi ve belge, bilgi verilmeyerek gerçekler saklandı.
Taraf Sayıştay’dan saklanan gerçeklere ulaştı. Elimizdeki belgelere göre; milyarlarca dolarlık malzemeler depolarda çürümeye terk edilmiş. Parası ödenen bazı malzemeler devlet envanterine hiç girmemiş. “Ödünç” adı altında bazı firmalara malzemeler bedelsiz peşkeş çekilmiş. “Hibe” altında yine bazı firmalara bedelsiz verilen milyonlarca dolarlık malzemeler var. Hibe ve ödünç işleminde bakan imzası gerekirken, tüm bu işlemler bakanlığın imzası olmadan yapılmış. Sayıştay denetçisi bu hukuksuzluğu ve usulsüzlüğü ortaya çıkarınca, Hava Kuvvetleri bu kez kendi içinde geriye dönük, bakanlıktan imza alınması için planlama yapmış.
İşte “milli gizlilik derecesinde” denip, bilgi ve belge saklanarak kapatılmaya çalışılan milyar dolarlık skandalın perde arkası:
Hürriyet gazetesi, 27 Şubat 2013’te “Korgeneralin Sır isyanı” başlıklı bir haber yayımladı. Habere göre; Hava Lojistik Komutanlığı, 1987-2012 yılı arasında rutin denetlemeye tabi tutuldu. Sayıştay’ın, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan istediği bilgiler, Hava Kuvvetleri Lojistik Komutanı Korgeneral Mehmet Şanver’i isyan ettirmişti. Haberde “Sayıştay denetçisi, denetim yetkisinin dışına çıkarak, milli gizlilik derecesindeki bilgileri de istiyor. Buna yetkisi var mı” diye de soruluyor ve Sayıştay eleştiriliyordu. Ancak, “milli gizlilik derecesinde sır” denen konunun gerçek yüzü hiç de haberde anlatıldığı gibi değildi.
5 milyar dolarlık usulsüzlük
Denetleme esnasında, Sayıştay yetkilisi yedi ayrı bulguda usulsüzlük tesbit etmişti. Yukarıda da bahsettiğimiz usulsüzlükler için sorumluların savunmasını istedi. Savunmaların yanı sıra konuyla ilgili belge ve bilgilerin de verilmesi talep ediliyordu. Tesbit edilen konulara göre depolarda, satın alınan ancak kullanılmayan milyon dolarlık malzemeler vardı. Hava Lojistik Komutanlığı her yıl milyonlarca dolarlık malzemeyi ihtiyaç olmadığı halde satın almış, firmaları zengin ederken, devleti zarara uğratmıştı. Denetleme günü itibariyle usulsüzlüğün beş milyar dolar olduğu tesbitine de yer verilmişti. Alınan bazı malzemeler kullanılmadan depolarda atıl durumda çürümeye terk edilmişti.
Tesbitlerden bir diğeri de “ödünç” adı altında firmalara bazı malzemelerin peşkeş çekildiği iddiasıydı. Devletin parasını ödeyip, Hava Kuvvetleri’nin kullanması gereken malzemeler bazı firmalara “ödünç” adı altında verilmişti. 9 bin 200 kalem, 35 bin adet malzeme, yurtiçi ve yurtdışındaki bazı firmalara, mevzuata aykırı bir şekilde ödünç olarak verilmişti. Bunlar arasında İsrail firmaları da vardı. Ödünç verilip, geri alınamayan malzemelerin toplam değerinin de 50 milyon dolar olduğu, bazı firmaların bu yolla haksız kazanç sağladığı da Sayıştay yetkilisinin bir diğer iddiasıydı.
Rutin inceleme sırasında Sayıştay denetçisi bir usulsüzlüğü daha tesbit etti. “Hibe” adı altında da devletin malzemeleri peşkeş çekilmişti. 16 bin kalem, yaklaşık 2 milyon adet malzeme hibe, bağış adı altında firmalara bedelsiz olarak verilmiş, devlet zarara uğratılmıştı. Bu malzemelerin toplam değerinin de 138 milyon dolar tuttuğu tesbit edildi. Bulgularla tesbit edilen rakamlar, sadece resmî kayıtlarla sınırlıydı. Kayıtsız yapılan işlemler dahil edildiğinde miktarın daha fazla olduğu da iddialar arasındaydı.
Gizli dendi gerçekler saklandı
Sayıştay, rutin inceleme sonucunda ilk denetim raporunu yazdı. Kamu zararının beş milyar dolar olduğu tesbitleri raporda yer aldı. Raporda Lojistik Komutanlığı hakkında da önemli iddialarda bulundu. Korgeneral Mehmet Şanver “kamuyu zarara uğratmakla” suçlandı. Şanver dahil bazı yetkililerin savunması istendi. Sayıştay denetçisi savunmaların yanı sıra konuyla ilgili bilgi ve belgelerin de ivedilikle kendilerine verilmesini talep etti.
Halen Hava Lojistik Komutanı olan Korgeneral Mehmet Şanver, rapora itiraz etti. Şubat 2013 ortasında Sayıştay’a savunma verdi. İddialara cevap vermek yerine, suçu başka isimlere attı.
Şanver, savunmasında “Hava Kuvvetleri Lojistik Başkanlığı görevine 14 Ağustos 2008’de başladım. Bu görevi 7 Ağustos 2011’de bıraktım. Eğer sorumlu olmak için sadece bu kadroda görev yapmak yeterli değilse, zarara sebep olduğu iddia edilen işlemin gerçekleşmesinden bugüne kadar aynı kadroda görev yapan tüm personel arasında sorumluluğun görev süreleri ile orantılı olarak paylaştırılması, dolayısıyla bahse konu sorumluluğun sadece tarafımdan tahsili talebinde bulunulmaması gerekmektedir” dedi.
Şanver, raporda yer alan “birlik içi ödünç işlemleri”nde kamunun zarar ettirildiğine ilişkin iddialara da itiraz etti. Bu işlemlerde malzemelerin aynı birlik envanterinde, teslim edildiği kamu görevlisince kamu görevinde kullanıldığını söyledi.
Savunmaların alınmasından sonra Sayıştay denetçisinin istediği belgeler için de hem Şanver hem de Hava Kuvvetleri Komutanlığı ilginç bir savunma yaptı. Sayıştay’ın istediği bilgi ve belgelerin “milli gizlilik derecesinde” olduğunu, Sayıştay denetçisine bilgi veremeyeceklerini söyleyip, belgeleri kendisiyle paylaşmadılar. Bu yolla denetçinin rapordaki iddialarını saklama yolunu tercih ettiler.
Sayıştay denetçisinin gerçeklerin üzerine gideceğinin anlaşılması üzerine de kamuoyu yaratma adına 27 Şubat tarihinde Hürriyet gazetesine haber yaptırıldı. Haberle “Sayıştay denetçisi devletin milli gizlilik derecesindeki bilgileri istiyor” havası yaratılarak, olayın kapatılması amaçlandı. Yani olay Hürriyet gazetesi ve komutanın iddia ettiği gibi “milli gizlilik derecesinde” değil. İhmal, kusur ve görevi kötüye kullanmanın sonucunda oluşan kamu zararını kapsıyor ve olayı kapatmak için de bu kılıf bulunmuş.
Ancak Taraf, olayın perde arkasındaki belgelere ulaştı. Şanver savunmasında ödünç verilen malzemelerin kamu görevlerinde kullanıldığını söylemesine rağmen, belgelerde bu malzemelerin özel firmalara peşkeş çekildiği görülüyor. Şanver bunları kayıt altına almak için kurum içi bir dizi yazışmaya da imza atmış.
Taraf ’ın öğrendiği bilgiye göre toplam beş milyar dolar olan kamu zararı, 25 milyon liraya, 270 bin kalem de 260 kaleme düşürüldü. Görüştüğümüz bir yetkili, Korgeneral Şanver ve ekibinin geriye kalan mallara kamu zararı çıkartılmasını engellediğini iddia edip, konuyla ilgili bizimle bir belge de paylaştı.
Malzemeler başka yerde
Rutin incelemede tesbit edilen konular bunlarla sınırlı değil. Yurtdışından F-16 uçaklarının radar modernizasyonunda kullanılmak üzere alınan yaklaşık 150 milyon dolarlık AN/APG-68 ‘e ait malzemeler de Hava Kuvvetleri envanterine hiç girmeden doğrudan HAVELSAN A.Ş’ye kurulmuş. Yani kamuda olması gereken malzeme, başka bir yere verilmiş.
Taraf ’ın elde ettiği belgeye göre Hava Lojistik Komutanı Korgeneral Mehmet Şanver, bu olayların ortaya çıkmaması için bir ekip oluşturmuş. Ekip, bahse konu malzemelerin tesbiti, sayımlarının yapılması, stok numaralarının alınması, rayiç, tahsis bedellerinin belirlenmesi, kayıt işlemlerinin gerçekleştirilmesi için çalışmaya başlamış. Malzemeler usulsüzce bazı yerlere verildiği için şimdi bunlar kayıt altına alınmaya çalışılıyor. Ancak bir çok malzemeye ulaşılamadığını da görüştüğümüz yetkili Taraf ’a açıkladı.
Bakan onayı alınmamış
Yaklaşık 150 milyon dolarlık devlet malının hiçbir kayıt olmadan, resmî hiçbir sözleşmeye bağlanmadan firmalara verilmesinde ilginç bir skandala daha imza atılmış. Yasalara göre bu işlemlerin yapılması için bakan onayı alınması gerekiyor. Ancak, Hava Kuvvetleri bakan onayı olmadan tüm bu işlemleri gerçekleştirmiş. Şanver ve arkadaşları bu olay ortaya çıkmasın diye şimdi de geriye dönük bakanlık onayı almak için planlama yapmış. Şanver ve ekibinin bakanlık onayı almak için hazırladıkları konuyla ilgili planlama belgesi de Taraf ’ın elinde. 8 Mart 2013 tarihli bir başka belgede de devlet malı olarak tedarik edilen ancak envantere girmeden doğrudan HAVELSAN’a peşkeş çekilen milyonlarca dolarlık malzemelerle ilgili de itiraf niteliğinde, skandal ifadeler yer alıyor. Belgelere göre, parası ödendiği halde devletin envanterine girmeyen malzemeler olduğu anlaşılıyor. “İrat edilmeyen” malzemeler denerek itiraf da bulunuluyor. Devlette olması gereken malzemelerin Havelsan ve bazı firmalarda olduğu da yapılan tesbitle ortaya çıkmış durumda. Kongeneral Şanver benzer şekilde bu durumu telafi etmek için de geriye dönük bakan onayı almak için planlama yazıları hazırlamış.
Taraf ’ın görüştüğü yetkili “malzemeler, bakım tezgâhı devlet malı olmasına rağmen HAVELSAN’da kullanıldığından, komutanlığın her yıl kendi malları üzerinden aldığı bakım, onarım hizmetleri karşılığında milyonlarca dolar parayı da firmaya ödediğini” iddia etti.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)