Son günlerde iki emekli komutan tartışması kamuoyunda dikkat çekti. Eski Genelkurmay başkanlarından Hilmi Özkök, kendisine görevi sırasında, Cumhuriyeti gereken dinamizm ile, AKP iktidarına karşı savunmadığı için yapılan eleştirilerkarşısında ‘savunma’ yaptı. ‘Zamanın hükümetiyle kavga etmediği için’ eleştirildiğini söyledi.
Yıllardır mesleğim gereği ‘sivil ve asker’ iki camiayı yakından izliyorum. Onların zaman zaman sürtüştüklerini gördüm. Bunun temelinde yatan sebepleri hep algıladığımı düşünmüşümdür. En önemli sebep olarak da iki camianın farklı değer hükümlerine ve üsluplara sahip olmalarını ön plana çıkarmışımdır. Hilmi Paşa şimdi siyasi iktidarla, kimilerinin istediği gibi ‘kavga’ etmemesini kendi görev anlayışının uygulama yöntemine (üsluba) bağlamaktadır. Yoksa mensup olduğu camianın sorumlu Genelkurmay Başkanı olarak asli görevini ihmal etmediğini belirtmektedir.
Demek ki; sık sık bu köşede ifade ettiğim gibi, asker Atatürkçü Düşünce Sistemi’ne göre yetişince, bu sistemin iktidarlar tarafından paylaşılmasını, uygulanmasını beklemektedir. Çünkü bu Cumhuriyet’i kuran ve 85 yıldır yönetiminde esas olarak özümsenen prensipleri muhafaza etmek onlara düşmektedir.
Siyasilerin yetişme sistemleri ise farklı etkilere ve yetişme koşullarına açıktır. İktidara geldiklerinde ülkeyi, diğer demokraslerde olduğu gibi, kendi düşüncelerine ve planlarına göre yönetmek isterler. Bu sırada askeri düş kırıklığına uğratacak, planlar yapıp uygulamaya çalıştıkları da olur. Çünkü onlar da kendilerini askerlerle ortak kabul ettikleri Anayasa kurallarına göre davranan bireyler, kurumlar olarak düşünmektedirler.
Batı demokrasilerinde asker ve sivil arasında bu yetişmelerinden kaynaklanan ikilem yok. Çünkü orada askerlere, kan dökülerek, büyük çabalar sarfedilerek istiladan kurtarılarak kurulan, bizim koşullara dayalı ülke kurmak ve muhafaza etme misyonu kısmet olmamıştır. 27 Mayıs’a kadar siyasilerin mevcut kurallarla yönettikleri ülke, o tarihte bir çıkmaza girmiş. Yapılan yeni Anayasa’da, boşluklar doldurulmuş. Böylece siyasilerin, yeni bunalımlar yaratılmaması için, uygulamaları gereken yeni kurallar konmuş. Kurumlar yaratılmış. Bu yeni getirilen kurumların bir kısmında, askerlerle siyasiler birlikte önemli sorunları irdeliyorlar. Ama olaylara ve sorunlara bakış açıları, en azından yetişme koşullarından dolayı farklı. Bu durum çeşitli vesileyle ortaya çıkıyor. Ama ne siviller ne de askerler diğerinin düşünce sistemini, değer hükümlerinin temelinde yatan sebepleri tam anlamak için gerekli gayreti göstermiyor.
Ortada bir 27 Mayıs olayı bulunduğundan, o yıllarda iktidara gelen siyasetçiler bir süre masalarının üzerinden eksik etmedikleri küçük kırmızı anayasa kitapçığını ellerinden düşürmüyorlardı. İdam edilen siyasilerin durumuna düşme korksu içinde yaşıyorlardı. Ülkenin 27 Mayıs noktasına nasıl geldiğini araştırırken işin kolayına kaçıyorlar. Müdahaleye sebep olan yönetimle ilgili unsurları inceleyeceklerine, askeri müdahaleyi yapanların kişiliklerini incelemekle yetiyorlardı. Özel istihbaratlarına göre saptadıkları ‘darbe yapmaz’ vasıflı komutanları göreve getirmekle sorunu çözeceklerini sanıyorlardı. Bu çıkmaz bir yol. Siyasetçi askerin ne düşündüğünü, neyi korumak için kararlı olduğunu bilmiyor. Bunu öğrenmek de istemiyor. İşte bu inançta olan bir siyasi lider, askerle çatışmasına sebep olan, başarısız görev dönemlerinden sonra, askeri ancak çok uzun yıllar sonra Çankaya’ya çktığında ,tanıyabiliyor, askerin sivillere hasım olmadığını anlayabiliyordu. Siyasiler böyle yapıyorlar da, amaçları kendilerine verilen misyonun sorumluluğu içinde, ülke ve rejimi korumak olan askerler gerekeni doğru yapıyorlar mı? Bu söylenebiliyor mu? Olaylarla ilgili gözlemlerim bana “Bu konuda askerler de sivilleri anlamak ve onlara gereken yöntemlerle yaklaşmak için üzerlerine düşeni yaptılar” dedirtmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder